Aklı başında hiçbir insan, ülkenin kurucusuna dil uzatmaz. Nitekim, hiçbir ülkede bizdeki gibi büyük başarılara ve kurtuluşa imza atıp devlet kurmuş üstün nitelikli lidere söz söylemeyi kendine yakıştırmaz. Bunun bir tek istisnası var: Türkiye.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu tarafa bir asır geçmesine rağmen, tarihle ilgili bunca belge ve bilgiye rağmen Mustafa Kemal’e muhalefet sürdürülüyor. Bu hazımsızlığın temelinde siyasal sistem var.
Cumhuriyeti, “dinsiz, tağut”, Atatürk’ü “Deccal” ilan eden kesimler, gerekçelerini İslam’a, (dine) dayandırıyor. Bunu yaparken de Osmanlı yönetim sistemini kendileri model olarak alıp, “Osmanlıcılık” üzerinden, Osmanlı’nın yükselme devri başarısını, tüm zamanlarda Osmanlı böyleymiş gibi çöküşüne kadar olan dönemi yok sayarak ballandıra ballandıra anlatıyor.
Dine dayalı muhalefet, Millî Mücadele döneminde hem silahlı ve hem de siyasi, Kurtuluş hareketini zora sokan süreçti. Bu politika düşmanların yaptığından çok daha can yakıcıydı. Düşünsenize, siz, Anadolu’ya çıkmış, milleti örgütleyip, silahlandırıp bir ordu kurmak istiyorsunuz, teslim olmuş devletinizin hükümeti yapamayasın diye üzerinize ordu gönderiyor. Başarmasınlar diye, isyan çıkartarak önünüzü kesmeğe çalışıyor. Yetmiyor, Şeyhülislamlık makamından fetva istiyor ve siz dahil, bütün Kuvayı Milliye’ye katılacakların şer’en (dinen) öldürülmelerinin caiz (hak) olduğunu ilan edip, İngiliz uçaklarından attırıyor. Gene yetmiyor, Sivas kongresini basmak için Kürt Tealli Cemiyeti ile iş birliği yaparak Sivas valisinin yardımıyla Sivas’ta yapacağınız kongreyi dağıtmaya, sizi de tutuklamaya çalışıyor.
Hakkınızda idam fermanı yayınlıyor.
Çok daha vahimi, Osmanlı’da sıradan bir subay olan Anzavur Ahmet lakaplı bir adamı, sivil paşa yapıp ordu kuruyor, İngilizlerle iş birliği içinde silahlandırıp adını “Hilafet Ordusu” koyarak, Kuvayi Milliyecilerin üstüne salıyor. Aylarca kıran kırana iç savaş yapılıyor. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’nda sadece dış güçlerle değil, aynı zamanda iç güçlere karşı da savaşmak zorunda olduğumuzun acı bir gerçeğidir.
Bu arada Şeyhülislamlık ve onu destekleyen imamlar, müftüler, cemaatler, tarikatlar, kısaca din adamları, topyekûn muhalif ulema, başta Atatürk olmak üzere Kuvvacılara; “dinsiz, kadınlarla oturup toplanıyorlar, şeriata aykırı davranıyorlar, peygamberimizin dört evliğine karşı çıkıyorlar, Halifeyi dinlemeyip isyan ediyorlar” gibi camilerde, kahvelerde anlatıyor, kimi zaman da gazetelerde yazıp çizip aleyhte propaganda yapıyor.
Dahası da var: Bir taraftan da Mustafa Kemal’i öldürmek için suikast planları yapılıyor. Mecliste meşrutiyetten başka yönetim biçimi olmayacağına inanan milletvekillerine haber gönderiyorlar. Mustafa Kemalle birlikte hareket eden pek çok subayı fikrinden caydırmak için çaba sarf ediyorlar.
Kurtuluş savaşı dahil topyekûn Millî Mücadele, sadece kongreler ve askeri başarıdan ibaret değildir. Aynı zamanda İstanbul’da bulunan Saray hükümeti ile siyasi, psikolojik ve silahlı mücadeledir. Diğer devletlere karşı verilmiş diplomatik mücadeledir.
Düşünsenize, karşınızda, bir tarafta dış düşmanlar, başta İngilizler, onun himayesinde Yunan Ordusu ve itilaf devletleri, olmak üzere diğer tarafta, kendi yenilmiş devletiniz ve hükümeti ile, yine, kendi yurttaşlarınız olan Rumlar (Pontus çeteleri), Ermeniler, (Hınçak Taşnak çeteleri), Yunan istihbaratının Anadolu’daki aort damarı gibi çalışan Fener Rum Patrikhanesi ile ona bağlı 8-10 cemiyet ve bütün bunların yanında ayrıca ve Mücadele’nin lideri olmak isteyen Enver Paşa ve ekibi var. Bütün bu cephelerin tek hedefi var: Mustafa Kemal.
Mustafa Kemal liderliğinde Kuvayı Milliye’ye karşı iç ve dış düşmanlar. Kısaca herkes.
İşte bu tablodan bir kurtuluş savaşı vererek çıkmayı başaran, sonunda bir devlet kuran müthiş bir lider, müthiş bir adam var: Ona Mustafa Kemal diyoruz. O’na “büyük adam, dahi” diyoruz. Ve O’na millet olarak saygı duyuyoruz. “Ölümsüzsün” diyoruz.
Ta o günlerde Mustafa Kemal’e iftira atan, peşinden gitmeyin diyen, sözde İslam adına görüş bildiren, fetva veren, Müminleri koruyup, haklarını savunması gereken Şeyhülislamlık kurumunun başındaki adam, şimdi şu an Yunanistan’da bir mezarda yatıyor. Sığındığı yer burası. Herhangi bir İslam ülkesi değil.
Türkiye’de dini kurumların en tepesinde bunlar olurken, tıpkı Şeyhülislamlık gibi Türkiye’ye bağlı Fener Rum Patrikhane’si de Atatürk’e şiddetli bir muhalefet içindeydi. Onların Müslümanlardan en önemli farkı şuydu: Patrikhane Yunanistan’ın İstanbul’da Bizans’ı ihya etmesi için ihanet içindeydi, Şeyhülislamlık ise İngiliz himayesine ve Yunan İşgaline karşı savaşmak, Halifeye karşı çıkmak dinsizliktir diyerek, emperyalizmin safındaydı. Tam bu noktada bir farkı daha belirtmemiz lazım. Bizdeki din adamları ikiye ayrılmıştı. Millî Mücadeleciler, Padişahçılar diye. Kilise ise tek yürekti.
Şimdi haberler çıkıyor. “Diyanet, 10 Kasım’la ilgili Cuma hutbesinde Atatürk’ü anmadı” diye. Bu durumda kurtuluş savaşı vermiş bir milletin çocukları olarak ne demeliyiz? Yunanistan’a kaçanlara benzemeyen, Cumhuriyete yakışan bir Diyanet istiyoruz. Tarih bilinci olmayanlara duyurulur.
Alıntı: Ahmet Gürsoy