Denktaş 2002 yılında feda edildi… (Yeniçağ Gazetesi Yazarı Ahmet TAKAN’ın Yaızsı)
Büyük Türk Mücahidi Rauf Denktaş’ı son yolculuğuna uğurladık. KKTC’de uğurlama törenleri sırasında en anlamlı konuşmayı Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu yaptı. Eroğlu, “O, İngiliz’in adamı değil, Kıbrıs Türkü’nün Mücahidi olmayı tercih etti” dedi. Derviş Eroğlu’nun bu sözleri tarihe düşen kocaman bir başlık olarak kalacak. Herkesin ders alması ve hatta günümüzde “ne oluyor ne bitiyor”un da açık meali. KKTC Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri beni 2002 yılının Ekim ayının sonlarına götürdü. AKP’yi tek başına iktidara getiren 3 Kasım seçimlerinin arifesindeydik. Abdullah Gül, AKP Genel Başkan Yardımcısıydı. Odamda otururken Abdullah Gül aradı, yanına gelmemi istedi. Odasına çıktığımda Gül telaş içerisindeydi. O zamanki İngiltere Büyükelçisi Peter Westmacott’un kendisini ziyaret edeceğini söyledi. Telaşı anlayamamıştım. Önceden kararlaştırılan programlı bir ziyaret olup olmadığını sordum. “Yeni telefon etti, yarım saate kalmaz burada olur” dedi. “Basına haber versek mi vermesek mi” diye sordu. “Görüşmenin içeriğini bilmiyorsanız niye haber verelim. Görüşme sona ersin. Gerekirse bir açıklama yaparsınız” şeklindeki fikrimi söyledim.. Kafa işareti ile onayladı. Bir süre düşündü “O zaman görüşme başladığında sen güvendiğin bir-iki kişiye haber uçur. Çıkışı görüntülensin” dedi. İngiliz Büyükelçi ile Abdullah Gül o zamanki AKP’nin genel merkezinde uzun bir görüşme yaptı. Westmacott sivil arabayla gelmişti. Çıkışta, kapıda gazetecilerle ve fotoğraf makineleri ile karşılaşınca çok şaşırmıştı. Olaya şahit edilen gazeteciler tabii ki hemen başıma üşüşmüşlerdi. Odasına çıkıp Gül’e sordum; “Bir açıklama yapacak mısınız?” diye. “Yok. Ama görüşme ile ilgili olarak; yaklaşık 1.5 saat sürdüğünü, İngiliz Büyükelçi’nin bana seçim tahminlerimi sorup, ’Seçim sonuçlarından nasıl bir tablo bekliyorsunuz’sorusunu yönelttiğini, benim de ’Biz birinci partiyiz. Bütün anketler bunu gösteriyor. Taraflı tarafsız bütün anketlerde bizim birinci parti olduğumuz görülüyor. Ancak biz seçimden tek başına iktidar bekliyoruz’cevabını verdiğimi gazetecilerin kulağına üfle” dedi. Ben de aynen öyle yaptım. Tamam, basın danışmanlığı görevimi yapmıştım ama Abdullah Gül’ün hâletiruhiyesine baktığımda ve görüşme süresine göre başka şeyler de olmuştu. Baş başa kaldığımızda hemen sordum, “İngiliz ne istedi” diye. “Kıbrıs” yanıtını aldığımda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. “Nasıl yani” diyebildim. “Nasıl olacak. Kıbrıs’da çözümsüzlük istemiyorlar. Net bir şekilde anlattı” cevabını aldım. Kafam darmadağın olmuştu… “Adamların haklı olduğu noktalar var. Rauf Denktaş tüm çözümleri tıkıyor. Türkiye’nin ilk başta halletmesi gereken sorunu Kıbrıs’dır” diye ekledi. “Yapmayın. Denktaş bu davadan feda edilebilir mi” diye sordum. “Göreceksin bak. Tek başımıza iktidara geldiğimizde bu sorunu nasıl çözeceğiz. Başka çare de yok KKTC’nin Türkiye üzerindeki yükünü biliyor musun” dedi. “Rauf Denktaş’ı ikna edemezsiniz” diyebildim. “Ya uzlaşacak ya da kendisi bilir. O zaman gelince çaresine bakarız” şeklindeki cümle ile de sohbete son noktayı koydu. Daha sonra seçimler yapıldı. AKP tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül, Başbakan oldu. Gerek AB görüşmelerinde gerekse diğer uluslararası platformlarda rahmetli Denktaş’ın nasıl sıkıştırıldığına gözlerimle şahit oldum. O zaman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Uğur Ziyal de “Ankara’nın talimatıyla” Denktaş’ı nasıl baskı altında tuttuğunu medyada anlattı. Görünmeyenlerin dışında açıktan yapılanlara da zaten medya aracılığıyla sizler de şahit oldunuz. 2002 Ekim ayında yaşadığım bu olayın size ancak anlatılabilecek kadar özetini aktardım. Bunu niye mi yaptım!… Sizce bir sırrı açıklamak yakışık alır mı? Emin olun!.. Rauf Denktaş’ın Allah’ın Rahmetine kavuştuğu günden beri bu iç muhasebeyi yapıyorum. Derviş Eroğlu’nun alıntı yaptığım sözlerinden sonra bir Türk evladı olarak bu olayı tarihe not düşmezsem büyük vebal altında kalacağıma karar verdim. “Dilsiz şeytan” konumunda olmak istemiyorum. YENİÇAĞ’ın dünkü “Mümkün olsa da imam, Denktaş’a sorabilse; Hakkını Helal Ettin mi?” manşeti beni daha da fazla cendereye soktu. Belki de helalleşebilirim (kendi payıma) umuduyla bu yazıyı kaleme aldım. İçimden geçenleri anladınız!…