Şub 04

“Neme gerek”

indir (1)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Devir, Frenk diyarında Muhteşem Süleyman olarak adlandırılan, Kânûnî Sultan Süleyman devri… Malumâliniz; Avrupa’ya, Asya’ya ve Afrika’ya varan kilometrelerce karelik bir ihtişam söz konusu! Hastalanarak ölmeyi tende utanç addeden; atın sırtını ikametgâh, at üstünde ölmeyi şeref olarak kabullenen Osmanlı Türklerinin en parlak asrı… Bu yüzden olsa gerek, ülkemizde sıkça dillendirilen bir deyiş: “Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı, sana mı kalacak?”
Fakat her ne kadar karaların ve denizlerin haşmetli hükümdarı olsa da kendisi, cihan devletindeki bozulmanın, Kânûnî ile birlikte başladığı söylenir ki, bu yazının mevzuu o değil…
Hâl böyle iken, yazar Ali Çimen Bey’in tespit ettiği üzere, Kânûnî’nin, devleti yönetiş tarzı dört temel prensibe dayanmakta:
1. Devleti yönetmek için büyük bir ordu
2. Orduyu yönetmek için büyük bir ekonomi
3. Ekonomiyi elde etmek için halkın refahının yüksek olması
4. Halkın refahının yüksek olması için kanunların adil olması.
(…) 
Halen, Topkapı Sarayı’nda sergilendiği belirtilen mektuptan esinlenerek nakledeceğim kıssa şu:
Kânûnî, cihan devletini muhteşem bir mevkie getirmiş olmakla birlikte, tedirgindir de… Zira “devletler de bir insan gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.”
Günü geldiğinde, bu cihan devleti de, çöküşle yüzleşecek midir acaba?
Depreşen derin tedirginliğini, devrin meşhur âlimlerinden, Yahya Efendi’ye mektup vasıtasıyla bildirir Kânûnî: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi tenvir buyur. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nice olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?”
Mektubu okuyan Yahya Efendi, manidar bir cevapla döner hükümdara: “Neme lazım be Sultanım…”
Cevap karşısında şaşıran Kânûnî, Yahya Efendi’nin bu tavrını anlamlandırmaya çalışır günlerce… Cevapla birlikte, tedirginliği daha da pekişir! Kendi kendine sorar: “Acep, bilmediğimiz bir mânâ mı var?”
Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin yanında alır soluğu… Beşiktaş’taki dergâhta.
Sitemkârdır ona: Cevabı, bir geçiştirme olarak algılamıştır çünkü… Yahya Efendi ise, sultanın bu haline binaen, konuşmaya başlar: “Sultanım sizin sualinizi ciddiye almamak kabil mi? Sualiniz üzerine iyice düşünmüştüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
Kânûnî tatmin olmamış bir edayla karşılık verir: “Sadece, ’Neme lazım be sultanım’demişsiniz. Sanki, beni böyle işlere karıştırma, der gibi bir mânâ çıkarıyorum…”
Kânûnî’nin bu algılayışına ibretlik bir cevapla mukabelede bulunur Yahya Efendi: “Sultanım! Bu devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşsa, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizlese, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese… İşte o zaman devletin sonu görünür! Böyle hâdiselerden sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır, asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur; çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.”
Karaların ve denizlerin haşmetli hükümdarı, yalnızca gözyaşı dökerek tasdik eder bu açıklamaları… İkaz edici âlimlere sahip olduğu için, bir kez daha şükreder Allah’a ve uzaklaşır oracıktan. Kânûnî’nin yazdığı şu mısra ise, bu toprakların sonraki hükümdarları açısından hayatî niteliktedir :
“Saltanat didükleri ancak cihan gavgasıdır.
Olmaya baht u saadet dünyada vahdet gibi…”
 
*Afşin Selim Yeniçağ
Posted in Hikayeler | “Neme gerek” için yorumlar kapalı
Şub 03

Türk Vatandaşlığından Çıkarmak

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yıllardır merak etmişimdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1984’ten bu güne terörle amansız bir şekilde mücadele etmektedir. Bu mücadelede güvenlik görevlimizi, öğretmenlerimizi, vatandaşlarımızı  37.000 insanımızı kaybettik. Hala da şehitler vermeye devam ediyoruz. Bütün bunların acısını yüreklerimizde yaşadık yaşıyoruz. İleri demokrasi (!) sayesinde canilerin ayağına gidilerek barış yapacaklarını yazanlar, söyleyenler milleti aptal mı zannediyorlar?
Canımızı alan, kanımızı döken, ülkenin her yerinde kargaşa çıkaran teröristlerin caniliğini Türkiye Cumhuriyeti’ne yürekten bağlı Kürt kökenli vatandaşlarımızla birlikte göstermek tek kelimeyle hakarettir.  Çünkü terörden kaçan bütün Kürtler yine Türklerin yaşadığı şehirlere göç etmişler ve Türklere sığınmışlardır.  Hiç kimsenin Kürt kökenli vatandaşlarla problemi yok. Bu ancak terör örgütünün kendisine taraf bulmak için uyguladığı bir yoldur. Maalesef buna başta medya mensupları olmak üzere AKP’nin tam kadro olarak katıldıkları görülmektedir. Bu oyunu yuttuklarının en belirgin göstergesi de AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten ölen 22.000 teröristie “bunlar benim çocuklarım” diye sahip çıkmasıdır. O zaman sormazlar mı, “çocuklarına sahip çıksaydın da ülkesine hainlik etmeseydi” diye…
Benim asıl yazmak istediğim 30 yılı aşkın bir zamandır terörle, teröristle mücadele ediyoruz ama silahlı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ne saldıranların Türk vatandaşı olduğunu göz ardı ediyoruz. Ne iktidar partisi AKP’den ne de mecliste grubu bulunan CHP ve MHP’den Türkiye Cumhuriyeti’ne saldıran bu teröristlerin Türk vatandaşlığından çıkarılması ile ilgili bir önerge verdiğini dahi duydunuz mu? 
Avrupalıların ‘Türkiye kendi vatandaşlarını öldürüyor’ sözünü dikkate alarak bu yanlışlığın düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu vesileyle vatandaşlıktan çıkarılma kanununu da aşağıda yayınlıyorum. Vekillerimiz uygulama girişiminde bulunurlarsa seviniriz.
 
Türk Vatandaşlığından Çıkarma 
(403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 26 ncı maddesi:)
Yurt dışında bulunup da Türkiye Cumhuriyeti’ nin iç ve dış güvenliği ile kanunun suç saydığı şekilde iktisadi veya mali güvenliği aleyhine faaliyette bulunan veya yurt içinde bu tür faaliyetlerde bulunup da her ne suretle olursa olsun yurt dışına çıkan ve hakkında Türkiye’de bu nedenle kamu davası açılmasına veya ceza kovuşturmasına veya hükmün infazına olanak bulunmayan ve gelmesi için yapılan duyuruya rağmen üç ay içinde, savaş sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde bir ay içinde yurda dönmeyen Türk vatandaşlığını sonradan kazanmış kişiler 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 26′ ncı maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığından çıkarılabilirler.
Bu hüküm, Türkiye savaş halinde bulunduğu zaman, doğumla Türk vatandaşı olanlar hakkında da uygulanabilir.
 
Posted in Yazılarım | Türk Vatandaşlığından Çıkarmak için yorumlar kapalı
Şub 02

Milletvekillerinin emekliliğinde 2 yıllık süre de kaldırıldı

haber_50f491a10bc40

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Maalesef bir haber daha okudum ve çok üzüldüm. Benim dediğim vekilim vatandaşları 65 yaşında emekli olması ile ilgili yasalar çıkarırken kendisine ‘Süper Vekil’ yasası hazırlayıp 20 yıl değil, 10 yıl değil, 2 yıldan daha az görev yaparak emekli ediyor.Milletvekilliği bu mu?… Yapılan milletvekilliği yeminleri unutuldu mu?…
 
Vah Türkiye’m vah!
 
Mini Sosyal Güvenlik Düzenlemesi, milletvekillerine 2 yıl dahi görev yapmadan emeklilik aylığı alma hakkı getiriyor. Şimdiye kadar vekiller en az 2 yıl milletvekiliği yapmadan milletvekili emeklisi olamıyordu şimdi yapılan yeni düzenleme ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Geçici 38 inci maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. Eklenen fıkra ile vekiller 2 yıl dahi vekillik yapmadan vekillik emekli aylığı da alacaklar.
 
 
 
*sonkale.org
 
 
Posted in Gündem | Milletvekillerinin emekliliğinde 2 yıllık süre de kaldırıldı için yorumlar kapalı
Şub 01

Gözlerim, Ellerim, Ayaklarım Ol!

images

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kızgın yanardağlar gibi alevim

Kutsal değerlerle beslenen devim
İnsanlık, adalet benim görevim
Tarihte örneği yeterince bol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Kara cahil kısrağını küstürüp
Baharlardan güzel hava estirip
Gel gönlümün zincirini kestirip
Hürriyet, hürriyet, irademe dol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Hiç güzel hislere dalamıyorum
Kendimi huzura salamıyorum
Şaşırdım yolumu bulamıyorum
Edepsiz medyanın saçlarını yol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Saptırmayın yanlış yola siz beni
Sevgilerle dolu tutun gündemi
Arsızlık azıya almadan gemi
Düşün, çalış, sen de gayret et, bol bol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Gövdemi bir adım  sürüyemem ki,
Düşüncemi boşa kürüyemem ki,
Göremem, tutamam, yürüyemem ki, 
Haydi, bir el uzat yahut ta bir kol!
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Dillerde hep “eğerlerle, meğerler”
Tefeciye düşmüş millî değerler
Vatan kokusuyla dolsun ciğerler
Vatana sahip çık, ne demek sağ, sol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
Yeter artık deyip ayılmak için
Şu dünya yüzüne yayılmak için
Asırlar boyunca sayılmak için
Bulmalısın elbet hakiki bir yol
Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
 
 
 
Posted in Şiirlerim | Gözlerim, Ellerim, Ayaklarım Ol! için yorumlar kapalı
Oca 31

Medya Kime Hizmet Ediyor?

images (1)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Necip Türk milleti, bu medyayla senin işin gerçekten çok zor. Senin pirinçleri ayıklaman pösteki (kesilen hayvan derisi) tüylerini saymaya benziyor.(K.Ş.)
 
Yeniçağ gazetesinden Muhsin Küçük günümüz medyasının yaptıklarından bir kısmını şöyle dile getiriyor.(
 
Meselâ Nâzım Hikmet’in Türkiye’den Rusya’ya kaçarak orada ölmesi, onlara göre Türkiye Cumhûriyeti için bir yüz karasıdır, fakat İstiklâl Marşımızın şâiri Mehmet Akif’in Mısır’a gitmek mecbûriyetini duyması ve orada on bir yıl yaşamış olması gurbet romantizmine düşkünlüğündendir!
Meselâ gazeteci ve Milliyet gazetesinin başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi bu devlet ve toplum için bir nâmus lekesidir fakat Ortadoğu gazetesinin milliyetçi-ülkücü başyazarı İsmail Gerçeksöz’ün öldürülmesi sıradan bir cinâyettir. Abdi İpekçi onlarca caddeye, parka, spor salonuna adı verilerek mânen yaşatılması gereken çok önemli bir kişidir, İsmail Gerçeksöz ise ölüm yıl dönümlerinde bile adını anmaya değmez, sıradan(!) biridir!
Meselâ Türk milliyetçisi Avukat Kemal Kerinçsiz’in beş yıldır içeride olması hukuk devleti olmanın gereğidir fakat KCK’lı avukatların tutuklu olarak yargılanmaları insan hakları ihlâlidir!
Sâhip çıktıklarını hepsi de gerçekten seviyor olsalar bâri!
Çoğunun yaptığı, hesapları ve menfaatleri gereğince maktûl ve mağdur sömürücülüğünden ibâret.
 
Posted in Yazılarım | Medya Kime Hizmet Ediyor? için yorumlar kapalı
Oca 30

Altın Sözler

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
*“İnsanlık, cehaletin sakin vadisinde mesut yaşıyordu.” H. Willem Van Loon
 
*“Arûs-ı devleti nâdâna akd eyler felek ammâ//Eger bin cân ile dânâ ederse rağbet el vermez.” Divan şairi Zuhûrî
(Anlamı:“Felek, mutluluk gelinini cahile nikâhlar, ama onu bin can ile bilgin istese, vermez.”)
 
* “Çocuklarım; size emrediyorum; kumandaya itaat edin ve üzerime kurşun sıkınız! Yalnız çehreme hürmet gösteriniz” . Kendisine ateş edemeyen askeri müfrezeye seslenişi ve böylece kurşuna dizilmiştir. Napolyon’un mareşallerinden Ney
 
* “Alçaklıkla zor kullanma arasında bir seçme yapmak gerekirse, zor kullanmayı seçin, derim… Benim beslediğim sakin cesaret, öldürmeden ölmek cesaretidir… Şerefsizliğine alçakça seyirci kalmaktansa, Hindistan’ın şerefini korumak için silaha sarılmasını yeğlerim elbet.” Gandhi
 
* “Darağacına gururla, korkusuz ve sizi aşağılayarak çıkıyorum. Ölümüm kızgın bir alev gibi daha bir çok yüreği ateşleyecek. Muzaffer olarak ölüyorum. Ölümüm zaferimdir.” Ukraynalı anarşist Matrena Prisiazhuik
 
* Boş kaplar çok ses çıkarır. “Susmak bazen en güzel şiirden daha manalıdır.” Adülhak Hamid
 
Posted in Atasözleri Vecizeler | Altın Sözler için yorumlar kapalı
Oca 29

Eşek Kafası

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
İstanbul’a gelen bir köylü, kuyumcu dükkânının önünde durmuş, vitrinini inceliyormuş. Kuyumcu biraz da köylünün kıyafetinden dolayı aşağılayarak:
 
─ Ne bakıyorsun öyle hemşerim? Demiş.
 
─ Hiç. Sizin dükkânda ne sattığınızı merak ettim. Adam alay edercesine cevap verir:
 
─ Biz eşek kafası satıyoruz.
 
Adam:
 
─Allah versin. İşleriniz iyi gidiyora benziyor.
 
Kuyumcu:
 
─Nereden bildin iyi gittiğini?
 
Adam cevaplar:
 
─Baksana, koskoca dükkânda seninkinden başka kalmamış da ondan!
 
 
Posted in Fıkralar | Eşek Kafası için yorumlar kapalı
Oca 28

Eşkiyadan da Beter

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yıl 1936, aylardan da kasımdır. 136 deveden oluşan bir kervan, yükünü Antalya’dan alarak yola çıkmıştı; Konya’ya doğru yol alıyordu.
Kızılay’ın Adana Yedinci İmdat Ekibi’nin kervanıydı. Çadır, yatak, yorgan, giyecek ve un, Konya’daki depolara ulaştırılacaktı. Develere yüklenmiş denklerin üzerinde “Türkiye Kızılay Cemiyeti” yazılıydı, cemiyetin sembolü kırmızı ay işareti de vardı.
Torosları aşmaya çalışırlarken birkaç el silah sesi duyuldu. Yüze yakın atlı eşkıya, ellerinde silahları olduğu halde kervanı çevirmişlerdi. Eşkıya başı öne doğru çıkıp sorar:
-Nereden geliyorsunuz?
Ona ekip başı cevap verir:
-Antalya’dan geliyoruz.
-Yolculuk nereye?
-Konya’ya…
-Yükünüzde ne var?
Eşkıya başı, cevap almaya gerek görmeden develerden birine yanaşır.
Elde edecekleri ganimeti çok merak ediyordu. Deveye yüklü dengin üzerindeki kırmızı ay resmini görünce duraklar.
Okuma yazması yoktu ama Kızılay’ın sembolünü tanımıştır.
Adamlarına döndü, bağırır.
-Silahlarınızı indirin. Bu, tüccar malı değil, Kızılay Cemiyeti’nin malı. Kızılay’ın malına dokunulmaz. Yürüyün, gidiyoruz, der
Atını tepeye, ağaçların arasına doğru sürer. Arkasından adamları da giderler ve gözden kaybolurlar.
Kervan, yoluna devam eder.
 
(Eğitimci yazar Hasan Kallimci, “Ben bu tarihî hatırayı, Dr. Orhan Yeniaras’ın yazdığı, İstanbul’da basılan Kızılay Tarihine Giriş adlı kitabından aldım” diyor ve ekliyor:
“Bu nasıl eşkıyalıktır?” diyenler, inanmazlarsa o kitabı temin ederek bakabilirler.
İnanmamakta da haklıdırlar, çünkü öyle bir zaman içindeyiz ki, 1936 yılının eşkıyasını bile arar olduk…)
 
Posted in Hikayeler | Eşkiyadan da Beter için yorumlar kapalı
Oca 27

Öz Bulamadım

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Sıra, sıra dertler bitmez ağrısı
Hani, nerde  mutluluğun çağrısı
Birçoğunu adam sandım doğrusu
Utanan, sıkılan yüz bulamadım
 
Tüm vicdanlar birer, birer bağlanmış
Para ile makam, mevki  sağlanmış
Türk’e sahip çıkan gözler bağlanmış
Gerçekleri gören göz bulamadım
 
Aç kaldım, süründüm, verdim hep destek
Bencillikten başka görmedim istek
Her zamanı inceleyince tek, tek
Hiç doğrudan yana söz bulamadım
 
Kan sülüklerini vatandan sürdüm
Cumhuriyet kozasını ben ördüm
Pek çok kafaları bağımlı gördüm
Hiç birinde asil öz bulamadım
 
Posted in Şiirlerim | Öz Bulamadım için yorumlar kapalı
Oca 26

Vicdanlara yazılan mektup

images (1)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesine bağlı Kazan köyüne atanmıştı… Mutluydu, hem öğretmenliği çok seviyordu hem de çok istediği Doğu’ya gidip çocuklara ders verme hayali gerçekleşmişti…
Görev yerinde iki gün kaldıktan sonra evini götürmek için memleketine geri geldi… Eşine “İsterseniz siz gelmeyin. Orada şartlar zor, köyde su yok, lojmana tamirat lâzım” dedi… Ama eşi kabul etmedi, “Sait sen neredeysen, ben ve kızım yanındayız” cevabını verdi… Gittiler, şartlar zor olsa da mutluydular…
29 Eylül 1994 akşamı, yemeklerini yemişler, kızlarıyla oynuyorlardı… Köyde su olmadığı için pis sulardan dolayı tifoya yakalanan Aklime Hanım aynı zamanda hamileydi… İlaç kullandığından ayakta duramadığı için, Sait öğretmen eşinden ve kızından yatmalarını istedi…
Aklime Hanım uykudayken kapının çok sert vurulduğunu duydu ve kalktı… Kapıyı açan eşinin karşısında, ellerinde telsizler de bulunan silahlı iki kişi vardı… İçeri girip oturdular… Aklime Hanım “Adamlar kızımızı görünce bize bir şey yapmazlar” düşüncesiyle kızını uykusundan kaldırıp tuvalete götürdü…
Silahlı kişiler Sait öğretmene “Bizi kapıya kadar geçirir misin?” dediler… Öğretmen ve eşi balkona çıkınca, adamlar “Dışarının lambasını söndürün, evinizden çıktığımızı kimse görmesin” diye seslendiler… Kapılarındaki köpeğin kendilerini ısırmaması için ona ekmek vermelerini söylediler… Ardından “Hoca gel, sana da bir şey diyeceğiz” diyerek öğretmeni çağırdılar…
Hanımın hiç aklına gelmemişti iyi kalpli eşini öldürecekleri… Birden kurşun seslerini ve o sesleri takip eden eşinin “Aklime” diye bağırışını duydu… Yerde can çekişen eşine doğru koşup ona sarıldı ve “Beni de öldürün” diye haykırdı… Ortalıkta kimse kalmamıştı, Sait öğretmen o hâliyle “Korkma, ben yaşıyorum” dercesine hanımına işaret yapıyordu…
Aklime Hanım başındaki yazmayı eşinin sağ göğsüne bastırıyordu kanamayı durdurmak için… Bir yandan “Ölme ne olur, çocuğunu gör” diye bağırırken, diğer yandan Azrail gelmesin diye Allah’a yalvarıyordu…
Birden eve döndü, el fenerini aldı ve yardım istemek için köye koştu… Kimse kapısını açmıyor, yardım etmiyordu… Köylüler onu kovuyorlar, “Git, başımıza belâ mısın?” diyorlardı… Eşinin yanına geri döndüğünde kızı “Ne oldu anne, neden bağırıyorsun?” diye soruyor, o tekrar köye yardım istemeye gittiğinde zavallı kızı koşup eve giriyordu…
Çaresizlik içinde çırpınıyor, köylülere “Köyün erkekleri gençleri korkuyorsa, bari kadınlar yardım etsin” diye yalvarırken, kadınlara zarar vermezler diye düşünüyordu… “Bana bir şey yapmadılar, size de yapmazlar” diyor ve onların çocuklarına eğitim amacıyla burada bulunan eşi için “Bari bir at arabası verin, eşimi şehire tedaviye götüreyim” şeklinde adeta yakarıyordu…
Baktı ki kimse yardım etmeyecek, ağır yaralı eşinin yanına döndü… Başını dizinin üzerine koydu… Onun can vermek üzere olduğunu görünce dudaklarını suyla ıslattı, kelime-i şehadet getirtti… Başının altına bir minder koydu, üstünü örttü…
En sonunda köy muhtarının kardeşi geldi ve “Ölmüş kızım, kalk gidelim bize” dedi… Teröristlerin geri gelip, kendisine ve kızına kötülük yapmalarından korktuğu için muhtarın kardeşinin evine sığındı… Şu satırlar Aklime Korkmaz’ın Gökkubbe’ye yazdığı mektuptan: “Evimizin köye uzak olmasından başka, aramızda bir de dere vardı. Dörtbuçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömüldüm, köylülerden yardım istedim. Ben ki köylülerin vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler feryadımdan korkup kaçıyorlardı.”
Sait öğretmen şehit oldu, eşi Aklime Hanım ise iki evlâdı için yaşıyor… Bu ülkede öğretmenler katledildi… Silahsız ve savunmasızlardı… Kimisi bayrak direğine Türk bayrağını çekmekte ısrar ettiği için o direğe asıldı, kimisi öğrencilerinin önünde vuruldu, kimisi telle boğuldu… Diyarbakır Hantepe’de lojmanlarından alınıp katledilen dört öğretmenden ikisi yeni nişanlanmıştı…
 
*Servet Avcı Yeniçağ
 
Posted in Gündem | Vicdanlara yazılan mektup için yorumlar kapalı