Tem 02

KUDÜS VE MESCİD-İ AKSÂ

KUDÜS VE MESCİD-İ AKSÂ

Kudüs’te Mescid-i Aksâ saldırıları bitmeyecektir. Müslümanlar ve Yahudiler, aynı yerde çakışınca çatışma kaçınılmaz oluyor. Yahudilerin Hamursuz bayramı, Müslümanların ramazanı bir arada. Müslümanlar, namazlarını Mescid-i Aksâ’da kılarlar (Erkekler burada, kıbleye göre arkada kalan, Mirac taşının olduğu Kubbetü’s-Sahrâ’da ise kadınlar saf tutarlar.), Yahudiler kurbanlarını burada keserler.

Ağlama Duvarı, Mescid-i Aksâ sahasını çevreleyen, duvarın bir yüzüdür. Bu duvarın uzantısı bir tünel vardır ki, asıl tartışma konusu burasıdır. Yahudiler bu tüneli gidebildiği yere kadar açmak istemektedirler. Hesap Hz. Süleyman Mabedi‘ne ulaşmak. Tüneli uzatmak demek Meccid-i Aksâ’nın altını oymak demektir. Gittiğimde tünel ziyaretçilere açıktı. Bir rehber eşliğinde, izin verdikleri yere kadar varılıyordu. Ben de girdim. Ağlama Duvarı’na ve Tünel’e girerken, mutlaka elinize “kipa” dedikleri, başa takılan takkeyi tutuşturuyorlar, illâ siz de başınıza takacaksınız. Ama takmadım, elime aldım. İsrail devleti, tünelin Mescid-i Aksâ’nın altına gitmediğini söylese de benim gözlediğim o ki, gide gide ilk kıblenin altı oyuluyor.

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv‘ün “Kudüs ve Devletler Hukuku” adlı kitapçığında da belirttiği gibi, Osmanlı Türkleri, Hristiyanları ve Yahudileri “ehl-i kitap” saydıkları için kendilerinden farklı telâkkî etmemişler ve her haklarını korumuşlardır. Bu hakları 1757 fermanı ile yazılı hâle getirilmiştir. Yani Araplar ve Yahudiler Türklerden hem sevgi, hem anlayış görmüşlerdir.

Kudüs tarih içinde üç dinin mensuplarının idaresinde kalmıştır. Yahudi yönetimi 600 yıl dolayında, Hristiyan yönetimi iki Bizans dönemi (323-614 ve 628-637), Kudüs Lâtin Krallığı (1100-1187), İkinci Frederick’in işgali (1229-1239) ve İngiliz mandası (1922-1948) olmak üzere toplam 423 yıldır. Müslümanlar (Araplar ve Türkler) ise Kudüs’e 1300 yıl hâkim oldular.

“Mescid-i Aksâ bizim kırmızı çizgimizdir” hamasetini bırakalım ve milletler arası hukuku öne çıkaralım. Daha önce Müslümanların hakkı teslim edilmiş mi edilmemiş mi, ona bakalım.

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv‘ün, aynı kitapçıktan şu notunu ekleyeceğim:

“Filistinlilere temel haklarının verilmemiş olduğu bilinen bir gerçektir. Kudüs’le ilgili olarak Birleşmiş Milletler’in aldığı kararlar da ortadadır. İsrail’in bunlara uymaması onları geçersiz kılmaz. Ancak, B.M.’nin İsrail’i yalnızca suçlamakla kalması ve bundan ileri gidememesi bu devleti cesaretlendirmiş, saldırılarını arttırma ve başkalarının hukukunu çiğnemeyi sürdürme olanağı tanımıştır. Kudüs’te (ve Filistin’in tümünde) yapılmış olan yanlışlıkları düzeltme görevi en başta Birleşmiş Milletler’e düşer.”

“Ailem ve Diğer Yahudiler” kitabını yazan Roni Margulies sözünü esirgemiyor. Daha önce Taraf gazetesinde “Yahudi millî karakteri, küfür, şirk ve nifak” (11.08.2012) başlığı altında yazdıkları şaşırtıcı. Süleyman Sayar‘ın “Yahudi Karakteri (Tarihî ve Sosyo-Psikolojik Bir Yaklaşım)” başlıklı makalesi önümde olmakla beraber, Roni Margulies‘ten aktaracağım:

“Yahudilerin yabancı hâkimiyeti altında alabildiğine ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmış olmaları büyük ölçüde kendi isyankâr, uyumsuz, bozguncu ve entrikacı karakterlerine de bağlı kalmıştır. Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve hatta İslâm hâkimiyeti dönemlerinde hep düşmanla iş birliği yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır. İslâm’ın hoşgörüye dayalı yönetiminde bile eski alışkanlıkla çevirdikleri entrika ve düşmanlıklardan ötürü Hicaz’dan sürülmüşlerdir.”

Alıntı: Arslan Tekin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | KUDÜS VE MESCİD-İ AKSÂ için yorumlar kapalı
Tem 01

NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN?

NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN?

(Fıkra değil, gerçek)

Erzurum şehirlerarası sefer yapan bir yolcu otobüsünde muavin horlayan yolcuyu insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle uyandırır. Ancak adam tekrar uyur ve horlamaya başlar. Bunun üzerine muavin sinirlenir adamı uyandırır ve adamla tartışmaya başlar, tartışma büyür, muavin adamı otobüsten indirmeye karar verir. Sinirlenen adam muavini bir güzel döver, otobüs şoförü müdahale edince şoför de dayaktan payını alır. Yedek şoför gelir, adam onu da dövdükten sonra otobüsten iner, inerkende boksör olduğunu söyler.

Aynı muavin başka bir gün bir yolculuk esnasında yolculardan birinin horladığını duyar ve yolcuyu kibar bir şekilde uyandırdıktan sonra sorar;

“-Gardaş boksör misen?” Yolcu;

“-Hayır” der.

“-Karateci misen?” Adam yine;

“-Hayır” der. Muavin tekrar sorar;

“-Tekvandocu misen?”

“-Hayır..!”

“Kunfucu misen?”

Adam şaşırır ve yine “Hayır” der. Bunun üzerine muavin şaşkınlıkla ve kızgınlıkla sorar;

“Peki gardaş neyine güvenip de horlirsen..?”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN? için yorumlar kapalı
Haz 29

TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KORUMAK

TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KORUMAK

İnsanlar, tarih boyunca milletler halinde yaşadı. Kavim de denilse, budun da denilse, ulus da denilse fark etmiyor…

Yalnız bugün Türk Milleti, her zamankinden daha tehlikeli ve daha sinsi bir tehdit altındadır ve çoğunluk bu durumun farkında bile değildir…

Tehdit şu ki, Türklerin kurduğu devlet, “Yeni Osmanlı’yı kuruyoruz” diye aldatılan Türklerin de rızasıyla yıkılmak isteniyor. Bunu sağlamak için de ülkenin nüfus yapısı hızla değiştiriliyor. Yani millî devleti yıkmak için yabancı nüfus akını işle birlikte milliyetçi duygular kullanılıyor! Oysa kurulmak istenen devlet Orta Doğu Birleşik Devletleri’dir!

Bu durum, tıpkı kimyasal bir karışımda olduğu gibi “tepkime”lere sebep olacaktır. Patlama olmaması için katalizör olarak kullanılan Osmanlıcılık, halkı devamlı kandırmaya yetmeyecektir…

***

Yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı. Florida’nın Boca Raton şehrinde iki Türk olarak, İngilizce öğrenmek için bir kilisenin açtığı dil kursuna gitmişler. Bir gün kursta bir film gösterilmiş. Filmde hilkat garibesi veya zebani gibi korkunç bir yaratık insanlara devamlı kötülük yapıyormuş. Film, “Türk” adlı bu yaratık ile iyi insanların mücadelesi şeklinde sürüyormuş. Filmin sonuna doğru, seyirci olan kursiyerler, Türk’ün mağdur ettiği insanlarla adeta bütünleşmişler! Filmde bu insanlar birlik olup Türk’ü hırpalayınca kursiyerler de kendilerini tutamayıp, “Türk’ü öldür” diye bağırmaya başlamış. Bunun üzerine bizim iki Türk, o korkunç yaratığın tarafını tutarak olanca sesleriyle “Türk, Türk” diye tempo tutmuşlar. Birden gösterim durdurulmuş ve herkes dehşet içinde bizimkilere bakmaya başlamış. Kursu veren öğretmenler, güçbelâ duruma hâkim olmuş! Bizim iki Türk o kursa bir daha gitmemiş!

Arkadaşım, “O yaratıkla kendimizi nasıl özdeşleştirdik, biz de anlamadık. Fakat biz de Türk’tük ve hep birlikte Türk’e saldırıyorlardı. Üstelik sadece filmde değil, filmi seyredenler de buna katılıyordu? İnanılmaz bir psikoloji idi…” demişti. İkisi de üniversite mezunuydu.

***

Bugün ne oluyor peki? Aynı o filmde olduğu gibi Türklük kavramı, kötülüklerle eş anlamlı tutuluyor…

Bugün yerli ve yabancı medyadan ve siyasetten Türklere ve Türklüğe yönelik o kadar iğrenç saldırılar yöneltiliyor ki zaten kişisel sorunlarla boğuşan genç Türkler, bu şeytanca saldırılara karşı rahatlıkla çeşitli iç veya dış örgütlerin elemanları ile kendilerini özdeşleştirebilir! Bu gençlerin beyinleri, milliyetçi bir ideoloji ile değil, kulaktan dolma bilgilerle yükleniyor! Oysa milliyetçilik, bütün dünyada öncelikle bir aydın hareketidir. Bilgi birikimi olmadan duygulara dayalı yapılan milliyetçilik, tuzağa düşmeye her zaman hazırdır.

***

Bugünkü devlet yapısı, gençlerimizi doğru yöne yöneltebilecek bir organizasyon olma yeteneğini kaybetmiştir. Öyle ki okullara imamlar gönderiliyor! Yani okullar, medreseleşmeye doğru götürülüyor. Oysa okulun yeri ayrı, ibadethanenin yeri ayrıdır. Bu ikisi birleştirildiğinde, ülke cehenneme döner. Çünkü kendilerini Allah’ın temsilcisi yerine koyan insanlar, halk üzerinde baskı kurar. Yani bugün sadece millî kimlik değil; dini kimlik de değiştiriliyor. Bir ara, gençlik, dinlerarası diyalog programları ile Hristiyanlaşmaya doğru sürükleniyordu. Şimdi ise din, dinle ilgisi olmayan bazı tarikat veya cemaatlere bırakılmış durumdadır.

Türk gençliği işte bu durum ve şartlarda bile kendi kimliğine sahip çıkarak, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni korumakla görevlidir. Ayrıca kıtalararası güç mücadelelerini, Türklerin lehine çevirmek de her zaman mümkündür.

Alıntı

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , | TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KORUMAK için yorumlar kapalı
Haz 28

TOKAT

TOKAT

Karadeniz bölgesinin orta Karadeniz bölümünde yer alan bir ilimiz. İl toprakları 35° 27’ ve 37° 39’ doğu boylamları ile 39° 52’ ve 40° 55’ kuzey enlemleri arasında kalır. Kuzeyden Samsun, doğudan Ordu, güneyden Sivas ve Yozgat, batıdan Amasya illeriyle çevrilidir. Trafik kod numarası 60’tır. Tokat’a Türkiye’nin meyve bahçesi ismi verilir.

Ali Cevat ve İ. Hakkı Uzunçarşılı gibi kimi tarihçiler, şehrin adının Tok-kat yani surlu şehir özelliğinden geldiğini savunmuşlardır. Bir başka görüşe göre ise, şehir adını Tok-at yani besili attan almıştır.


Tokat ismi Türkçede bildiğimiz “tokat” kelimesinden gelir. Tokat’ta bulunan kalenin ismi “Comano Pontica” idi. Anadolu’yu fetheden Selçuklu Oğuz Türkleri, bu kaleyi alınca Bizans ordusuna çok ağır bir tokat vurmuş olduğu kabul edildi. Böylece Bizans’a vurulan tokat bu şehrin ismi olarak yerleşti. Şehre “Tokat” ismi verildi.

Tokat isminin gerçek menşeiyse Bizanslılara âit “Comano Pontica” kalesini kuşatan Selçuklu ordusunun kumandanı Melik Danişmend Gâzi, kale hakkında bilgi almak için bir Türk askerini kaleye gizlice gönderdi. Kaleye giren Türk askeri, bilgi toplarken Bizanslı askerler etrâfını kuşattı. 20 Bizans askeriyle boğuşan bu yiğit, herbirini birer tokatla yere serip kaçıp kurtuldu. Bu boğuşmayı kale burcundan seyreden kale komutanı; “Türk’ün tokadı bu ise silâhı nasıl olur?” diyerek korkmaya başladı ve kalenin burçlarına teslim bayrağı çekerek teslim oldu. Zafer, kahraman bir Türk askerinin tokadıyla kazanılmış olduğundan, bu askerin hâtırasına şehre “Tokat” ismi verildi. Kale, Bizans’ın Anadolu’daki en önemli kalelerinden biri ve başta geleniydi.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , | TOKAT için yorumlar kapalı
Haz 27

“ORTA DOĞUNUN ŞAHLARI, VEZİRLRİ PİYONLARI”

“ORTA DOĞUNUN ŞAHLARI, VEZİRLRİ PİYONLARI” 

Gazeteci Nur Batur‘un, “Orta Doğu’nun Şahları, Vezirleri, Piyonları” adlı eseri… Kitabı burada özetlemek mümkün değil. Okumak gerek… Yalnız Nur Batur, ön sözde, “Arap ve İslam dünyasında görüştüğüm devlet başkanları, kendilerini lider sanan piyonlardı. 2002’de siyaseten yasaklıyken Beyaz Saray’da ağırlanan Erdoğan’a gelince… Karizmatikti. Çok hırslıydı. Kitleleri ayağa kaldırabiliyordu. İslam ve Arap dünyasına lider olmak istiyordu ancak hem Arap dünyasında yalnızlaştı hem de ABD ve Rusya arasında sıkışıp kaldı. Ya Erdoğan liderliğinde güç kazanan Türkiye’deki Siyasal İslamcılar? Onlar da ABD’nin piyonuydu.” diyor…

Batur“Peki Türkiye’de Siyasi İslam ve Müslüman Kardeşler dönemi kapanacak mı? Yoksa ABD ile uyumlu yeni bir grup Siyasi İslamcı, iktidarda kalıp stratejik hedefe yürümeye devam mı edecek? Erdoğan ile ya da Erdoğan’sız…” diye de ekliyor…

Bilindiği gibi Siyasal İslamcı rolünü oynayanlar, bugün Millet İttifakı’nın içine de serpiştirilmiş durumdadır…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | “ORTA DOĞUNUN ŞAHLARI, VEZİRLRİ PİYONLARI” için yorumlar kapalı
Haz 26

SENSİZLİK

SENSİZLİK

* * *

Sensiz bir karanlık sardı her yanı

Sensizlik feneri yaktım ömrüme

Kar etmiyor, kar etmedi bu tanı

Sensizlik dağından baktım ömrüme

* * *

Sensizlik bağrımda kara taş oldu

Yetmedi, gönlümde yağmur, yaş oldu

Sensizlik soframda zehir aş oldu

Sensizlik tohumu ektim ömrüme

* * *

Sensizlik mevsimi kışa çevirdi

Tıpkı yaralanmış kuşa çevirdi

Ömrün her anını tuşa çevirdi

Sensizlik ödülü taktım ömrüme

* * *

Güneşsiz gül gibi sarardım soldum

Her anımda neden sensizlik doldum

Gece gündüz her an beynimi yoldum

Sensizlik yükünü yıktım ömrüme

* * *

Bil ki bu sensizlik gayet derinde

Elbet açılacak günün birinde

Yüreğimin en görkemli yerinde

Sensizlik anıtı diktim ömrüme

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | SENSİZLİK için yorumlar kapalı
Haz 25

“SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR”

SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR”

Hatırlar mısınız bilmem?

Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkım projelerinden biri olan çözüm süreci döneminde AKP’li Bülent Arınç, böbürlene böbürlene, “Çözüm süreci ile dağa çıkışlar daha nitelikli bir hale geldi” demişti.

“PKK silah bırakacak, analar ağlamayacak” diye pazarlanan bir süreç, dönemin hükümetinin en ağır isimlerinden biri tarafından bölücü terör örgütüne nitelik kazandırmakla övülüyordu…

Bu sözleri duyunca, “Şimdi ne yapmam gerekiyor” diye düşünmüştüm. Bir vatandaş olarak “sevinmem mi gerekiyor acaba” demiştim kendi kendime.

Çünkü Arınç, ağzı kulaklarında yaptığı bu açıklamasıyla, askerimizi, polisimizi, sivil vatandaşlarımızı artık nitelikli teröristlerin şehit edeceğini bir müjde gibi söylüyordu…

Yeniden şehitlerin gelmeye başladığı sonraki süreçte kaleme aldığım bir yazımda ise Arınç’a, “Bu şehitlerimizi nitelikli teröristler mi yoksa niteliksiz teröristler mi öldürdü?” diye sormuştum…

Aradan zaman geçti…

AKP iktidarının nitelik kazandırdığı başka şeyler de oldu.

Malum, hem işsiz sayısında hem de üniversiteli işsiz oranında olmak üzere iki kulvardan dünya liderliğine oynuyoruz.

Sağ olsun sayın iktidar sahipleri, işsizler ordumuza da nitelik kazandırdılar, kazandırıyorlar…

Peki diplomalı işsizler arasında son dönemde atağa kalkanların eczalık fakültesi mezunları olduğunu biliyor musunuz?

Bilin! Bilin ama nedenini daha iyi bilin…

Nedeni, eczacılık fakültesi sayısının plansızca artırılması, dolayısı ile de öğrenci ve mezun sayısında bir enflasyonun oluşması değil sadece…

Türkiye’de artık her 6 eczacıdan biri işsiz. Ancak madalyonun bir başka yüzü var ki, “Şimdi Suriyeli olmak vardı” dedirtiyor.

Çünkü SGK, eczacılık fakültesinden mezun olmuş bu ülkenin kendi evlatları ile yapmadığı anlaşmayı Suriyeli eczacılar ile yapıyor…

Edindiğim bilgilere göre, sadece İstanbul’da 200 civarında Suriyeli eczacı var ve hepsi SGK ile anlaşmalı.

Peki ne yapıyor Suriyeli eczaneler biliyor musunuz?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuş, turp gibi sağlam Suriyelilerin üzerine ilaç yazdırıp o ilaçları Suriye’ye satıyor!

Hem de en pahalı ilaçları satıyorlar…

Bir ilaç ile iki kuş vuruyorlar sizin anlayacağınız. O ilacın hem SGK’dan ödemesini alıyorlar hem de o ilacı kaçak olarak soktukları Suriye’den para akışı sağlıyorlar…

Yani Suriyeli eczacılar Suriye ile ilaç ticareti yapabilsinler diye, SGK Türk halkının parasını onlara ödüyor.

Ne karlı ticaret ama!

Türk halkına, “Muhacir, ümmet” diye yutturulmaya çalışanlar, sığındıkları devletin bütçesini hortumluyor.

İŞTE O ECZANELERDEN BİRİ

Söz konusu Suriyeli eczacılardan biri İstanbul Fatih’te bulunuyor. Hatta bir hekimimizi de canından bezdirmiş durumdalar…

Olay şu; İstanbul’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir hastanede görev yapan bir doktorumuz kirada oturduğu sitede konut kredisi çekerek bir daire satın alıyor.

Satın aldığı dairede kiracaı olarak karı-koca eczacı olan Suriyeli bir aile oturuyor.

Doktor, Suriyeli aileye kiracı oldukları evde kendisinin oturacağını, zira kendisinin kiradan kurtulmak için bu evi aldığını ve tapuda üzerine başka bir konut olmadığına dair bir ihtarname çekiyor ama sonuç alamıyor.

Üstüne tahliye davası açıyor.

Sen misin satın aldığın evde oturmak isteyen!

Suriyeli aile ve bu ailenin aynı sitede oturan erkek kardeşleri, doktorun yolunu keserek tehditler savuruyor. “Sen sonunu hazırladın” diyorlar…

Doktor ve ailesi, suç duyurusunda bulunuyor, uzaklaştırma istiyor ama savcılık “Kovuşturmaya yer olmadığına” dair bir karar veriyor.

Tahliye davası da, mahkemenin evi satın alan doktoru ‘samimi’ bulmaması ile sonuçlanıyor. Yani “Türk milleti adına” karar vermekle yetkili mahkeme, “Suriyeliler adına” karar veriyor.

Bizim doktor ise, halen oturmak zorunda kaldığı daireye 8 bin TL kira, satın alıp oturamadığı evine de ayda 12 bin TL kredi ödemeyi sürdürüyor.

Peki bizim doktorumuzun satın aldığı evi gasp eden bu Suriyeli aile kim? 7 yıl önce Türkiye’ye gelmişler, vatandaşlık almışlar.

Üstelik Türkçe ad ve soyadı almışlar…

Ardından da kolayca eczacılık denkliği alıp İstanbul’un ünlü bir hastanesinin karşısında eczanelerini açmışlar. Yani suyun başında!

Eczaneyi açtıktan sonra da yazlıklarını, lüks arabalarını almışlar.
Evin ilk sahibi, Suriyeli bu aileye tehditleri ve şüpheli hareketleri nedeniyle evi satmamış.

Şimdi şu soruları soralım;
Suriye’den devlet otoritesinin kaybolduğu bir dönemde ülkemize gelip eczacı olduklarını beyan eden bu aile kolayca eczacılık denkliğini nasıl alabiliyor?

Esad yönetimi ile ilişkiler kopmuşken, Suriye’de gerçekten eczacı oldukları nasıl teyid edildi?

Bu aile, evlerini satın alan doktorun haklı tahliye talebine rağmen nasıl oluyor da mahkemeyi kazanabiliyor?

Doktorumuzun ve ailesinin can güvenliği olmadığı halde, Suriyeli aile hakkında nasıl uzaklaştırma kararı verilmiyor?

Yoksa Suriye ile ilaç ticaretinin odağında olmalarından kaynaklı arkalarında bir güç mü var?

İstanbul Eczacılar Odası’nın bu eczaneden haberi var mı?

SGK soyulduğunun farkında mı?

Alıntı: Fatih Ergin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR” için yorumlar kapalı
Haz 24

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Milli güç” unsurları: 1. Coğrafya, 2. Doğal kaynaklar, 3. Endüstriyel kapasite, 4. Askeri hazırlık, 5. Nüfus, 6. Milli karakter, 7. Manevi değerler, 8. Diplomasinin kalitesi ve 9. Hükümetin kalitesi.” Hans Morgenthau

* “Okumasını bilirsen her insanın bir kitap olduğunu göreceksin.” W. E. Channing

* “Hep merak etmişimdir, Bir gemeral emir verdiği neferden daha mı akıllı ve yeteneklidir. Bir müdür, her gün on kere azarladığı kapıcıdan daha mı dürüst ve namusludur?” Dostoyevski

* “Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”  William Shakespeare

* “Zeki insanları işe alıp, sonra onlara ne yapacağını söylemek bana mantıklı gelmiyor. Biz zeki insanları işe alırız ki, onlar bize ne yapacağımızı söylesinler.” Steve Jobs

* “Şiir bir dil işidir “ Valery.

* “Şiir aslında yaşanmış deneylerin bir sonucudur…” Raine Marie Rilke

* “Fikirlerinizin esiri olmayın. Siz fikirlerinizin sahibisiniz. Fikirler değişebilir, gelişebilir, kendinizi geliştireceksiniz. Dolayısı ile fikirleriniz de değişecek” Namık Kemal

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Haz 23

ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ

ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Ve şöyle devam ediyor:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

Madde 34’te bahsi geçen şekil, şart ve usuller ise 2911 numaralı kanun ile belirleniyordu.

Burada işler biraz karışıyor, tek tek gidelim…

Kanunun 3’üncü maddesinde Anayasa’da belirtilen hak, “Herkes, önceden izin almaksızın, bu kanun hükümlerine göre, silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüş düzenleme hakkına sahiptir.” denilerek destekleniyor.

Çelişkiler yumağı bu maddeden sonra başlıyor…

Anayasada hak tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesine ve kısıtlanmasına gerekçe olarak sunulan kanun maddelerinden bir kaçı şöyle:

“MADDE 7. —Toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan başlanamaz.

Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar saat 23.00’e kadar sürebilir.

MADDE 10. — Toplantı yapılabilmesi için, toplantının yapılmasından en az yetmiş iki saat önce ve çalışma saatleri içinde, düzenleme kurulunun tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.

MADDE 17. — Bölge valisi, vali veya kaymakam, kamu düzenini ciddi şekilde bozacak olayların çıkması veya milli güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana niteliklerini yok etmek amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile belirli bir toplantıyı yasaklayabilir veya iki ayı aşmamak üzere erteleyebilir.

MADDE 19. — Bölge valisi, kamu düzenini ciddî şekilde bozacak olayların çıkması veya Millî Güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana niteliklerini yok etmek amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile bölgeye dahil illerin birinde veya bir kaçında veya bir ilin bir veya bir kaç ilçesinde bütün toplantıları üç ayı geçmemek üzere yasaklayabilir.

MADDE 30. — Yapılmakta olan toplantı veya yürüyüşte huzur ve sükûnu bozmak maksadıyla tehdit veya hakaret veya saldırı veya mukavemette bulunanlar veya başka bir suretle huzur ve sükûnun bozulmasına sebebiyet verenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç teşkil etmediği takdirde, bir ya da altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmi bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.

MADDE 32. — Kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşlere silahsız olarak katılanlar emir ve ihtardan sonra kendiliğinden dağılmazlar ve hükümet kuvvetleri tarafından zorla dağıtılırlarsa, bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin liradan otuz bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır”

Hal böyle olunca Anayasa ile uygulama usulünü belirleyen kanun maddeleri arasındaki çelişkiyi eski Cumhuriyet Savcısı Ruşen Gültekin ve Anayasal hakların uygulanabilirliği için verdiği mücadele ile tanınan Avukat Doğan Erkan ile konuştum.

“ANAYASAYA AYKIRI KANUN YAPMIŞLAR”

Eski Cumhuriyet Savcısı Ruşen Gültekin, hiç kimseye haber vermeksizin şiddete dayalı olmadan her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının Anayasa ile verildiğini ancak şekil, şart ve usulleri belirleyen 2911 nolu kanunun Anayasaya aykırı olduğunun altını çizerek başladı anlatmaya:

“Anayasaya aykırı kanun yapmışlar. ‘Kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu sağlığı’ der kanun. Mesela LGBT’lilerin Taksim’e yürüyüşü ya da bir siyasi partinin Taksim’e yürüyüşü hangi kamu düzenini bozuyor? Hangi kamu sağlığını bozuyor? Nedir bunun tehlikesi? Oysa orada valinin tek bir görevi vardır: Yürüyüşe gelen insanların güvenliğini sağlamak. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını layıkı ile yapmalarına izin vermek. Dolayısı ile bu gösterilere verilmeyen her izin için görevde olduğum dönemde gelen itirazlar üzerine toplantı ve gösteri yürüyüşüne izin vermeyen valiliğin kararını iptal ederdik. Yargı bağımsızlığı kalmadığı için bu artık yargı denetimine tabi edildi.

Polis emre göre ‘Dağılın’ uyarısı yapıyor insanlar da hakları olduğunu düşünerek dağılmıyorlar. Fakat görünen hukuk açısından burada bir yasak var, valilik kararı var ve polis de bunu uygulamak zorunda. Ve o andan itibaren polisin hareketine engel olduğun her anda TCK 265 anlamında ‘görevliye direnme’ suçu işliyorsun ve burada gözaltına alınıyorsun. Ve Emir kanunu yasal.

‘BUNLAR YASAL AMA MEŞRU DEĞİL’

Burada tartışmamız gereken yasallık ve meşruluk arasındaki sınır nedir? Bunların hepsi yasal ama meşru değil, Anayasaya aykırı olduğu için.”

‘2911 NUMARALI KANUNUN TAMAMEN KALDIRILMALI’

Avukat Doğan Erkan ise 2911 numaralı kanunun tamamen kaldırılması gerektiğini ve kanunun Anayasa’nın kriterine uymadığını belirtti:

“2001 yılında bir değişiklik yapıldı. Anayasa barışçıl gösteriyi silahsız ve saldırısız olarak ele alır ve bunu da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nden alır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de buna ‘barışçıl gösteri’ der. Her ikisi de aynı şeyi ifade eder.

‘Silahsız ve saldırısız her gösteri önceden izin almaksızın yapılabilir’

Bu da Anayasa’mızın düzenlemesidir.

Buna rağmen 2911 numaralı kanun, ‘Şu eylemler kanuna aykırı eylemlerdir’ diyor ve bir sürü şekli unsuru kanuna aykırı kabul ediyor.

‘Barışçıllık’ kriterine yani Anayasa’nın kriterine uymamış oluyor…

Önceden başvuru yapılmadan gerçekleştirilen gösteriler, havanın kararmasından sonra yapılan gösteriler, kamu kurumlarının müştemilatı, parklar, yollar…

Bunların hepsini baştan kanuna aykırı sayıyor. Kanuna aykırı eylemde de 2911 sayılı yasanın 32’nci maddesi şöyle bir yetki veriyor kolluğa:

‘Kanuna aykırı eylemde kolluk ‘dağılın’ ikazında bulunur. Dağılmazsa yakalama yapar, dağıtır.’

‘KANUNA AYKIRILIK HALLERİ ANAYASAL DEĞİL’

Peki bu kanuna aykırılık halleri Anayasal mı?

Değil.

Bizim başvurularımız sonucunda Anayasa Mahkemesi üç tane maddeyi iptal etti. Bunlar da cümleyi dolandırıp tekrar yasaya soktular. Bunlardan bir tanesi, genel yollarda gösteri yürüyüşü yapılması kanuna aykırı sayılıyordu.

Oysa ki Avrupa’daki savaş karşıtı yürüyüşleri gibi büyük gösteri yürüyüşlerinde büyük meydanlar, bulvarlar tutulur ki o gün barış isteği hayatı durdurur.

Genel yollar kanuna aykırı kabul ediliyordu, bunu iptal ettirdik.

Yurttaşların günlük yaşamını aksatmak da kanuna aykırı kabul ediliyordu, biz bunu da iptal ettirdik.

Tabii polis, ‘Kanuna aykırı dağılın’ demiyor.

‘İzinsiz toplandınız dağılın.’ diyor. Halbuki Anayasa bu hakkı tanıyor.

Biz bunu da kaldırttık ancak daha sonra hükümet tasarısı ‘hayatı önemli ölçüde aksatmak’ yasaya aykırıdır diyerek tekrar koydu. Oradaki ‘önemli ölçü’yü belirleyecek olan kolluğun keyfi ya da valinin, bakanın siyasi emri oluyor ne yazık ki.

‘2911 NOLU KANUN DEMOKRATİK DEĞİLDİR’

Gezi eylemlerinden sonra o zamanki kamu başdenetçisi bir rapor yayımlamıştı.

O zaman ‘2911 nolu kanun çağın ihtiyacını karşılamaktan uzaktır, demokratik değildir, bir gösteri ve toplanma kanunu çıkmalıdır’ denmişti.

Bu durumun gerçekliği şöyle; bağımsız hakimler 2911’e bakmıyor, Anayasa dikkate alınarak yargılamada beraat veriliyor.

Pratikte beraat alıyoruz. Alamasak bile Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin onlarca kararı var.

En önemlilerinden bir tanesi Taksim 1 Mayıs yasağıdır. Her gözaltından sonra davalar açılır. Anayasa Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ‘1 Mayıs Taksim’de kutlanır tabi ki, barışçıl gösteridir bu’ der ve ihlal verir. Sonra devlet tazminat öder. Polislerin gözaltılarından sonra Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi tazminata mahkûm eder.

ERDOĞAN: PARASI NEYSE ÖDERİZ

Ancak zamanında Tayyip Erdoğan ‘Neyse parası öderiz’ demişti ve bunlar uygulanmaya devam ediliyor. Sonuç olarak 2911 nolu kanun tamamen kaldırılıp demokratik bir gösteri kanunu yürürlüğe konulmalıdır. Ayrıca gözaltına alınan yurttaş için Anayasa Mahkemesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tazminata hükmettiğinde o ceza kolluğa rücu edilmelidir. O zaman kolluk bu kadar orantısız kuvvet uygulayamaz.”

Avukat Doğan Erkan edilen mücadeleyi, olması gerekeni ve olanı böyle anlatırken Erdoğan birkaç gün önce umutları kutulara hapsedenlere, “Ülkemizdeki en büyük sıkıntı gayretli bir muhalefetin olmayışı” diye seslendi.

Güler misin ağlar mısın(?)

Geride kalan seçimlerin sorumluluğunu almaksızın yerel seçimlere doğru pozisyon alan muhalefetin sözüne kulak asar mısınız bilinmez ama…

Birileri “kutu da kutu” derken Anayasa değişikliği sesleri daha da yükselmeye başladı.

Bir şeyler yapmalı…

Şimdiye kadar Yaşar Yaşamaz kabul edilen bazı anayasal hakların geleceği, iktidarın bile ‘muhalefetsizlikten’ yakındığı bu ortamda şansa kadere bırakılmamalı.

‘Tarihi’ denen lakırtıları tarihe gömmeli ve Yaşar’a derhal sahip çıkmalı…

Alıntı: Büşra İlasan

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ için yorumlar kapalı
Haz 22

ANNE ELİ

ANNE ELİ


Akademik açıdan mükemmel bir genç, büyük bir şirkette yönetici pozisyonuna başvurmaya gitti. İlk görüşme iyi geçmişti. Sonra üst düzey yönetici ile görüşmeye sıra geldiğinde, yönetici öz geçmişten gencin akademik başarılarının, ortaokuldan lisansüstü araştırmaya kadar her bilginin mükemmel olduğunu görünce sordu.
– “Okulda burs aldınız mı?”
– “Hayır Efendim!”
– “Peki, okul masraflarınızı babanız mı ödedi?”
– “Babam bir yaşındayken vefat etti, dedi genç adam. Okul masraflarımı ödeyen annemdi”
– “Annen nerede çalıştı?”
– “Annem, çamaşırcılık ve ev temizliği yapar efendim, dedi genç.
– “Anladım dedi yönetici. Bana ellerini bir gösterir misin?”
Genç adam şaşkın düzgün ve kusursuz ellerini yöneticiye uzattı.
– Yönetici “Annene daha önce yaptığı işlerde hiç yardım ettin mi?” Diye sordu bu kez.
– “Hayır… Annem her zaman daha fazla kitap okumamı ve iyi bir eğitim için çabalamamı istedi. Ayrıca annem benden çok daha hızlı çamaşır yıkayabilir ”.
Yönetici “Bir isteğim var, dedi. Bugün evine geri döndüğünde, git ve annenin ellerine bak, sonra da yarın sabah gel beni gör ”.
Genç işe alınma şansının yüksek olduğunu hissediyordu. Geri döndüğünde, mutlu bir şekilde annesine sarıldı. Kadın tam olarak ne oldu anlamamıştı ama kendini bir garip ama çok mutlu hissetti. Delikanlı annesinin ellerini avuçlarına aldı. O eller ne kadar da kırışık, çatlak ve çürük içindeydi. Bazı çürüklere dokunduğunda kadın elini geri çekiyordu çünkü canı yanıyordu. Bunu ilk kez fark ettiği için gencin gözleri doldu ve içi acıyla burkuldu. Annesinin ellerini defalarca koklayarak sevgiyle öptü.
Bu ellerdeki morluklar onun mezuniyeti, akademik üstünlüğü ve geleceği için ödediği bedellerin karşılığıydı. Sofrayı o gece kendisi hazırladı, uzun uzun annesi ile sohbet etti ve yatmasına yardım etti. Ardından evi toparlayıp, kalan çamaşırların tamamını yıkadıktan sonra yorgun bir şekilde yattı. Ertesi sabah, tekrar yöneticinin karşısındaydı.
Yönetici gencin gözlerindeki hüznü, acıyı hemen fark etmişti.
– “Dün evinde ne yaptığını ve ne öğrendiğini bana söyleyebilir misin?”
-“Annemi ne kadar ihmal ettiğimi gördüm. Onunla uzun uzun sohbet ettim, sofrayı kurdum, evi temizledim ve kalan tüm kıyafetleri de yıkadım” dedi.

Yönetici; “Şimdi bana Lütfen duygularını söyle” deyince;
Delikanlı başı öne eğik sıraladı.
1-Takdirin ne demek olduğunu şimdi biliyorum. Annem olmasaydı bugün başarılı olamazdım.
2-Tek başına bir şeyler başarmanın ne kadar zor olduğunu, birlikten kuvvet doğacağını çok iyi anladım
3- Aile ilişkisinin önemini, değerini ve takdir edilmesi gerektiğini anladım ”
Yönetici “İşte bu benim yöneticim olmak için aradığım şey, dedi.
Başkalarının yardımını takdir edebilecek, başkaları ile iş yaparken, onların çektiklerini de anlayabilecek ve hayattaki tek hedefi olarak parayı ortaya koymayacak birini işe almak istiyorum ve İşi alındınız”.
Kim ki sevdiklerinin sağladığı rahatlığı, onların başarıları için harcadığı zorlukları anlamıyor, görmezden geliyorsa, hayattaki zorluğun mücadelenin ne olduğunu asla anlamayacak ve çok da başarılı bir geleceği olamayacaktır…

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | ANNE ELİ için yorumlar kapalı