Şub 28

KAZAKİSTAN’DA STRATEJİK BİLEK GÜREŞİ

KAZAKİSTAN’DA STRATEJİK BİLEK GÜREŞİ

Önce Kazakistan şimdi Ukrayna.

Amerika’da Kazakistan’a bakışı: Brezizenski, 90’lı yılların sonuna doğru “Avrasya Satranç Tahtası” adlı eserinde şu tespitleri yapmıştı: “Dünya nüfusunun yaklaşık %75’i Avrasya’da yaşamaktadır ve hem ekonomik girişimler hem de yeraltı zenginlikleri bakımından dünyanın fiziksel zenginliklerinin de çoğu oradadır. Avrasya dünya GSMH’sının %60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir.”

Amerika’nın siyasi ve ekonomik meydan okuyucularının Avrasyalı olduğuna da dikkat çekerek geleceğin Avrasya’da olduğu oyunların orada oynanacağını tespitinde bulunur.

Kazakistan ise Avrasya’nın jeopolitik, petropolitik ve stratejik yönden merkezidir. Avrasya’nın en büyük iki gücü olan Rusya ile Çin’in ortasında olup tam anlamıyla bir cazibe merkezidir.

Rusya’nın Kazakistan stratejisi: Rusya ise Kazakistan’ı arka bahçesi olarak görüyor. Başkan Putin’in, Kazakistan için Hiçbir zaman bir devlet olmamıştır” dediği biliniyor. Kazakistan’ın SSCB toprağı olduğunu ve esasen Rus halkının Kazaklara cömert bir hediyesi olduğunu iddia etmişti.

Rus yetkililer her fırsattan istifade ederek “Kazak nüfusunun yüzde 19’unun Rus olduğuna” dikkat çekiyorlardı. Kazakistan’ın Kiril alfabesini bırakarak, Latin alfabesine geçmesi de eleştirdikleri konuların başında geliyordu.

Çin’nin Kazakistan siyaseti: Resmî Çin basını da zaman zaman Kazakistan topraklarının tarihsel olarak Çin’e ait olduğunu öne süren makaleler yayımlıyor.

7 Eylül 2013 tarihinde Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, dünyayı adeta bir örümcek ağı gibi saracak “Bir Kuşak Bir Yol” projesini ilk defa Kazakistan’da gündeme getirmişti.

1991’den günümüze Kazakistan’a 19 milyar dolar yatırım yapan Çin, Kazakistan’ı bu projesinin dünyaya açılan kapısı görmektedir Kazakistan Çin’in Orta Asya’daki en büyük ekonomi ve ticaret ortağıdır. Çin bankaları, Çin şirketleri Kazakistan’ı ahtapot gibi sarmıştır.

Rusya/Çin/ABD arasında Avrasya etkinliği için Kazakistan üzerinden bilek güreşi yapılmaktadır.

Türk Devletleri Teşkilatı: Kazakistan yöneticileri ülkeleri üzerindeki stratejik hesapları çok iyi bilmekte bu nedenle ellerinden geldiği kadar küresel güçler arasında bir denge stratejisi izlemektedir.

Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’nın 5 eski Sovyetler Birliği ülkesini bir araya getirerek kurulmasında öncülük ettiği “Türk Devletleri Teşkilatı” bölge üzerinde hesapları olan ülkeleri rahatsız etmişti.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev, Mart 2021’de yaptığı Türk Devletleri Teşkilatı Zirve konuşmasında “Hedefimiz Türk dünyasını 21. yüzyılın en önemli ekonomik, kültürel ve insani topluluklardan biri yapmaktır” demişti.

Fransız Le Monde Gazetesi “Kazakistan güçlü Rus ve Çinli komşularının etkisine karşı koymak için Ankara’yla giderek yakınlaşmayı tercih ediyor.” diye yazdı. Gazete Kazakistan’daki olayların, bu ülkenin Türkiye ile her anlamda ilerleme kaydettiği bir dönemde yaşanmasının Türkiye’nin önünü kesmeye yönelik olduğunu iddia etti.

Bu yabana atılacak bir analiz değildir. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Kazakistan’daki provokasyonları “Kazakistan’ın Latin alfabesine geçmesi ve Türk milliyetçiliğini sistematik olarak desteklemesi sonucu ortaya çıkan bu vakalar, dar görüşlü milliyetçiliği geliştirmeyi ve Rusya’yla iş birliğini itibarsızlaştırmayı amaçlayan dış desteğin sonucu” olarak nitelendirmesi yaşananları özetliyor.

 

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | KAZAKİSTAN’DA STRATEJİK BİLEK GÜREŞİ için yorumlar kapalı
Şub 27

HOCALI SOYKIRIMI

HOCALI SOYKIRIMI
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ! RUHLARI ŞAD MEKANLARI CENNET OLSUN
Ermeni katillerin 1991’in sonlarına doğru ablukaya aldığı Dağlık Karabağ’ın Hocalı bölgesi, 936 kilometrekarelik alana sahip, 2 bin 605 ailenin, toplam 7 bin kişinin yaşadığı bir kasabaydı. Aralık 1991’de Karabağ’ın başkenti olarak kabul edilen Hankendi şehrini ele geçiren Ermenilerin bir sonraki hedefi Hocalı oldu. Bölgenin etrafındaki bütün köy ve yolları kapatan Ermeniler, kasabanın diğer illerle kara yolu bağlantısını kesti.
Hocalı’nın diğer bölgelerle tek bağlantısı olan hava ulaşımı ise, 28 Ocak 1992’de Şuşa Ağdam seferini yapan helikopterin Ermeniler tarafından düşürülmesiyle ortadan kalktı.
Bu olayda çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 44 sivil hayatını kaybetti. 1992 yılının başlarından itibaren Hocalı’nın savunması sadece hafif silahlara sahip yerel savunma güçleri ve az sayıdaki milli ordu askerinden ibaret kaldı.
25 Şubat 1992’den itibaren Hocalı’ya üç koldan saldıran Ermeniler, Sovyet Kızılordusunun 366’ıncı Motorize Alayı’nın bütün araçlarını kullanarak şehri iki saat boyunca top ve tank ateşine tuttu.
Saldırıdan bir gün sonra ise “Hocalı Katliamı” vuku buldu.
Resmi verilere ve uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, Ermeni güçlerinin Sovyet Rus ordusunun da desteğini alarak düzenlediği saldırıda, 613 Azeri katledildi. 500’e yakın sivil ağır yaralanırken bin 250’den fazla kişi de esir alındı.
Aralarında 68 kadın ve 28 çocuğun da bulunduğu 150 esirden bir daha hiç haber alınamadı. Ermeni makamları da esirlerin akıbetiyle ilgili bugüne kadar herhangi bir açıklama yapmadı.
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | HOCALI SOYKIRIMI için yorumlar kapalı
Şub 26

GÖNÜL KUŞU

GÖNÜL KUŞU

 

Bir sevgi depremi yıktı bedeni

Gel de yüreğimde kal diyemedim

Cehennem ateşi yaktı can teni

Gel gönül deryama dal diyemedim

 

Hiç, sevda çiçeği açmadı gönül!

Kara güne ışık saçmadı gönül!

Zemheride bile kaçmadı gönül!

Yıkık harabeme gel diyemedim

 

Sensizlik zulmüne alışan benim..

Özlemle, hasretle tanışan benim..

Sendeki o öze karışan benim..

Özüme, sevgime bal diyemedim..

 

Arı gibi sevgi özü topladım.

Gönül balı ile sevgi kapladım.

Bir ömür kalbime seni sapladım.

Can, gönül kuşumu sal diyemedim..

 

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | GÖNÜL KUŞU için yorumlar kapalı
Şub 25

AHMET YESEVİ

AHMET YESEVİ

24 Şubat) Ahmet Yesevî’nin vefat yıl dönümü. Anadolu’da hoşgörüye dayalı İslâm anlayışının teşekkülünde büyük hizmeti olan Ahmet Yesevî’yi hiç olmazsa vefat yıl dönümlerinde hatırlayarak hayır dua ile yâd etmek boynumuzun borcudur.

Türklerin İslâmiyet’le teması 7-8’inci asırlarda başlar. Yaklaşık 150-200 yıllık bir tanışma döneminden sonra Türkler kitleler halinde Müslüman olurlar.

Yeni bir dine giren insanlara İslâm’ı öğretmek din adamlarına yani medreselilere, belli emir ve yasakların arka planında yatan “hikmet”leri anlatmaksa “Ahmet Yesevî”lere düşüyordu.

İnsan sadece et ile kemikten ibaret değildir. Onun bir de mânevî yönü vardır.

Ahmet Yesevî’nin hizmetlerinin başında şüphesiz insana değer vermesi, Müslüman da olsa, kâfir de olsa hiç kimsenin incitilmemesi gerektiğini belirterek Müslümanlar arasında hoşgörü ortamının sağlanmasını temin etmiş olması gelir. O bir dörtlüğünde şöyle der:

“Sünnet imiş kâfir de olsa, incitme sen//Hudâ bîzârdır katı yürekli, gönül incitenden//Allah şahit, öyle kula hazırdır siccîn//Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.”

Aynı düşünceler Ahmet Yesevî’nin mânevî talebelerinden Yunus Emre’de şöyle şekillenmiştir:

“Gönül Çalabın tahtı

Çalab gönüle bahtı

Kim gönül yıkar ise

İki cihan bed-hahtı.”

Kişi önce kendini tanımalıdır ki gönle giden yolu keşfedebilsin. Evet, kendimizi tanımak… Belki de her şeyin başı bu… Halkın esprili tabiriyle İslâm’ın şartı altıdır, altıncısı da kendini/haddini bilmektir.

Anlatıldığına göre Hz. Âdem, yaratıldıktan sonra ilkin kendi nefsine bakar ve ahsen-i takvim (en güzel şekilde) olarak yaratılan bu suretin arkasındaki büyük kudreti görerek “Beni yaratan yüce kudreti tesbih ederim” der. Şeytansa yaratıldıktan sonra önce kedine değil, eşyaya nazar eder ve ateşte bir güç vehmederek Allah’ın:”Âdem’e secde et” buyruğuna karşı gelir ve “Ben Âdem’den hayırlıyım; çünkü beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın” der. Böylece de Allah’ın lânetine uğrar.

Bizim kültürümüzde Allah’ı bilmenin yolu kendimizi bilmekten geçer. Bunun içindir ki Anadolu’da İslâm’ı yaymakla görevlendirilen Yesevî dervişleri önce kendini bilmeyi öğretmişlerdir. Yunus Emre:

“İlm okumakdan garaz kişi kendin bilmekdir//Pes kendini bilmezsen bir hayvandan betersin”

Yahut:

İlim ilim bilmekdir ilim kendin bilmekdir//Sen kendin bilmezsin ya nice okumakdır” gibi beyitleri hep kendini bilmenin önemini ihtar etmek için söylemiştir.

Kısacası; Anadolu coğrafyasına hoşgörü tohumunu Ahmet Yesevî ve onun takipçileri Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî gibi şahsiyetler saçmış ve yeşertmişlerdir. Hepsini rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun…

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | AHMET YESEVİ için yorumlar kapalı
Şub 24

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Niyeti halis olanın kaderi de halistir”!  Hz. Muhammed Sav.

* “Dünyada iki bilinmeyen vardır, biri kutuplar diğeri Türkler” Albert Sorel.

* “Türklerle dost ol ama sakın düşman olma” Gianni De Michelis.

* “Türkler cesurdur, anavatanlarını çok severler ve onun için gerekirse canlarını verirler” Albert Einstein

* “Türk Dili, Türk Milletinin kalbidir; beynidir.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Kötü niyet ve düşünce, kötü eylem ve kadere dönüşür.”

* “Midelerinizi hayvan mezarlığı haline getirmeyin.” Hz. Ali

* “Acı acıyı defeder.”

* “Aç gezmekten ise tok ölmek evladır.”

* “Ak akçe kara gün içindir.”

* “Âlet işler el öğünür.”

 

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Şub 23

KAYIP ÇOCUKLAR

KAYIP ÇOCUKLAR

 

TÜİK verilerine göre hakkında resmi olarak kayıp müracaatı yapılan ve güvenlik birimleri veya vatandaş tarafından bulunarak güvenlik birimlerine getirilen kayıp çocuk sayısı yalnızca 2017 yılında 11 bin 563.

Son 10 yılda ise, toplamda 116 bin 94 kayıp çocuk vakası yaşanmış.

Sanılanın aksine bu çocuklar yalnızca kız çocukları da değil. En azından geçen yılın verilerine göre kayıpların yarısı kız, yarısı erkek çocuğu. En çok kayıp da başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Gaziantep gibi büyük şehirlerde yaşanmış.

2008’de bu sayı 4 bin 517 iken, yalnızca iki yıl sonra 2010’da bu sayı iki katına çıkarak 8 bin 81 olmuş.

2011’de 10 bin 67,

2012’de 12 bin 474,

2013’te 16 bin 218,

2014’te 18 bin 696,

2015’te 17 bin 706,

2016’da 11 bin 691,

2017’de 11 bin 563 çocuk kaybolmuş.

Bu binlerce çocuk şimdi nerede, bulundular mı, hayattalar mı bilmiyoruz.

Ancak Sedanur’un annesi gibi çaresizce TV programlarına çıkan ebeveynler olursa haberdar oluyoruz akıbetlerinden…

Hepimizin içi yanıyor. Hepimiz çaresizce çözüm nedir diye düşünüyoruz… Ancak hala siyasiler, gerekeni yapıp pedagogları, hukukçuları, toplum bilimcileri, eğitimcileri, psikologları bir araya toplayarak, bu tarz vakaların az yaşandığı ülkelerdeki uygulamalardan feyz alarak niçin etkili bir çözüm arayışına girmiyor?

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | KAYIP ÇOCUKLAR için yorumlar kapalı
Şub 22

“ŞEKERE BOY ABDESTİ ALDIRACAKSINIZ”

“ŞEKERE BOY ABDESTİ ALDIRACAKSINIZ”

Eskiden İran’da çay içilirken tatlandırıcı olarak üzüm veya hurma kullanılırmış. İngilizler, İran’a şeker satmayı denemişler ama üzüm ve hurma alışkanlığı yüzünden başarılı olamamışlar. Hemen İranlı mollalarla temasa geçip bu sıkıntıyı aşmaları için bir fetva ricasında bulunmuşlar. Karşılığında da kârın yüzde 10’unu teklif etmişler. Mollalar, “Allah’ın gözde nimetleri olan hurma ve üzümün çaya katılması mekruhtur.” diye fetva çıkarmış. Ve İranlılar çaya şeker katmaya başlamış. İşler rayına girdikten bir süre sonra da İngilizler yüzde 10 ödemeyi kesmişler. Mollalar da cevaben “Gavur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir.” fetvasını çıkartmışlar. Halk şekeri anında terk etmiş, hatta ellerinde olanları sokağa dökmüş.

İngilizler yaptıklarından pişman olunca mollalarla yeniden anlaşmış. Üçüncü fetva şöyle çıkmış: “Şekeri çaya batıracak ve böylece gavur icadı şekere, boy abdesti aldıracaksınız.’

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , | “ŞEKERE BOY ABDESTİ ALDIRACAKSINIZ” için yorumlar kapalı
Şub 21

“TUTSAKLIĞIN EN AĞIRI”

“TUTSAKLIĞIN EN AĞIRI”

Benin iki kocaman makam odam, iki makam otomobilim, özel veya resmi misafirlerimi gezdirmem için bir vip minibüsüm, ayrıca eşim için bir otomobil, kocaman bir lojman, iki hizmetçi, üç şoför, iki koruma, evde başka bir yardımcı hizmetlim var. Zile basıyorum çayım, kahvem geliyor, telefonlarımı sekreter bağlıyor, ister sabit ister cep telefonumdan istediğim kadar sınırsız konuşabiliyorum. Sahip olduğum imkânların birçoğunu hatırlamıyorum bile. Bu imkânlara sahip olanların içinde en mütevazısı benim.

Bir müdür olarak devletin imkânlarını istediğim gibi kullanmak hakkımdı. Bütün illerde ve kurumlarda durum buydu. Bakanlar, genel müdürler, müsteşarlar, başkanlar, valiler, müdürler vb, hepsi daha keyfi ve daha ölçüsüz imkânları kullanıyor, bunu kendilerine bir hak görüyorlar.

Üst makamlardaki yöneticilerin devlet imkânlarını krallara özgü bir biçimde harcamaları, başkalarının haklarını yemeleri, devletin az olan kaynaklarını kendi şahsi çıkarları için kullanmaları bütün milletin haklarını ceplerine atmak olur.

Geçmişte yetki kullanımına ilişkin anlatılan bir fıkrada, valilerin adam asma yetkilerine sınır getirilip hiç kimse mahkeme kararı olmadan asılmayacak dendiğinde zamanın Erzurum valisinin “keyfimce bir adam bile asamadıktan sonra, ne yapayım ben valiliği” dediği anlatılır.

En çirkini de ast makamların üst makamlara hitap şekliydi. Övgüyle başlayan bu tutum öyle bir hale geldi ki üst makamda bulunanların ilahlaştırılmasına kadar vardı. Yapılan sıradan olumlu bir eylemde üst makamlar göğe çıkarılıyor; elde edilen bütün başarı tamamen onların sayesinde gerçekleştirilmiş gibi davranılıyordu. Bu arada alt makamda bulunanlar üstlerini yüceltmek için kendi kişiliklerini ve yaptıklarını aşağılamakta beis görmüyorlardı. Onurlarını hiçe sayıyorlardı. Böylece görevi sadece onay vermek ödenek göndermekten ibaret olan üst makamda bulunanlar sanki o işi tek başlarına yapmışlar gibi övgülerle yere göğe sığdırılamıyordu. Kendi kişiliğini yok eden, kendi çalışma ve emeğine değer vermeyen bir kişilikti söz konusu olan.

Bir filozof der ki, “tutsaklığın en ağırı kendini gönüllü olarak hapishaneye hapsedip üzerine kapıyı kilitleyen ve bunu isteyerek yapan kişilerin tutsaklığıdır.”

Köleler hiçbir zaman köleliğe karşı çıkmamışlardır, bu sisteme asıl karşı çıkanlar özgür insanlardır. Köleler kendi durumlarını kabullenerek, sadece sahiplerinden durumlarını iyileştirecek şeyler yapmasını (daha iyi muamele, biraz daha fazla yemek vb.)  talep etmişlerdir. Köleliğin adaletli olmasını istemişlerdir. Hâlbuki var oluş temeli bakımında adaletsiz bir sistemden adalet beklemek boşuna bir çabadır.

 

Kaynak: Haliçte Yaşayan Simonlar Hanefi Avcı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “TUTSAKLIĞIN EN AĞIRI” için yorumlar kapalı
Şub 20

“BÜYÜLÜ AYNA” BİR AFRİKA MASALI

“BÜYÜLÜ AYNA” BİR AFRİKA MASALI

Çok eskiden bir vakitler bir karı koca yaşardı. Evlilikleri boyunca hiç çocukları olmamıştı. Bu sebeple her ikisi de çok üzgündü ve hiç mutlu değildi. Artık ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sonunda  günün birinde  bir büyücüden yardım istemeye gittiler. Durumu anlattılar.

“Bu iş kolay” dedi büyücü, “dolunay ışığında iki küçük balık tutun biri erkek, biri dişi. Onları pişirip yiyin. Bir yılı geçmez bir erkek çocuğunuz olacak.”

Kadınla adam büyücünün dediklerini yaptılar. Gerçekten tam bir yıl geçtiğinde bir erkek çocukları oldu. Çocuğa Tenbo adını verdiler. Çocuk çok çabuk büyüdü. Büyümeye başladığında ormana çalı çırpı toplamaya gidiyordu. Sonraları ise ava gitmeye başladı. Hep yalnız giderdi. Yalnız siyah kedisini alırdı yanına. İkisi çok iyi arkadaştılar. Çocuk bütün çevreyi avucunun için gibi öğrendi. Bir tek köyün çıkışındaki ormana gitmesi yasaktı. Birgün anne ve babasına dedi ki:

“Artık büyüdüm. Ne derseniz deyin bugün ormana gideceğim.”

Yanına baltasını, okunu ve yayını alıp, kedisini, en yakın arkadaşını çağırıp yola çıktı. Tam ormana girmişlerdi ki, bir ceylanı yutmaya çalışan dev gibi büyük bir yılan gördüler. Ama öyle oburca yiyordu ki ceylanın kafası boğazına takıldı, ne kadar uğraşırsa uğraşsın avını ne yutabiliyordu ne de dışarı tükürebiliyordu. Tenbo’yu çağırdı.

“Buraya gel delikanlı, hemen ceylanın kafasını kes, yoksa boğulacağım.”

“Kesinlikle olmaz” diye karşılık verdi Tenbo, “sonra beni ve kedimi yersin.”

“Hayır” dedi yılan, “sana kesinlikle bir şey yapmayacağım, hatta ödüllendireceğim.”

Tenbo kararsızdı.

“Git ve yılana yardım et. Emin ol karşılığını göreceksin” diye akıl verdi kedi. Tenbo kabul etti. Baltasını aldı ve ceylanın kafasını kesip çıkardı. Yılan nefes nefese;

“Şimdi seni evime götüreceğim ve orada ödülünü vereceğim. Kuyruğuma tırman ve sıkıca tutun, sakın bırakma, dağ, taş aşacağız” dedi.

Tenbo’yu mağarasına götürdü. O kadar çok ayna vardı ki burada Tenbo’nun gözleri kamaştı. Hangisini seçeceğini düşünürken kedi gelip kulağına fısıldadı:

“Sineğin konduğu aynayı al.”

Şaşkınlıkla etrafına bakındı Tenbo. Gerçektende mağarada bir sinek uçuyordu. Sonunda gidip bir aynaya kondu.

“Şu aynayı istiyorum”, dedi Tenbo sineğin konduğu aynayı gösterip.

“İyi seçim” dedi yılan. Ona aynayı verip vedalaştı. Tenbo yılana teşekkür etti, kedisi ve aynayla beraber ordan ayrıldı. Eve geldiklerinde kedi dedi ki:

“Tenbo! Bu ayna büyülü. Bununla her istediğini yerine getirirsin.”

“Gerçekten mi?” dedi Tenbo inanamayarak.

Ama meraklandı ve “ayna ayna kırmızı kiremit damlı bir ev istiyorum” dedi.

Ve aynı anda önünde kırmızı kiremit damlı bir ev yükseldi.

Bunun üzerine Tenbo ailesine dedi ki:

“Belediye başkanına gidip kızını isteyeceğim.”

Başkanın evine geldiğinde, onun karısıyla beraber yemek yediği terasa gitti. Paçavralar içinde ki delikanlıya hayretle baktılar.

“Ne arıyorsun sen burada?”

“Kızınızla evlenmek istiyorum” dedi Tenbo.

Belediye başkanı kahkahalarla güldü, karısı da.

“Tabii ki kızımla evlenebilirsin bostan korkuluğu, ama önce ırmağın ortasında tek katlı bir ev yapmalısın.”

Hemen aynasını çıkardı Tenbo ve bağırdı:

“Ayna, ayna! Irmağın ortasında tek katlı çok güzel bir ev istiyorum. İçinde masa, sandalye, koltuklar ve yatak olmalı. Bir sürü uşak ve büyük bir ziyafet sofrası da istiyorum.”

Tam isteklerini bitirmişti ki, ırmağın tam ortasında çok güzel bir ev belirdi. İçinde masalar, sandalyeler, koltuklar ve yatak vardı. Ayrıca bir sürü uşak ve güzel bir ziyafet sofrası da hazır bekliyordu.

Belediye başkanı ve karısı kızlarını Tenbo’ya vermek zorunda kaldıkları için yıkıldılar, ama sözlerini tutmak zorundaydılar. Başkan ve karısı küstah Tenbo’ya çok kızgın oldukları halde kızları kocasıyla çok mutluydu. Ne isterse hemen yerine getiriyordu Tenbo büyülü aynasıyla. Babasının evinde bile böyle zenginlik görmemişti kız.

Ama kızının onunla evlenmesini bir türlü kendine yediremeyen başkan bir ordu yolladı Tenbo’nun üzerine. Askerler nehrin ortasındaki eve doğru yaklaşırken damdaki horoz ötmeye başladı. Bunu duyan Tenbo hemen aynaya koşup haykırdı:

“Ayna Ayna! Askerlerin yok olmasını istiyorum.”

Tam isteğini söylemişti ki bütün ordu ortadan kayboldu. Ama başkanın öyle kolay vazgeçmeye niyeti yoktu. Daha büyük bir ordu yolladı. Onlar da tam eve yaklaşırken damdaki horoz öttü yine. Bunu duyan Tenbo hemen aynaya koşup haykırdı:

“Ayna, Ayna! Bütün askerlerin yok olmasını istiyorum.”

Ve o anda ikinci ordu da geriye hiç bir iz bırakmadan ortadan kayboldu.

Tenbo’nun hakkından bu şekilde gelemeyeceğini anlayan başkan, kurnaz ihtiyar bir kadını aynayı çalması için gönderdi.

“Gerçekten her istediğini yerine getiren bir aynan var mı Tenbo?” diye sordu ihtiyar.

“Tabii ki var” dedi Tenbo gülerek ve gururla gösterdi aynasını.

İhtiyar eline alıp evirdi, çevirdi, başını salladı ve Tenbo’nun ona bakmadığı bir anda aynayı başka bir aynayla değiştirdi, büyülü aynayı da başkana götürdü. Başkan aynayı büyük bir dolabın altına sakladı. Artık Tenbo’nun güçsüz olduğunu bildiği için yeni bir ordu yolladı. Askerler gelirken horoz öttü. Tenbo aynayı aldı eline ve haykırdı. Ama ne yaparsa yapsın yardım etmedi ayna bu kez. Böylece ordu geldi, evi yakıp yıktı. Tenbo ile kedisi zindana atılırken, kız da başkana götürüldü.

Karanlık zindanda umutsuzluk içindeydi Tenbo. Etrafı sıçanlarla doluydu. Herhalde kedisi olmasaydı yerdi sıçanlar onu. Kedi kamburunu çıkardı ve tüylerini dikip en büyük sıçanı yakaladı. Pençesini gırtlağına geçirdi.

“Beni bırak, kedi” diye inledi sıçan. “Başkanın büyülü aynayı sakladığı yeri biliyorum. Sana getiririm.”

Kedi sıçanı bıraktı. Gerçektende bir süre sonra sıçan aynayı getirdi.

“İşte bu o!” dedi sevinçle Tenbo ve hemen haykırdı:

“Ayna, Ayna! Hemen özgür olmak ve ırmağın ortasındaki güzel evime gitmek istiyorum. Ayrıca sevgili karımı da yanımda istiyorum.”

Artık büyülü aynasına kavuştuğu için her şey istediği gibi oldu Tenbo’nun. O, karısı ve kedisi yıllarca mutluluk ve sevgi içinde yaşadılar ırmağın ortasındaki evde.

 

Alıntı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , | “BÜYÜLÜ AYNA” BİR AFRİKA MASALI için yorumlar kapalı
Şub 19

NAZIM DA NAZIM!…

NAZIM DA NAZIM!…

Belli kesim Nâzım Hikmet deyince transa giriyor. Doğumunun 120. yılıymış. “Mavi gözlü dev” beri, “Mavi gözlü dev” öte!

Edebiyatımızda İsimler kitabımızdan “Nâzım Hikmet” hakkında bir bölüm vereceğim:

“Arkadaşı Vâlâ Nurettin’­le Ocak 1921’de Millî Mü­ca­deleye katılmak için Ankara’ya geçti. İki­si de öğ­retmen ola­rak Bolu’ya gönderil­di­ler. Ko­münistlik me­rakıyla Batum üze­rin­den Mos­kova’ya geç­ti­ler. Moskova’da Ko­mü­nist Üniversitesinde (KTUV) okudu­lar. / 1924’te gizlice yurda döndü. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yayın or­ganı Orak-Çekiç‘te ve Aydınlık dergisinde çalış­maya başladı. 1 Ocak 1925’te Dr. Şefik Hüs­nü (Değmer)’nün evinde yapılan Tür­kiye Ko­münist Partisi (TKP) toplantısında bu gizli partinin merkez komitesi üyeliğine seçildi. Komünistler tutuklanmaya başla­yınca Ha­zi­ran 1925’te tekrar Moskova’ya kaçtı. 1928’­de cumhuriyetin beşinci yılında ilân edilen aftan faydalanmak için döndü; bir süre tu­tuk­­landıktan sonra serbest bıra­kıldı. Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay dergisinde, takma adlarla Hür Adam, Halk Dostu, Yeni Gün, Akşam, Tan gazete­le­rinde yazdı. Film stüdyolarında çalıştı. Ko­münistlik faaliye­t­lerinden dolayı 1933 ve 1936’da iki defa da­ha tutuklandı. 1938’de Harp Okulu öğren­ci­lerini isyana teşvik su­çundan 28 yıl hapse mahkûm e­dildi; 12 yıl hapis yattı. 1950 af­fıyla çıktı. Refik Erduran’ın yardımıyla bir Romanya şilebine binerek Türkiye’den kaçtı (1951). Romanya üzerinden Rusya’ya gitti. 25 Temmuz 1951’de ‘…komünizmi yaymak maksadını gütmek, neşriyatıyla Sovyet hü­kûmetinin verdiği hizmeti ifa etmek’ su­çundan Ba­kanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhu­ri­­yeti vatandaşlığından çıkarıldı. Sovyet Sos­­yalist Cumhuriyetler Birliği’nde kendisine imkân tanındı. Ev tahsis edildi. Büyük de­de­si, 1849’da Osmanlı’ya sığına­rak Mustafa Celâleddin adını alan Polonyalı Kostanty Borzecky’den dolayı Polonya va­tandaşlığa aldı ve pasaport verdi. Polonya vatandaşı ola­rak soyadı Borjenski’dir (Bazı kaynak­larda Borzecki). Moskova’da öldü ve orada gömüldü. 5 Ocak 2009’da Bakan­lar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı iade edildi.”

 

Rusya’nın Ankara büyükelçisi, 120. doğum yılında “”Büyük yazar, Sovyet halkının dostu Nâzım Hikmet’i doğumunun 120. yılında saygıyla anıyoruz” diyor.

 

Alıntı: Arslan Tekin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | NAZIM DA NAZIM!… için yorumlar kapalı