Tem 12

AMON RA DÜZENİ

AMON RA DÜZENİ

Milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış Heredot, iki ciltlik ünlü seyahatnamesinde Yunan tanrılarından söz ederken, hepsinin Mısır’dan esinlenilerek isim değişikliği ile Yunan halkına kabul ettirildiğini, gerçekte Mısır’da veya Yunanistan’da kendisini Tanrı gibi gösteren insanların, bunu diğer insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak veya taraftar toplayabilmek için yaptığını anlatır.

Heredot, insanların tanrılaşma sürecini tasvir ederken, yanında güzel bir kadınla beraber altın ve gümüş süslemelerle işlenmiş elbiseler giyerek aynı şekilde süslenmiş atlı bir arabaya binip Atina’nın ana caddesinden bir aşağı bir yukarı geçmenin Tanrı sayılmak için yeterli olduğunu, insanların bunların peşinden gitmesinin ise çıkar amaçlı olduğunu yazar.

***

Firavunlar da tanrısallık iddiasındaydı. Milattan önce 15’inci yüzyıl sonunda Mısır tahtına geçen Kral 4’üncü Amenhotep Amon, adını Akhenaton olarak değiştirdi ve başta Amon Ra olmak üzere Mısır tanrılarının tamamını reddederek tek tanrı Aton‘a ibadet edilmesini bir kanunla halka duyurdu.

Akhenaton, devleti ve halkı rahiplerin elinden kurtarmak için eski Mısır dinini, sihir ve büyüyü yasakladı, tapınakları kapattı, Amon rahiplerinin görevine son verdi ama o öldükten sonra eski düzene geri dönüldü.

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük din bile tanrılık iddiasında olan veya putlara temsil ettirdikleri tanrıları kendi tekelinde tutan insanların, kitleleri bu yolla yönetmesi ve sömürmesini sona erdiremedi.

Yahudiler, dini kendilerine has kıldılar, Hristiyanlar, İsa’yı tanrının oğlu olarak kabul ettiler ve onu temsil eden rahipler, Mısır rahiplerinin yerine geçti.

İslam’da ruhbanlık, “Allah’a şirk koşmak” olarak vaaz edilmesine rağmen bazı insanlar, İslam adına, hatta Allah adına iş görmeye başladı.

Kiliselerde veya sözde İslami vakıfların kurslarında, yurtlarında, yoğun çocuk tecavüzlerini hatırlatmaya gerek var mı?

***

Bugün, bütün dünyada, tarikat ve cemaat liderleri, siyasi ve ticari çıkar için devletleri ele geçirmiş olan büyük sermaye sınıfına girebilmek amacıyla halktan para toplayarak, yeni bir sınıf oluşturmaya çabalıyor! Osmanlı döneminde ve Türkiye’de olduğu gibi bazıları devleti tamamen ele geçirmeye de yelteniyor ve tasfiye ediliyorlar. Yerlerini hemen başka tarikat ve cemaatler alıyor.

Tarih boyunca insanlar, egemenlerin şerrinden kaçarken sığınacak güvenli bir liman aramış ve karnını doyurmak, güvenliğini sağlamak veya çocuğunu okutmak gibi başka ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Tanrı adına düzeni sağlamak iddiasındaki kişilere boyun eğmiştir.

Bugün, bazı tarikat veya cemaat önderleri, kendilerini Allah ile peygamber arasında bir yerde gösteriyor! Bazılarında zavallı insanlar, bunların içtiği tastan, hatta abdest suyundan içerek kurtuluşa ereceğini zannediyor, kendilerini, eşlerini ve altı yaşındaki çocuklarını bile onlara cinsel anlamda teslim edebiliyor, “badeleniyor”; yani insanlıktan çıkabiliyor… Şeyhine, yani çağımızın Amon rahiplerine namusunu teslim edenler, siyasi liderine de kişiliğini teslim ediyor! 

***

Laiklik, dini kullanarak iktidar gücünü ele geçirmek veya elde tutmak isteyenlerin düzenini bozduğu için karalanıyor. Millî veya dini idealler adına insanları yönetenlerin, kendi söylemlerine ters düşen icraatları ve geçmişleri bile kitleleri uyandırmaya yetmiyor. Çünkü insanın insana kulluğunu, Allah’a kulluk zannetmeye, çocuk yaşta programlanmış veya siyasi emellere göre formatlanmışlardır. Bu yüzden robot gibi hep aynı söylemleri ve yöntemleri kullanırlar.

Kısacası, insanoğlu, çoğunlukla, hangi dine mensup olursa olsun, günümüzde de Amon’a veya Zeus’a yani gerçekte altına ve gümüşe veya ekonomik gücü temsil eden paraya ve cinsel hazlara tapınmaya devam ediyor!

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | AMON RA DÜZENİ için yorumlar kapalı
Tem 11

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Gösterişin, torpilin, kibrin ve sayamadığım binlerce putun kol gezdiği bu çağda;  bir bakışın, bir duruşun, bir hayatın sadeliğine inanıyorum.” Dostoyevski

* “Kültürü bilgiden ibaret saymak, zekâyı hafızadan ibaret sanmaktan farksızdır.” Peyami Safa

* “İntikam almayı düşünüyorsan zayıf insansın, affedip yoluna devam ediyorsan güçlü insansın, yok sayıyorsan zeki insansın.” Konfiçyüs

* “Adalet olmayınca, devlet, büyük bir çeteden başka nedir ki?” Aurelius Augustinus

* “Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez.” (1919) Mustafa Kemal Atatürk

* “Bir insanı küçüksemek ahlaksızlık,  çok büyük görmek de korkaklıktır.” Kızılderili Atasözü

* “Hayat öyle lanet bir şey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise, susmadığın için kahreder.” Charles Burkowski

* “Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz” Jean de La Bruyere

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 10

“ÇUVAL KRİZİ” VE ABD”

“ÇUVAL KRİZİ” VE ABD

ABD-Türkiye ilişkileri, krizlerin yoğun olduğu gerginlikler silsilesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’nin NATO üyeliği ABD ile yakın ilişkileri artırmıştır. Artık NATO’nun lider ülkesi ABD ile NATO üyesi Türkiye arasında işbirliği söz konusudur. 1952 yılında NATO’ya kabul edilen Türkiye, ABD’yle ilk ciddi krizini 10 yıl sonra 1962’de yaşar.

27 Ekim 1962… Sovyetler Birliği, ABD’yle arasında krize neden olan Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini kabul etti. Bunun karşılığında, Türkiye’deki ABD’nin Jüpiter füzelerini sökmeleri koşulunu ileri sürdü, ABD de bunu kabul etti. ABD bu kararı, Türkiye’ye danışma gereği duymadan almıştı. Bu olayla, ABD-Sovyetler arasında pazarlık söz konusu olduğunda, ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarabileceği görüldü.

Jüpiter füze krizinden iki yıl sonra, ikinci bir kriz yaşanır.

5 Haziran 1964… Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırısı üzerine, 7 Haziran 1964’te Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması planlandı. Bunun üzerine ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye, 5 Haziran 1964’te ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup gönderdi. Tarihe, “Johnson Mektubu” olarak geçen bu kriz üzerine Başbakan İnönü, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” demişti.

Üçüncü önemli kriz, 10 yıl sonra ortaya çıkar.

1974… Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini yeniden başlattı. Ecevit’in bu kararı, Türkiye-ABD arasında krize neden oldu. Bülent Ecevit, 2002 yılında Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e yaptığı açıklamada, ”Yasaklayıcı tutumlarına karşın haşhaş üretimini belli kurallar içinde serbest bırakışımız ABD’de çok tepki uyandırmıştı. Kongre’nin ambargosu aslında Kıbrıs değil, haşhaşla ilgiliydi. Sonra Kıbrıs’a yamandı” dedi.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, derin bir krize neden olur.

5 Şubat 1975… 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı. Bu kararla, Türk-ABD ilişkileri Kıbrıs sorununa bağlandı. Türkiye’nin ambargoya cevabı ağırdır. ABD’ye rağmen, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulur. Bu adımla Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını uygulamıştır.

25 Temmuz 1975… Başbakan Süleyman Demirel’di. ABD’nin uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması için Demirel, ABD Dışişleri Bakanı ve BD Başkanı’yla görüşür. Fakat sonuç alınamaz. Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatılır. Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etmek zorunda kalır.

26 Eylül 1978… ABD Başkanı Carter’ın onayıyla Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı. Ambargo kaldırıldığında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Bülent Ecevit Başbakandı. Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs/tesislerini açmadı. Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını bu dönmede sürdürür. Üs/tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açılabildi.

2003 yılına gelindiğinde, 1 Mart 2003 krizi iki ülke arasındaki gerginliği tırmandırır. Irak Harekâtı nedeniyle ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkere, TBMM’den geçmez. ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bu hayal kırıklığıyla NATO üyesi ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı düşmanca tutum izleyeceği dönemi başlatır.

4 Temmuz 2003… Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri, Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenledi. Bir binbaşı komutasındaki 11 Türk özel harekâtçının başına çuval geçirildi. Düşman askeri gibi, esir muamelesi yapılarak Bağdat’a götürüldüler. 60 saat süreyle sorguya çekildiler. Türk kamuoyu, büyük bir öfke ve tepki gösterdi. Bu olay düşmanca bir adımdı. TSK’nın ve Türk milletinin onuru aşağılandı.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Mukavemet etmesinler” dedi. Tim’in bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanı da karşı koymaları yönünde emir vermedi. Bu pasif duruş, TSK’nın geleneklerine aykırıydı.

Bu düşmanca hareketin, ABD’nin kuruluş günü olan 4 Temmuz’da yapılması elbette bir tesadüf değildi. 4 Temmuz 1776 kuruluş yıldönümü kutlamalarında, “Çuval Olayı”yla ABD güç gösterisi yapmış oldu.

Çuval geçirme olayı, bir kırılma noktasıydı.

ABD “Çuval Olayı” ile Türkiye’yi sınadı. Türkiye, geçmişte 1974 silah ambargosunda gösterdiği tepkiyi 2003’te ABD’nin bu düşmanca tavrına karşı sergileyemedi.

Ve ardından;

– ABD, Türkiye dâhil 23 ülkenin sınırlarını değiştiren Büyük Ortadoğu Projesi’ni başlattı.

– TSK’ya Türk tarihinin en utanç verici kumpası kuruldu. Cumhuriyet Ordusu budandı. Türk Milleti, gözbebeği ordusuyla birlikte aşağılandı.

– ABD, PKK/PYD terör örgütüne desteği artırdı. Suriye’nin yüzde 25’ini terör örgütüne işgal ettirdi. PKK/PYD terör örgütü düzenli orduya dönüştürdü. Türkiye’nin güney sınırı terör üreten bir coğrafya durumuna getirildi.

– ABD, Irak ve Suriye’yi parçaladı ve göç projesiyle Türkiye, dünyanın en fazla göçmenine ev sahipliği yapan ülke konumuna getirildi.

– ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı; Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve silah sağlanmasında NATO ülkesi Yunanistan’ı desteklemeye başladı.

– ABD, Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarını vermedi; F-16 savaş uçaklarını vermemekte direniyor.

Türkiye ve ABD, iki NATO üyesi ülke… Bu kadar önemli krizlerin sahibi bir ülke, Türkiye’nin BEKA’sını olumsuz etkileyen kararlara imza atan bir NATO üyesi ABD, “Stratejik Ortak” ya da “Müttefik” olur mu?

1974 Kıbrıs Barış Harekâtına imza atan; 1975’te ABD’nin üs-tesislerini kapatan; 2003’te ABD askerlerinin Türkiye’de bulundurulmasını reddeden bu ülke değil miydi?

2 bin 500 yıl önce Sun Tzu şöyle demişti:

“Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür.”

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , , , , | “ÇUVAL KRİZİ” VE ABD” için yorumlar kapalı
Tem 09

LİDER KİMDİR?

LİDER KİMDİR?

İngiliz gazeteci, Sina’da karşılaştığı bir Bedevi’ye.
“Sence lider kimdir diye sorar.?”

Bedevi; Ben bir öykü ile, sorunuza cevap vereyim der.
Bedevi anlatır; Bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü’nde yol alırken. Birden ufuk çizgisi kararır. Çölün sessizliği, yoğunlaşır. Deneyimli Bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar.

Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca kazığa bağlar. Sonra heybelerden katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırı alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler, fırtına bulundukları bölgeye ulaşır.

Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağanağı, delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir: “Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin der.

Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder. Peki, başını çadıra sokabilirsin. diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır. fırtına giderek daha da azıya almaktadır.

Deve sahibine tekrar yalvarır.. Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur, şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım. Bu isteğe de ‘Peki’ der Bedevi…

Fırtına, sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır; “Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver.. Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır.

Bu duruma Bedevi ’den önce, deve tepki gösterir; “Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan.”


‘Lider kimdir? demiştiniz;
Bu hikâyeyi mesnet alarak cevap vereyim.
“Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır.”

Atatürk’ten sonraki lider İsmet İnönü;
Köy Enstitüleri’ni azaltarak,Cumhuriyet Devrimleri’nin kırsala uzanan kollarını kopardı.

Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı.
Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.

Sonraki lider Demirel; Menderes’ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.

Çoğumuzun , Cumhuriyet devrimlerinin, laisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir lider olan Ecevit, Fethullah ile yakın olmaktan bir sonuç bekledi.

Sonraki lider Turgut Özal; Zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.

Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar.

Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgâr gibi arkasına ve oy portföyüne alıp,
Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.

Ecevit, Bahçeli, Yılmaz’lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.

Recep Tayyip Erdoğan’la devenin hörgücüde artık çadırın içine girmiştir…

Özetle;
Atatürk’ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra yavaş yavaş girmesine izin verdiler.
İzin vermenin ötesinde teşvik ettiler.

Biz de Bedevi’nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:

1) Türkiye; ’10 Kasım 1938’den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, geçirmiştir.

2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine “vurmak” üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.

3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye’nin milli eğitim politikası “teokratikleştiril
miştir” ve “teokratikleştiril
mektedir”.

4) 29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen ‘devrim’, bila fasıla tam 100 yıl süren bir “Karşı devrim” ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.

Son söz:
“Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir.”
“Deve” deyip geçmeyin; kini çok derindir.
Sizi çadırın dışına atacak kadar.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , | LİDER KİMDİR? için yorumlar kapalı
Tem 08

UTANIYORUM

UTANIYORUM…

Bir ülke, başka ülkelerden milyonlarca insanın istilasına uğruyor hatta başka bir ülkenin ordusunun yüzbinlerce askerini, gizli anlaşmayla sınırlardan içeri alıyorsa, iktidarı da muhalefeti de tehdidin boyutlarını anlamamış görünüyorsa, buradaki sorun sadece okuduğunu anlamamak değildir elbette. Bunun bir proje olduğunu, asıl hedefin, Türk devletini yıkarak yerine başka bir devlet kurmak olduğunu anlamamak için gerçekten doğuştan sağır olmak ve bu sebeple dil öğrenememiş olmak gerekir. Öyleyse sorun anlamamak da değil…

Tabii sorun sadece bu da değil! Bugün Türkiye’nin içine düşürüldüğü ekonomik krizin, ülkenin yerli-yabancı iş birliğiyle soyulmuş olmasından kaynaklandığını görmemek için de soygundan pay alıyor olmak gerekir. Ülke fiilen işgal edilirken herkesin cebindeki para da çalınıyor ama biz hâlâ sebebi üzerinde anlaşamadık! Daha ötesini söylemeye utanıyorum…

Alıntı

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | UTANIYORUM için yorumlar kapalı
Tem 07

“KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ”

“KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ”

Çölde seyahat eden bir derviş, bir bedeviye rast gelir. Bedevi perişan bir halde ondan su ister. Onun bu haline acıyan derviş yardım etmek için devesinden iner. O anda deveye atlayan Bedevi hızla kaçmaya başlar.

Derviş ise arkasından var gücüyle koşmakta ve bağırmaktadır. “Evladım! Deve de senin olsun, üstündeki yiyecek de! Ne olur bu yaptığını kimseye söyleme!”

Bedevi, dervişin bağırmasını duymuştur. Hayretle döner ve sorar: “Issız çölde susuz ve devesiz kaldığını dert etmiyorsun da, dolandırıldığını mı dert ediyorsun?”

Dervişin cevabı ibretliktir:

“Derdim onlar değil. Bu haber bu diyarlarda duyulursa bundan sonra kimse çölde susuz kalmış birine su vermez!”

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , | “KİMSE ÇÖLDE KALMIŞ BİRİNE SU VERMEZ” için yorumlar kapalı
Tem 06

TÜRKİYE, TÜRKİYE OLMAKTAN ÇIKARILIYOR

TÜRKİYE, TÜRKİYE OLMAKTAN ÇIKARILIYOR

Özcan PehlivanoğluÖrsan Öymen‘in, “13 yılda 12 seçim kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu” ile ilgili, Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısının son cümlesini paylaştı:

“Gerçek lider, sosyolojik koşullara göre siyaset yapan değil, sosyolojik koşulları değiştirmeyi başaran kişidir.”

Bu cümle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da izah ediyor, bugünkü durumunu da…

***

Atatürk, bir ulus devlet kurmayı hedeflemişti. Vatanın sosyolojik durumunu çok iyi biliyordu. Bu sebeple Lozan’da, İngilizlerin el altından yönlendirmesi ile Norveçli Mr. Nansen tarafından getirilen mübadele önerisini hemen kabul etti. Üç yıl içinde, yüz binlerce Müslüman, mübadele yoluyla Türkiye’ye getirildi, Türkiye’deki yüz binlerce Hristiyan da Yunanistan’a gönderildi. Atatürk“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denilir” dedi ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle de ulus devletin üzerinde durduğu sosyolojik dayanağı açıklamış oldu. Devleti, “Türk Milleti” zeminine oturttu…

***

Tayyip Erdoğan ve ekibi, ulus devleti benimsemiyor. Bu sebeple çeşitli arayışlara girdiler. Devletin temel dayanağı olan ulus bilincini yok ederek yerine siyasi ümmet bilinci yerleştirmeye çalıştılar. Oysa biri millî kimlik, diğeri dini kimlikti ve bu iki kimlik birbirinin alternatifi değildi.

Bundan sonuç alamadılar.

Türkiye’nin önemli görevlerde bulunmuş bir diplomatı olan Volkan Vural, 2008 yılında Neşe Düzel‘e konuştu ve “Devlet Ermenilerden özür dilemeli, Ermeni ve Rumlar tekrar eski topraklarına dönsün, tekrar vatandaş olsun” dedi!

Zaten Fener Rum Patriği Bartholomeos, 7 Mayıs 2000 günü, Orta Anadolu’da bir eski kilisede düzenlediği ayinden sonra, “Türkiye’nin AB’ye üyeliği, Anadolu’da önceden var olmuş Hristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hristiyanların yaşamasına izin vermelidir” diye bir açıklama yapmıştı.

Erdoğan ise 2009 yılında şöyle bir konuşma yaptı:

“Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Bunların üzerinde durarak bir düşünmek lazım… Ama aklıselim ile bunların üzerinde düşünülmedi. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.”

Derken, Abdullah Gül, 20 bin dolara vatandaşlık satmayı önerdi! Daha yüksek fiyata vatandaşlık verilenler ile Türkiye’ye sürülen Suriyelilerin bir kısmı son seçimlerde oy kullandı ve milletin kaderi üzerinde etkili oldu.

Ahmet Davutoğlu“ayrıştırıcı bir kültür olan ulusçuluk ile hesaplaşacağız” dedi ve mübadele ile Yunanistan’a gönderilmiş Ortodoksların torunları ile görüşüp onları Türkiye’ye davet etti!

Davutoğlu“İki yüzyıl önce şehirlerimizde, mahallelerimizde iç içe yaşayan Türkler, Ermeniler, Araplar, Rumlar, Arnavutlar ve daha birçok farklı etnik ve dini kimlik bugün bu organik yapıdan koparılmış durumda. Yeni kopuşlara izin vermememiz gerek” dedi!

Kültür ve Turizm Bakanı iken Ömer Çelik de 2013 yılında Moskova’da bir çağrı yaptı ve “Geçmişte yapılan bazı yanlışlıklar yüzünden ülkemizi terk etmiş Hristiyan ve Yahudiler var. Hepsine ‘ülkenize geri dönebilirsiniz’ diyoruz.” dedi.

Tarih Vakfı’nın Rockefeller Vakfı desteğiyle, Türkiye’de Osmanlı dönemine ait azınlık tapularını araştırması, eş zamanlı olarak Amerika’daki Ermenilerin Türkiye’de atalarının sahip olduğu topraklar adına dava açmaları ve sigorta şirketlerinin kazanılan yüz binlerce davada söz konusu tazminatları sigorta etmesinin sebebi de aynıydı.

Suriye’nin ABD projesi ile iç savaşa sürüklenmesi ve bu proje gereği, milyonlarca insanın Türkiye’ye gönderilmesi, Afgan ordusu askerlerinin sınırlar açılarak ülkeye kabul edilmesi de ulus devletin dayanağını zayıflatmaya başladı!

***

İttihatçılar tehcirle, Atatürk ise mübadele ile sosyolojik koşulları, Türk Milleti lehine değiştirmişti. Erdoğan ve ekibi ise “Türkiye Yüzyılı” sloganlarıyla örtülmeye çalışılan, “sığınmacılar” istilâsı üzerinden, Türkiye’yi Osmanlı’nın yıkılmasına sebep olan sosyolojik koşullara döndürdü. Bu yolun nereye varacağı çok açık değil mi? Türkiye, Türkiye olmaktan çıkarılıyor…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | TÜRKİYE, TÜRKİYE OLMAKTAN ÇIKARILIYOR için yorumlar kapalı
Tem 05

ÖMRÜN (AŞK TAHTINDA) İNCİ TANESİ

ÖMRÜN (AŞK TAHTINDA) İNCİ TANESİ

* * *

Yılların özlemi kor alev düştü

Gönlüme vuslatın şevki üşüştü

Duygular hasretle tek tek öpüştü

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Bu yürek maziyi anar durmadan

Rüyada cana can banar durmadan

Sönmez ki bu ateş yanar durmadan

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Bil ki; anlatmaya diller yetmiyor

Herkes kıskanıyor, güller yetmiyor

Ne gönül, ne yürek, eller yetmiyor

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Kandı, görür görmez yürek bir anda

Cennetteyim sandı yürek bir anda

Bilmem nasıl yandı yürek bir anda

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Aşk vuslatı ister, vuslata vurgun

Gözü, gönlü başka kimseye durgun

Bir ömür yaşayacak bu sevda hergün

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Gösterdi gözüme sanki buyurdu

Egemen kalbime otağı kurdu

O kalptir her daim sevginin yurdu

Ömrün aşk tahtında inci tanesi

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | ÖMRÜN (AŞK TAHTINDA) İNCİ TANESİ için yorumlar kapalı
Tem 04

MİLLİYETÇİLİK

MİLLİYETÇİLİK

Milliyetçilik, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünden rahatsız olmak, bu sözü yazıldığı yerlerden kazımaktır.

Milliyetçilik, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…” diye başlayan andımızı okullardan kaldırmaktır.

Milliyetçilik, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesini tartışmaya açmaktır.

Milliyetçilik, anayasanın 66. maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” maddesini tartışmaya açmak, Türk’ü kaldırarak yerine Türkiye kelimesini koymayı istemektir.

Milliyetçilik, Barzani ve Şivan Perver’le birlikte gözyaşları dökerek megri megri çekmektir.

Milliyetçilik, Irak’ta yaratılan Kürdistan özerk bölgesine yardımcı olmak, yardım etmek için de yol, köprü, bina ihalelerini alıp zengin olmaktır. Esasen milliyetçilik zengin olmaya dayanır. Devlet ihaleleriyle zengin olmadan milliyetçilik de olmaz.

Milliyetçilik, devletin resmî televizyonunda Kırmanç ağzı için TRT Kurdi kanalını açmak ve böylece bir ağzı edebî dil hâline getirerek farklı bir millet yaratmaktır.

Milliyetçilik, Oslo’ya devlet temsilcilerini gönderip PKK’nın terörist liderleriyle görüştürmek ve onların taleplerini müzakere etmektir.

Milliyetçilik, Türk mahkemesinin müebbet hapse mahkûm ettiği bölücü bir katilin mektubunu Diyarbakır meydanında okutmaktır.

Milliyetçilik, Türk mahkemesini Habur sınır kapısına gönderip terör kıyafetleriyle sınırdan içeri giren bölücü teröristleri affetmek ve zafer işaretleriyle yurdumuzda dolaşmalarını seyretmektir.

Milliyetçilik, Ergenekon, Balyoz vb. adlarla Türk ordusunun general ve subaylarına kumpas kurmaktır.

Milliyetçilik, okullara giriş sorularını çalarak on binlerce gencimizin hakkını gasp etmek, harp okullarımız başta olmak üzere pek çok okula çalınmış sorularla adam yerleştirmektir. Ve milliyetçilik yıllarca bu hırsızlığı yapanların şeyhini, “Bitsin artık bu hasret.” diyerek vatana çağırmaktır.

Milliyetçilik, Türk vatanına Suriyeli ve Afganları doldurarak ülkenin nüfus yapısını değiştirmek ve bu ülkeyi Türk yurdu olmaktan çıkarmaktır.

Milliyetçilik, vatanın taşını, toprağını, madenini, fabrikasını, limanını yabancılara satmaktır.

Milliyetçilik, Arap’a, Katarlı’ya, Afgan’a, ABD’de yaşayan Hintli’ye parayla vatandaşlık satmaktır.

Ne demek istediğimi anladınız. Elbette bunların hiçbiri milliyetçilik değildir. Allah böyle milliyetçiliklerden beni muhafaza eylesin!

Alıntı: Ahmet B. Ercilasun

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | MİLLİYETÇİLİK için yorumlar kapalı
Tem 03

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Çocuklarınızı, İmam Hatip’e göndermeyin. Gördüğüm bazı şeyler var, çocuklarınızı düz ortaokul ve liseye gönderin, eğitim hayatını daha az hasarla atlatsınlar.” Cüppeli Ahmet Hoca

* “Ulusların tanrıları gümüş ve altındır, kendi ellerinin eseridir; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar; burunları vardır koklamazlar, ağızları vardır yemezler; dilleri vardır, söylemezler; elleri vardır dokunmazlar, ayakları vardır, yürümezler. Onları yapanlar ve onlara güvenenler de onlar gibi olsunlar. Hz. Davut

* “Kulu Davud’a ‘velilerin parlaklığı içinde Zühre yıldızından önce seni yarattım’ diyen Allah’ı tesbih ederim” Hz. İsa

* “Defterler açıldığı zaman, gök soyulduğu zaman, cehennem kızıştırıldığı zaman, cennet yaklaştırıldığı zaman, Her nefis kendisi ile ne getirdiğini görecektir.” (Tekvir, 81/10-14)

* “Sır saklamak bir irade imtihanıdır. Bu imtihanı kazanamayan, hayatta hiçbir imtihanı kazanamaz.” Hz. Ali

* “Layık olmadan makam sahibi olanlar astlarını ısırıp, üstlerine kuyruk sallarlar.” Gazali

* “Üzenlerin üzüldüğü vakit de gelir.” Yunus Emre

* Nefis, çok övülmesi halinde Firavunlaşır.”  Mevlana

* “Ya kırdığın kalbi Allah seviyorsa? Bilemezsin, bilseydin ödün kopardı, dokunamazdın.” M.Oosthuızen

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı