Ağu 05

ABDAL HALİL AĞA

ABDAL HALİL AĞA

Maraş 1872 doğumlu Milli Mücadele Kahramanı Oğuz Türkü Abdal Halil Ağa. Maraş’ta yaşayan abdalların ağası ve Maraş milli mücadelesinin sembol ismidir.

Fransız işgal güçlerini davul zurna ile karşılamak isteyen Ermeni ileri gelenlerinden Hırlakyan’a; “Değil bir kese, davulumun kasnağını altınla doldursanız din gardaşımın bağrına çomağımı vurmam” diyerek bayraklaşmış,

SAVAŞ/106 GÜN

Fransız işgalinden bir gün önce, (28 Ekim 1919) tarihinde Davulcubaşı Halil (Abdal Halil Ağa) evinin bahçesinde oturuyordu.

Üç atlı kişi içeriye girdiler. İzinsiz gelen bu kişilerin bakışları meydan okurcasınaydı.

İçlerinden biri:

” Halil Ağa sen misin?” diye sordu.

Davulcu Halil, kişilerin davranışlarına ve konuşmaya içerlemişti. Kaba bir şekilde gelen adamlara:

“Evet! Benim. Ne diyorsunuz?”

kişilerden biri Osmanlı Döneminde milletvekilliği de yapmış olan Ermeni Agop Hırlakyan’dı.

Hırlakyan:

“Yarın İtürmezin dağından Fransız ordusu geliyor. Yanına iki adamını alıp orduyu davul ve zurnayla karşılayacaksın,” der.

Maraş’ın davulcusu Halil, emirvari konuşan, yıllarca bu memleketin ekmeğini yeyip, suyunu içen sonra da işgal güçleriyle işbirliği yapan bu hain adama alay edercesine:

” Ney! Ney! Ney!” diye karşılık verir.

Hırlakyan sözlerini tekrar eder:

“Yarın İtürmezin dağından Fransız ordusu geliyor. İki adamını al ve onları davul zurnayla karşıla,” der.

Halil, alaylı ve sert bir ses tonuyla:

“Ben Fransız ordusunu davul zurnayla karşılayacağım ha?” der.

Hırlakyan, bu konuda problem çıkmaması için çok tesirli olacağına inandığı bir yola başvurur ve altın kesesini göstererek:

” Bu keseyi sana vereceğim. Eğer bu da yetmez dersen fazla da veririm,” der.

Davulcu Halil, bu teklife daha çok içerlemiştir. Karşısındaki adam parayla kendisine istediğini yaptıracağını sanmaktadır. Tarihe geçecek Maraş’lıların mücadelesini ateşleyecek şu sözleri söyler:

“Altınlar senin olsun, bir kese altın değil, davulumun kasnağını altınla doldursanız ben din kardaşlarımın bağrına çomağı vurmam. Müslüman kardaşlarımın soğanının kabuğuna muhtacım. Senin altınlarına muhtaç değilim.” diyerek teklifi kesin bir dille reddeder.

Hırlakyan bu sözlerden sonra:

” Alacağın olsun Halil, bunu unutma! İlk ateşimiz sana olacak. Evini başına yıkacağız.” diye tehdit eder ve iki adamıyla oradan uzaklaşır.

Halil, vakit geçirmeden Ulu Cami’ye gider. Maraş Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin de üyesi olan Müftü Tekerekzade Mehmet Efendi de cemaatle beraber camidedir. Hırlakyan’la aralarında geçen konuşmayı kendilerine aktarır.

Müftü ve Cemaat kendisini Hırlakyan’a verdiği cevaptan dolayı tebrik ederler. Bir gün sonra şehirlerinin işgalci Fransızlar tarafından işgal edileceğini de öğrenmiş olurlar.

Sivas’ta bulunan Temsil Heyetine telgrafla bilgi verilir.

Davulcu Halil’in Hırlakyan’la arasındaki konuşma Maraş halkı arasında kulaktan kulağa hızlı bir şekilde duyulur.

12 Şubat 1920 sabahı Fransızlar atlarının ayaklarına keçe bağlayarak sessizce geldikleri gibi değil, mağlup olarak karlar altındaki Maraş’ı terk etmek zorunda kalırlar.

Düşmanın sessizce şehri terk ettiğini öğrenen Maraşlılar da büyük bir sevinç vardı. Davulcu Halil beyaz elbiseler giymiş ve Şişmanzedelerin damına çıkarak çomağını davuluna vuruyor ve düşmanın sessizce kaçtığını ilan ediyordu. Diğer davulcularla beraber şehrin dört bir yanında davul çalmaya başlamışlardı.

29 Ekim 1919’da başlayan ve 106 gün süren işgal 12 Şubat 1920 tarihinde Maraş’ın Kahraman olmasıyla sona ermişti.

1946’da vefat etmiştir.

Kaynak: https://www.facebook.com/story.php?story_fbid=1273860356360847&id=100012106842403&mibextid=xfxF2i&rdid=rDrx5Dddi29dTNOv

Posted in Hikayeler | ABDAL HALİL AĞA için yorumlar kapalı
Ağu 03

AKP “KÜÇÜK ADIMLAR STRATEJİSİ”Nİ UYGULAMAKTADIR.

AKP “KÜÇÜK ADIMLAR STRATEJİSİ”Nİ UYGULAMAKTADIR.

AKP’nin milliyetçi aydınları ikna etmek için bir ileri iki geri gibi farklı tutumlar sergilemesi, kimseyi yanıltmamalıdır. Zira AKP, bu işte Avrupa Birliği’nin kuruluşunda da uygulanan “Küçük Adımlar Stratejisi”ni uygulamaktadır.

Rahmetli Doç. Dr. Kutlu Merih, yıllar önce bu stratejiyi şöyle izah etmişti:

“Burada ana fikir, ulus devletlerin bağımsızlıklarının ve demokrasilerinin içini bir takım pragmatik formüllerle giderek sığlaştırmak ve gereksiz hâle getirmektir.”

AKP de AB ve ABD himayesinde “Küçük Adımlar Stratejisi” ile millî devletin altını oyuyor. Aslında fiilen millî devleti yok ettiler ama bu fiil, onları Anayasa’yı cebir ve şiddetle ortadan kaldırmak suçunun faili yapar!

Dolayısıyla böyle bir iktidar karşısında, milliyetçi aydınlar, “yeni bir anayasa yapılacaksa” gibi en küçük bir “açık kapı” bırakmamalıdır!

Alıntı: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akpnin-kucuk-adimlar-stratejisi-819106h.htm

Posted in Gündem | AKP “KÜÇÜK ADIMLAR STRATEJİSİ”Nİ UYGULAMAKTADIR. için yorumlar kapalı
Tem 31

DEME!!!

DEME!!!

* * *

Asil Türk ırkına ölüm dert değil

Bu dostlar dost değil, düşman mert değil

Hainlere karşı kanun sert değil

Aman ha toprağın, taşın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

* * *

Sırtlanı, çakalı besleyenler var

Haini, zalimi süsleyenler var

Kalleşçe özümde üsleyenler var

Serilse leşleri na’şın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

* * *

Örümcekler aklı fikri bürümüş

Gördüm insanlığın özü çürümüş

Her çeşit yüzsüzlük almış yürümüş

Paran, malın, mülkün, aşın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

* * *

Bir ömrü bitirdi bekleyişleri

Zalimlerin zulüm ekleyişleri

Cinnete davettir şu deyişleri

Omuzlar üstünde başın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

* * *

Hak, hukuk, adalet arıyor insan

Gelmişi geçmişi tarıyor insan

Biz nasıl değiştik soruyor insan?

Övmek için olsun yaşın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

* * *

Her bir şeyi haber verip ulağa

Kafa çatlak, beyin eksik salağa

Bu sözlerim küpe olsun kulağa

Aman ha! Çok güzel ma(a)şın var deme!…

Gözünün üstünde kaşın var deme!…

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | DEME!!! için yorumlar kapalı
Tem 28

KÜRESEL SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ VE SİNAN ATEŞ…

KÜRESEL SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ VE SİNAN ATEŞ…

İsrailli haham Nir Ben Artzi, 2015 yılının Şubat ayında İnternet’teki blog sayfasından ülke dışındaki Yahudilere çağrı yaparak, “ABD ve Avrupa ekonomik krizlerle boğuşacak. Dünyada pek çok doğal felaket ve büyük depremler olacak. Tanrı, İsrail’in çevresindeki bütün ulusları ortadan kaldıracak. İranlılar birbirini yemekle meşgul. Mısır yanıyor ve onlar Suriye gibi olacak. Hamas, Mısır’ın başına bela olacak. Türkiye, kendi iç meseleleri ile uğraşacağından İsrail’e dokunamaz. Suriye haritadan silinecek. Bulunduğunuz ülkelerde size iyi davranmıyorlar. Sizin için en güvenli ülke İsrail’dir” demişti.

***

“Haham’ın kehanetleri”, tam olarak değil ama büyük ölçüde tuttu. Zira bu iddialar kehanet değil, İsrail devletinin nasıl bir yol tutturacağını bilerek yapılan konuşmalar idi…

Hamas’ın İsrail’e saldırısı, İsrail’e, Gazze’deki Filistin-Arap varlığını tamamen tasfiye etmek için fırsat verdi. Yalnız İsrail, sadece etnik arındırma, nüfusu göçe zorlama gibi yöntemlerle yetinmedi, doğrudan katliama ve soykırıma yöneldi.

Soykırıma karşı en ciddi tepkiyi, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Güney Amerika ülkeleri gösterdi. Kolombiya, İsrail ile ilişkileri tamamen kesti. Türkiye, 35 bin kişi katledildikten sonra İsrail ile ticareti, durdurduğunu açıkladı.

***

Sivil toplum olarak en kuvvetli tepkiyi ise Amerika’daki üniversite öğrencileri ortaya koydu… Yalnız bu konuda Nihat Genç’in önemli tespitleri var. Özetle şöyle diyor:

“Amerika’nın ‘elit’ üniversitelerinde anti-siyonist eylemler kapitalizmin tarihi açısından çok derin kırılmalar ve anlamlar taşıyor!

Çünkü bu elit üniversiteler kapitalizmin savaş makinesine kalifiye eleman yetiştirmek ve çok uluslu şirket hegemonyasının sürekliliği için kurulmuştu!

Elit üniversiteler feodal dönemle kapandığı sanılan yeni soylular yetiştirmek için kurulmuştu!

(Türkiye’de) Akademiyi ve medyayı ve piyasayı ele geçirmiş bu holdingler, elli uzun yıldır sizleri, laik, şeriat, Suriye savaşı, etnik, mezhep, PKK, Şeyh Sait ve FETÖ’yle savaştırıyor! Ülke topraklarını masaya yatırıp size açılım tartıştırıyor!

Ekonomik krizler katlandıkça katlanıyor, ülke toprakları satılıyor, on milyonlarca mülteci gelmiş ve açlık yokluk hiç gündemden düşmüyor ama onlar İslamcılık adına FETÖ adına anayasayı değiştiriyor, PKK’yı yine önünüze sürüyor!

Amerikan üniversitelerinde anti-siyonist eylemlere katılan öğrenciler de o büyük zihinsel kuşatmadan çıkamaz, çünkü iş bulamazlar ama insanlığa bir kapı aradılar!

Müesses nizamın-hegemonyanın savaş makinesine meydan okudular!

Haberiniz olsun, satılmışları ve iş birlikçileri ‘özgür başarılı demokrat bireyler’ olarak takdis edip diploma ve ödül ve maaş veren, bu düzen, kökünden tartışılmaya ve çözülmeye başlamıştır!”

***

Dünya düzeninin kökünden sarsıldığına dair bir tespit de Mısır’dan geldi. Dünya Müslüman Âlimler Birliği Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Vasfi Aşur, “Kendini savunma haklarının hangisi İsrail’in tüm bu barbarlıkları yapmasına izin veriyor? İsrail’in işlediği bu suçlara sessiz kalınması küresel sistemin çöküşünü daha da hızlandıracak.” dedi. Aşur, savaşın küresel düzendeki eşitsizliği, adaletsizliği ve insan haklarının bir yalan olduğunu ortaya çıkardığı görüşünü paylaştı. Aşur, dünyada İsrail’in Gazze’deki katliamı gibi katliamlara engel olacak yeni bir sistemin inşa edilmesinin artık kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

***

Türkiye’de küresel sistemin emirlerine karşı gelen Sinan Ateş’in katledilmesinde azmettirici olanların hatta suikastçıyı evinde saklayanın, iddianamede adı bile geçmiyor… Sinan Ateş’e sıkılan kurşun, Türk Milleti’ne sıkılmıştır. Bu cinayetin tetikçilere yıkılarak kapatılması, Türkiye’de de sistemin sonunu getirecektir…

Alıntı: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kuresel-sistemin-cokusu-ve-sinan-ates-794380h.htm

Posted in Gündem | KÜRESEL SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ VE SİNAN ATEŞ… için yorumlar kapalı
Tem 25

APOLLON MÜSLÜMAN MIYDI?

APOLLON MÜSLÜMAN MIYDI?

Aydında bir müzedeki bekçinin hikâyesi; Müzenin bekçisi müzenin müştemilatında ailesi ile birlikte yaşıyormuş. Bir gün bir yönetici bekçiye uğrar ve birkaç gün içinde önemli bir heyetin müzeyi ziyaret edeceğini ve her tarafın pırıl pırıl olmasını ister. Müzeye gelen heyet yeni bulunan Apollon heykelini özellikle göreceklerdir.

Bekçi ailesiyle beraber müzeyi tertemiz yapar, misafirlere hazır hale getirir. Bir sabah eşi erken uyanmış, bir eksik var mı diye müzeye gitmiş. Ama ne görsün, müzenin kapıları açık içeride bazı heykeller ve Apollon heykeli yok, çalınmış yani. Koşarak eşine haber verir. Eşi yöneticilere… Yöneticiler ve vali ne yapacaklarını bilemezler. Emniyet güçleri takibe, araştırmaya başlarlar. Neyse ki adamları çaldıkları heykel ve eserlerle yakalarlar. Eserler müzeye getirilir. Yerlerine konur. Fakat yöneticiler çalınan eserlerden en önemlisi olan Apollo heykelinin erkeklik organının yerinde olmadığını görürler. Ziyaret ertesi gündür. Yönetici bekçiye dönerek yarına kadar eksik bölümü bulup yerine koymasını ister, aksi takdirde kovulacaktır. Bekçi Murtaza kara kara düşünür, nereden bulsun, Aile her yeri arar ama. Nafile… Gece olur, saatler azalır. Birden Murtaza’nın karısı ayağa fırlar, buldum Murtaza diye bağırır.

Murtaza şaşkın, ne buldun hanım der. Eşi ben çok güzel hamur işi yaparım bilirsin, Müzedeki tamir alçısını getir hemen işe koyulayım der. Murtaza alçıyı getirir. Hanımı Murtaza’ya soyun der. Murtaza şaşkın soyunur. Ertesi günü heyet müzeyi gezer. Çok beğenirler. Özellikle de Apollon heykelini. Yöneticiler Murtaza’ya teşekkür ederler. Ama hepsinin kafasında bir soru işareti vardır, özellikle de Vatikan grubunun.

Apollon Müslüman mıydı ?

Kaynak: 1960 lı yıllardaki Akbaba dergisinden.

Posted in Hikayeler | APOLLON MÜSLÜMAN MIYDI? için yorumlar kapalı
Tem 23

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

Gazeteci Yılmaz Özdil, 2015- 2016 yılları arasında yaşanan çözüm sürecinde, Ulu Cami’de 1377 yıldır okunan cuma ezanının neden ilk kez okunmadığını açıkladı. Özdil, o dönem şehit olan üsteğmenin yıkanırken gözünden neden 3 damla yaş geldiğini de anlattı.

Gazeteci Yılmaz Özdil, Youtube kanalında 2015 yılında yaşanan açılım sürecine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Şimdilerde herkese unutturulmak istenen sürecin zamanında Güneydoğu’yu yangın yerine çevirdiğini belirten Özdil, “2015 Aralık’ta başladı 2016’nın martına kadar devam etti. Onlarca ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. PKK okulları ve hastaneleri bile roket vuruyordu. Öğretmenler doktorlar bavulu toplayan kaçıyordu. Yollar kesiliyordu araçlar yakılıyordu. Camiler kundaklanıyordu. Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin her yer Kobani gibiydi. Çünkü PKK ile kez tattik değiştirmişti. Terörü kırsaldan şehir merkezine taşımıştı. Açılım sürecinde PKK’yı serbest bıraktılar istedikleri gibi organize olmasına izin verdiler. Hatta sırtını sıvazladılar” ifadelerini kullandı.

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

O dönem en ağır çalışmaların Sur ilçesinde olduğunu ifade eden Özdil, “Tekbirler getirerek Sur ilçesindeki Burger King’e Starbucks’a filan saldırıyorlar. İşte en ağır çatışmalar bu Sur ilçesinde oldu. Celal Güzelses’in müezzin olduğu Ulu Cami’de tarihte ilk kez ezan okunmadı. Anadolu’nun en eski camisi kabul edilen Ulu Cami’de tarihte ilk kez Cuma namazı kılınamadı.1377 yıl sonra ilk kez ezan okunamadı. İşte bu çatışmalar yüzünden sustu. Her sokağı mayınlıydı. Her köşeyi bombayla tuzaklamışlardı. Bu şimdi şeriatçıların sağa sola saldırdığı Sur ilçesinde sadece PKK ile vuruşmuyorduk. Öldürülen teröristler arasında Almanlar vardı Hollandalılar vardı. Örgüte para karşılığında çalışan Sırp keskin nişancılar vardı. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı bordo bereli dört taburumuz bile sura göndermek zorunda kaldık. Tankları sura bereli dört taburumuz bile sura göndermek zorunda kaldık” diye konuştu.

“249 ASKERİMİZ VE POLİSİMİZİ ŞEHİT VERDİK”

PKK’ya yönelik operasyonların daha sonra durduğunu aktaran Özdil, PKK o zamanlar fırsattan istifade terörü kırsaldan şehir merkezine taşıdığını söyledi.

“Hendekler kazılmıştı evler arasında tüneller kazılmıştı” diyen Özdil, “Teröristlerin saklandığı binaları yıkmak için top sokmak zorunda kaldık, binaları yıkmak için top atışları yapıldı haftalarca sürdü. Neredeyse 4 ay sürdü sel gibi top atışları, sel gibi tabut yağdı. 249 askerimiz ve polisimizi şehit verdik. 500’den fazla gazimiz vardı” diye konuştu.

“ÇARESİZLİĞİ İLİKLERİME KADAR HİSSEDİYORUM”

Sur olayları sırasında tanıdığı bir bordo berelinin de pusu kurulan bir binada şehit düştüğünü anlatan Yılmaz Özdil, “Bizim 11 bordo bereli subayımız enkazda kaldı. 9’u kendi imkanlarıyla çıkmayı başardı iki Astsubayımız hemen şehit oldu” dedi.

“Bakın maalesef şu anda anlatırken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum” diyen Özdil, yaşanan süreci şu şekilde anlattı: “Kendinde değillerdi yani ağır yaralıydı ama nabza atıyordu, sıkışmıştı kendinde değildi yani ağır yaralıydı, yaşıyordu ama maalesef ne sağ kurtulan Astsubaylarımız oradan çıkabildi de üstte hemen çıkarılabildi. Çünkü binayı indiren roketin hemen peşinden üstte hemen çıkarılabildi. Teröristler tarafından yoğun ateş açımı, mermi yayı kafayı çıkarabilmek mümkün değil. Çünkü üst demeni oradan alabilmek için o beton blokları kaldırabilmek için vinç gerekiyor tıbbi yardım mümkün değildi.”

ŞEHİDİN GÖZÜNDEN AKAN 3 DAMLA YAŞ

Yaşanan olayda kendi kasabasından tanıdığı bir bordo berelinin de şehit olduğunu söyleyen Özdil, “Şehidin naaşını Diyarbakır’da 3 kişi yıkadı. İmam dayısı ve bordo bereli kişi yıkadı. Devre arkadaşı şehidin kulağına eğildi ne mırıldandı biliyor musunuz? Seninle beraber okuduk dedi. Seninle beraber eğitim aldık seninle beraber omuz omuza görev yaptık. Ömrümün sonuna kadar hep yanımda olacaksın kardeşim. Sonra da sırasıyla alnından, ellerinden ve ayaklarından öptüler“ şeklinde konuştu.

“Bizimkinin şehit hali bile her zamanki gibi gülümsüyordu” diyen Özdil, şehidin gözünden yaş geldiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: “Bedenini yüzünü sildiler gözünden yaş geldi. Bir daha kuruladım gene yaş geldi. Devre arkadaşı da armalı kendini daha fazla tutamadı onun da gözyaşları boşaldı.”

İmamın şehidin arkadaşını teselli ettiğini söyleyen Özdil, “Şefkatli elini koydu merak etme gözü arkada kaldı diye düşünme. İçin rahat olsun bırak gözündeki sakın cennetlik alameti dedim İçin rahat olsun bırak gözündeki yaş kalsın arkadaşınız size cennetin kapısına açtı dedi ve sonra bitirdiler yıkamayı” ifadelerini kullandı.

YENİDEN EZAN OKUNDU

Özdil daha sonra, PKK yüzünden ezan okunmayan Ulu Cami’de yeniden yeniden ezan okunmaya başladığını söyledi.

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yilmaz-ozdil-sehit-ustegmenin-yikanirken-gozunden-neden-3-damla-yas-geldigini-813272h.htm

Posted in Gündem | “ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI” için yorumlar kapalı
Tem 21

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Asaleti kendinden olanın gösterişe ihtiyacı yoktur. Bahçıvanın başına gül taktığı görülmemiştir.” Sadi Şirazi

* “Eceli gelmeyene ok değmez.” Yusuf Has Hacip

* “Karakteri zengin olanın tercihi sadeliktir.” Leonardo da Vinci

“Düşerken yükseldiğini söylüyordu onun için düşüşünü geç anladı” Oscar Wilde

* “Son ırmak kuruduğunda… Son ağaç yok olduğunda… Son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak” Kızılderili sözü                                                                                                    *“Önce seni dikkate almıyorlar, sonra sana gülüyorlar, sonra seninle mücadeleye girişiyorlar, sonra sen kazanıyorsun.” Mahatma Gandhi

* “Dürüstlük, belki de yiğitliğin en cesur göstergesidir.” William Sommerset Maugham

* “Önemli olan insanın yalnız diğer insanlara değil, kendi kendisine de yalan söylememesidir. Kendi kendine yalan söyleyip de, söylediği yalana inanan kimse, sonunda, kendi içindeki ve çevresindeki gerçekleri tanımamaya başlar.” Dostoyevski

Posted in Atasözleri Vecizeler | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 20

YİRMİ TEMMUZ

YİRMİ TEMMUZ

Yirmi Temmuz sabahı hücuma geçti erler
Allah Allah sesiyle inler gökler, yerler

Kahraman Türk ordusu Kıbrıs semalarında
Korku, dehşet görüldü Yunan simalarında

Kahraman Türk’ün ordusuydu bu gelen
Şaşkına döndü dünya, korktu şımarık Helen

Özgürlüğe sevdalı “Ayşe tatile çıktı”
Tarihte de şimdi de Türk’ün alnı açıktı

Gasp edilen adayı Türk alacaktı elbet
Kıbrıs Türk’tü tarihte Türk kalacaktı elbet

Türk Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’a çıkışı bu
Haksızlığı ve zulmü yiğitçe yıkışı bu

Yine bütün dünyaya gösterdi erliğini
Bozdurmam dedi Türk’ün asil öz birliğini

O soysuz çakallara dar gelecek tüm inler
Sonsuza kadar Türk’ten korkacaktır hainler

Yaratan Türk yaratmış asil olan bu ırkı
Asırlardan bu güne görülmektedir farkı

Yaratılıştan gelir Türk’ün kahraman huyu
Yaşatacak dünyaya yaşatacak doğruyu

Şehit ve gazilere rahmet diliyor diller
Rahmetine erişip Cennette açan güller

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , | YİRMİ TEMMUZ için yorumlar kapalı
Tem 18

NASIL ZENGİN OLUNUR?

NASIL ZENGİN OLUNUR?

Bir gazeteci, ülkenin en zenginlerinden, 65 yaşlarında bir iş adamıyla röportaj yapmaktadır. Sorar:

– “Efendim, bize bugünlere nasıl geldiğinizi, bu serveti nasıl oluşturduğunuzu anlatır mısınız?”

– “Zevkle… 1920’lerin sonuydu. 1. Dünya Savaşı’nın etkileri yeni yeni siliniyordu, benimse cebimde birkaç sentten başka bir şey yoktu. Cebimdeki 5 sentimle, bir elma aldım. Akşama kadar onu parlatıp, 10 sente sattım. O gece sabahı zor ettim. Ertesi sabah, 10 sentimle 2 elma aldım ve onları da sattım. Sonra yarım kasa elma aldım aynı işlemi yaparak iki katı paraya sattım. Böyle çalışarak, bir ay sonunda, 50 dolardan fazla para kazanmış oldum. Ertesi ayın başında, karımın dedesi öldü ve bize 20 milyon dolar miras bıraktı…”

Posted in Fıkralar | NASIL ZENGİN OLUNUR? için yorumlar kapalı
Tem 15

1500’LERDE AVRUPA

1500’LERDE AVRUPA

1500’lerde İngiltere’de insanların çoğu Haziran’da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs’da yapıyorlar, Haziran’da çok kötü kokmuyorlardı..

Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu..

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu..

Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu.. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü..

İngilizcedeki ‘banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın’ deyimi buradan gelmektedir..

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu..

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu..

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu..

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu..

Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bu nedenle oluştu..

Zemin topraktı.. Sadece

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı..

Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu..

Bunu önlemek için yere saman seriyorlardı.. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘Thresh hold’ (saman tutan; Türkçesi eşik idi..

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu..

Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu.. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu.. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.. ‘Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük’ (Peas Porridge hot, Peas Porridge cold, Peas Porridge in the Pot nine Days old) tekerlemesinin menşei budur..

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı..

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı..

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açabiliyordu.. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl Domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü..

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu.. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı.. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu..

Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu..

Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘tabak ağzı’ (Trench Mouth) hastalığı ortaya çıkıyordu..

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı..

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu.. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık bile yapıyordu.. Hatta bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu..

Buna ‘uyanma’ nöbeti deniyordu..

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘kemik evi’ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı..

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı..

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi.. Buna mezarlık nöbeti denirdi.

Ortaçağda Avrupa’daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı..

Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı..

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa’da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü..

Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü..

1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya’yaki bir konağa gönderilmişti.. 19.yy da kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti..

liste böyle uzaaar gider..

Ama esas dikkat çekmek istediğim konu şudur;

1500 lü yıllarda adeta b*k içinde yaşayan Avrupa nasıl oldu da arayı bu kadar açtı?

Bu da bizim sınavımız olsun..

Kaynak: Prof. Dr. Erol Duren

Posted in Gündem | 1500’LERDE AVRUPA için yorumlar kapalı