
, Cemaziyülevvel, hicri takvimdeki aylardan beşincisinin ismidir. Bunu takip eden aya da Cemaziyülâhır denir. Bilindiği üzere Osmanlı Devletinde arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı. Şimdiki gibi dosyalama sisteminin olmadığı devirlerde, devlet daireleri bu iş için çuvallar kullanır ve her aya ait biriken evrakı bir torbaya doldurarak saklarmış. Arşiv evrakı birbirine karışmasın ve arandığı zaman kolay bulunabilsin diye de torbanın üzerine iri yazı ile ait olduğu aylar yazılır, böylece mahzene indirilip tarihi sırasına göre konulur imiş. Yıllardan birinde cemaziyülevvele ait evrakın, sandık içine mühürlenip bir yere nakli gerekmiş. Henüz fakir bir mülazım olan arşiv memuru, istenilen evrakı sandığa boşalttıktan sonra boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir müddet sonra da fakirlik belasıyla torbadan bir iç donu diktirip giymeye mecbur olmuş. Ne var ki torbanın üzerindeki halis bezir isi mürekkep, yıkamakla çıkmamış ve cemaziyülevvel yazısı tam da poposun da okunur vaziyette kala kalmış. Olacak bu ya; bir gün kalem (eskiden devlet dairelerine bu isim verilirdi) arkadaşları onu iç donuyla görüp cemaziyülevvel yazısını okuyunca fakir mülazımın sırrı ortaya dökülmüş; arkadaşları aralarında imalı imalı gülüşmeye başlamışlar. Gel zaman, git zaman; mülazım efendi çalışıp çabalamış, okumuş yazmış ve kısa sürede yükselmiş. Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giyer olmuş. Eski arkadaşları kendisine gıpta ile bakmaya ve hatta kıskanmaya başlamışlar. Onun yüceliğinden başarısından bahsedildiği bir günde arkadaşların biri; —Canım, demiş; şimdiki haline bakmayın, biz onun cemaziyülevvelini biliriz. İşte o günden sonra cemaziyülevvelini bilmek, birisinin mazideki bir ayıbından kinaye olarak kullanılmaya başlamıştır. * İskender Pala’nın “İki Dirhem Bir Çekirdek” adlı kitabından