
Altın Sözler

“Şeyini şey ettiğimin şeyi!” B.Arınç
Öcalan’ı ve hem de PKK’yı, mağdur ve haklı bir mücadelenin insanları olarak gösterme çalışmaları yoğun bir şekilde sürüyor. Arınç şöyle diyor: “Size üç arkadaştan bahsedeyim; üç kişi Anadolu’dan gelmişler, birisinin adı Durmuş, birisinin adı Yakup, birisinin adı Abdullah. Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde arkadaşlık yapıyorlar. Lise Ankara’da, Maltepe’de, Demirtepe tarafında bir yerde. Okulun karşısında da yurt var. Anadolu’dan gelen bu öğrenciler bu yurtta bir aradalar. Üçü namaz kılıyorlar, üçü de inançlı insanlar. Çok iyi arkadaşlıkları var, Maltepe Camisi’ne gidiyorlar, ders çalışıyorlar. Hepsi Anadolu’dan gelmiş, ailesinden bu eğitimi almış veya bu gelenekleri yaşatan insanlar. Sonra yıllar geçiyor; bunlardan birisi yurt dışında tahsil yapan, Hukuk’ta okurken benim de bir yıl arkadaşlığımı yapan Durmuş Yılmaz olarak Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı oluyor. Uşaklı Durmuş Yılmaz, o üç arkadaştan birisi. İkincisi Yakup İnce, Konya’dan yetişmiş bir mühendis, 30 yıldır Medine-i Münevvere’de mühendis olarak çalışıyor. Üçüncüsü de Abdullah, Abdullah Öcalan. Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nin öğrenci yurdunda, birbirlerini çok seven, namazı beraber kılan, orucu beraber tutan, iftarlara, sahurlara beraber kalkan bu insanların hayatları hangi noktada kesişmiş, hangi noktada ayrılmış. Türkiye’nin son 50-100 yılını bu tablonun içinde görebilirsiniz.”
Hrant Dink’in eşinin; “Bir çocuktan, bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekir” sözlerini hatırlatarak “İşte Abdullah Öcalan da öyle, belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş içinde MİT’in parmağı da olabilecek şekilde şimdi İmralı’da tecritte yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu, bir gençliği var” Bülent Arınç
“Apo için hiç kimse 30 bin kişinin katilidir diyemez. Bunun ispatı mümkün değil. Çünkü Apo katil olarak yargılanmadı. Apo ve PKK olayı farklı şekillerde değerlendirilebilir. Güneydoğu’daki olaylardan dolayı Apo ne kadar suçluysa Teoman Koman da o kadar suçludur.” (Arınç’a Teoman Paşa Soruşturması “, Hürriyet, 7 Haziran 2002.) Arınç’ın hakkında bu açıklamasından dolayı soruşturma başlatılıyor. AKP iktidara gelince durduruluyor.
Özetle, Arınç, Türkiye Cumhuriyeti devletinden nefret ediyor.
*Gazetelerden
1866 Mayıs’ında Girit Rumları (Avrupalılarında teşvikiyle) toplanıp padişah’a bir dilekçe gönderirler. Avrupalı Devletlerin garanti etmiş olduğu ıslahatların yapılmasını isterler. Bab-ı Ali yumuşak davranır; ancak önceden kararlı olan Rumlar Ağustos ayında isyan ederler ve Osmanlı hâkimiyetini tanımadıklarını, Yunanistan’a bağlanmak istediklerini ilan ederler.
Girit’te Hıristiyan ahali dağlara, Müslüman ahali kalelere çekilmeye başlar. Fransa ve Rusya isyanı desteklemekte, İngiltere uygun bulmamaktadır.
Fransa Girit’in artık kangren olduğunu ve kesilip atılmasını, yani Yunanistan’a bırakılmasını ısrarla istemektedir. Keçecizade Fuat Paşa ise, sivilce olduğunu söyler; “Bununla beraber sizde pekala bilirsiniz ki, Girit başımızdır. Baş, hiçbir vakit kesilmez. Başımızı kurtarmak için icabettiği vakit bütün vücudumuzu feda etmek hem hakkımız, hem de vazifemizdir. Biz hak ve vazifemize istimad eden encamı ne olursa olsun her fedakârlığı göze aldırmaya mecburuz”… Sultan Aziz de, Girit’ten vazgeçmeyeceğini; bunun için bir Navarin olması gerektiğini söyler. Avrupa seyahatinde Paris’te Fransız İmparatoru ile görüşürken şöyle der; Girit toprağı Osmanlının kanı ile yoğrulmuştur… Düvel-i Muazzama istifak ederek Yunanistan’a terkini notalarla teklif etseler bile teklifatı meyhumeyi ret ve askerimin son neferine varıncaya kadar cezireye sevk eder ve donanmamdan bir sandal kalıncaya kadar sebat eder ve çaresiz kalınır ise Girit’i o zaman terk ederim.” Bu kararlı tutum müdahaleci Avrupa devletlerini biraz geriletir.
Ömer Paşa Girit’e gönderilir. Asilere büyük darbeler vurur, fakat sonuç alınamaz. 1867’de Sadrazam Ali Paşa bizzat Girit’e gitmeye karar verir. Ali Paşa’da Girit’te kesin netice alamamakla beraber eşkıyanın belini kırar, eşkıyanın ümidi kalmaz. Ali Paşa 1868’de Dersaadet’e döner. Yunanistan’a tahrik ve teşviklerinden ötürü bir kesin uyarı verir. Sekiz gün tanır ve peşinden, Osmanlı donanması Girit’e gidecek yardımları önlemek üzere Yunan sahillerini abluka eder. Eşkıya durumun kötüye gittiğini görünce bir kısmı adadan kaçar. Diğerleri Sultan Aziz’in çıkaracağı affın şümulüne alınır, isyan filen biter. Ancak Girit Osmanlı’ya pahalıya mal olmuştur. Yabancı müdahalelerden ve Devlet-i Aliyye’nin zafiyetlerinden çekinilmektedir. Ve yabancı bir sefirin ALİ Paşa’ya “Bu yeri terk etmeniz gerekse kaça verirsiniz?” diye sorulduğunda, “Aldığımız fiyata!” cevabını vermiştir. Girit’in pahası pek ağırdır.