MİLLÎ EĞİTİMDE İŞLENEN ANAYASA SUÇU!

Erozyon biraz zayıf kalır

Değerler erozyonunun yaşandığı bir gerçek. Ki artık değerlerin kaybı aşamasına geldi. Bu da toplumda bir kimlik krizine doğru yaklaşıyor.

Kimlik krizi çünkü AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra kimlik sorgulamasına başladı. “Ne Mutlu Türküm Diyene dediniz ne oldu? Hâlbuki Türk, Kürt, Laz, Çerkez… 26 etnik grup” diyordu. Bugünlerde bunu “Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi” beşli ayrımına getirdi.

Türk kimliğini güçlendiren en güçlü değer din idi. Din, kimlik oluşurken bireyin vicdanı üzerindeki en büyük etkendi. Hani “herkesin polisi kendi vicdanıdır” ya, işte toplum bu ölçüyü yitirdi.

İlk yazıyı cumhuriyetin kuruluşunda, “dini grupların hepsi de ortadan kaldırıldı. İnsanlar dinlerini, rahatça ve kendileri olarak yaşamaya başladılar. Ve en önemlisi de din egemenlik sahasından ve iktidar yarışından çıkarıldı. Din kazanmıştı.” diye bitirmiştim. 

Din vicdanları besleyen kaynak iken tekrar iktidar olmak ve iktidarı devam ettirmek için araç hâline getirildi. İktidar da bir anlamda zenginleşme kaynağıydı. Dolayısıyla din aynı zamanda zenginleşme aleti oldu. Yani bu sefer, dine kazandıkları kaybettirildi. 

En acısı da, iktidar itirazları devlet gücünü kullanarak bastırınca, insanlar iktidar yerine dinden uzaklaşmaya başladı.

Vuruşarak çekilmek

Anayasa Madde 174 “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:” der.

‘Aşağıda gösterilen kanunların’ ilk sırasındaki de “3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”dur.

Tevhidi Tedrisat değişsin veya kalksın demek düşünce özgürlüğüdür. Ancak Tevhidi Tedrisatı fiilen kaldırmak anayasa suçudur. Cezası da kanunlarda bellidir.

Anayasa’nın 42’nci maddesi de, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, … Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. (3’üncü fıkra) ve “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. (9’uncu fıkra)” demektedir.

Ayrıca, son iki ayda Cumhurbaşkanı, AKP Sözcüsü Ömer Çelik ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum ilk dört madde üzerinde tartışmalardan vazgeçmiş gibi görünmeleri dikkat çekicidir.

Burada, ilk dört maddeye dokunmadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “milletin çeşitliliği ve zenginliğini yansıtan bir anayasa hedefliyoruz” sözü nasıl gerçekleşir sorusu akla gelecektir. 66’ncı maddedeki vatandaşlık tanımı üzerinde oynamalar ile Millî Eğitimdeki paralel yapılanma ve sığınmacılar üzerinden oluşan fiilî durumlar öne çıkarılabilir. Bu şekilde 42’nci maddeye, Türkiye’deki İngilizce, Fransızca vd diller de örnek gösterilerek Arapça ve Kürtçe eklenebilir. Bu da çok dilli bir devlet demektir. Çok dillilik de egemenliğin paylaşılması anlamına gelir.
Bunların önüne bir de “savaş baskısı altındaki Türkiye” perdesi çekilecektir. İşte o zaman kırk katır mı, kırk satır mı istiyorsunuz sorusu halkın tercihini baskı altına alacaktır.
Bütün bunlar Türk egemenliğine büyük tehditlerdir.

Sonuç olarak

Büyük ideolojik sarsıntı ve çöküşler yaşayan siyasi İslamcı ideoloji bir iktidar kaybı tehdidi altındadır. Yeni anayasa tartışmalarına bu açıdan bakmakta fayda vardır.

Bu yazı serisi şimdilik bitti. Ancak Türk millî egemenliğine, bırakın değişmeyi, gölge düşürmeye çalışacak her davranış karşısında, her an, devam edecektir.

Atatürk’ün dediği gibi, “Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez.” Egemenlik kılıç hakkıdır.

Alıntı: MDM Hakan Paksoy

This entry was posted in Gündem. Bookmark the permalink.

Comments are closed.