Mar 10

SİZ ANAYASAYI TANIMIYOR MUSUNUZ?

SİZ ANAYASAYI TANIMIYOR MUSUNUZ?

Anayasanın 26. maddesine göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” Bu maddenin açık hükmüne göre, hükümetin istifasını istemek hakkı hiçbir şekilde engellenemez.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasasından söz ediyorum. Siz bu anayasayı tanımıyor musunuz?
Anayasanın 26. maddesi, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” diyor. Siz bu maddeyi tanımıyor musunuz?

  1. maddede, hangi hâllerde bu hürriyetlerin sınırlanabileceği de kayıtlıdır:
    “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”
    Tribünlerden yükselen “hükümet istifa!” sözü, sınırlamayı gerektiren hâllerden birine giriyor mu?
    “Hükümet istifa!” demek, “millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği”nin “korunması”nı ortadan kaldırıyor mu? Taraftar “hükümet istifa!” diye sesini yükseltince bunlar korunamamış mı oluyor?
    Taraftar “hükümet istifa!” diye sesini yükseltince “Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” korunamamış mı oluyor?
    Taraftar “hükümet istifa!” diye sesini yükseltince “Suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması” mümkün olmuyor mu?
    Taraftar “hükümet istifa!” diye sesini yükseltince “Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgiler” açıklanmış mı oluyor?
    Taraftar “hükümet istifa!” diye sesini yükseltince “başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi” mümkün olmuyor mu?
    Taraftarın “hükümet istifa!” diye sesini yükseltmesi, sınırlamayı gerektiren hâllerden hangisine giriyor?
    Maddenin baş kısmını tekrar yazıyorum:
    “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
    Anayasanın bu hükmüne göre “herkes”, “düşünce ve kanaatlerini”, “söz” ile “açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
    Siz bu maddeyi tanımıyor musunuz? Yoksa maddedeki “herkes” kavramı içine tribünlerdeki taraftar girmiyor mu?
    Madde açıktır. “Düşünce ve kanaatlerini” “herkes”, “tek başına veya toplu olarak” “açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
    Siz anayasayı tanımıyor musunuz? Yoksa siz kendinizi anayasanın üstünde mi görüyorsunuz? Yoksa siz… Anayasanın 66. maddesinde belirtilen “vatandaş” tanımına mı girmiyorsunuz?

Alıntı: Ahmet B. Ercilasun

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | SİZ ANAYASAYI TANIMIYOR MUSUNUZ? için yorumlar kapalı
Mar 09

DİYANET’İN VATANSEVER İLK BAŞKANI RİFAT BÖREKÇİ

DİYANET’İN VATANSEVER İLK BAŞKANI RİFAT BÖREKÇİ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde Millî Mücadele bünyesinde Mustafa Kemal Paşa’ya bir din bilgini olarak en önemli ve en güçlü desteği Mehmet Rifat Efendi (Börekçi) verdi.
5 Eylül 1919‘da Ankara’nın ileri gelenleri Padişah Vahdettin’e telgraf çekip hem Kurban Bayramı’nı tebrik etmek, hem de Ankara Valisi Muhittin Paşa’yı şikâyet etmek istemişlerdi.
Ancak Sadrazam Damat Ferit, “Padişahla doğrudan doğruya görüşülemeyeceği”
gerekçesiyle telgrafı kabul etmemişti.
Buna çok kızan Müftü Rıfat Efendi ve Ankaralılar,İstanbul’a çektikleri başka bir telgrafla “Padişah ve onun hükümetini tanımadıklarını” bildirmişlerdi.
Bu olaydan sonra Rıfat Efendi, bir anlamda padişaha isyan edip tamamen Kuvayı Milliye saflarına geçmişti.
Ankara Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti 29 Ekim 1919’da Müftü Mehmet Rifat Efendi’nin başkanlığında kuruldu.
Rifat Efendi, vilayete bağlı liva ve kazalarda da cemiyeti teşkilatlandırdı. Ayrıca Ankara’da bir gönüllü alay kurulmasına öncülük etmişti.
O sırada Milli Mücadele’ye karşı çalışan Ankara Valisi Muhittin Paşa 28 Ekim 1919’da Kuvayı Milliyecilerce tutuklanıp İstanbul’a gönderilmişti.
İstanbul Hükümeti, onun yerine Ziya Paşa’yı Ankara’ya vali tayin etmişti.
Ancak Ankara Müftüsü Rıfat Efendi, bu yeni valiyi bir mektupla tehdit etmişti.
Eskişehir’e kadar gelen Ziya Paşa, hocanın tehdidi üzerine oradan geriye dönmek zorunda kalmıştı.
Atatürk, Nutuk’ta Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’nin bu direnişinden övgüyle söz eder.
Heyet-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’ya davet etti. Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya 27 Aralık 1919’da geldi.
Rıfat Efendi, “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız.Canla başla sizinle beraberiz” diyerek Atatürk’ü karşılamıştı. Ağır bir yokluğun olduğu o günlerde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Ankara’ya gelişlerinin ilk haftasında önderliğini
Müftü Mehmet Rifat Efendi’nin yaptığı bağış toplama faaliyetlerinin sonucunda Ankaralılar 46500 Lira toplayıp Heyet’e teslim etti.
Ayrıca, Rifat Efendi kendisi ve eşi için cenaze ve defin masraflarını karşılamak üzere muhafaza ettiği
1000 Lira’yı Mazhar Müfid’e (Kansu) teslim etti.
Kansu hatıralarında daha sonra bu olayı kaleme almış, o görüşmeyi tüm detaylarıyla anlatmıştır.
Kansu ayrıca Milli Mücadele için yola çıkan Gazi Paşa ve arkadaşları hakkındaki idam fermanına
Börekçi’nin karşı bir fetva yazdığını da şu cümlelerle anlatıyor:
“Müftü Efendi’yi Mustafa Kemal Paşa çok severdi. İstanbul’un “huruç alessultan” (Padişah’a isyan) fetvasıyla idamımıza hüküm verdiği zaman bunu cerh ve reddeden bir fetvayı Müftü Efendi topladığı ulema ile müzakere ederek vermişti.Paşa da, Rifat Efendi’ye Diyanet İşleri Reisi iken her hafta yaver gönderir, bir arzusu olup olmadığını sordururdu.Resmî otomobili yok iken bir otomobil tahsis ettirmişti.”
Mehmet Rifat Efendi’nin Millî Mücadeledeki asıl anılması ve Milletçe minnet ile yad edilmesi gereken hizmeti, Millî Mücadelenin doğru ve bu mücadeleye katılmanın her Türk üzerinde bir borç olduğu yönündeki fetvasıdır.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra
Türk topraklarında başlayan düşman işgalleri üzerine Anadolu’da Millî Mücadelenin kıvılcımları tutuşmaya,
kalplerde ateş yanmaya başlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından itibaren ise vilayetler arasında iletişim ve iş birliği sağlanarak merkezî nitelik kazanma yoluna girmişti.
Bu durumdan İstanbul’daki hükûmet rahatsızlık duymakta idi. Öyle ki İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf Devletlerince işgal edilmesinin ardından Damat Ferit Paşa Hükümeti bu rahatsızlığı Millî Mücadelede yer alan komutanların bu görevlerinden azline ve tutuklanarak İstanbul’a getirilmesine
emir vermeye ve hatta iki bin kişilik Kuvay-ı İnzibatiye adıyla özel bir birlik teşkil ederek üzerlerine yürümeyi tasarlamaya kadar işi azıtmıştı.
Bu konuda dini kullanmaktan da geri durmayan hükümet bir fetva yayınlanmasını istemiş, Dürrizade Abdullah bu fetvayı vereceğini söyleyince Şeyhülislamlığa tayin edilmiş ve Damat Ferit Paşa Hükûmeti de böylelikle kurulmuştur.
Dürrizade, hükümetin kurulduğu gün yani 5 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın katline ve 11 Nisan 1920’de de Millî Mücadele hakkında fetva verdi.
Anadolu’daki Millî Mücadele harekâtının Padişah ve Halife’ye karşı bir isyan olduğu, bu harekâtın içinde bulunanlara karşı saldırı yapılmasının gerekli olduğu, yakalandıklarında öldürülmelerinin dinen vacip olduğu, bu mücadelede öldürülürler ise şehit olacakları” ileri sürülmüştü, gazetelerde yayımlanmış, ayrıca Anadolu’da İngiliz ve Yunan uçakları ile ve bir kısım kendini bilmez kişiler tarafından halka dağıtılmıştı.
Bu vahim gelişme Türk Milleti’nin şahlanışının daha ilk membaında boğulması sonucunu doğuracaktı.
İşte tam bu sırada meseleyi bütün yönleriyle ele alarak İslam dininin doğru hükmünün ortaya konulması ve Millete duyurulması gerekiyordu.
Bu yüce görevi Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi bizzat kendi kalbinin sesiyle yerine getirmiştir; hem İslam dini, hem akıl ve mantık ve hem de siyaset bakımından
tüm zamanların şaheseri olarak görülmesi gereken “Fetva”yı Ankara’da bulunan beş müftü, dokuz müderris ve medrese müdürü ile altı kişilik ilmiye sınıfından müteşekkil toplam 20 zevat ile hazırlamıştır.
Bu “fetva” 19-22 Nisan 1920 tarihlerinde Öğüt, İrade-i Millîye ve Açık Söz başta Millî Mücadeleye destek veren gazetelerde yayımlanmıştır.
“Fetva”, Mustafa Kemal Paşa’nın emirleri ile bütün yurt sathına gönderilmiş, yerel gazetelerde yayımlanmış ve ayrıca İstanbul’da yayımlanan gazetelerde de yayımlatılmıştır.
Bu “fetva” ellerine ulaşınca Anadolu’nun çeşitli vilayet ve kaza müftüleriyle din bilginlerinden davaya inanan yüz elli ikiyi aşkın zevat tarafından “yukarıdaki kıymetli fetva yüce şeriata uygundur” sözleriyle tasvip ve tasdik edildiği Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 5 Mayıs 1920 tarihli sayısında duyurulmuştur.
Bu “fetva” üzerine Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi, Damat Ferit Paşa Hükûmeti tarafından müftülük görevinden azledilmiş, idamına karar verilmiş ve idamın infazı için yakalanarak İstanbul’a getirilmesi istenmiştir.
Bu karar Padişah Vahdettin tarafından 15 Haziran 1920’de “yakalandığında muhakeme edilmek üzere” onaylanmıştır.
İstanbul Hükûmeti’nin ve İslam Halifesi olan Padişah’ın bu emri yani, bir Müftünün görevinden azledilerek idam edilmesi emri, Osmanlı Halifelik tarihinde ilk ve son emir olarak tarihe geçmiştir.
23 Nisan 1920’de Müftü Efendi’nin de içinde yer aldığı Hey’et-i Temsiliye üyelerince Cuma namazını ve ardından Hacı Bayramı Veli’nin türbesinde yapılan duayı müteakiben Ankara’da açılmış
bulunan Büyük Millet Meclisi tarafından Ankara Müftülüğü görevinde tutulmuştur.
Mehmet Rifat Efendi 31 Mart 1924’te Cumhuriyet kurumu olarak kurulanDiyanet İşleri Reisliği’ne ilk Diyanet İşleri Reisi olarak atandı.
Bu görevinde iken Ekim 1930’da 65 yaşını doldurunca hizmetinden, yetenek ve uzmanlığından yararlanmak üzere Bakanlar Kurulu’nun 22 Ekim 1930 tarih ve 10112 sayılı kararnamesi ile
görevine devamı kararlaştırıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı görevini vefat ettiği 5 Mart 1941’e kadar sürdürdü. Rıfat Börekçi Atatürk ile arasındaki samimiyeti şöyle anlatıyor: “Ata’nın huzuruna geldiğimde beni ayakta karşılardı… ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır’ buyururlardı.Atatürk şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet edencahil din adamlarını sevmezdi.”

***

Kaynaklar: *ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Haz. Zeynep Korkmaz, Cilt I-II. *AYBARS, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt I, İzmir 1987. *BAYKARA, Tuncer, Millî Mücadele, Ankara 1985. *KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt II, Ankara, 1968. *KUTAY, Cemal, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Ankara 1973. *SARIKOYUNCU, Ali, Millî Mücadelede Din Adamları, Cilt I İkinci Bölüm, Cilt II, Ankara 1997. *SELEK, Sabahattin, Millî Mücadele, Cilt II, İstanbul 1982. *TBMM Zabıt Ceridesi, c.I, s.92. *SARIKOYUNCU, age, s. 168. Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, s. 352. *ERCÜMENT DEMİRER, Din Toplum ve Atatürk, s.10.

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , , | DİYANET’İN VATANSEVER İLK BAŞKANI RİFAT BÖREKÇİ için yorumlar kapalı
Mar 08

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve politik başarılarını kutlandığı küresel bir gündür.  Bugün, kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Aynı zamanda dünya çapında cinsiyet eşitsizliğine karşı harekete geçmenin amaçlandığı Dünya Kadınlar Günü’nde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ‘ün sözleri de bir kez daha hatırlanmaktadır.

Kadınların toplumsal hayatın her alanında eşit ve adil şekilde temsilinin sağlanmasını amaçlayan bir gün olan Kadınlar Günü kutlu olsun

“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır.” M. Kemal Atatürk

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ için yorumlar kapalı
Mar 07

YÜREKLER KAN AĞLADI

YÜREKLER KAN AĞLADI

* * *

Acılar peşimizi bırakmadı bir türlü

Akıl, fikir adalet hoş bakmadı bir türlü

Bilim o ışığını hiç yakmadı bir türlü

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Doğa insanoğluna hep cömerttir her vakit

Her şeyi açık seçik hatta merttir her vakit

Doğru kullanmayana fazla serttir her vakit

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Doğayı hiçe sayıp çullandık mı acaba?

Allah “akıl verdim” der, kullandık mı acaba?

Sonra deriz korkuyla sallandık mı acaba?

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Uzmanların tamamı “deprem öldürmez” diyor

Bu zayıf binaları kimler, nasıl dikiyor?

Millet perişan halde dişlerini sıkıyor

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Nasıl güvenmez insan hele devlet var ise?

Devletine sevdalı necip millet var ise

Yoktur hukuk, adalet eğer zillet var ise

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Günahı bile bile serbest edip zinayı

Fay hattının üstüne kondurdunuz binayı

Bilmem ki nerenize yakmalıyız kınayı

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

“İmar affı” verilen binalar mezar oldu

Binlerce evladımız batan gün gibi soldu

Milletin aradığı yardım eden bir koldu

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Acıyı anlatmaya sözcükler, diller yetmez

Benlik esaretine uzman ehiller yetmez

Hırs küpü insanlara dahi akiller yetmez

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

Bunda hayır ne gezer, tamamıyla bir şerdir

Her iki cihanda da adalet muteberdir

Felaket dedikleri sözün bittiği yerdir

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

* * *

“Kader” deyip Allah’a suçu yükledik ama

Bunca işbilmez nasıl çöreklendi makama?

Can gitti, canan gitti, muhtacız bir ham dama

Bilin ki; bu yüzdendir binlerce can ağladı

Akıllar durdu bugün, yürekler kan ağladı

 6.2.2023

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , , , , , , | YÜREKLER KAN AĞLADI için yorumlar kapalı
Mar 06

TÜRK EDEBİYATINDAN BİR ÖMER SEYFETTİN GEÇTİ

TÜRK EDEBİYATINDAN BİR ÖMER SEYFETTİN GEÇTİ

Türk edebiyatının dur durak bilmeden yazan önemli kalemlerinden Ömer Seyfettin vefatının 103.yılında sevenleri tarafından anılıyor.

“Kaşağı”, “Falaka”, “Diyet”, “Yalnız Efe”, “Pembe İncili Kaftan” ve “Perili Köşk” adlı kitapların da aralarında bulunduğu çok sayıda esere imza atan, Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Ömer Seyfettin’in vefatının üzerinden 103 sene geçti.

Yüzbaşı Ömer Şevki Efendi ile Fatma Hanım’ın oğlu olan usta yazar, 11 Mart 1884’te Balıkesir’e bağlı Gönen’de dünyaya geldi.

Usta edebiyatçı, 7 yaşına kadar kaldığı Gönen’de, 4 yaşından itibaren medrese eğitimi veren mahalle mektebine gitti.

Babasının Ayancık’a atanmasının ardından sübyan mektebine başlayan yazar, verilen eğitimi beğenmeyen ailesi tarafından 1892’de İstanbul’da Mekteb-i Osmani’ye yazdırıldı.

RÜŞTİYEDE TİYATROYLA TANIŞTI
Ömer Şevki Efendi, kendisi gibi asker olmasını istediği oğlunu Eyüpsultan Askeri Baytar Rüştiyesi’ne yerleştirdi.

Rüştiyedeki eğitimi sırasında tiyatroyla tanışan ve yazmaya ilgi duyan Seyfettin, rüştiyeden arkadaşı Aka Gündüz ile Edirne Askeri İdadisi’nde eğitimine devam etti. Her iki okul, usta yazarın askeri kimliğinin yanı sıra edebiyata yönelmesinde önemli rol oynadı.

İdadinin son sınıfındayken, yazdığı şiirleri çeşitli dergilere gönderen Seyfettin’in ilk şiiri Mecmua-i Edebiyye’de yayımlandı.

JANDARMA ÖRGÜTÜNÜN İZMİR’DEKİ KURULUŞ ÇALIŞMALARINDA YER ALDI
Ömer Seyfettin, 1900’de İstanbul Kara Harp Okuluna girdi. Okuldan 1903’te mezun olan yazar, kura sonucu Kuşadası Redif Taburu’na atandı. Aynı yıl Kuşadası Redif Taburu’nda yaşanan karışıklıklar dolayısıyla göreve Kuşadası’nda değil Rumeli’de başladı.

Selanik ve Manastır’a bağlı Pirlepe’de çeşitli görevlerde bulunan Seyfettin, elde ettiği başarılar nedeniyle iki liyakat madalyasıyla ödüllendirildi. İsyanın bastırılmasının ardından 6 Eylül 1904’te bağlı bulunduğu taburla Kuşadası’na döndü.

Askeri okullardaki eğitimini başarıyla tamamlayan Seyfettin, 1907’de İzmir’de açılan Jandarma Okulu’nda öğretmenlik yaptı ve jandarma örgütünün İzmir’deki kuruluş çalışmalarında yer aldı. Burada “İzmir”, “Ahenk” ve “11 Temmuz” adlı gazete ve dergilerde yazılar kaleme aldı.

ÖNEMLİ YAZAR VE FİKİR ADAMLARINI TANIDI
Usta edebiyatçı, Baha Tevfik, Şahabettin Süleyman ve Yakup Kadri gibi önemli yazar ve fikir adamlarını tanıdı ve idadiden arkadaşı Aka Gündüz’den sonra edebi çevresini genişletmeye başladı.

Baha Tevfik’in teşvikiyle Fransızcasını ilerleten Seyfettin’in, yazdığı birkaç Fransızca şiir, “Perviz” imzasıyla “Mercure de Soleil” mecmuasında yayınlandı. Aynı yıllarda, “Serbest İzmir”, “Sedad” ve “Muktebes” adlı süreli yayın organlarında yazı ve şiirleri okuyucuya ulaştı.

Ömer Seyfettin, ordudaki görevinden 1911’de ayrılarak Selanik’e gitti. Askeri rüştiyede başlayan şiir yazma merakı, artık merak olmaktan çıkarak hayatı boyunca devam ettirmek istediği bir uğraş haline geldi.

Selanik ve Manastır’da yayınlanan “Bahçe”, “Kadın”, “Hüsn ve Şiir”, “Tenkid” ve “Piyano” mecmualarına şiirler gönderen yazar, Fransız edebiyatından, özellikle Catulles Mendes’ten çeviriler de yaptı.

Ziya Gökalp, Seyfettin’in hayatını yakından etkileyen isimlerden biri oldu.

Edebiyat-ı Cedide topluluğuna uygun şiirler ya da Fransız edebiyatından çevirilerle meşgul olan usta kalem, daha önce bir iki deneme yaptığı hikâyeye bir daha vazgeçmemek üzere geri döndü.

Seyfettin ve arkadaşları, 1911’de “Genç Kalemler” dergisini okurla buluşturdu. Derginin ilk sayısında Seyfettin’in imzasız yazdığı “Yeni Lisan” adlı başmakale, milli edebiyatın meydana gelmesinde ilk basamağı teşkil etti. Türklerde edebiyat alanında yeni bir uyanışın gerçekleştiğine dikkat çekilen makale ve dergi, Türk edebiyatının dönüm noktalarından biri olarak gösterildi.

BALKAN SAVAŞLARININ BAŞLAMASI ÜZERİNE TEKRAR ORDUYA DÖNDÜ
Yazar Seyfettin, Balkan Savaşlarının başlaması üzerine, yaklaşık bir yıllık yoğun matbuat ve edebi faaliyetten sonra tekrar orduya döndü.

Garp ordusunda önce Kosova’da Sırplara karşı, sonra Yanya’da Yunanlılara karşı yaklaşık beş ay savaşan Seyfettin, esir düştü ve Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında 10 ay kadar esaret hayatı yaşadı. Yazar, 17 Aralık 1913’te İstanbul’a döndü.

Esaret yıllarını tefekkür dönemi olarak değerlendiren usta edebiyatçı, bir taraftan hikâyeler kaleme alırken, diğer taraftan dil, kültür ve hayat üzerine düşüncelerini geliştirmeye çalıştı.

“”YENİ LİSAN” MAKALELERİNDE VÜCUT BULDU
Ziya Gökalp’le tanışmasının ardından memleket gerçeklerine yönelen yazar, ilk hikâyesini Balkanlardaki görevi sırasında tuttuğu günlüklerden hareketle “İrtica Haberi” adıyla Genç Kalemler’de yayınladı.

Seyfettin, 23 Şubat 1914’te askerlikten bir kez daha ayrılarak İstanbul’a döndü.

Kısa bir süre sonra annesini kaybeden yazar, “Türk Sözü” ile yeniden yazarlığa başladı ve bir süre de “Yeni Mecmua”nın yayın sorumluluğunu üstlendi.

Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yapan yazar Seyfettin, Ali Canip ile kısa bir süre Tetkikat-ı Lisaniye’de encümen üyeliği yaptı.

Ömer Seyfettin, ders kitapları ve müfredat çalışmalarına katıldı, kaleme aldığı yazılarında ise yabancı okulların kapatılması ve bunların yerine milli okulların açılması yönünde görüşlerini dile getirdi.

Harbiye Nezareti’nin kültür ve sanat adamları için 1915’te Çanakkale cephesine düzenlediği geziye katılan usta kalem, aynı yıl İttihat ve Terakki Fırkası’nın ileri gelenlerinden Besim Ethem Bey’in kızı Calibe Hanım’la evlendi. Çiftin, Hatice Fahire Güner adını verdikleri kızı, 1917’de dünyaya geldi. Seyfettin, çok uzun sürmeyen bu evliliğin ardından 1918’de yalnızlık ve bekârlık günlerine geri döndü.

YENİ MECMUA’DA EN ÜRETKEN YILLARINI YAŞADI
Ömer Seyfettin’in Yeni Mecmua’nın başında bulunduğu dönem, hikâyeciliği yönünden en üretken yıllar oldu. “Eski Kahramanlar” serisindeki hikâyelerini de yazdığı 1917-1918’de, 32 hikâyesi yayınlandı.

Usta hikâyeci ölümüne kadar geçen sürede bir taraftan sağlık problemleriyle uğraşırken, diğer yandan kalem faaliyetlerine ve öğretmenliğe devam etti. İşgal günlerinin acı ve endişesi içinde hastalığı ilerleyerek yatağa düştü.

Henüz 36 yaşındayken 6 Mart 1920’de şeker hastalığı nedeniyle vefat eden Seyfettin, Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedildi. Mezarlık tramvay garajı yapılınca, Seyfettin’in kabri 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na taşındı.

150’YE YAKIN HİKÂYE KALEME ALDI
Ömer Seyfettin, ölümünden sonra bulunan el yazıları ve arkadaşlarına gönderdiği mektuplarda yer alan 100’e yakın şiire imza attı.

Roman denemeleri “Ashab-ı Kehfimiz”, “Harem”, “Yalnız Efe” ve “Efruz Bey” ile 150 civarında hikâyeyi kaleme alan yazar, mensur şiir, fıkra, hatırat, mektup, makale ve çeşitli türlerdeki tercümelerden oluşan geniş bir külliyata imza attı.

Modern Türk hikâyeciliğinin kurulmasında öncü rol üstlenen Seyfettin, hikâyelerinin konularını belirlerken sadece kişisel tecrübesiyle sınırlı kalmadı.

Seyfettin, çocukluğundan itibaren okuduğu okullar, çalıştığı, gezip gördüğü yerlerde edindiği izlenimler, duyduğu, dinlediği olaylar, okuduğu kitapların yanında, yaşadığı devirdeki sosyal ve siyasi olaylar, Türk tarihi, Türk kültür ve medeniyeti gibi konularla kaleme aldığı hikâyelerinin çerçevesini oluşturdu.

Alıntı: Yeniçağ Gazetesi

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , | TÜRK EDEBİYATINDAN BİR ÖMER SEYFETTİN GEÇTİ için yorumlar kapalı
Mar 05

TEŞKİLAT ADINA CEZALANDIRMA

“TEŞKİLAT ADINA CEZALANDIRMA”

Sevgili Barış Terkoğlu Cumhuriyet’te “Ateş cinayetinde çözülen düğüm” başlıklı yazı ile Sinan Ateş’e kıyanlara, Ankara’da kimlerin kılavuzluk ettiğini ortaya çıkardı. Önce yazıyı okuyalım.

“Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş, 30 Aralık’ta, Ankara’nın ortasında, güpegündüz öldürüldü. Suikasti o günden beri konuşuyoruz. Ne kadar inkâr etseler de Ateş, siyasi bir cinayete kurban gitti. MHP içinde bir ekip tarafından hain ilan edilmiş, hedefe konmuştu. Haliyle bir torbacıya ihale edilen katledilmenin ucu, çok başka yerlere uzanıyordu.

Tetikçi Eray Özyağcı halen firari. Ancak geçtiğimiz günlerde tutuklanan kritik bir isim var: Tolgahan Demirbaş. Kamuoyu, Ülkü Ocakları Genel Merkez Eski Yöneticisi olan Demirbaş’ın adını, tetikçi Eray Özyağcı’yı, cinayetin ardından kaçırdığı suçlamasıyla konuşmuştu. Tolgahan Demirbaş’ın cinayetin hemen ardından, MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un bulunduğu evden gözaltına alındığı ve birilerinin müdahalesiyle serbest bırakıldığı gündeme gelmiş, MHP bunu yalanlamıştı.

Demirbaş’a yönelik ikinci adım, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın ifadeye çağırması, ardından serbest bırakılmasıyla atıldı.

Çekirge üçüncüde sıçrayamadı…

Demirbaş, cinayetten neredeyse bir ay sonra, geçen hafta tutuklandı. MHP’den gelen açıklamalarda ise özellikle Demirbaş’a sahip çıkılması dikkat çekiyordu. Olcay Kılavuz’a ve Semih Yalçın’a yakınlığıyla bilinen Demirbaş, cinayetin siyasi ayağındaki kritik halka gibi görünüyor. Haliyle, devletin cinayeti çözmeye çalışan kanadı onun üstüne yoğunlaşırken soruşturmanın yukarıya doğru uzanmamasını isteyen bir başka taraf ise Demirbaş’ı kurtarmaya çalışıyor.

Peki Tolgahan Demirbaş’la ilgili deliller neler?

Ankara’da soruşturmayı yürütenler bu soruya “çok” yanıtını veriyor. Ancak bugün size kulislerden değil, soruşturma dosyasının içindeki somut bilgilerden bahsedeceğim.

Cinayet günü şüpheli telefon

Önce bir kafeden söz edeyim: Marco Pascha. Kafe Kayseri merkezli. Ankara’daki şubeleriyle büyümüş. Sahibi olan Aytaç Ataç ise 11 yıldır buranın başında. Ataç’ın, Ankara Gölbaşı’nda şirketi Selçuklu AŞ. adına kayıtlı, 74 dönümlük bir arazisi var. Gözlerden uzak bir çiftliği bulunuyor.

Aytaç Ataç, Sinan Ateş cinayetinde gözaltına alındığında, kimse neler olduğunu anlamadı. Ta ki 23 Ocak’ta Emniyet’te verdiği ifadeye kadar…

Anlattığına göre Tolgahan Demirbaş ile 8 senedir arkadaştı. Ataç, “Tolgahan Demirbaş’ı eski Ülkü Ocakları başkan yardımcısı olarak bilirim” diye anlatıyor. Demirbaş, Ataç’ın kafesine nargileye geliyor, çiftliği, sahibi Aytaç Ataç olmadan da kullanıyor.

Sinan Ateş’in katledildiği 30 Aralık günü, cinayetten 2.5 saat önce, saat 11 civarında, Demirbaş, Ataç’ı aradı. “Bugün çiftliğe gidecek misin” diye sordu. Ataç, “Gitmeyeceğim” dedi.

Ataç, saldırıyla ilgisi olmadığını, cinayeti sosyal medyadan öğrendiğini iddia ediyor. Cinayet sonrasında Ataç ile Demirbaş arasında bir konuşma olmuş. Ataç, Demirbaş’ı arayarak Sinan Ateş’e saldırıyı sormuş. Demirbaş, bilgisi olmadığını söyleyerek kapatmış. Birkaç gün sonra da aynı diyalog geçmiş. Peki gerçekten öyle miydi?

9 ay önce takipte

Yanıtı için, size tutuklanan bir başka isimden, Çağlar Zorlu’dan bahsedeyim. Diyeceksiniz ki Çağlar Zorlu, Aytaç Ataç, Tolgahan Demirbaş arasında nasıl bir ilişki var?

Ataç, Çağlar Zorlu’yu nasıl tanıdığını polise şöyle anlattı:

“Çağlar Zorlu’yu, 2-3 yıl kadar önce, Kayseri’den bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdım. Çağlar’ı bana tanıştıran arkadaşım, MİT’te memur olarak görev yaptığını söylemişti. Daha sonra Çağlar’ın Kömür İşletmeleri’nde çalıştığını öğrendim. 2022 yılının ocak veya şubat ayında, kafeme müşteri olarak geldiklerinde, aynı masada oturduğumuz için tanıştırdım.”

Bu üç kişinin tanışıklığının, Sinan Ateş cinayetiyle ne ilgisi var? Bunu da Ataç kendisi söylesin:

“2022 yılının mart ayında, Tolgahan ve Çağlar yanımda oturduklarında, Tolgahan, Çağlar’a, ‘bir adres bulmamız lazım, yardımcı olabilir misin’ dedi. Çağlar da ‘yardımcı olabilirim’ dedi.”

Kimin adresini istemiş olduğunu tahmin ediyorsanız, doğru bildiniz. Ataç kendisi söylesin: “Çağlar daha sonra kafeye geldiğinde, Tolgahan’ın kendisinden istemiş olduğu adresin, Sinan Ateş’in adresi olduğunu bana söyledi.”

Sanırım anlaşıldı. Polisin ve savcılığın elindeki bilgiye göre, Ülkü Ocakları Yöneticisi Tolgahan Demirbaş, cinayetten 9 ay önce, Sinan Ateş’in peşindeydi. Devletin imkânlarıyla takip etmeye çalışıyordu. Çağlar Zorlu’dan yardım istedi. O da etti.”

‘Eski MİT çalışanı olduğu için’…

Ataç, 23 Ocak’ta sevk edildiği savcılıkta, daha kritik bir ayrıntıyı itiraf etti:

“Çağlar, bana, ‘Abi bunlar benden konum istiyorlar, bir arkadaşın (Sinan Ateş) kulağını çekeceklermiş, yardım istiyorlar’ dedi.”

Ataç’ın anlattığına göre, Tolgahan Demirbaş, Çağlar Zorlu’ya, Sinan Ateş’in telefonunu göndermişti. Cep telefonu sinyallerinin verdiği konum bilgilerinden takip edeceklerdi. Peki, neden Çağlar Zorlu’dan istediler? Avukatı, mahkemede şöyle açıkladı: “Müvekkilim eski bir MİT çalışanı olduğu için böyle bir talepte bulunuyorlar, açıkçası bunu kullanmak için yardım istiyorlar.”

Peki verdi mi? Zorlu, konum bilgilerini vermiş. Ancak kendisinin anlattığına göre, Sinan Ateş’in öldürüleceğini bilmiyormuş, hatta numaranın onun olduğunu bile bilmiyormuş, konum bilgilerini de uyduruyormuş.”

‘Hepsini sil’ uyarısı

Bir telefon konuşması da Ataç ile Zorlu arasında oldu. Zorlu şöyle anlattı:

“Olayın olduğu gün, Aytaç Bey beni saat 13.30-14.00 sıralarında telefonla aradı. ‘Sinan Ateş öldürüldü, sana bir şeyler sorulmuştu ya, onların hepsini sil’ dedi.”

Zorlu’nun ifadesi gösteriyor ki, cinayetin hemen ardından Ataç, Demirbaş ile Zorlu arasındaki mesajları, yani cinayet delillerini ortadan kaldırmak istemiş. Aytaç Ataç ise aradığını kabul ediyor. Ancak “Sil” dediğini kabul etmiyor: “Tolgahan ile görüşmelerini bildiğim için dikkat et’ dedim”.

Çiftlikte mangal

Aklınızda kaldı, biliyorum. Cinayet günü, Tolgahan Demirbaş’ın, Aytaç Ataç’ı araması, çiftliğin boş olup olmadığını sorması… Yoksa cinayetin tetikçiliğini yapan, halen de bulunamayan Eray Özyağcı, ilk olarak o çiftliğe mi götürüldü? Aytaç Ataç, 23 Ocak günü, savcıya şunu söyledi:

“Tolgahan, olay günü benim çiftliğime gittiğini ancak orada atış yaptığını, mangal yakmak istediğini söyledi.”

Cinayetten önce “Çiftlik boş mu” diye soran Tolgahan Demirbaş, cinayetin ardından çiftliğe gitmiş. Eldeki veriler, tetikçinin de o çiftliğe götürülmüş olabileceğini gösteriyor.

Tutanaklardaki detay

Hatırlayın, önceki saldırı, mart ayında, aynı odak tarafından, Mersin’de Sinan Ateş’e yakın olan Çağrı Ünel’e yapılmıştı. Saldırganlar Ünel’i Ziraat Bankası’nın önünde sıkıştırmıştı.

Belli ki orada da telefon sinyalinden konum tespiti yapıldı!

Gördüklerimden rahatça söyleyebilirim ki Demirbaş’ı koruyan bir güç var! Artık tablo çok net. “Dava arkadaşlarımız” diye konuşmaya başlayanlar, Sinan Ateş’i aylardır neden takip ettirdiklerini, eski MİT’çilerden neden yardım istediklerini, “kulak çekme” derken neyi kastettiklerini, gözlerden uzaktaki çiftlikte kimlerle “mangal yaktıklarını” itiraf ederlerse, görünen köyün önündeki sis uçup gitmiş olacak!

Yöntem hep aynı!

Ankara ve Mersin’deki olayda telefon sinyalleri üzerinden olay yerine gidenlerin takip ettiği yöntem benzeri vakalarda defalarca kullanılmış.

Okuyucularımızı 4,5 yıl önceye götüreyim. 11 Mayıs 2019… Ankara-Yenimahalle’de ikamet ettiğim evin önünde 7 kişinin saldırısına uğrayıp şans eseri ölmemiştim. Gazetecilik mesleği hareketlidir. Günün belli saatlerinde mesai olmaz. Her gün değişir. Nitekim o gün televizyon programım vardı. Yanılmıyorsam 23.45’te evin önünde Murat Ağırel’in arabasından indim. Polis bir tek güvenlik kamerasına ulaşamadı ancak aile olarak komşunun balkonundan çekilmiş görüntüleri bulup, polise teslim ettik. Zanlılar elleri ile koymuş gibi bizden önce arabalarını park edip bekliyorlarmış. Aylarca nasıl buldular? Kimler yardım etti? diye kafa yordum.

Telefon takip sistemi polis, jandarma ve MİT’de olduğuna göre yardımsız o saatte orada olmaları mümkün değildi.

Olayın üzerinden bir yıl geçti. Bir dost meclisinde Jandarma İstihbarattan Menzilciler ile uğraştığı için açığa alınan ve daha sonra istifa eden personel samimi itirafta bulundu: “Size saldırı olayından 2-3 hafta önce bize yanlarında savcı olduğunu belirttikleri genç birisi ve güvenlik şirketi mensubu geldiler. Bir telefon numarası verip: “Bunun telefon sinyalleri lazım” dediler. Önce “Bu şahıs kim, ne iş yapar?” diye sordum. “Boş verin, teşkilat adına cezalandırılacak” cevabını verdiler. Yasal olmadığını Savcılıktan yazılı emir getirmelerini söyledim. Çok bozuldular. “Büyütmeyin bu işi. Veriyorsanız verin. Yoksa başka yerden de alırız” deyip gittiler. Sözleri ile emekli Jandarma İstihbarat elemanı üzüntülerini paylaştı. Siyasi konumlarına dair yorumlar yaptı.

Barış Terkoğlu’nun yazısından sonra bu olayı hatırladım. Yöntem aynı. Teknik takip. Ve bunu yasa dışı yollarla yapmaya devam ediyorlar… Fakat “Kusursuz cinayet yoktur” tespiti bir defa daha kanıtlanıyor. Takip etmeye inatla devam edeceğiz…

Alıntı: Yavuz S. Demirağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | TEŞKİLAT ADINA CEZALANDIRMA için yorumlar kapalı
Mar 04

“DOĞU TÜRKİSTAN VE DİĞER DAHA BİRÇOK TOPLULUK ZALİMLERİN ELİNDE OYUNCAK”

“DOĞU TÜRKİSTAN VE DİĞER DAHA BİRÇOK TOPLULUK ZALİMLERİN ELİNDE OYUNCAK”

“Şark cephesinde yeni bir durum yok: Kan, gözyaşı, tecavüz.. Aklınıza ne gelirse, zulüm sınır tanımıyor. ” diyen Dilipak, “Doğu Türkistan’da neler oluyor?” diye bir soru sordu.

Dilipak, “Onlar öyle imtihan olurken biz de burada imtihan oluyoruz, onlarla ve tüm dünyada olup bitenlerle. Doğu Türkistan ve diğer daha birçok topluluk zalimlerin elinde oyuncak olurken biz bahaneler uydurmaya devam ediyoruz. Allah’ın şartını ve vaadini pek de dikkate almıyoruz. Sonuç malum.” ifadelerini kullandı.

“DOĞU TÜRKİSTAN KONUSUNDA ERDOĞAN VE AK PARTİ HÜKÜMETİ SUSKUN”

Dilipak, Çin ile ilişkilerini geliştirmek uğruna Doğu Türkistan konusunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti hükümetinin suskun olduğunu söyledi.

Dilipak, “Doğu Türkistan konusunda devlet de suskun, toplum da. Artık cemaat de, vakıf da, toplum da her şeyi devletten bekliyor. Devlette zaten “siz bu işlere karışmayın, burnunuzu sokmayın, siz bu işlerden anlamazsınız, bana güvenin gerisini merak etmeyin, bir bildiğimiz var” dedi.

“Bugün Ankara Çin’le daha yakın ve sıcak bir ilişki içinde. Avrasya/İpekyolu projesi çerçevesinde Çinlilere Türkiye’de vatandaşlık vermeye devam ediyoruz. Çin hükümeti ile de “iyi ilişkiler” geliştirme çabasında olduğumuz için de, nasıl Rusya ile ilişkileri geliştirme çerçevesinde Çeçenistan’ı gündemimizden çıkardı isek, Çin ile ilişkilerimizde sorun oluşturmaması için devlet olarak Doğu Türkistan’ı görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.”

“DERTLERİ TÜRKLERE SAHİP ÇIKMAK DEĞİL”

“Doğu Türkistan konusunda Pakistan’dan, Endonezya’ya, İran’dan Türki devletlere kadar birçok devletin ses çıkaramadığını belirten Dilipak, “Dikkat ederseniz, bugün Doğu Türkistan’ı en çok dile getiren ülkelerin başında ABD ve AB ülkeleri var. Bu da onların hakşinaslıklarından değil, Çin’e boyun eğdirmek için üzerlerine askeri baskı uygularken, Batı cephesinde Fergana koridoru üzerinden Doğu Türkistan’ı harekete geçirerek askeri bir operasyon için vaziyeti kontrol etmek istiyor. Yoksa Müslümanlara ve Türklere sahip çıkmak değil dertleri.” dedi.

Alıntı: Abdurrahman Dilipak

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | “DOĞU TÜRKİSTAN VE DİĞER DAHA BİRÇOK TOPLULUK ZALİMLERİN ELİNDE OYUNCAK” için yorumlar kapalı
Mar 04

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Her melankoli (korku, öfke, kıskançlık, hüzün, vb.) nöbetinin altında kendini önemseme yatar.” don Juan

* “Kendi hayatımdan daha sıkıcı bir film seyretmek istemiyorum.” Alfred Hitchcock

* “Akıllı kullanan insanlar herkesten ve her şeyden öğrenir. Sıradan insanlar sadece kendi deneyimlerinden öğrenir. Cahiller ise, zaten her şeyi bilirler” Socrates

* “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!…” e.e. Cummings

* “Gerçeğe saygı, kişisel dürüstlüğün temelidir.” Doğan Cüceloğlu

* “İnsanlar kendilerini zıtlarıyla karşılaştırarak tanımlarlar;  tabi kendilerini karşılaştırdıkları ‘öteki’ kişi kendilerinden daha aşağı, daha anormal, daha tuhaf olan insanlardı. Bu sürece ‘ötekileştirme, öteki yapma’ denir. İnsanlar doğuştan birbirlerinde çok farklı değillerdir, ama bu ötekileştirme süreci içinde gittikçe birbirlerinden faklı hale gelirler. Erkekler, kadınları ötekileştirerek kendilerini tanımlarlar; karşı cinsle ilişki kuranlar eşcinselleri ötekileştirerek kendini tanımlar; Hıristiyanlar, Yahudileri, Yahudiler Müslümanları ötekileştirir.” Focault

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Mar 03

SUÇ ORTAKLIĞI SONSUZA DEK YETER Mİ?

SUÇ ORTAKLIĞI SONSUZA DEK YETER Mİ?

Ne ibret verici sahneydi o… Afganistan’da Taliban yönetimi ele geçirmiş… Amerikan kargo uçağıyla kaçmaya çalışanlar Kabil havaalanında birbirlerini eziyorlar… Dün birlikte çalışanlar, uçakta yer kapabilmek için alttan yetişmeye çalışanlara tekme atıyor… Kendi canını kurtarmak için merdivenlerde diğerlerini itiyor…

İslâm’da ‘mahşer’ de benzer şekilde tanımlanıyor ya… İnsanlar dehşete kapılacak… Kimsenin kimseye faydası olmayacak… Herkes kendi derdine düşecek… Anne ve çocuklar bile birbirlerinden kaçacak…

***

‘Suç ortaklığı, en güçlü ortaklıktır’ klişesi kimseyi aldatmasın… Suç ortaklığının gücü, suç devam ederken, menfaat sürerken söz konusudur… Paylaşımda sıkıntı çıktığında, menfaat bittiğinde veya adalet kapıya dayandığında korkunç bir satış başlar…

Dünyevî mahşer budur onlar için… ‘Satıcı değildim, içiciydim’ savunması yetmez kimseye… ‘İnfaz’ korkusu, işte adamı o Kabil Havaalanı’nda, uçağın neredeyse kanadına asılmaya çalışırken ‘dâvâ arkadaşı’nı tekmeleyip kendi kellesini kurtarmaya uğraştırır… O mahşerde, kimse kimseyi tanımaz… Suç ortaklığının hatırı, hapis veya ölüm korkusu karşısında beş para etmez…

Naziler de görüntüde dünyanın birbirlerine en bağlı en sıkı suç örgütüydü… Yargılandıkları Nürnberg Mahkemeleri’nde rezil bir final yaptılar… Sanıkların çoğu, suçu Hitler’e atarak sıyrılabileceklerini, kendilerinin Nazi sistemi içinde karar verici değil, uygulayıcı, bir anlamda ’emir eri‘ olduklarını anlatarak daha az cezayla atlatabileceklerini umdular…

Bir tek Hermann Göring ideolojik savunma yapmış ve Hitler’e sadakatini tekrarlamıştı… ‘Satışlar’ sonucu değiştirmedi, yargılananların büyük çoğunluğu idam cezası aldı… Göring ise idamın infazından önce siyanür içerek intihar etti…

***

Şüphe yok ki ‘suç ortaklığı’ çok önemli bir bağdır ama bazen korkunç bir sonla biter… Sırtlanların çekiştirdiği leş tükendiğinde veya adaletin soğuk kılıcı enseye dayandığında bütün ‘güzellikler’, ‘şaşalı günler’, ‘küstahlık ve şımarıklıklar’ ya da ‘güç eldeyken tadı çıkarılan çıkar kardeşliği’ günleri bir anda ‘paça kurtarma’ ve ‘işportadan satış’ mevsimine dönüşebilir…

‘Kamu malı’, ‘mazlum ahı’ ve ‘rızk korkusu salma’ üzerine inşa edilmiş bütün çıkar ortaklıklarının akıbeti bu olacaktır… Ümidimiz, o ibretlik satış veya kaçış günlerine şahitlik edebilmektir…

Kamu kurumlarını ‘suçlular cenneti‘ne çevirenler, insan hayatını ve kamu kaynaklarını, tükenmeyen iştahlarına meze edenler, o kurum bu kurum ayırmadan, emanetleri soyanlar, soyduranlar, göz yumanlar, erketeye yattıkları için paylarını alanlar bu hesabı mutlaka verecekler…

***

Birbirlerini ezecek satıcılar, “emir kulu’ydum”, “sadece içiciydim” diyecekler, uçağa asılan Afganlılar gibi davranacaklar ama kurtulamayacaklar!.. Biriktirdikleri cehennem odununun ateşini dünyada tadacaklar!.. Çünkü her tarafları açıkta ‘belgeli zübükler’

Göring gibi siyanür içecek asaletleri de yok!.. O yüzden sadece satacaklar!..

Alıntı: Servet Avcı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | SUÇ ORTAKLIĞI SONSUZA DEK YETER Mİ? için yorumlar kapalı
Mar 02

BEN KÜÇÜK YANGINLARA KARIŞMAM

BEN KÜÇÜK YANGINLARA KARIŞMAM

Murat Ağa Nasreddin Hoca’nın yaşadığı kasabanın en zenginlerinden biriymiş. Ağa hem aklı ve zekası sayesinde zengin olduğunu düşünür, hep kendiyle övünürmüş.

İşine geldiğinde Hoca’ya danışır, işine geldiğinde ise onu dinlemezmiş. Sadece cuma günleri camiye gelirmiş. Murat Ağa’nın üç katlı, kocaman bahçeli ve çok lüks bir evi varmış. Bütün altınlarını ve paralarını da evinin bahçesinde saklarmış.

Cuma günleri camiye gelip de Hoca’nın doğruluk ve dürüstlükle ilgili sözlerini dinlerken işine gelmezse:

– Hoca Efendi, sen dünya işlerine karışma! Din ve dünya işi ayrı, dermiş.

Günlerden bir gün Murat Ağa’nın evinde yangın çıkınca koşarak camiye gelmiş. O sırada herkes öğle namazından çıkıyormuş. Ağa, Hoca’yı görünce:

– Hoca koşun yardım edin evim yanıyor, demiş.

Bunu duyan Hoca durur mu?:

– Bana din işleri ile dünya işlerini ayırmam gerektiğini sen öğrettin. Mesela bu yangın benim asla karışmamam gereken bir dünya işi, demiş.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | BEN KÜÇÜK YANGINLARA KARIŞMAM için yorumlar kapalı