
“Gezi Parkı” protestolarında öncelikle iyi niyetli olduklarından şüphe duymadığımız pırıl pırıl gençlerin oyuna gelmemesini dilerken 12 Eylül öncesinde yaşadıklarımızı hatırladıkça kaygılanıyorum.

“Gezi Parkı” protestolarında öncelikle iyi niyetli olduklarından şüphe duymadığımız pırıl pırıl gençlerin oyuna gelmemesini dilerken 12 Eylül öncesinde yaşadıklarımızı hatırladıkça kaygılanıyorum.
Kartal ve yılanın kavgasını bilir misiniz? Kartal, yılanı avlamak için türlü türlü tezgâhlar kurar ancak yılan dikkatiyle her seferinde kartalın salvolarını savuştururmuş. Bir gün yine kartal yılanı pençeleriyle kavramış, yılan da kuyruğunu kartalın boynuna dolamış ve mücadele başlamış. İkisi de birbirinden kurtulamıyorlar. Sonunda kartal zor bela birkaç kanat vurarak yerden yükselmiş. İkisi de çırpınırken nefeslenmek için biraz duraksamışlar. Her nasılsa yılanın gözüne aşağıdaki bağ, bahçe, tepe ve derenin güzelliklerine takılmış. İlk kez yukarıdan gördüğü yerlerin güzelliklerine hayran kalmış. Mücadeleyi rölantiye alıp, keyifle seyretmeye başlamış. Kartal da durumun farkına varmış ve yükselmeye başlamış. Yukarı çıktıkça yılan gevşiyormuş. Tam da yılanın zirve sarhoşluğuna kapıldığı anda, pençelerini aralamış ve yılan az önce tepeden baktığı yere düşüp parçalanmış.
Gezi parkı protestoları ‘birkaç ağacın’ kesildiği için mi yapılmaktadır? (Keşke öyle olsaydı.) Ancak hiçbir şey sebepsiz değildir. Bu güne kadar Akepe’nin millî ve manevi değerlerimizle oyuncak gibi oynadığı herkes tarafından bilinmektedir. Atatürk’e, milliyetçiliğe, milli bayramlara, askere,vb. Vatandaşlara hakaret edici tavırlar ve ifadelere karşı bir birikim değil midir? Akepelilerin medyadaki halka yansıyan hareketlerini görüyoruz halkın arasına çıkacak yüzü olmayanlar ‘akil adamları’ devreye sürmediler mi? “Kibirin” alası hepsinde mevcut. Birçok medya kuruluşunun söylediği gibi Akepe’nin ‘maskeli tükenmişlik sendromu’ yaşadığı ifade edilmektedir. Bu ve benzeri protestolarda kışkırtıcılara dikkat etmek gerekir. Terör örgütü ve BDP pusuda beklemektedir. Türkiye’de her ne pahasına olursa olsun karışıklığı tetikleyici hareketlere girişeceklerdir. BDP İstanbul Millet vekili Sırrı Süreyya Önder’in yaptığı gibi…
Demokratik bir seçim dönemine kadar aşırıya kaçmadan Akepe’den hesap sormaya kalkan vatandaşlar siyasilerin yapamadığını yapmış ve güçlü iradesini ortay koymuştur.
Bunun en bariz örneklerinden biri http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26953 kaynaktaki parlamento haberlerinde mevcuttur.
“Parlamento muhabirlerinin “yayla” olarak adlandırdıkları, kulislerin dışında mebuslarımıza sigara ve çay içmeleri için düzenlenmiş lüks bahçeler var. Parlamento çalışmalarından çok yorulmuş(!) milletvekillerimizi her daim burada görmek mümkün. Tabii ki gelenler için söylüyorum. Ara sıra sırf yoklamaya imza atanları kastetmiyorum. Meclis’te o gün genel kurul ve komisyon çalışmaları için zorunlu görevli olan mebuslarımızın yayla geyikleri dillere destan oldu. Oylamalar sırasında koştur koştur içeri giriyorlar, sonra, el kaldır indir. Görev başarı (!) ile ifa olunca haydi yaylaya. Bir zamanlar en hararetli siyasi tartışmaların yaşandığı, ülke meselelerine kafaların yorulduğu kulisler ise bom boş. Danışmanlar koltuklarda bitap şekilde televizyondan genel kurul çalışmalarını izleyip oylama sırasında mebuslarına uyarıcı mesajlar atıyorlar.
İktidar mebuslarına soruyorsunuz “nedir bu hal” diye. “Bize görüşümüzü soran yok ki. İşimiz el kaldırıp-indirmek” diyorlar. Aynı soruyu muhalefet temsilcilerine yönelttiğinizde ise “Adamlar her istediklerini istedikleri gibi geçiriyorlar. Muhalefetin ne önemi kaldı ki” diye cevap veriyorlar. Hepsinin gözlerindeki bitkinlik açıktan okunuyor. “Bitse de gitsek” modundalar. “Meclis Temmuz’da da çalışacak” haberlerine fena halde homurdanıyorlar. Kendi aralarında yaptıkları yayla muhabbetlerinde “Meclisin çalışma süresi niye uzatılacak? Genel Başkanlar çalışıyorlar ya!. Bize ihtiyaç yok. Onlar çalışsın biz memlekete gidelim” diyorlar.
24’üncü dönem milletvekilleri 2 yılda tükendi. Tüm şikayetlerine rağmen “istifa edelim” diyenine rastlamadım.
Gördünüz mü tükenmişlik sendromunu?…
Tüm bu yorgunluklarına(!) rağmen kıyak milletvekillilik yasası bir an önce çıksın diye harıl harıl kulis yapıyorlar.”
Ülkenin bu hale gelmesinin sebeplerinden biri de milletimiz tarafından anlaşılmıştır.
* Sözlerdeki incelik güven yaratır. Düşüncedeki incelik derinlik yaratır. Duygulardaki incelik sevgi yaratır. Bunlara sahip olan insan ise her zaman kendini aratır…
* Sakın vazgeçme! Eğer sen vazgeçersen hak etmeyen biri kazanacak…
* Adam olmayana düşman bile olmam…
* Düşünmeden konuşanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır…
* Gerçek dost yanlış yaptığında seni uyaran, sonrasında ise koruyan kişidir… Yaptığın yanlışı herkese duyuran değil…
* Seni seviyorum demek değil ki marifet, önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını alabilmektir.
* Geçmişte sana zarar vereni unut ama asla o zararın sana neler öğrettiğini unutma..
* Bir insanın ne kadar karaktersiz olduğunu anlamak istiyorsan, aranın bozulmasını bekle. İlk fırsatta en hassas yerinden vurmaya çalışacaktır…
* Kör bir insana rengi anlatmak ne kadar imkansızsa, cahil bir insana laf anlatmak da o kadar imkansızdır…
* Dostluk ulaşılmayacak kadar derin, unutulmayacak kadar güzel ve sadece ender insanlarla yaşanacak kadar özeldir…
Malûm, başlıktaki ifade Memur-Sen Genel Başkanı ‘âkîl adam’ Ahmet Gündoğdu’ya ait… Bu süreci liberallerin, İslâmcıların, Kürtçülerin, radikal solcuların desteklediğini biliyorduk ancak şimdi hayvanları da duyduk!.. Doğrusu tam anlamıyla uygun bir işbirliği koalisyonu denilebilir!..
İlgili kişi Ardahan yolunda bir çobanla karşılaşmış, çoban kendisine artık hayvanların yüzünün güldüğünü söylemiş, ‘akil’ de nasıl güldüğünü sormuş, “Yaylaya çıkacaklar da onun için gülüyorlar” cevabını almış… Ve devam etmiş: “Şimdi çözüm sürecini hayvanlar bile anlamış ama bazı insanlar anlamıyor…”derken
Hangi hayvanların anladığını da bildirirse seviniriz. Bunlar; Öküzler, eşekler, katırlar, tilkiler, çakallar, sırtlanlar vb. hayvanlar mıdır.
Hani bir söz vardır. “Güleriz ağlanacak halimize” diye… Ama biz gülemiyoruz. Ülkenin halini gördükçe kahroluyoruz. Şu anda “akillerden” kaçı ortalıkta görünüyor. Gören bilen varsa haber versin. Hepsi de arazi oldular. “Her şey layığını bulur” diyen Harun Reşit bu günler için mi söylemiş bu sözü acaba?…
Şaşırmış zamane, bataklık buldu
Her taraf acayip mahlûkla doldu
İtin sadakati aranır oldu
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
Artık beyazlıkta islerle biriz
Tepeden tırnağa kokuşmuş kiriz
Her türlü naneyi iştahla yeriz
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
Kin ve hırs bürümüş bütün gözleri
Koyduk ardımızda iğrenç izleri
Hiçbir ilaç temizlemez bizleri
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
Medeniyet pusulasında yöndük
Bir zaman güneştik mum gibi söndük
Düşük ayardaki altına döndük
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
Yalanlarla geçti gündüz gecemiz
Pisliğe batmakta her düşüncemiz
Bu çağda da para oldu ecemiz
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
Şahbaz’ım da şaştı bu işe, fakat
Tükenmiş, kalmamış kimsede takat
Başlara inmekte balyozlu tokat
Böyle ne hallere düştük ya Rabbi!
ABD ve Avrupa’nın asıl hedefi Türkiye’yi Hıristiyan eyaletlere dönüştürmektir. AKP iktidarının daha şimdiden, tehcirle ve mübadele ile giden Ermenilerin ve Rumların torunlarını Anadolu’ya yerleşmeye çağırması da bunun belirgin işaretleridir..
Emekli amiral İlker Güven’in ortaya çıkardığı, ABD Kongresi’nin 1896 tarihli gizli kararında, “Amerika’nın belirleyeceği bir Hıristiyan yöneticinin, Türkiye’nin başkanı olarak seçilmesini müteakip, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut bölgelerinin sınırlarla ayrılması, bu bölgelerin Hıristiyan eyaletleri kabul edilip, Hıristiyan gücünün Utah Eyaleti yönetimi örnek alınarak Türkiye Birleşik Devletleri adında toplanması sağlanacaktır…” deniliyordu.
ABD, hedefinden hiç vazgeçmedi. PKK’nın Ankara’da bir istihbarat organizasyonu olarak kuruluşu ve bugüne kadar ayakta tutularak, Türkiye’yi eyaletlere bölmenin aracı olarak kullanılmasının asıl sebebi bu karardır. Başkanlık sistemi de bu projenin gereğidir.
***
Anadolu’da kurmayı planladıkları federe şehir devletlerinin adlarını ise 2001 yılında “Veneto’dan Batı Karadeniz Bölgesi’ne” sloganlı bisiklet gezisi sırasında açıklamışlardı.
Buna göre Anadolu şu devletlerden oluşacaktı:
“Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya.”
AB’nin İlerleme Raporu ve Başbakanlıktaki Azınlık Çalışma Grubu raporunun öngördüğü, Turgut Özal ve Cemalettin Kaplan’ın kurmak istediği “Anadolu Cumhuriyeti” de işte böyle bir devlet olacaktı!
Bu tabloya evet diyen, Türk de Kürt de olamaz. Bu projeye hizmet edenler, olsa olsa Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail projelerine hizmet eden dönmelerdir.
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26253
Noam Chomsky, daha 7 Temmuz 1982’de The Guardian’a yaptığı açıklamada, “ABD orkestra şefliğinde Batıya kazanılmış İran, Türkiye, İsrail ittifakıyla bölgeyi yönetmeyi amaçlıyor” demişti. Bu, dünya petrol rezervlerinin yarısından fazlasına sahip bu bölge için “Basra çevresinde Şii, Musul çevresinde Kürt, Bağdat çevresinde Sünni” kuklacıklar oluşturma planının teyidiydi… Yeni dünyanın en etkin kitle imha silahları “enerji” hammaddeleriydi…
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26279
Köylü avladığı tavşanı “pişir de afiyetle ye” diye Hoca’ya getirir. Hoca “akşam gel de beraber yiyelim” der. Köylü gelir, Hoca’nın pişirdiği tavşanı bir güzel yerler…
Aradan birkaç gün geçer…
Aaaa o da ne; köylü yine kapıda. Hoca tanımazlıktan gelip sorar: Kimsiniz?
Adam pişkin: Ben, geçen hafta sana tavşan getiren adamım…
Hoca çok istekli olmasa da “buyur” der adama, yemek saati önüne bir kase çorba koyar: Geçen hafta getirdiğin tavşanın suyundan yapılan çorba…
Adam çorbayı iştahla yedikten sonra çeker gider.
Birkaç gün sonra yine kapı… Kapıda üç-dört adam…
Hoca sorar: Kimsiniz?
Adamlar: Biz, sana tavşan getiren adamın komşularıyız!
Hoca çaresiz onları da buyur eder. Yemek saatinde ortaya kocaman bir tas getirir: Bu tasta, arkadaşınızın getirdiği tavşanın suyunun suyu var…
Birkaç gün daha geçer. Yine tanımadığı insanlar belirir Hoca’nın kapısında: Biz, size tavşan getiren avcının komşularının komşularıyız!
Hoca iyiden iyiye sinirlenir bu kez. Yemek saati, elinde kocaman bir tasla girer içeri. Tasın içi su dolu. Misafirlerinin şaşırdığını görünce açıklar: Tasta gördüğünüz şey, o tavşanın suyunun suyunun suyudur…
Mısır Firavun’u II. Ramses’in 3000 Yıllık Cesedi
“Hâl-i âlem ezelî böyle perîşan ancak
Kimi handân kimi giryân kimi nâlân ancak
Bu cihân kimine kasr-ı tarab u ayş u safâ
Kiminin mihnet ile başına zindân ancak.” (Bâkî)
Bâkî’nin çok güzel ifade ettiği üzere insanlık âlemini şöyle bir gözden geçirdiğinizde kiminin zengin, kiminin fakir, kiminin mutlu, kiminin dertli, kiminin âlim, kiminin zâlim, kiminin hayat dolu, kiminin de dünyaya geldiğine bin pişman olduğunu görürsünüz. Dünya kuruldu kurulalı hiçbir devirde değişmeyen bu acı gerçekler karşısında tavrımız ne olmalı? “Batsın bu dünya!” diyerek kadere isyan etmekten başka yapılacak bir şey yok mudur?
Bu konuda Muallim Nâcî’nın şu beytinin az da olsa bana tesellî verdiğini söyleyebilirim:
“İhtilâfâtıyla uğraşmakta dehrin zevk yok
Zevk onun mirsâd-ı ibretten temâşâsındadır.”
Gerçekten de kâinâtın ihtilaflarıyla uğraşmak hiçbir zaman fayda sağlamıyor insana.
Şeyhî’nin (ö. 1431) “Harnâme”sini hatırlayalım. Hikâyenin başkahramanı merkep:
“Ki biriz bunlarınla hilkatte
Elde ayakta şekl ü sûrette
Bunların başlarına tâç neden?
Bizde bu fakr u ihtiyâç neden?” diyerek “merkepler de öküzler de Allah’ın yaratıkları oldukları halde niye öküzlerin boynuzları var da merkeplerin yok?” sorusunu sorar ve kendince hak arama mücadelesine girişir. Oysa sonuçta merkep, boynuz ararken kulak ve kuyruktan da olur:
“Bâtıl isteyü haktan ayrıldım
Boynuz umdum kulaktan ayrıldım.”
Hikâye kahramanının mantığıyla tabiata baktığımızda orada da birçok çelişki çıkıyor karşımıza. Özellikle vahşi canlılar arasında “yaşamak için öldürmek zorundasın” gibi bir kanun hüküm sürüyor. Ancak, olup bitenlere -Muallim Naci’nin yukarıda işaret ettiği üzere- ibret gözüyle bakılabilse meselenin çok daha farklı boyutları olduğu görülür. Söz gelimi, leylek yılanı avlıyor, yılan da fareyi… Leylek olmasa yılan çoğalıyor, yılan olmasa da fareyle baş edilemiyor.
İbret alınmadığı takdirde Harun Reşit’in dediği gibi “Her şey layığını bulur!” (K.Ş.)
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26733
*“İnsanların abdest alıp namaz kılmaları sizi aldatmasın!” (Hz. Muhammed.)
* “Türkleri dışarıdan işgal etmeye kalkmayın, yenemezsiniz. Amma bir kere içeriden ele geçirdiniz mi her şeyi kabul ettirebilirsiniz!” Makyavel
* “Mutlak ve ontolojik hâkimiyet, eski deyimle, kevnî hâkimiyet, elbette ki Tanrı’nındır. Bunu, insanın kullandığı siyasal hâkimiyet ile karıştırıp ’Hâkimiyet Allah’ındır’diye bozgun yaratmak, dine ve Tanrı’ya saygısızlığın ifadesidir. Ve temelinden yalandır. Dindeki, ‘Egemenlik Tanrı’ya aittir’ ilkesinin anlamı ontolojik egemenliktir, siyasal-yönetsel egemenlik değil.
(…) Tanrı’nın hâkimiyeti adına bazen tüm evrensel normları eleştirenlerin kutsallaştırdıkları eski yönetimlerde sultan veya padişah, Tanrı’ya tanınan yetkilerle donatılıp ilahlaştırılmıştır. Çok eskiye gitmeye gerek yok; teokrasilerin laikliğe en yakını olan Osmanlı yönetiminin bile, hem de 1909 Anayasası’nda 5. madde aynen şöyledir: ‘Zat-ı hazret-i padişahînin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mes’uldür’.”
Bu “gayri mes’ul”lüğün yanıtını, büyük din bilginimiz Elmalılı Hamdi Yazır 1909 yılında şöyle verir: “Hâkimiyet-i milliye hilafetten üstündür.” Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ise TBMM’de yaptığı bir 23 Nisan konuşması
*“Hâkimiyet-i milliye hilafetten üstündür.”Elmalılı Hamdi Yazır
* Cumhuriyet, Allah’ın gölgesi olduğunu öne süren sultanın hâkimiyetinden milletin hâkimiyetine, ümmetten millete ve kulluktan özgür birey olmaya geçişin adıdır.
“Dış düşmanlarımız istiyorlardı ki…bir asırdan beri Avrupa’nın anlaşarak taksimle ortadan kaldıramadığı Türkiye’nin mevcudiyetine artık nihayet verilsin. Fakat bu düşmanlar bir şeyde aldanmışlardı. O da Türk’ün yok edilmesi yalnız Avrupa’nın kendi aralarında uyuşup anlaşmasında değil, Türk’ün azim ve imanının kırılmasında idi. Halbuki bu mümkün değildi.” (Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, 89)
* “Bütün Türk âleminin merkezi ve bugünkü ana yurdunda genel Türk tarihinin varis ve mümessili olan Türk milliyeti, vatandaşlık, vatan, dil, din, ırk, kültür, ideal ve müşterek tarih birliğiyle birbirine bağlı fertlerden mürekkep bir kütledir.” İsmail Hami Danişmend
* “Hiçbir gün doğuşu, bizi, bir gün batışının bıraktığı yerde bulamaz.” Doğulu düşünür Halil Cibran (ölm.1931)
* “Bir su’da iki kez yıkanılmaz” Heraklit