“Ben de bu millettenim, elini öpmeliyim”
Fatih Rıfkı’nın anısından:
Mustafa Kemal 1934’te Atatürk soyadını almıştır. Hiçbir büyük Türk ondan önce “Türküm!” dememişti. Türk Osmanlıcada, kaba ve köylü demekti. Şehir efendisi alafranga ise Osmanlı, alaturka ise Müslümandı.
Atatürk Cumhuriyet’in onuncu yıldönümündeki kısa nutkunu şu sözlerle bitirmiştir: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
O bir milliyetçi idi. Fakat ırkçı değildi. Onun anlayışınca vatan Türkiye, Türk de Türkiyeli demekti. Bir gün kendisine:
-Ya öteki Türkler? diye sormaları üzerine:
-Hepsinin vatanı burası. Hepsi için yurdumuzda yer var, cevabını vermişti.
Atatürk iyi aile çocuğu idi. Babasını bilmez. Övey babası Ragıp Bey’i önceleri hiç sevmemişti. Fakat her türlü güçlükleri yenerek kendisini yetiştiren anasına aşk ile bağlı idi. Onu çocukluğundan bu devlet ve milletin en büyüğü olduğu güne kadar daima saymıştır. Her eve gidişinde anasının elini öpmek adeti idi. Subay, komutan, başkomutan ve devlet reisi, o anasının yanında daima eski “Mustafacık” tı.
Mütarekede anası İstanbul’da iken işgal kuvvetleri evini basmışlar, ona çok çile çektirmişlerdi. Bu ana, sevgili yavrusunun padişahın askerî mahkemesinde idama mahkûm edildiğini gazetelerde okuduğu gün ömründen belki yıllar kaybetmişti. İlk fırsatta kendisini Ankara’ya, Çankaya’daki evine getirdi. Buluştukları zaman Atatürk yine anasının elini öptü. Fakat anası oğlunu bağrına basacağı yerde eline sarıldı. Atatürk:
-Ne yapıyorsun Anne? diyerek elini çekmek istedi. Anası Zübeyde Hanım pek ciddileşerek:
-Ben senin ananım, dedi. Elimi öpmekle vazifeni yapıyorsun. Fakat devleti ve milleti kurtardın. Ben de bu millettenim. Elini öpmeliyim, dedi.
*Muhittin Nalbantoğlu Yeniçağ
This entry was posted in
Hikayeler. Bookmark the
permalink.