Şub 09

ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILDA İNSANLIĞI BEKLEYEN FELAKETLER

ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILDA İNSANLIĞI BEKLEYEN FELAKETLER

Uluslararası bir vakıf olan Dünya Ekonomi Forumu, Küresel Riskler Raporu’nun bu yılki çalışmasını yayımladı.

Neredeyse her türlü alandan toplamda 1.183 uzmanın katılımıyla gerçekleştirilen anketin sonuçları, önümüzdeki 10 yıl içinde görülmesi beklenen en ciddi 10 riski açıkladı.

Ankette verilen cevaplara göre önümüzdeki 10 yıl içinde karşılaşacağımız en büyük risk, iklim krizine karşı alınan aksiyonların başarısız olması.

Dünya ülkeleri, ancak 2021 yılında bir araya gelerek ‘yeşillenmek’ üzere on yılları kapsayan taahhütlere imza atmışlardı.

Fakat pek çok uzman, dünya çapında acilen harekete geçilmemesi durumunda halihazırla uçurumun kıyısında olan bu krizin tutulamayacağı görüşünde.

Ülkelerin bugüne kadar ekonomik çıkarlar uğruna aksiyon almaktan uzak durduğunu düşünürsek, aksiyonların başarısızlığının gerçekten yaşanabileceğini söyleyebiliriz.

Listenin ikinci ve üçüncü sırasında da aslında iklim krizinin bir sonucu olacak iki büyük risk bulunuyor: Aşırı hava koşulları ve biyoçeşitliliğin yok olması.

Türkiye’de yaşanması güç olarak nitelendirilen bazı hava olaylarının artık senelik bir şekilde yaşanmaya başlaması bunun en gözle görülür örneklerinden.

Öte yandan 2019 yılında yayımlanan veriler bile son 50 yılda karasal türlerde %38, deniz türlerinde %36’lık kayıp yaşandığını gösteriyor. İklim krizine karşı acilen harekete geçilmezse, önümüzdeki 10 yıl fazlasıyla korkunç geçecek.

 

1- İklim krizine karşı alınan aksiyonun başarısız olması.

2- Aşırı hava koşulları

3- Biyoçeşitliliğin kaybı

4- Sosyal uyum erozyonu (Sivil toplumun çöküşü)

5- Geçim krizleri

6- Bulaşıcı hastalıklar

7- İnsan kaynaklı çevre hasarı

8- Doğal kaynak krizleri

9- Borç krizleri

10- Jeoekonomik çatışma

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILDA İNSANLIĞI BEKLEYEN FELAKETLER için yorumlar kapalı
Şub 08

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Göz ola ki, dağın arkasını göre, akıl ola ki başa geleceği bile”. Türk Atasözü

* “Hak söz acı olur.”

* “Helâl mal zayi olmaz.

* “Herkes kendi layığını söyler.”

* “Pasiflik bir intihardır!. Tanrı harekete geçmeyecek insanlara asla yardım etmez!” Sofokles

* “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessesedir. Türk Dili, dillerin en

zenginlerindendir. Yeter ki bu dil; şuurla işlensin.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Hırsızın çoğalması subaşının ihmâlindendir”

* “İki at bir kazığa bağlanmaz.”

* “İki su bir ekmek yerini tutar.”

* “Dalından kopmuş yaprağın akıbetini rüzgâr, denizdeki ölü balığın istikametini de, dalgalar tayin eder”. Anonim.

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Şub 07

GÜNYÜZÜ GÖRMEYEN ÇOCUKLAR

GÜNYÜZÜ GÖRMEYEN ÇOCUKLAR

Kış soğuğunun üzerine sabah mahmurluğu da eklenince, sabah karanlığının akşamüzeri karanlığından çok daha ürpertici olduğu gerçeği bedenimi titretti. Sokak aralarında hiç ses yok. Caddelerde ise yalnızca araba sesleri duyuluyor.

 

Ancak hepsinden fena olanı, sabah ayazında ama adeta gece karanlığında okula gitmeye çalışan öğrencilerin görüntüsü. Arkadaşlarına “günaydın” diyen ancak günü henüz aymamış olan eğitilmelerine ihtiyaç duyduğumuz, bu yüzden okulu sevsinler istediğimiz küçücük veya gencecik çocuklar, karanlıkta kapı önlerinde servis bekliyor ya da ebeveynleriyle okula gitmek zorunda kalıyor.

Aklıma ilk olarak, iktidarın bir dönem yürüttüğü “En iyi okul, eve en yakın okuldur” politikası geldi. Sanıyorum ki, 1,5 km. mesafe eve yakın okul kategorisinde yer alıyordur. Peki, böylesine bir karanlıkta, bu yakınlıkta okula bile çocuklar ebeveynlerinin eşliğinde yürüyerek veya araçla götürülmek zorunda kalınca, eve en yakın okula gitmenin gerçekten avantajı oluyor mu? Okulların önü velilerin araçlarıyla dolu.

Üstelik uygulama, yalnızca öğrencilerle ilgili de değil. Tam zamanlı bir işte çalışan herkes, evden de işten de karanlıkta çıkıp, adeta “gün yüzü görmüyor”.

Uzmanlar karanlıkta uyanmanın olumsuz biyolojik etkileri olduğu konusunda uyarıyor. Borsa, bankacılık, uçak saatleri gibi pek çok hususta, yakın Avrupa ülkeleriyle dahi sıkıntılar yaşanıyor. Üstelik Elektrik Mühendisleri Odası da yayınlanan bilimsel çalışmalar da bu uygulamanın iddia edildiği gibi tasarruf sağlamadığını, hatta elektrik tüketimini artırdığını söylüyor. Güvenlik açısından sebep olduğu tedirgin de cabası.

 

Yoksa, bunların enerji şirketleriyle bir ortaklığı mı var diyen vatandaş haklı mı?

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | GÜNYÜZÜ GÖRMEYEN ÇOCUKLAR için yorumlar kapalı
Şub 06

GÜLEN CESETLER

GÜLEN CESETLER

Savcı morgdaki üç cesedi inceledikten sonra defin izni verecek… Birinci cesedin üzerini açmış, mevta gülüyor. Görevliye sormuş:

“Bu neden gülerek gitmiş.” Görevli:

“Efendim piyangodan büyük ikramiye kazandığını öğrenince gülmeye başlamış, o anda da sevinçten kalbi durmuş, sizlere ömür…”

İkinci cesede bakmış. O da gülüyor… Yine sormuş:

“ Ya bu?”

Öncekine benzer bir cevap gelmiş:

“Efendim, eşi erkek evlat doğurunca sevinmiş, gülerken de heyecana yüreği dayanmamış… Küüüt!

Sıra üçüncü cesede gelmiş. Ceset Temel’inmiş. Simsiyah bir ceset, üstelik o da gülüyor. Görevli savcının “peki bu neden gülüyor” diye sormasına fırsat bırakmamış, atılmış:

“Sayın savcım, buna da yıldırım çarpmış ama o fotoğrafının çekildiğini zannetmiş…

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , | GÜLEN CESETLER için yorumlar kapalı
Şub 05

ATATÜRK

ATATÜRK

***

Ülkemizde Atatürk’e karşı sinsice, kalleşçe, adice, alçakça namertçe yapılan iğrenç saldırıları gördükçe kurduğu Cumhuriyette özgürce yaşayan kişilerin kesinlikle emperyalizme hizmet eden satılmış ve hem de insan olmak erdemlerinden nasibini almamış “Dabbe”ler olabileceklerini düşünmekteyim.

***

Mustafa Kemal daha Atatürk olmadan (1905-1907) Kurmay Yüzbaşı olarak Şam’da bulunan 5. Ordu da göreve başladı. 1908’de Libya’nın bir parçası olan Trablusgarp’a gönderildi. 1909’de Selanik’teki 3. Ordu da görevlendirildi. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1911’de İstanbul’ da Genelkurmay Karargâhında görev aldı. Fakat daha bu göreve başlamadan İtalyan Kuvvetlerinin Trablus’a saldırması nedeniyle Kolağası Mustafa Kemal bazı arkadaşları ile Trablus’a doğru yola çıktı.

1912’de Karargâhı Bolayır’da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı Kuvayi Mürettebesi (Akdeniz Boğazı Bileşik Gücü) Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı. Burada Boğaz Kuvvetlerinden ayrılan Bolayır Kolordusunun Kurmay Başkanı oldu.

1913’te Sofya Askeri Ateşeliği’ne atandı. 1914’te Yarbaylığa yükseldi. 1915’te Mustafa Kemal 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ‘da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı. 25 Şubatta Bu tümene bağlı 57. Alay ile Maydos’a (günümüzde Eceabat) hareket emri aldı. Seddülbahir’de Bigalı Mehmet isminde bir çavuş tüfeği tutukluk yapınca İngilizlere taşla saldırmış, Mustafa Kemal de bu olayın yayımlanmasına yardımcı olarak günümüzde Türk askeri için kullanılan “Mehmetçik” adının doğmasını sağlamıştır. Conk Bayırı’nda cephanesi kalmadığını belirten askerlere “cephaneniz yoksa süngünüz var” diyerek süngü taktırıp mevzi aldırmış, bunu gören düşman da yatınca zaman kazanmıştır. Kendi 57. Alay’ı ulaşınca düşmanın kuzey kanadına saldırmak üzere “Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve kumandanlar alabilir” emrini vermiştir. 1 Hazıran ‘da Albay rütbesine terfi etti. Bu arada tüm güçlerin komutanlığını istedi ve aldı.  Komutasındaki birlikleri “Anafartalar Ordu Grubu” olarak adlandırdı. 9-10 Ağustos Anafartalar Zaferi’ni kazandı. 1916’da 16. Kolordu Kumtanlığı’na atandı.  35 yaşında Tuğgenaeralliğe (Mirliva) terfi etti. Aynı zamanda Paşa unvanını aldı. 6 Ağustos’ta Mustafa Kemal’in 16. Tümen’i Muş ve Bitlis‘i Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı altın kılıçlı imtiyaz madalyası ile ödüllendirildi.

25 Kasım’da 2. Ordu komutanı Ahmet İzzet Paşa izin alıp İstanbul’a döndüğünde Mustafa Kemal komutan vekili olarak ordunun başına geçti. Vekil olduğunda, gelecekte Kurtuluş Savaşı’nda beraber çalışacağı subaylar İsmet (İnönü)Cafer Tayyar (Eğilmez) ve Harbiye’den arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) komutası altına girmişti.

5 Temmuz 1917’de Yıldırım Ordular Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı.

15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi‘nin maiyetinde Almanya‘ya giderek Berlin‘de Kayzer II. WilhelmHindenburgLudendorff ve Genel Karargâh ile savaşın stratejik durumuna dair görüşmelerde yer aldı, Alsas bölgesini ve cepheyi ziyaret ederek subaylarla görüştü.

7 Ağustos’ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi‘ne atandı. Savaş sürerken 20 Eylül’de Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi., 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Ordular Grubu kumandanı olan Otto Liman Von Sanders Paşa’nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. 7 Kasım’da Yıldırım Ordular Grubu ile 7. Ordu lağvedildi.

Mustafa Kemal 9. Ordu müfettişliğine atandı. Karar 30 Nisanda resmen açıklandı ve kısa süre sonra kabine tarafından onaylandı. 16 Mayıs’ta kurmaylarıyla beraber Samsun’a doğru Bandırma Vapuru‘yla yola çıktı. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Kurmay Albay Refet Bey (Bele), Kurmay Albay Kâzım (Dirik) Bey, Kurmay Albay ‘Ayıcı’ Mehmet Arif Bey, Dr. Albay İbrahim (Talî Öngören) Bey, Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey, Dr. Binbaşı Refik (Saydam) Bey, Binbaşı Kemal (Doğan) Bey, Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer) Bey ve Yüzbaşı Ali Şevket (Öndersev) Bey ile beraber Samsun‘a çıktı.

Mustafa Kemal hazırladığı bildiri taslağını 19-20 Haziran’da RaufRefet ve Ali Fuat ile görüştü. Genelge hazırlandıktan sonra Konya’daki 2. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli) ile Erzurum‘da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’e gönderilerek onayları alındı. 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi‘ni yayımladı. Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum‘da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı.[194] Kongre başında Kâzım Karabekir, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin iki üyesinin istifa ettirerek Rauf (Orbay) ile Mustafa Kemal’in tam üye olarak kongreye katılmalarını sağladı.[195] 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerçekleşen kongrede 56 delege yer aldı. Mustafa Kemal ilk başta hazırlık komitesi başkanı seçildi, daha sonra yine Karabekir’in çabasıyla kongre başkanı seçildi.

 

11 Eylül’de yayımlanan Sivas Kongresi Beyannamesi‘nde Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı gün işgale uğramamış vatan topraklarının bir bütün olduğu ve birbirinden ayrılamayacağı vurgulanmıştır. Kuvâ-yi Milliye’nin tek kuvvet olarak tanınması ve millî iradenin egemen kılınmasının esas olduğu belirtilmiştir. Rumların ve Ermenilerin toprak iddialarına karşı çıkılmıştır. Millî iradeyi temsil etmek üzere Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanması ve hükûmet kararlarının meclisin denetimine sunulması istenmiştir. Sivas Kongresi’nde bütün millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.

23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Ülkenin her yanından milliyetçi örgütler Ankara’ya temsilciler göndermiş, İstanbul meclisinden gelenler de meclise katılmıştı. Meclis açılışında Mustafa Kemal, 1918’deki mütarekeden beri olanları açıklayan uzun bir konuşma yaptı. Meclisin sadece yasama değil yürütme yetkisini de elde tutmasını, üyeler arasından yürütme kuruluna uygun olanların seçilmesini istedi. 24 Nisan’da meclis faaliyetlerine başladı; yapılan yoklamada 120 delege hazır bulunmuştu. Mustafa Kemal 120 oyun 110’unu alarak Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi

20 Ocak 1921’de anayasa görevi gören Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu çıkartıldı. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu belirten kanun ülkeye resmen Türkiye Devleti adını veriyor, 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi‘nde Yunan ordusunun hücum gücü tükendi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından yönetileceği bildiriyor ve padişahın neredeyse tüm yetkilerini TBMM’ye devrediyordu. Mustafa Kemal meclis başkanı olarak hükûmetin başında kaldı.

26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasıdır. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi‘nde bir gün içinde Yunan ordusunun büyük bir bölümü imha edildi. 31 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy’deki karargâhında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Akdeniz’e (bugünkü Ege) doğru ilerlenmesini emretti. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara şu emrini verdi:

“Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

11 Ekim 1922’de; TBMM, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla savaş sona ermiştir.

Böylece Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması‘yla sonuçlanmıştır. Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.

29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30’da milletvekillerinin alkışları ve “Yaşasın cumhuriyet!” nidaları ile cumhuriyet ilan edildi.

* * *

Bütün bunları daha Atatürk adını almadan önce başaran Mustafa Kemal vardır. Karanlıkta yürümekten korkanlar, Mezarlıklardan geçerken ürken şebekler, kansızlar, soysuzlar, hainler ATATÜRK olduktan sonrakileri ipinizi elinde tutanlardan öğrenin…

Bunun sebebini Atsız Hoca çok güzel tarif ediyor.                                                                                       “Bugün Türkiye’de Türklüğe ve dolayısıyla Türk bayrağına düşman üç zümre vardır: Moskofçular, kürtçüler ve siyasi ümmetçiler.”

Ayrıca, Neyzen Tevfik’te kimler olduklarını söylemişti:                                                                         “Geldikleri gibi gitmediler; kimi itini bıraktı, kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı!.. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil!”

* * *

ULAN;  ADİCE, NAMERTÇE, KALLEŞÇE HEYKELLERİNİ YIKMAYI BAŞARDINIZ DİYELİM. NECİP TÜRK MİLLETİNİN YÜREĞİNDEKİ, GÖNLÜNDEKİ, ZİHNİNDEKİ ANADOLUNUN HER ZERRESİNDEKİ O MANEVİ ABİDELERİ YIKAMAZSINIZ YIKAMAYACAKSINIZ, YIKMAYA GÜCÜNÜZ YETMEYECEKTİR..

BUNA, ÜLKENİN BÜTÜN GAZİLERİ, ŞEHİTLERİ, CANLI VE CANSIZ VARLIKLARI KARŞI KOYACAKTIR.

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | ATATÜRK için yorumlar kapalı
Şub 04

BOZKURT

BOZKURT

Bir röportaj sırasında İngiliz televizyoncunun dikkatini duvardaki Hilâl ve Bozkurt çeker.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey’e bunun ne olduğunu sorar:

”O Bozkurt’tur.” der Elçibey ve ekler.

”O gördüğünüz Türk Milleti’ nin sembolüdür totemidir.”

İngiliz televizyoncu biraz düşündükten sonra özür dileyerek tekrar sorar;

”Niçin kendinize vahşi ve yırtıcı bir hayvanı sembol olarak seçtiniz?

”Elçibey’ in cevabı:

”İngilizler’ in sembolü olan aslan hayvanların kralıdır değil mi?

Ancak bu kral dediğiniz hayvana sirklerde 3 kg sosis verip yanan halkaların içinden sağa sola zıplatırsınız…

Vahşi ve yırtıcı dediğiniz Bozkurt’ a bunu yaptıramazsınız.

O, özgürlüğünü ve onurunu hiçbir şeye değişmez.

Bozkurt’ u zincire vurup kafese atsanız bile, ya üzüntüden ölür yada zincir ve kafesi parçalayıp gider.

Onu yok edebilirsiniz. Onu öldürebilirsiniz ama sindirip esir edemezsiniz.

Bozkurt’ u kendinize tâbi kılamazsınız.

İşte bu nedenle Türkler kendilerine mücadele sembolü olarak Bozkurt’ u seçmiştir.”

Ruhun şad mekânın cennet olsun.

 

Ebulfez Elçibey

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , | BOZKURT için yorumlar kapalı
Şub 03

ÜÇ AYLAR

ÜÇ AYLAR

Bugün başlayan ve “Recep, Şaban, Ramazan” aylarından oluşan üç aylar öncelikle bir kandiller geçididir. Yarın gece kutlayacağımız “Regâip Kandili”, sonra “Miraç Kandili”“Berat Kandili” ve “Kadir Gecesi”… Bu mübarek geceleri içinde barındıran üç aylar, her şeye rağmen Müslümanları biraz daha uyanık tutan, yardımlaşmayı, fakir-fukaranın elinden tutmayı, gönül kazanmayı yaygınlaştıran zaman dilimleridir ki etrafımızda -az da olsa- bu hareketliliği görmeye başladık.

Üç ayların faziletini sadece namaz, oruç, sadaka gibi daha çok ahireti ilgilendiren konulara hasretmemeliyiz. Birlik-beraberlik, iç cephenin tahkimi, daha çok çalışmak, daha çok üretmek vb. faaliyetleri de üç ayların feyiz ve bereketine dâhil etmeliyiz. Mesela, hocalar üç aylarda tutulan oruç yahut kılınan nafile namazlar bilmem kaç kat daha faziletlidir diye anlatıyorlar. Peki, üç aylarda çoluk çocuğunun rızkını kazanmak için çalışan anne-baba niye daha çok hayır işlemiş olmasın? Üç aylarda vatan müdafaası için nöbet tutan, cepheye koşan Mehmetçik niye daha çok sevap kazanmasın? Üç aylarda tank üretecek, uçak yapacak mühendisler niye daha çok cennet nimetlerine nail olmasın?

Cami kürsülerinde din görevlilerinin bunları da dile getirmeleri gerekmiyor mu?.. Maalesef hocalarımız bin yıl önce camilerde ne anlatılıyor idiyse aynısını tekrar edip duruyorlar. Zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceğinin (Bkz. Mecelle, madde:39) idrakinde değiller.

Kaçak göçmenleri taşıyan botun batması/batırılmasıyla boğularak kıyıya vuran cesetleri görünce gözyaşları içinde “Fetih sûresi” okumakla sorumluluktan kurtulacağımızı zannetmeyelim. Müslüman gözyaşı değil, alın teri dökmek zorundadır.

Posted in Yazılarım | ÜÇ AYLAR için yorumlar kapalı
Şub 02

GÖNÜLDEN TUTUKLUYUM

GÖNÜLDEN TUTUKLUYUM

 

Nice şahın kralın fermanı kâr etmedi

Gönül ferman dinlemez, sevgiden umutluyum

Bu sevginin acısı yüreğime yetmedi

Öyle bir esaret ki gönülden tutukluyum..

 

Zehri andıran tatlar tek tek aşımdan gitti

Lâl oldu ağzım, dilim aklım başımdan gitti

İhtiyarlık denilen korku yaşımdan gitti

Öyle bir esaret ki gönülden tutukluyum..

 

Bu hayat artık bana kadifeden yün oldu

Birden değişti dünyam gecelerim gün oldu

Hüzün. keder, yalnızlık benim için dün oldu

Öyle bir esaret ki gönülden tutukluyum..

 

Sendeki aşk sultanı benden beni istiyor

Tutsak olmuş bu gönlüm her an seni istiyor

Özlem dolu bir hisle tenim teni istiyor

Öyle bir esaret ki gönülden tutukluyum..

 

Müebbete mahkûmum başka çarem kalmadı

Bütünüyle sen oldum, benim parem kalmadı

Yüreğimde, gönlümde hiçbir yarem kalmadı

Öyle bir esaret ki gönülden tutukluyum..

 

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | GÖNÜLDEN TUTUKLUYUM için yorumlar kapalı
Şub 01

“515”

“515”

Suça meyilli olan Suriyelilerin son günlerde sosyal medyadaki görüntüleri ve “515” numarasıyla kendilerini tanımladıkları görülmüştür…

 

Bu yapıdan İçişleri Bakanlığı ve Millî İstihbarat Teşkilatı’nın tabii ki haberi vardır. Belli ki denetim altındaydılar, ancak Güneydoğu’daki farklı illerden görüntüler paylaşıp “asarız keseriz” havasına girmeleri toplumda infial yarattı.

İlk görüntülerde elinde sopalı silahlı bir grup yüzlerini kapatmış halde yürürken görülüyordu. Diğer videolarda uzun namlulu silah mermileri, araçların arkalarında Arapça yazılarla birlikte görülen “515” ifadesi vardı.

Haliyle bu “515”ler kimdir nedir diye vatandaşta bir merak ve kaygı oluşmuştur.

Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Arap aşiretlerinin kendilerine özgü sayıları varmış. Bu “515” sayısı ise Osmanlı’ya isyan eden Haşimilerin sembolizmini içeren bir Arap milliyetçiliği alameti olarak tanımlanıyor.

Daha ilginci…

Haşimiler ya da Haşimoğulları veyahut Haşim Hanedanı, ismini Hazreti Muhammed’in büyük, büyükbabası Haşim bin Abdimenaf’dan alır.

Kayıtlara göre Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz desteğiyle Osmanlı Devleti’ne isyan etmiş, Arap Yarımadası’nın kontrolünü eline geçirmiş, fakat birkaç yıl sonra Suudi Hanedanlığı’na yine bir isyanla kaybetmişlerdi.

Sonra da Başta Ürdün ve Suriye olmak üzere Orta Doğu’daki ülkelere dağılmışlar.

Bu “515” sembolüne gelirsek…

Arap milliyetçiliğini en sıkı şekilde savunan Al Naim, Kariyş, Seliym, Heziyl ve Kenani aşiretlerinin de sembolü.

“515” sembolünü kullanan Suriyeli kişiler ve gruplar aslında bu yöntemle sığınmacı oldukları Türkiye’ye karşı da bir çeşit gövde gösterisi yaptıklarını düşünüyorlar.

Tabii ki bu insanlar Haşimi değil. Ancak kendilerini böyle var ederek örgütlenmeye çalıştıkları açık. Eğer iddia edildiği gibi Türkiye içerisinde özellikle Güneydoğu’da kendilerini böyle afişe edecek kadar geniş bir yapılanmaya gidildiyse ardı ardına operasyonlar gelecektir.

Ancak bu iş sosyal medyada hava atmak için yapılmış, üç beş kişinin kendilerini tatmin ettiği bir şeye de dönüşmüş olabilir.

Göreceğiz…

 

Alıntı. Murat Ağırel

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | “515” için yorumlar kapalı
Oca 31

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Beni görmek demek, behemehâl (mutlaka) yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir.” M. Kemal Atatürk * “Mal canın yongasıdır.”

* “Hiçbir gayret göstermeden beklenilecek değil, bir mücadele sonucu ulaşılacak neticedir.” J. Bryan

* “Kişilikler, insanın kaderini tayin ederler.” Sokrates

* “İnsaf dinin yarısıdır.”

* “İnsan taştan pek, gülden naziktir.”

* “Kader şans değil, tercihtir.

* “Kale, içinden fetih olur.”

* “Keremsiz kibarın fukaradan farkı ne?”

* “Öfke ile kalkan ziyan ile oturur.”

* “Sahipsiz tahtayı yel almazsa sel alır”.

* “Şecaat kıyafet ile değildir.”

* “Tamahkâr var iken dolandırıcı aç kalmaz”.

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı