Ağu 22

NECİP TÜRK MİLLETİNİN ZAFERİ KUTLU OLSUN

NECİP TÜRK MİLLETİNİN ZAFERİ KUTLU OLSUN

26 AĞUSTOS 1071 SULTAN ALPARSLAN

26 AĞUSTOS 1922 GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA

26 AĞUSTOS 1071 SULTAN ALPARSLAN

Malazgirt Zaferi tarihimizde büyük önem taşıyor. Malazgirt Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen orduları arasında gerçekleşti. Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı.

Malazgirt tarihimizin en önemli savaşları arasında yer alırken, Malazgirt Zaferi’nin 951. yıl dönümü nedeniyle yurdun birçok yerinde etkinlikler düzenleniyor. Alp Arslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, “Türklere Anadolu’nun kapılarında kesin zafer sağlayan son muharebe” olarak bilinir. Günümüz sınırlarına göre Malazgirt, Muş’ta yer alıyor.

Malazgirt Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1071 tarihinde Türkler’in zaferi ile sonuçlandı. Böylece Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı; Türk birlikleri Anadolu’ya girmeye başladı. Türkiye tarihi başladı.

Malazgirt Meydan Muharebesi, gerek Türk gerek İslam gerekse dünya tarihi açısından kısa ve uzun vadede belirleyici sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Savaştan sonraki on yıl içerisinde Türkler Anadolu’nun Batı uçlarına kadar ulaşmış ve 1075 yılına gelindiğinde İznik merkezli Türkiye Selçuklu Devleti’nin temelleri atılmıştır. Türk-İslam dünyasında Selçuklu sultanlarının liderliğini üstlendiği yeni bir devir açılmıştır. Bizans İmparatorluğu da 1453 yılında İstanbul’un fethine kadar devam edecek bir çözülme dönemine girmiştir.

26 AĞUSTOS 1922 GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA

1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu’yu işgale başladı, ordusunun cephanesi elinden alınan Türk milleti, zor durumda bırakılmaya çalışıldı.

Ünlü yazar Halide Edip Adıvar’ın ”Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabında anlattığı işgal günlerinde, İtilaf donanması İstanbul’a, Fransızlar Adana’ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon’a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu’nun güneybatısına yerleşti. Yunan Ordusu ise 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletlerinin izniyle İzmir’e çıkarma yaptı.

Buna karşı Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ”millet olma bilinci” içerisinde işgallere karşı Kuvayımilliye hareketini başlattı. Milletin önünde iki seçenek vardı; ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke, yılmaz evlatlarının azmiyle yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.

TBMM’nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı. Özellikle Batı Cephesi’nde hareketlilik başladı. 1921’de Polatlı’ya kadar gelen Yunan ordusunu püskürtmek, daha birkaç yıl önce tarih literatürüne ”Çanakkale geçilmez” sözünü altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düştü.

Hazırlıkları bir yıla yakın sürdü

Sakarya’da 22 gün 22 gece süren kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’u başlattı.

Başkomutan Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile muharebeyi yönetmek üzere Afyonkarahisar sınırlarında kalan Kocatepe’de yerini aldı.

Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı yine bütün cephelerde yeniden taarruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8’inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos’ta başarıyla sürdürülen taarruz, düşmanın 5’inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla neticelendi. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçilip taarruzun kısa sürede sonuçlandırılmasında hemfikir oldu ve planın 30 Ağustos’ta aksamadan uygulanması için gerekli önlemler alındı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu’nun Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya’nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy’de birliklere taarruz emrini verdi.

Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yönettiği Dumlupınar’daki meydan muharebesinde kahraman Mehmetçik, Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etti. Kızıltaş deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı.

Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi 30 Ağustos’ta zaferle noktalandı.

Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlanmasının ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, birliklere “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrini verdi.

27 Ağustos’ta Afyonkarahisar, 30 Ağustos’ta Kütahya’nın kurtuluşunu 1 Eylül’de Gediz, 3 Eylül’de Emet ve Tavşanlı’nın kurtuluşları izledi, 9 Eylül’de İzmir’de Yunan ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa’nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi.

Alıntı:

1-https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/malazgirt-zaferinin-951nci-yili-malazgirt-zaferinin-onemi-nedir-7330687/

2- https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/buyuk-taarruzun-sanli-baslangici-26-agustos/1953638

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | NECİP TÜRK MİLLETİNİN ZAFERİ KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
Ağu 21

BU DÜNYADA

BU DÜNYADA

* * *

Kimi çile çeker, kimi gönenir

Kimi devran sürer, kimi dilenir

Kimi ahkâm keser, kimi ilenir

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Sofrada tükendi ekmek ile aş

Başlar ayak olmuş, ayaklarsa baş

Yürekler beyinler granitten taş

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa

* * *

Adalet sadece kadının adı

Hukuktan habersiz yaşamış kadı

Hem boş, hem hoş derler dünyanın tadı

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Herkes birbirine kazık atıyor

Adam dediklerim adam satıyor

Doğrular, dürüstler yerde yatıyor

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Bazı düşünceler eşek arısı

Bal vermiyor pek çok aklın yarısı

Kalansa nefret, kin, öfke darısı

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Bu zamana nasıl geldik biz böyle?

Bırakılmaz asla çirkin iz böyle

Her kişide birden fazla yüz böyle

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Tıpkı muallakta kaldık arada

Sadakat, itikat, iman parada

İnsanlığı katledenler sırada

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Doğrudan şaşmadık hep candan olduk

Hak için üzüldük zulümle dolduk

Bu uğurda hem de vakitsiz solduk

Gel de, bu dünyada huzurla yaşa!

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | BU DÜNYADA için yorumlar kapalı
Ağu 20

İPOTEKLİ BEYİNLERİN AKIBETİ BELLİDİR

İPOTEKLİ BEYİNLERİN AKIBETİ BELLİDİR

Şeyh Said’in ve yakınındaki 46 isyancının idamının 98. yılında, belli kuruluş ve belli isimler pek ziyade hüzünlendiler. Öyle bir hüzün ki, “siyasî İslâmcılar”ın kini “din”, PKK uzantısı YSP/HDP’nin kini “etnikçilik” adına iç içe geçti. Cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk’e, kanunların sınırlarını zorlayarak ağır sözler ettiler; “Pâre pâre dökülüp hâkle yeksân olsun!” dediler!

Mustafa Kemal’in, Şeyh Said’in başlattığı “Şark İsyanı”na ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na dair şu sözlerine çekerim:

“Efendiler; yaptığımız inkılâbın vüs‘at ve azameti karşısında, eski hurâfât ve müessesâtın birer birer sukutunu gören mutaassıp ve irticakâr anâsır, “efkâr ve itikadât-ı diniyeye hürmetkâr” olduğunu ilân eden bir fırkaya ve bâ-husus bu fırkanın içinde isimleri şöhret bulmuş zevâta dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan zevât bu hakikati müdrik değil midirler? O hâlde, ellerine aldıkları, din bayrağı ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi lâzım gelen cevap da, hüsn-i niyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler; memleketi terakkîye îsâl edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesâsı için mazeret teşkil edemez!” (s. 623-624)

Bu satırların bugünü de anlatmadığını söyleyebilir miyiz?! “Din” adına naslar sıralayan bir iktidar ve bu iktidarın nasları arasına girmek için kendilerince Şeyh Said gibi ortak kıymetler bulan yıkıcılar, bölücüler…

Başka bir hususa da dikkatinizi çekmek istiyorum… Hiç aklınıza geldi mi? Din adına kıyam eden “Şeyh” sıfatlı Said’e “din” adına konuşan nice isimlerin destek vermediği… Başarısından emin olmadıkları için destek vermediklerini söyleyebilirsiniz. Ama onlar suskun kalmadılar, tavırlarını da ortaya koydular. Meselâ; o dönemde, zamanımızda da etkili isimlerden Said-i Nursî, Şeyh Said’e itibar etmemiştir.

“Şeyh Sait’ten Dersim’e-Cumhuriyetin Şark Meselesi”’ne (Tarihçi Kitabevi) imza atan Dr. Aytekin Ersal, Şeyh Said’in etnik ve fikrî kimliği üzerinde durur:

“Şeyh Sait’in mensup olduğu aile etnik köken itibariyle Zaza’dır. Zazaların dikkat çeken özelliği büyük aşiret birlikteliklerine sahip olmamalarıdır. Bunlar küçük kabileler halinde yaşarlar. Nakşîliğin bölgede yayılmaya başlamasıyla birlikte medrese geçmişi olan ailelerin bu tarikatın temsilcileri olmaları ve soylarını Halidi, Abbasi, Emevi vb. İslam hükümdarı sülalelere nispet etmeleri bir tesadüf değildir. Şeriat’ın ve hilafetin savunucusu pozisyonunda olmaları da onların diğer aşiretler üzerinde nüfuz kurabilmelerini sağlamıştır. Şeyh Sait aileden devraldığı bu mirası, konjonktürün de el vermesiyle çok iyi değerlendirmiştir. Yaptığı evlilikler de, Cibranlı Halit’in eniştesi olduğu hatırlanmalıdır, onun gücünü konsolide etmiş, büyük bir iktisadi zenginliğe kavuşmuştur. Öyle ki Şeyh Efendi’nin emrinde çalışan 120 çabanı vardır. (…) Hınıs- Halep hattı, şeyhin itibar alanıdır. (…). İstanbul ulemasıyla ilişkisi görülmemektedir. Sözgelimi Halidiye kolunun dönem içerisindeki en mühim temsilcisi Mustafa Fevzi Efendi (1851- 1926) ile bir teması yoktur. Keza Elmalılı Hamdi Yazır (1878 -1942), Konyalı Mehmet Vehbi Efendi (1862- 1949), Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) hatta Said-iNursi (1878-1960) ile bile bir ilişkisi görülmemektedir. Bahsi geçen isimlerin modernleşme sürecini, inkılâpları müspet karşıladığını söylemek mümkün değildir. Bunlar, eser vererek ya da talebe yetiştirerek mücadelelerine devam etmişlerdir. Şeyh Sait’in mücahitlik anlayışında bu tarz bir mücadele yetersizdir.” (s. 43-44)

İpotekli beyinler Said gibileri öncü görüyorsa onların da varacağı yer belli

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | İPOTEKLİ BEYİNLERİN AKIBETİ BELLİDİR için yorumlar kapalı
Ağu 19

HAYVANLAR ALEMİNDEN..

HAYVANLAR ALEMİNDEN..

Eşeği düğüne çağırmışlar “Ya odun bitmiştir, ya su” demiş… Bu atasözü, eşek aydınlanmasının en üst noktasıdır… Siyasetin de değişmez kurallarından biridir… Atasözümüz, siyasî eşeklerin görev alanlarını belirler, bir anlamda haddi çizer… Eğer eşek, normal zamanda değil de düğünde, cenazede, bayramda aranıyorsa misyonu bellidir…

***

Kedi beslemeyen, fareleri besler… Burada mesaj çok net… Alanı kedilerden temizlerseniz veya kedilere düşmansanız, farelere alan açıyorsunuz demektir… Bu bir kader değil, tercihtir… Farelerle ne kadar sonuç alınabiliyorsa o kadar sonuç alabilirsiniz… Siyasî akıbetiniz tamamen farelerin itibarına ve siyasî performansına bağlıdır…

***

Aç ayı oynamaz… Armudun iyisini ayılar yer… Bu iki atasözü kardeş de sayılabilir… Ayılar çok uzaktan da olsa iyi koku alır… Balın ve malın dibini sıyırmayı severler… Evet aç ayı oynamaz ama tok ayı oynadığı gibi sizi de istediği gibi oynatır… Oyunun ne zaman biteceğine artık ayı karar verir…

***

At nallanırken kurbağa ayağını uzatmaz… Eğer bir yerde kurbağa nallanıyorsa, yani kurbağaya yapılmaması gereken bir muamele yapılıyor ve o parlatılıyorsa, orada liyakat yoktur, asla vazgeçilemez bir suç ortaklığı vardır…

***

Katıra baban kim demişler, dayım attır demiş… Katır asalet taslayacak ya, atı öne çıkarır… Siyasette de sadece iyi yanlarını pazara çıkarıp gerçeğini gizlemeye çalışan taşra kurnazları pek çoktur… Görünmediklerini zannederler ama oturmaya yarayan yerleri hep açıktadır…

***

Beleş atın dişine bakılmaz… Tam da haramîlere göre bir atasözü… Hele de devlet malıysa bulduğunu götüreceksin!.. Dişine, yaşına bakmayacaksın!.. Doymayacaksın, çalabildiğin kadar çalacaksın!.. Senden sonra tufanmış, umurunda olmayacak!..

***

Pekmeziniz iyiyse sineğin Bağdat’tan bile olsa uçup geldiği düzenlerde, tedbir almazsanız, yolsuzluklar yol, şerefsizlikler şeref, namussuzluklar da namus hâline gelebiliyor!..

İnançlarımız, ideolojilerimiz, değerlerimiz bu iğrenç döngüye alet edilirken, perdenin arkasında bambaşka bir çark işliyor… Kötü adam Erol Taş’ın o mağarada ağzının kenarından sular aka aka kahkahalar eşliğinde butları koparması gibi…

Yazımızın son bölümüne ‘sırtlanların dünyası’nı koyalım da konu biraz daha anlaşılsın:

Öncelikle israfı sevmezler… Leşin hiçbir yerini ayırmazlar… Gerdandı, döştü, antrikottu, bonfileydi demezler… Kemik, boynuz, toynak, bağırsak ne varsa dibini sıyırırlar… Bu anlamda gerçekten prensip sahibidirler…

Avlanma zahmetine mecbur kalmadıkça girmezler… Başkasının avına çökmek en sevdikleri iştir… Diğer hayvanların bin bir zahmetle düşürdüğü avı, sırf cenaze ortada kalmasın diye, adeta amme hizmeti yaparak karınlarına indirirler…

Sırtlanların teşkilat disiplini yüksektir… Topluluklar halinde yaşarlar… Leşe çökerken bazen adaletsizlikler yaşansa da son kertede teşkilat disiplini devreye girer, aralarında otoriteye isyan pek çıkmaz… Herkes irili ufaklı payını alır…

Alıntı: Servet Avcı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , | HAYVANLAR ALEMİNDEN.. için yorumlar kapalı
Ağu 18

ATATÜRK’E DÜŞMANLIK

ATATÜRK’E DÜŞMANLIK

Atatürk’e düşmanlık ancak, Türkiye topraklarında gözü olanların veya Türk egemenliğine son vermek isteyenlerin işidir.
Bir Müslüman Atatürk’e karşı olamaz. Çünkü Atatürk bütün Müslümanların şerefini kurtarmıştır! Çünkü Suat İlhan’ın tespit ettiği gibi “Atatürk devriminden önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25.5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12.7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür. İslâm dünyası ise 1920’de 1.8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslâm dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”
İslâm dünyasını ayağa kaldıran güç, Atatürk modelidir! Buna rağmen, Türkiye’de ve Mısır’da siyasal İslâm, devletle mücadele etmiştir. O hâlde Türkiye’deki hareket noktaları, gerçekte İslâm’ı yüceltmek değil İslâm’ı yücelten Türk devletini yıkmaktır. Bu da emperyalist ülkelerin Haçlı ittifakı olarak kullandığı piyonlar olduklarını gösterir.
Bu bakımdan, iktidarın Atatürk’e sahip çıkması, olumlu bir gelişmedir…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , | ATATÜRK’E DÜŞMANLIK için yorumlar kapalı
Ağu 17

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için uyandırmak gerekir.”  Tolstoy

* “Şu kadarını belirtmeliyim ki her şeyden evvel bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım” Gazi Mustafa Kemal Atatürk

* “Artık iyi olanların değil, iyi oynayanların dünyası burası…” Shakespeare

* “Ketebe yektübü Arap’ındır, kitap, kâtip benimdir. Kendi ana dilini en doğru ve güzel şekilde konuşamayan bir toplum, başkalarına da katkı sağlayamaz.” Nihat Sami Banarlı

* “Düşünen beyinlerin söndürülmesi, konuşan ağızların susturulması imkânsızdır.” Süleyman Demirel

* “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u da öbür gözüne koysanız yine Dede Korkut ağır basar.” Fuat Köprülü

* “Atatürk’ün hayatı, Çin’de zorunlu derstir. Onun hayatını okumadıysan hiçbir şey bilmiyorsun demektir.” Jackie Chan

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Ağu 16

YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR.

YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR.

Sosyolojinin babası İbni Haldun, asırlar öncesinden şöyle uyarmıştı:

“Bil ki, devlet, olmazsa olmaz iki temel üzerinde kuruludur. Birincisi asker (ordu) olarak ifade edilen güç, kuvvet ve asabiyettir. İkincisi ise askeri ayakta tutan ve devletin ihtiyaçlarını gideren mal ve paradır. İşte devlette görülecek bozulma bu iki temelden başlar.

Devlet, yaşamaya devam edip, hükümdarlık büyük bir güce ulaşınca, esnaftan, (iş dünyasından) pek çok kişinin her türlü hizmet ve nasihatle hükümdara yaklaşmaya çalıştığı, bu amaçla hükümdara, etrafındakilere ve hanedan soyuna mensup olanlara büyük bir yalakalık örneği sergilediği, zenginlikten büyük pay almayı hedeflediği görülür.

Onlar bununla meşgul olurken, bütün zorlukların üstesinden gelerek devlet kurmuş olan kabilenin (milletin) evlatları, devletin kurulması noktasında babalarının yaptığı hizmet ve fedakârlıkları öne sürüp, kaprisli bir eda ile hareket ederler. Ancak bu tavırları ile hükümdarı öfkelendirirler ve hükümdar onları etrafından uzaklaştırır.

Onların yerine devlet kurulurken babalarının yaptığı hizmeti öne sürerek kapris yapacak ve üstünlük taslayacak durumda olmayan kimseleri geçirir.

Bu kimselerin en belirgin özelliği hükümdara boyun eğmek, yalakalık yapmak ve onun isteklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu yüzden makamları yükselir, nüfuzları genişler ve hükümdarın yanında sahip oldukları dereceden dolayı insanlar saygı ve hürmet ile onlara yönelir. Kurucu kabilenin (bugün için kurucu felsefenin) mensupları ise kaprisli ve kendilerini üstün gören tavırlarına devam eder. Bu hâl, devletin çöküşüne kadar devam eder…”

Kısacası, yalakalık deyip geçmemek gerekiyor… Yalakalık devletin çöküşüne sebep olur.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | YALAKALIK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNE SEBEP OLUR. için yorumlar kapalı
Ağu 15

MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE

MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE

Doludizgin gelen istila

M.Ö. 1600 yıllarda Anadolu üzerinde güçlü bir medeniyet kurup var olan Hitit devleti, M.Ö. 1200’lü yıllarda beklenmedik bir şekilde yıkıma uğradı.
Sonrasında ise Anadolu’da birçok küçük krallık ortaya çıkmış ve Anadolu’da siyasi birlik bozulmuştur.
Bu ani çöküşün nedenleri olarak gösterilen etkenler ise denizler üzerinden ve kuzeyden gelen göçler öne sürülmektedir.
Sümerler’de benzer bir göç dalgasıyla zayıf düşüp çöküşe gitmiştir.
Günümüzden 7-8 bin yıl önce Mezopotamya’ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlar,
yazıdan, tekerleğe dünya medeniyetine damgasına vuran bir toplum, Arabistan içlerinden işgücü olarak gelen Akadlıların, istilasına uğradı.
Sümerler Türk kökenli bir kavim. Akadlar Sami kökenli kavim bugünkü Arapların atası…
Batı Roma toprakları ise M.S. ikinci yüzyıldan itibaren kuzeyden gelen Germen kavimlerinin istilası ile meşgul olmuştur.
Başlangıçta Roma ordusunda, köylerde tarlalarda, evlerde hizmetli olarak kısacası iş gücü olarak yer alan Germenler, uzun solukta Roma sınırlarına kitleler halinde dayanıp açık bir istila hareketine girişmek için kendilerinde cesaret buldular.
Sonunda hem açıktan sınırları zorlamak suretiyle hem de uzun süreçten sonra Roma bürokratları arasına girerek sessiz ama düzenli bir istilacı olmayı başardılar.
Daha da ötesine geçip Roma ordusunun komutasını elde ederek yönetime el koydular.
Devamında ise bu kadim imparatorluğun Batı kanadına son verdiler.
Selçuklu Türkiye’sinde Anadolu, en müreffeh zamanlarından birini yaşarken Cengiz istilasından kaçan halkların kontrolsüz bir biçimde Selçuklu topraklarına girdiği anlara şahit oldu.
Bu dönemde yıkılan devletlerden gelen insan toplulukları, asker ve bürokratlar ise devletin kaderinde olumsuz etkenler olarak var oldular.
Bunların akabinde Türkiye Selçukluları, siyasi sosyal ve ekonomik olarak devlet işlerinde birçok sorunla karşı karşıya kaldı.
Amerika’da Aztekler ve Kızılderililer Avrupa’dan gelen büyük göçlerle yok oldu.
Avustralya’da Aborjinler benzer soykırıma maruz kaldı.
Göç bu zamana kadar ülkelerin ve toplumların en büyük sorunu olmaya devam etmiştir.
1947 yılında Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılması neticesinde dünyanın gördüğü en geniş göç dalgası yaşanmış ve yaklaşık 18 milyon Hindu ve Müslüman mübadele edilmiştir.
1945 ve 1961 yılları arasında Berlin duvarının inşası ile birlikte yaklaşık 3,7 milyon Doğu Alman Batı’ya kaçmıştır.
İsrail’in kurulmasından sonra kısa sürede yaklaşık 250.000 Yahudi İsrail’e göç ederken, tahminen 700 bin Filistinli komşu ülkelere iltica etmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen Romanya – Bulgaristan sınırı nedeniyle yaklaşık 100 bin Bulgar Bulgaristan’a ve 120 bin Romen Romanya’ya göç etmiştir.
1979 yılı Aralık ayından itibaren SSCB işgali nedeniyle yaklaşık 2.5 milyon Afganlı Pakistan’a iltica etmiştir.
İran – Irak Savaşı ve Körfez Savaşı sürecinde yüz binlerce Iraklı Kürt ve Şii ülkelerini terk ederek Türkiye ve İran’da mülteci ve sığınmacı durumuna düşmüştür.
Körfez Krizi nedeniyle yaklaşık 4 milyon kişinin İran, Irak, Türkiye, Kuveyt ve Suudi Arabistan ekseninde göç ettiği tahmin edilmektedir.
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra milyonlarca insan iltica etmiştir.
2000’li yıllara adını yazdıran asıl göç olayı ise BM’nin duyarsızlığı karşısında Suriye’de yaşanmaya devam etmektedir.
2011 yılı bahar aylarından bu yana milyonlarca Suriyeli başta Türkiye olmak üzere çevre illere göç etti.
Türkiye’de kayıtlı, kayıt dışı ya da vatandaşlık verilen toplam Suriyeli sayısı 15 milyona yakın.
Yaşanan tüm olaylar ve geçmiş tecrübeler gösteriyor ki göç ve mülteci akınları ister kitlesel olsun ister uzun bir süreçte yaşanıyor olsun ulus devletler açısından ciddi sorunlar oluşturabilir.
Türkiye’de doğan veya bir şekilde vatandaşlık hakkını elde eden kişilerin gelecekte devlet idaresinde mevki sahibi olması muhtemel.
Bu kişilerin devlet içinde örgütlenmek gibi bir gaye veya bunu ideolojik bir hedef haline getirmesi durumunda bir iç güvenlik tehdidi oluşturabilir.
Roma’nın, Selçuklu’nun, Sümer Uygarlığının sonunu getiren aynı süreç değil miydi?
Terör örgütlerinin Türkiye’ye bu göçler ile sızma ihtimallerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Elbette Türkiye Cumhuriyeti, bu tedbirleri alma kabiliyetine sahip bir ülkedir.
Sığınmacı gerçeği İslamcı ideolojinin anlattığı “Ensar-muhacir” efsanesinden çok farklıdır.
Tüm bunlar bir yana, Arap-İslam kültüründen bir göçmen yığınının ülkemize gelişine paralel olarak yaşanan başka olaylar da var.
Türk vatandaşlığı her isteyene para karşılığı satılıyor ve müşteriler hep Ortadoğu’dan.
Arap kentlerindeki reklam panolarına Türk pasaportu reklamları konuluyor. Ülkede tek kelime Türkçe bilmeyen göçmenlere seri halde vatandaşlık dağıtılıyor.
Tüm bunları ülkemizde giderek etkisini arttıran Arap-İslamcı atmosfer, eğitim, kültür ve propagandayla birlikte düşündüğümüzde Arap coğrafyası uzantısı bir İslamcı rejime doğru dönüşüm apaçık ortadadır.
Türk kimliği alenen hedef alınmaktadır, silinmek istenmektedir. Göçmen sorunu sadece ve tek başına insani bir konu şeklinde ele alınamaz.
Göç ve göçmenliğin uluslararası ilişkilerde artık daha çok bir silah olarak kullanıldığı görülüyor.
“Weapons of Mass Migration” yani göç silahı kavramı dünya bilimsel literatüründe uzun zamandır yerini almıştır.
Göçün asli anlamı zor durumda olanlara yardım değildir. Göçmen yığınları bazı jeopolitik projeler çerçevesinde küresel planda silah olarak kullanılıp başka ülkelere sistematik olarak gönderiliyorlar.
Ya da bazı hükümetler bu konuda şantaj yaparak siyasal güç ve para kazanıyorlar.
Kelly Greenhill’e göre göç silahı yakın tarihte bir istisna değildir, 1951-2021 arasında en az 81 kez kullanılmıştır.
Bazen de ülkenin çoğunluğu çeşitli yöntemlerle azınlığa düşürülür. Kuveyt emiri El Sabah’ın 1980’lerde kendisine karşı olan Kuveyt bedevilerini azınlığa düşürmek için Suudi Arabistan çöllerinde yaşayanlara vatandaşlık dağıtmıştır.
Bu şekilde El Sabah başını Filistin’den gelen aydınların çektiği muhalefeti susturmuş ve
ülkedeki egemenliğini sürdürmüştür.
Türkiye’nin sığınmacılar sorunu, başa çıkılamaz bir şekilde su yüzüne çıkmıştır. Sığınmacılar sorununun Türkiye’nin istilası olarak gündeme getirilmesi, bu konunun devlette ve kamuoyunda bir beka sorunu olarak algılandığını göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Sığınmacılara yönelik oluşan derin tepki, öfke ve düşmanlık, bir günde oluşmuş değildir.
Sığınmacılara yönelik tepki veya öfke, bir ırkçı partinin kışkırtıcı söylemleri sonucu oluşmuş geçici bir durum da değildir.
Toplum, yaşadığı işsizliğin, hayat pahalılığının, dış politikadaki sorunların ve zamların baş sorumlularından biri olarak sığınmacıları görmeye başlamıştır. Ki bu tutum yanlış da değildir.
Suriye politikası yüzünden gerilen dış ilişkiler, ambargolar, Suriyelilere sınır içi ve dışında yapılan milyonlarca dolarlık yardımlar ekonominin geldiği noktada çok büyük pay sahibidir.
Bugün gelinen noktada toplum, devletin içeride ve dışarıda hiçbir şekilde Suriyeliler başta olmak üzere Afganlara, Afrikalılara ve diğer sığınmacı unsurlara yardımda bulunmasını istememektedir.
Suriyelilere verilen bazı yardımlar topluma battığı gibi, Suriye içinde yapılan kerpiç evler de topluma batmakta ve rahatsız etmektedir.
Sığınmacılar sorunu, toplumu derinden sarsmaktadır. Sığınmacılardan sonra toplum, eski toplum olmadığı gibi, Türkiye’de de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Sessiz istila kavramının, toplum psikolojisinde ve sosyolojisinde karşılığı bulunmaktadır.
Farklı toplum kesimleri, sessiz istila kavramını ırkçı bir söylem olarak değil, kendi duygu ve düşüncelerinin isabetli bir karşılığı olarak görmekte.
Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Somali’den ve dünyanın diğer yerlerinden gelen milyonlarca sığınmacının varlığının Türkiye’yi Ortadoğululaştırdığı, Türkiye’nin demografik yapısını değiştirdiği ve bunun “sessiz istila” anlamına geldiği şeklinde yorumlar yapılmaktadır.
Sığınmacılar sorunu, ülkemiz içinde oluşturulan patlamaya hazır bir bombadır.
Ekonomik buhranın konuşulmasına engel olmak için sığınmacılara yönelik düşmanlığın köpürtülmesinden yarar görenler olabilir.
Sığınmacılar üzerinden toplumun kamplaştırılması ve çatıştırılması politikasından iktidar devşirmeye kalkmak çok tehlikelidir.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Stratejik Göç Mühendisliği kitabında şu ifadelere yer veriyor:
“Suriye İç Savaşı ve bu savaş sonrasında Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmeye çalışılan
PKK terör örgütü kontrolündeki bir Kürdistan, stratejik göç mühendisliğinin ilk hedefidir.
Bu hedef, B. Lewis’in 1974’te başlayan Orta Doğu’nun Lübnanlaşması; Oded Yinon’un Irak’ın 3’e, Suriye’nin 4’e bölünmesi projelerinin Soğuk Savaş sonrası dünyaya taşınmasıdır.
PKK kontrolündeki Kürdistan daha sonra Türkiye’de çıkarılacak bir iç savaşa müdahale için sıçrama noktası olacaktır.
Stratejik göç mühendisliğinin ikinci hedefi de Türkiye’de iç savaş çıkararak Türkiye’den de bir Kürdistan çıkarmaktır.”
Türkiye’de Suriyeli nüfusu hızla artıyor. Suriyeli kadınların doğum oranları 5.3 gibi dünyadaki en yüksek oranlardan birisidir.
Türkiye’de halen küçük çaplı bir ortalama Avrupa ülkesi büyüklüğünde Suriyeli nüfusu var ve
500 bin civarında çocuk bugüne kadar Türkiye’de doğdu, doğmaya da devam ediyor.
İnanılması zor, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik politikaları
Suriyelilerin artışını adeta teşvik ediyor.
“Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Programı” kapsamında 18 yaşından küçük 3 ve daha fazla çocuğu olan ailelere ekonomik yardım yapılması Suriyelileri yardım için çocuk yapmaya sevk ediyor.
Bu gidişle Suriyeli ve diğer yabancı nüfuslar hızla artmaya devam edecek.
Tehlikenin büyüklüğü ortadadır.
Tarih daha önce yazmıştır, önlem alınmazsa olacak yine farklı olmayacaktır.

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | MEDENİYETLER YIKAN GÖÇ VE TÜRKİYE için yorumlar kapalı
Ağu 15

İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI?

İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI?

“Teksas’ta iki kadın kaldırımda yürürken önlerinde giden bir adam belindeki tabancayı çıkarmış, havaya bir el ateş etmiş.

Kadınlardan biri “Aman Tanrım!” diye haykırmış, “Teksas’ı İstanbul’a çevirecekler.”

Arkadaşı bu sözlere tepki gösterip “Sen de amma abartıyorsun ha!” demiş, “İstanbul’a benzemek öyle kolay mı şekerim? Orada herkesin evinde, elinde, belinde silah varmış… ”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , | İSTANBUL’A BENZEMEK ÖYLE KOLAY MI? için yorumlar kapalı
Ağu 14

TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA

TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA

Anadolu topraklarına yayılan kan kokusu

19 kardeşini ve oğlunu öldürten 3. Mehmet hanedan ailesinin hanesine adeta kanla yazılmıştı.
Onlarca çocuk ve kadının kanı eline bulaşmıştı.
Saray çok büyük bir travma atlatmıştı. Öyle ki 3. Mehmet öldüğünde oğlu ve yeni padişah olan 1. Ahmet, babasının cenazesine katılmayı dahi reddedecekti.
14. Osmanlı hükümdarı 1. Ahmet, 14 yaşında tahta çıktı… Sancak tecrübesi yoktu. Tahta çıktığında sünnet dahi olmamıştı. Sultan’ın sünnetini, meşhur Cerrah Mehmet Paşa yapacaktı.
Paşanın adı, İstanbul’daki ünlü Cerrahpaşa semtine verilecekti.
Annesi – Yunan/Rum asıllı Helen adlı- Handan Sultan’dı…
Ağabeyi Şehzade Mahmut babası tarafından boğdurulduğu için babası öldüğünde taht ona kalmıştı.
Aynı gün biat töreni yapıldıktan sonra 3. Mehmet’in tabutu, cenaze namazı kılınmak üzere Ayasofya’ya götürüldü.
1. Ahmet cenazeye katılmadı. Bu davranıştan ötürü herkes şaşkındı. Padişah yokken cenaze namazını nasıl kılacaklarını bilemediler.
Şeyhülislâm Ebü’l Meyamin Mustafa Efendi Saray’a haber yollayıp, yeni hükümdarı cemaate davet etti. Ama gelen cevap manidardı…
Yeni hükümdar, kardeşlerini taht için boğdurtan babasının cenaze törenine katılmayacaktı.
Şeyhülislamın, babasının cenaze namazını kılmak için yaptığı daveti şu sözlerle geri çevirdi:
“Taht sahibi olmak için 19 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenaze namazını kılmam. Varın siz kılın ve defnedin”
Öyle ki; babasının bu zalimliği, ünlü İngiliz yazar Shakespeare’nin 4. Henry adlı oyununda da konu edilmişti.
Çocuk yaşta maruz kaldığı ağır travmanın etkisiyle 1. Ahmet’in ilk işi Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu “Kardeş Katli” yasasını kaldırmak oldu.
Ama Anadolu topraklarında akan kan 1. Ahmet döneminde de durulmayacaktı.
16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı devleti; sosyal, ekonomik ve askeri alanda sorunlar yaşamaya başlamıştı.
Köylüye yüklenen yeni vergiler, uzun süren savaşlar ve yeniçerilerin halka karşı yapmış oldukları zorbalıklar milleti zor durumda bırakıyordu.
Bir de bunun üzerine devletin mevcut toprak sistemi üzerinde çiftçilerin aleyhinde yaptığı köklü değişiklikler ile savaşlardan kaçan askerlerin Anadolu’da saklanarak eşkıyalık yapmaları eklenince, isyanların çıkması kaçınılmaz olmuştu.
Zaten Osmanlı, en küçük rütbeden veziriazamlığa kadar bütün rütbeleri devşirmeye vermiştir, ana politikaları budur.
Bunu daha önce de kaleme almıştım.
Anadolu Türk’ü sadece askere alınmış, sonu gelmez savaşlarda acımasızca harcanmıştır.
Ön hatlara ‘azaplar’ adı altında konmuş halk, düşmanın ilk darbesine maruz kalıyor, yorulan düşmanı da arkadaki devşirme yeniçeriler yok ediyordu.
Anadolu halkı, padişahların ve onların devşirme paşalarının ağır vergileri ve zulmü altında inlemekteydi.
Saray halkı ihtişam içinde yaşam sürerken, Anadolu insanı açtır, elindeki her şeyi devletin devşirme açgözlü memuruna vergi adı altında kaptırmaktaydı.
Bunu en güzel izah eden ise bence Prof. Celal Şengör’ün şu lafıdır:
“Bakın Anadolu şunu unutuyor. Osmanlı bir Balkan devletiydi. Anadolu da bir Osmanlı sömürgesiydi bunu hiç kimse unutmasın. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi Balkanlar’dı.
Osmanlı’nın konuştuğu dil Balkan diliydi. Balkanlar kaybedilince Osmanlı aklını kaybetti.”
Anadolu halkı da bir sömürge hayatı yaşıyordu. Millet Anadolu’da açlıktan isyan ederken, 1. Ahmet, İstanbul’da adıyla anılacak olan büyük bir camii inşa ettiriyordu.
Böyle sancılı bir dönemde böylesine büyük bir yapının devlete ne kadar pahalıya patlamış olduğunu hayal edebilirsiniz.
Üstelik bu caminin savaş ganimetlerinden değil,
devletin hazinesindeki para ile yapıldığı bilinmektedir.
Bu da halkın tepkisine sebep olmuştu.
Evliya Çelebi’nin kaynaklardaki anlatışına göre, Sultan Ahmet Camii içerisinde bulunan avizeler neredeyse 100 Mısır hazinesi kadar değerlidir.
Rivayetlere göre Sultan 1. Ahmet, vaktinde kendisine gelen değerli hediyeleri bu camii mimarisine dâhil etmiştir.
Hal böyle iken yukarıda da değindiğim üzere Anadolu kan ağlıyordu. O dönem çıkan isyanlara Celali İsyanları dendi.
Anadolu’yu kasıp kavuran bu isyanlar, adını Bozoklu (Yozgat) Şeyh Celal’den almıştı.
Bu isyanlar çoğunlukla ekonomik ve yönetimsel bozukluktan ileri gelir.
Sultan I. Ahmet, kendisine çok güvendiği Kuyucu Murat Paşa’yı sadrazam yapmış, Anadolu’daki ayaklanmaları bastırma görevini de ona vermişti. Murat Paşa, Hırvat asıllı Bosnalıdır. Devşirme olarak Enderun mektebine girmiş, oradan çıkmasından sonra çeşitli saray ve devlet hizmetlerinde bulunmuştur.
1. Ahmed döneminde 11 Aralık 1606 – 5 Ağustos 1611 arasında sadrazamlık yapmıştır.
Murat Paşa, isyanın ancak şiddet yolu ile önlenebileceğini düşünüyordu.
Ordusu ile beraber Anadolu yollarına düştü ve meşhur Türkmen avı başladı…
Önüne çıkan irili ufaklı tüm çeteleri haklıyor, canlı yakalananların sorgusuz sualsiz boyunlarını vurduruyordu.
Binlerce ceset Paşanın kazdırdığı kuyulara dolduruluyor, Anadolu toprakları adeta kan kokuyordu.
Tesadüfen Celali isyancılarının yanında bulunmak bile onun için bir ölüm sebebiydi.
“Kuyucu” lakabını öldürttüğü Celali isyancılarının ve onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır.
Yıllarca Anadolu’da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler bir korku hikâyesi olarak anlatıldı.
Çok soğukkanlı, çok gaddar ve amansız olduğu bilinmektedir.
Yaşa başa bakmadan; erkek, kadın, Anadolu’da öldürttüğü kişi sayısının 30.000 ila 60.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
4 yıl boyunca Anadolu’da devam eden bu katliamda bazı rivayetlere göre öldürülen Türk sayısı 140 binlere dayanmaktadır.
Tarihçi Naima’nın anlatımına göre ise yaşanan şu olay Kuyucu Murat’ı daha iyi anlatmaya yetiyor; Kuyucu yakalananlar arasında bulunan ufak bir çocuğun katledilmesini emreder.
Ama cellatlar saklanarak emri yerine getirmez.
Emrinin yerine getirilmediğini öğrenen Kuyucu Murat Paşa bu sefer Yeniçerilere çocuğu öldürmelerini emreder.
Yeniçeriler de “Cellatlar bile kıyamadı, biz nasıl kıyalım?” der Onlar da bu emri yerine getirmez.
Çocuğu öldürecek kimsenin kalmadığını gören Kuyucu Murat Paşa sırtındaki kürkü çıkarır ve kendi elleriyle çocuğu boğarak kuyuya atar. Kuyucu Murat Paşa bu sırada 90 yaşını aşmıştır.
Kuyucu Murat Paşa Nakşibendî tarikatına mensuptu.
Ebusuut Efendi’nin fetvalarından oldukça etkilenmiş ve kendi yaşam felsefesini bu fetvalar üzerine kurmuştu.
Ona göre kendi tarikatının dışında düşünen ve bu şekilde yaşayan herkes kâfirdi. Öldürülmeleri vacipti. Bundan çok etkilenmiş olmalı ki savaş alanında şöyle dua ederdi:
“İlahi, bugün düşman karşısında ben kulunu utandırma. İhtiyarlığıma merhamet eyle.
Din-i mübin ve şer’-i seyyüdü’l mürselin için hizmetim ile şeriat namusunu kirleten kötülerin yok edilmesi hakkındaki içten niyetlerim malumdur. Senden yardım ve başarı dilerim.”
İsmail Hakkı Danişmend’in tarifiyle; “Anadolu Türkünün ebediyen lanetle anacağı bir zalim” olan ve “Kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavar” Kuyucu Murat Paşa!..
Çorum’dan başlayan Türkmen avı, Amasya, Tokat, Yozgat, Şarkikarahisar çizgisiyle
Doğu Karadeniz kıyılarına Keşap ve Giresun’a kadar uzanır.
17 Ekim 1608’de kendisine padişahtan gelen emir iletildi.
Emirde sefere ara vermesi ve İran üzerine yürümek üzere hazırlık yapması söyleniyordu.
Ancak, Paşaya Anadolu’da yüz bine yakın akıttığı kan yetmemiş olacak ki hala “Anadolu Harekâtı”na ısrarda devam ediyordu.
Paşanın bu korkusuz ve pervasız karşı çıkışı herhalde Sultan Ahmet’in kendisine 

“babacığım” diye hitap etmesinden kaynaklanmış olmalı.
Padişah, Kuyucu Murat İstanbul’a döndüğünde bu parlak hizmetlerin karşılığını verdi.
Murat Paşa’ya iki teşrif hil’atı giydirilmesini emretti.
Kendi eliyle de murassa bir sorguç ihsan eyledi.
Padişahın Murat Paşa’ya kuş tüyünden yapılmış ve değerli taşlarla süslenmiş bir sarığı kendi eliyle vererek onurlandırdığı anlaşılıyor.
Kuyucu Murat Paşa’nın ‘devlet töreni ile defni’, Anadolu’da tepki ile karşılandı.
Katledilen, cesetleri kuyulara doldurulan on binlerce Türk insanının aileleri, akrabaları, hemşerileri ‘Paşa’ya gösterilen saygı ve sevgiyi’ kabullenemedi!
İstanbullular da sonraki yöneticiler de Kuyucu Murat Paşa’nın adını unutturmayı tercih etti.
Celali İsyanları incelenirse çok tanıdık bir tablo görülür.
İsyanların bir kısmı askeri sebeplerle olsa da önemli bir kısmı;
bölgede artan nüfus, züyuf akçe denilen düşük ayarlı para yüzünden enflasyonun artması.
Buna bağlı olarak vergilerin artması, halkın bunları ödememek için şehre göçmesi, haliyle tarımın olmaması yüzünden kıtlığın baş göstermesi,
yasa dışı bir şekilde Avrupa’dan hububat alınmak zorunda kalınmasıdır.
Böylece Osmanlı’da ekonomik dengenin tamamen bozulmuştu.
Bu da yetmez gibi taşra siyasetinde tam biz zulüm örneği göstererek azalan para değerini durmadan “salgın” vergileriyle düzeltmek istediler.
Peki, Murad Paşa başarılı oldu mu?
Kısa vadede yok ettiği insan sayısı itibarıyla evet, başarılı olmuştur.
Bir süre celali veya suhte hareketleri görülmedi ama ne pahasına?
Bunu da düşünmek lazım.
Döneminde Anadolu’nun kültürel olarak da bir yok oluşu oldu.
Haklı, haksız adeta nüfus azaltma amacıyla yapılmış eylemlerle dolu bir seferdi Murad Paşa seferi.
Beni en çok şaşırtan şey ise tarihi bile bile Murad Paşayı bugün yücelten kimselerdir.
Osmanlı Sarayı Türk’ü ve Türklüğü benimsememiştir.
Devlet, bu isyanların neden çıktığını niçin Anadolu insanının memnun edilemediğini bile sorgulamadı.
Ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise dönemi şöyle anlatır:
“Osmanlı tarihinin Murat Paşa ve Sultan Murad’lı bu dönemi devlet terörünün zamanıdır.”

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | TÜRK KASABI DEVŞİRME PAŞA için yorumlar kapalı