BİR DİKTANIN DOĞUŞU

BİR DİKTANIN DOĞUŞU

Tahammülsüz bir reis düşünün. Küçük bir tenkidi kendine hakaret sayıyor ve tenkit edeni şikâyet ediyor. Savcı, “Hakaret değil, tenkit.” deyip dava açmıyor. Bu noktaya kadar her şey normal, her şey hukuk sınırları içinde. Reis kızıyor. Savcının amirine veya onun amirine veya onun da amiri olan kuruma talimat veriyor. Ülkede kuvvetler ayrılığı yoksa emir amirlerin en tepesini zaten reis kendisi tayin etmiştir… Tenkit diyen savcı ışınlanıyor, yerine gelenin önünde şimdi iki yol var; ya hukuka uyacak ve o da ışınlanacak veya ders alıp tenkidin hakaret olduğuna karar verecektir. Işınlanma ve yenisinin tayini, peki efendim, diyen savcı gelene kadar devam eder. Gemi 10 derece yatmıştır. Peki efendim diyen mahkemeyle, emriniz olur diyen bilirkişiyle sürüp gider. 20 derece, 30 derece… Ülkede, reisin istediği gibi çalışan savcı- mahkeme- bilirkişi çeteleri oluşur. Artık talimat da gerekmez. Kendiliğinden gerekeni yaparlar.

İlk peki diyecek savcı tayininde sonuç tartışılabilir. O mu haklı, bu mu haklı… Fakat bir, iki, beş on böyle gittikçe hukukun çiğnenişi apaçık ve görünür hâl alır. Tenkit sesleri çoğalır ve yükselir. Reisin öfkesi de… Tenkitleri hakaret diye değiştirip kovuşturanlar mahkûm edenler artar…

Reis sertleştikçe hukuk çiğnenmekte, hukuk çiğnendikçe tenkit artmakta, tenkit arttıkça reis sertleşmektedir… Kendini besleyen süreç! Bunun sonu hukukun alabora olmasıdır. Kritik nokta aşıldıktan sonra artık kimse o mu haklı, bu mu haklı tartışması yapmaz. Artık, “Önce asalım, sonra yargılarız.” aşamasına gelinmiştir. Necaset vantilatöre çarpmıştır.

Alıntı: İskender Öksüz

This entry was posted in Gündem. Bookmark the permalink.

Comments are closed.