Haz 10

“YAŞASIN TÜRKİYE! YAŞASIN TÜRKİYE!  YAŞASIN TÜRKİYE!”

YAŞASIN TÜRKİYE! YAŞASIN TÜRKİYE!  YAŞASIN TÜRKİYE!”  Fransız General Hanri Joseph Etienne Gouraud

Fransız Generalin Çanakkale’de kalan sağ kolu

General Hanri Joseph Etienne Gouraud, 1867 yılında Paris’te doğmuştu.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürekli Fransa dışında, sömürge ülkelerde bulunmuştu. Savaş patlak vermeden hemen önce generalliğe yükselmişti.
Cesur bir komutan olduğu kulaktan kulağa gezinirdi…

Askerleri kendisine “Argonne Aslanı” diyorlardı.

Çanakkale Savaşlarının başlamasıyla Türkiye’de görevlendirildi.

Gouraud cepheye vardıktan birkaç gün sonra yaptığı incelemelerin ışığında 20 Mayıs’ta Hamilton’a bir rapor gönderdi:

“Türk topçuları Boğaz’ın iki yakasını elde tuttuğu sürece denizden yapılacak yeni bir zorlama akılcı olmaz. Dolayısıyla, kara güçleri başrolü oynamalı donanma ise yapabileceği yardımı yapmakla yetinmelidir.”

Komutasındaki askerler 4 Haziran 1915’te Kirte’ye ardından Alçıtepe’ye saldırdı. Ama nafile Mehmetçik vatan toprağını vermedi.

General Gouraud, ülkesine gönderdiği raporlarda Türk askerinin cesaretinden ve mertliğinden söz etti…

Fransızlar, bu kez 25 Nisan 1915 günü şaşırtma amaçlı Kumkale çıkarmasına girişti. Ancak burada Anadolu yakasında imha edemedikleri Türk topçularından, fena halde zarar görecekti…

İntepe Bataryası ‘ndaki topçular, isabetli ve kuvvetli atışlarla Fransızların yakalarını hiç bırakmadı. Türk bataryaları öylesine gizlenmişlerdi ki, general kendilerini bulamayacaktı. Ve olanlar oldu!

30 Haziran 1915 günüydü. Fransız General Gouraud Ertuğrul Koyu’nda bir sahra hastanesini ziyarete gitmekteyken yakınında top mermisi patladı.

Gouraud’un hemen yanı başına düşen top mermisi kendisini yürümekte olduğu yolun kenarındaki duvarın öteki tarafına fırlattı sonrasında general kendini bir incir ağacının üzerinde buldu.

Guoraud’un sağ kolu koptu, kalçasından ve bacağından ağır şekilde yaralandı.

Türk topçuları öylesine bir atış yapmışlardı ki; Asya’dan attıkları mermi Avrupa’da patlamıştı…

Fransa ordusunun son yıllarda yetiştirdiği en önemli komutanlardan olan, 48 yaşındaki gözü pek generalin Çanakkale’deki görevi sadece 6 hafta sürdü…

Gouraud, ülkesine döndü. Sağ kolunu Türkiye’de bırakmıştı. Hasta yatağında Fransa Cumhurbaşkanı Poincare tarafından askeri madalya (medaille militarie) ile ödüllendirildi.

Gouraud altı ay gibi kısa bir sürede iyileşti. Almanlara karşı Champagne Bölgesi’nde 4. Fransız Ordusu’nu yönetti, ‘Champagne Aslanı’ olarak anılmaya başladı…

Ve Türk kurtuluş savaşı…

Fransızlar Suriye ve Kilikya bölgesini işgal etmişti.
General Gouraud, bu kez yine Anadolu topraklarında Fransız mandasına verilecek olan Suriye ve Güney Anadolu Bölgesi’ne “Yüksek Komiser ve Fransız Kuvvetleri Komutanı” olarak atandı.

Fransızların Doğu Ordusu Kumandanı ve İşgal kuvvetleri Komutanı idi.

Çanakkale’de savaştığı Türk askerlerinin mertliğini bildiğinden, ‘Onlar şövalye ruhlu hasımlar’ diye söz edecekti…

Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki binlerce vatan evladı Fransız generali bir kez daha hem cephede hem de masada yenmeyi başardı….

İşgal sırasında gösterilen direnişle, Fransızların bir türlü sonuç elde edememesi, Ankara Hükümeti’nin yurt genelinde oldukça söz sahibi olması ve artık General Gouraud da dâhil Fransızların daha fazla Fransız kanı akıtmak istememesi gibi sebeplerden dolayı Fransa artık bir mutabakata varmak istemişti…

GENERAL GOURAUD TEKRAR TÜRKİYE’DE

l.Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, Çanakkale’de savaşan diğer yabancı milletler gibi Fransızlar da savaş alanında can veren ve çoğu isimsiz gömülen askerlerinin mezarlarının düzenlenmesi için mezarlar inşa etmeye başlamıştı…

Lozan Antlaşması ile Fransızlara Seddülbahir ‘in güney kısmında geniş bir arazi mezarlık olarak tahsis edilmişti. Gelibolu Yarımadası’nın çeşitli yerlerinde gömülen askerlerin kalıntıları bu alana taşındı.

General Gouraud’nun Türkiye geliş nedeni mezarlığın ve oraya inşa edilen anıtın açılış törenine katılmaktı.

Atatürk, General Gouraud’nun Türkiye’ye geleceğini öğrenmesi üzerine kendisiyle görüşmek istedi.

2 Haziran 1930

General Gouraud Türkiye’ye hareket etmeden bir ay önce Paris’te bir caddeye, Çanakkale Savaşları anısına Dardanel Caddesi adı verilmesi törenine katılmış ve Türkleri öven bir konuşma yapmıştı. O konuşmadan Atatürk’ün haberi vardı…

General Gouraud askeri törenle karşılandı. Tarihi yerleri gezdi, hayranlığını dile getirdi…

4 Haziran Saat 9.00’da Ankara’ya ulaştı. Burada resmi ve askeri protokolün yanında Ankara halkı tarafından karşılandı.

General Gouraud 5 Haziran 1930 Perşembe günü saat 16.00’da Atatürk ile görüşmek üzere Çankaya Köşkü’ndeydi.

Atatürk tarafından bizzat kapıda karşılandı. General Gouraud sol elini uzattığı Atatürk’e şunları söyledi:

“Sağ kolumu Türklere karşı Çanakkale’de harp ederken kaybettim, bugün diğer kolumu size dost eli olarak uzatmak için geldim…”

Atatürk ile General Gouraud‘un görüşmeleri normal sürenin üzerinde gerçekleşti. İki mert komutan eski günleri yad etti ülkelerinin durumlarından söz edildi. Ve ayrılık vakti geldi…

Fransız Büyükelçisi Chambrun görüşmeyi yıllar sonra şöyle anlatacaktı:

“Atatürk’ün General Gouraud ile bir araya geldiği günü asla unutamam. Savaştan sağ çıkmayı başaran bu iki büyük adam karşı karşıya duruyordu. Aralarında artık onları ayıran siper yoktu. General’in Fransız mavisi gözleri, Makedonyalının çelik gözleriyle buluşmuştu…”

General Gouraud, veda ederken Atatürk Fransız Büyükelçisi Chambrun’un kulağına şu sözleri fısıldadı:

“Türk topraklarında yatan onun şerefli kolu, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır”

General, 5 Haziran saat 19.00’da Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a geldi.

İstanbul’daki törende kendisini uğurlamaya gelenlere general şu sözleri söyledi:

“Sağ kolumu Çanakkale’de kaybettim. Fedakâr ve kahraman Türk milletini pek severim. Sol elimle son defa selamlıyorum.”

Ve tren hareket ederken yüksek sesle haykırdı:

YAŞASIN TÜRKİYE! YAŞASIN TÜRKİYE!  YAŞASIN TÜRKİYE!

Kaynak: Çanakkale Savaşları Araştırma ve Tanıtma Topluluğu

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | “YAŞASIN TÜRKİYE! YAŞASIN TÜRKİYE!  YAŞASIN TÜRKİYE!” için yorumlar kapalı
Haz 09

BANA NE

BANA NE

“Afganlar, Suriyeliler kızlarımızı taciz ediyor. Tedirginiz.”

Bana ne.

“Suriyeliler bedava muayene oluyor ve ilaca da para ödemiyorlar. Ben ise ülkeme yıllarca hizmet ettim. Devlet benden muayene ve ilaç parası alıyor.”

Bana ne.

“Ben iş yerimde fatura ve fiş kesiyor, vergi ödüyorum. Dolayısıyla kazancım düşüyor.

Ama Suriyeli esnaflar fatura ve fiş kesmiyor. Dolayısıyla onların kazançlarında bir düşme olmuyor. Haksız bir rekabet var.”

Bana ne.

“Suriyeli kadınların doğum oranları çok yüksek. Her doğan bebek Türk vatandaşı oluyor.

Suriyeliler ve diğer Arap ülkelerinden birçok kişiye de T.C. vatandaşlığı verildi. Gelecek yıllarda mültecilerin toplam nüfustaki oranları çok fazla olacak. Tedirgin oluyorum.”

Bana ne.

“Suriyelilerin önemli bir bölümü bizim paramızla eğitiliyor, doyuruluyor, barındırılıyor. Bunlara 100 milyar dolardan fazla paramız harcanmış.”

Bana ne.

“Birçok yerleşim yerinde bazı mahalleler neredeyse kurtarılmış bölgeler gibi oldu. Her taraf Arapça yazılar, Arapça levhalarla doldu. Evlatlarım, eşim buralardan geçerken çok tedirginler.”

Bana ne.

“Halk Ekmek büfeleri önünde ucuz ekmek kuyruklarında ömrümüz geçiyor.”

Bana ne.

“Soğan 30 TL. Oldu. Şimdi de patates bu fiyatı zorluyor.”

Bana ne.

“Köyümüzün akarsuyuna ‘HES’ yapacaklar.”

Bana ne.

“Çarşı pazarda fiyatlar çok yüksek. Maaşım yetmiyor. Ay sonunu getiremiyorum.”

Bana ne.

“Ormanlarımız, zeytin alanlarımız ‘maden arama’ adı altında katlediliyor.”

Bana ne.

“Kocası, karısını sokak ortasında öldürmüş.

Karısını dövenler, öldürenler, kötü muamele edenler çoğaldı.”

Bana ne.

“Uyuşturucu artık ortaokul kapılarında da satılıyormuş.”

Bana ne.

“Bir çok askerî kışlanın yeşilliklerini rant uğruna imara açtılar. Ağaç kıyımı yapılıyor. Ciğerlerimiz yok ediliyor.”

Bana ne.

“Ormanlarımızın yakıldığını görüyor, bazı yakılan yerlere 5 yıldızlı oteller yapıldığını duyuyoruz.”

Bana ne.

“TÜİK verileri gerçek enflasyon rakamlarını yansıtmıyor. Bu nedenle maaşlarımıza gerçek enflasyon rakamlarının çok altında zam yapılıyor. Ne yapalım ki?”

Bana ne.

“Ülkenin kaynaklarından önemli ölçüde belli kesimler yararlandırılıyor. Biz düşük gelirliler çaresiziz.”

Bana ne.

“Toplum ‘Bizler-Onlar’ diye ikiye bölündü. Vatandaşlar arasındaki güven sarsıldı. Taraflar birbirine nefretle bakar hale getirildi. Bu durumdan endişeliyiz.”

Bana ne.

“Öyle bir durum yaratıldı ki partiler birbirinin rakibi değil sanki düşmanı. Farklı kesimlerin hassasiyetlerine çomak sokularak halkın bölünmesi sağlandı. Bu durum beni endişelendiriyor.”

Bana ne.

“Yargıya, orduya, okullara, camilere hatta bütün kurumlara siyaset bulaştırılmış durumda.”

Bana ne.

“Devlet okullarının kalitesi çok düştü. Paralı okulların artan astronomik rakamlarını da ödemek mümkün değil. Çocuklarımızı okutmakta güçlük çekiyoruz. Çaresizim.”

Bana ne.

“Evlatlarım üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum.”

Bana ne.

“Birçok sınavda, mülakatta çocuklarımızın istikbali çalınıyor.”

Bana ne.

“Gencim, üniversitede okuyorum. Geleceğimden endişe ediyorum. Ümidim kalmadı.”

Bana ne.

“Evi bırakınız araba dahi alamayacak duruma geldik. Ne yapacağımı bilemiyorum.”

Bana ne.

“Açlık sınırı asgari ücretin üzerinde.4 kişilik aileyiz. Her öğün çay simit yesek dahi geçinmemiz çok zor.”

Bana ne.

“Emekliyim. Emekli aylığım yetmiyor. Çocuklarımdan destek almasam veya ışıklarda mendil satmazsam geçinemem.”

Bana ne.

“Avrupalının emekli öğretmeni dünyayı geziyor. Emekli maaşıyla ülkemize geliyor. Parasını benim paramın 22 katı üzerinde bozduruyor. Krallar gibi tatil yapıyor. Benim göremediğim tatil yerlerimizi geziyor. Üstelik parası da artıyor. Ben ise başka bir şehirde ikamet eden büyüklerimin yanına yol parasının fazlalığından dolayı ziyarete gidemiyorum.”

Bana ne.

“Ülkemizin her bir yanı mültecilerle doldu. Ülkemiz ‘Göçmenistan’a’ çevrildi. Birçok iş yeri bunları kaçak işçi olarak çalıştırıyor. Bunlar yüzünden iş bulamıyorum.”

Bana ne.

“Ev kiraları yüzde yüzden daha fazla arttı. Ev kiramı ödeyemiyorum. Ev sahibi ‘Çıkınız’ diye zorluyor. Gidecek yerim yok.”

Bana ne.

“Çocuğum ayakkabı istedi alamadım. Bırakın ayakkabı almayı çocuklarıma harçlık verecek durumum yok.”

Bana ne.

“Kıymanın kilosu olmuş 300 TL. Bırakın kırmızı et almayı tavuk eti dahi almada zorlanıyorum.”

Bana ne.

“Tane ile sebze, dilimle karpuz almaya başladık.”

Bana ne.

“Ekonomi iflas bayrağını çekti. Merkez Bankası rezervi eksilerde. Hazine “tam takır kuru bakır.” Yolsuzluklar, adaletsizlikler, kayırmacılık, parti devleti uygulamaları vs. hepsi yaşanıyor. Ne yapacağız bilemiyorum.”

Bana ne.

SONUÇ;

Bir ifade vardır; “Kendi düşen ağlamaz.” O zaman şöyle diyelim;

Herkeste beyin,

Herkeste göz,

Herkeste kulak vardır.

Allah bu organları boşa vermese de sinekleri, çiçeklerin çöplerden daha güzel olduğuna ikna edemezsiniz.

*

Bir toplum hangi özellikleri taşıyorsa, onu idare edenler de aynı özelliklere sahiptir.

Yani yönetenler toplumun aynasıdır.

Bundan dolayı;

“Her halk, layık olduğu şekilde yönetilir.”

*

Nede güzel söylemiş Ömer Hayyam;

Celladına âşık olmuşsa bir millet.

İster ezan ister çan dinlet.

İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet.

Müstahaktır ona her türlü zillet.

*

Efendim,

Hayat herkes için üzülmeye,

herkes için çabalamaya değecek kadar uzun değildir. Bu nedenle ben sakince kahvemi içeyim.

Alıntı: Ömer Erbıyık

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | BANA NE için yorumlar kapalı
Haz 08

BEYİN İFLAS ETMİŞ AKIL FİRARDA

BEYİN İFLAS ETMİŞ AKIL FİRARDA

* * *

Fikir nedir, cahil kafa bilmez ki

Hakla hakikate bir kez gelmez ki

Böyleleri uzun yaşar ölmez ki

Kendine en güzel makam arar da

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Okumaz, yazmaz hiç sadece duyar

Cahildir herhalde çıkara uyar

Kendince herkese verir bir ayar

Söz verse de kalmaz aynı kararda

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Hiç farkında değil yerde sürünür

Vakitli vakitsiz her an dövünür

Her halde, her şeyden anlar görünür

Pek çok şeyi yaşar, görür, duyar da 

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Mankurtun giydiği bir kep gibidir

Hocasız, ilimsiz mektep gibidir

Kitaplar yüklenen merkep gibidir

Uzman yalakalık ta hiç kalmaz darda

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Herkese tepeden bakan Ebrehe

Kâfir, Hakk’a kaşı çıkan Ebrehe

Gönül Kâbe’sini yıkan Ebrehe

Hayâ sezilmiyor, çatlamış ar da

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Ders almış gibidir Şeytandan, cinden

Küstahça konuşur söz eder dinden

Burnu Kaf dağında kibirden kinden

Ha düştü, düşecek inan ki yarda

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Acı verir, üzer kandırır hali

İnsanlık edeni yandırır hali

Lağım faresini andırır hali

Cardona benzeyen cinsleri var da

Beyin iflas etmiş, akıl firarda

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | BEYİN İFLAS ETMİŞ AKIL FİRARDA için yorumlar kapalı
Haz 07

“KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?”

“KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?”

Op. Dr. Bilgehan Bilge “MHP, İYİP, ZP, BBP, MP… Bu partilerin tabanlarının ideolojisi aynı… Beş benzer… Ama isimleri farklı siyasi partiler. Nasıl olur? İşte bu emperyalizmin başarısıdır.” diye yazmış…

Herkesin bildiği ama kimsenin telaffuz etmediği bir gerçek bu…

***

Zaman zaman hatırlatırım; Yahudi asıllı gazeteci William Safire, 5 Kasım 2001 tarihinde, The New York Times gazetesinde, önemli bir yazı yazdı.

Safire, “ABD eski başkanlarından Richard Nikson ile Arasat’ta bir röportaj” gibi ustaca bir yöntem kullandı ve bir ölünün ağzından Amerika’nın stratejik ve taktik hesaplarının ne olması gerektiğini açıkladı.

Hayali röportajda, Nikson, “Nasıl ki Sovyetlere karşı Çin kozunu kullanarak Komünist Bloğu böldük, onları da aynı şekilde böleceğiz. Sizin kuşağınızın kozu, güçlü ordusuyla laik Müslüman ülke olan Türkiye” diyordu.

Safire, Türkiye’nin oltaya takılması için Kerkük’ün yem olarak kullanılmasını istiyordu. Özal’ın 1990’da “Bir koyup üç almak” dediği projenin 2001’e yansımasıydı bu. Türkiye, Güneydoğu Anadolu’yu, kurulacak Büyük Kürt Federasyonu’na katacak ama bu devlet, Anadolu Cumhuriyeti adlı yeni konfederasyonun içine alınacaktı. Böylece, Kerkük ve Musul petrolleri de Anadolu Konfederasyonu içinde yer alacaktı!

1 Mart 2003 tezkeresi de işte bu tuzağın yeniden TBMM’ye yansımasıydı.

ABD, Kuzey Irak’ta Kürt devletini, Turgut Özal’ın Çekiç Güç’ü davetiyle o tarihte kurdu ama topraklarını genişletmesi için Türkiye’nin Güneydoğusunu savaş bölgesi haline getirmesi gerekiyordu. Bush, bu sebeple Türkiye hakkında “cephe ülkesi” tabirini kullanmıştı!

***

Hedeflerine ulaşamadılar!

Bu sebeple, kaleyi içerden fethetmek projesine ağırlık verdiler. Önce Necmettin Erbakan‘ın direncini yargı yoluyla kırıp partisini bölerek içinden çıkardıkları “Yenilikçiler“i desteklediler ve erken seçimle iktidara getirdiler. Türkiye’nin kuruluş sürecinde kendi tarihi köklerinden faydalanarak geliştirdiği direnç mekanizmalarını kırmak için harekete geçtiler. Önce sivillerin askerleri yargılamasına imkân veren yasayı bir gece yarısı Meclis’ten geçirdiler. Ardından Türk Ordusu’nu çökertmek için Amerika’dan savcı bile göndererek yıllardır hazırladıkları senaryoyu, “Ergenekon, Balyoz” gibi adlarla sahneye koydular… Bu arada 12 Eylül referandumu ile yüksek yargıyı da ele geçirdiler.

Ulus devleti savunan iki köklü parti: CHP ve MHP değişime uğratıldı. Bunlardan MHP, Amerikan politikalarını uygulayan AKP iktidarına şartsız destek sağladı. Öyle ki seçim kaybeden AKP, MHP sayesinde bir erken seçim kararı daha çıkarılarak iktidarda tutuldu… CHP ise bu süreçte yavaş yavaş, kadro itibarıyla Atatürkçüleri tasfiye etmeye ve AKP ile benzeşmeye başladı…

***

Kendi ideolojik çizgisine aykırı tutumu sebebiyle MHP içinden İYİ Parti çıktı… İYİ Parti’den de Zafer Partisi çıktı…

Oysa MHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi’ne destek verenler arasında ideolojik bir farklılık yok gibidir. Bu kitle bir arada tutulsaydı, AKP’ye kayan tabanı da toparlar; tek başına iktidar için asgari yüzde 30 destek oranına ulaşır ve tek başına iktidar için hazır olurdu… Cumhurbaşkanı da çıkarırdı. Şimdi “kırk satır mı istersin kırk katır mı?” tercihine mecbur kalmazlardı.

(Bu okuduğunuz yazıda gördüğüm eksiklik;  AKP ve MHP’deki genel başkanların siyasi çizgilerindeki değişiklilerin olduğunun belirtilmemiş olmasıdır. K.Ş)

Alıntı. Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?” için yorumlar kapalı
Haz 06

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Türk diline kimesne bakmaz idi

     Türk diline hergiz gönül akmaz idi

     Türk daha bilmez idi bu dilleri

     İnce yolu ol ulu menzilleri” Âşık Paşa

* “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuk yapacağız, ömrü uzatıp, tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz ama en düşük seviyeli insanlar tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz.” Jean Rostand

* “Eğer yapamayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız. Yapamazsınız.” Henry Ford                                                                              * “Türkleri tarihten çıkarırsanız, geriye tarih diye bir şey kalmaz” Prof. Dr. Fritz Neumar                                              * “Arapça isteyen Urban’a gitsin,
     Acemce isteyen İran’a gitsin
     Frengiler Frengistan’a gitsin
     Ki biz Türk’üz, bize Türkçe gerekir!” Kemal Paşazade Sait Bey

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Haz 05

“AÇIK SINIR POLİTİKASI HEM İNCİL’E AYKIRI HEM DE APTALCA!”

“AÇIK SINIR POLİTİKASI HEM İNCİL’E AYKIRI HEM DE APTALCA!”

AKP iktidarı Türkiye sınırlarını Suriyeliler, Afganlar ve Pakistanlılara açmak için başlangıç olarak Suriye sınırı boyunca döşenmiş olan mayınları bir İsrail firmasına temizletmek istedi. CHP, yasayı iptal ettirince, mayınları bir şekilde temizlettiler, sonra da Batı ülkelerinden gelen yüzbinlerce militanın Suriye’ye Türkiye üzerinden geçmesini sağladılar. ABD de bu militanların bir kısmını IŞİD adı altında organize ederek Suriye’de iç savaş çıkardı. Aynı ABD, IŞİD ile mücadele ediyorlar diye PKK’nın Suriye kolunu destekledi, yüz bin kişilik bir ordu kurmalarını sağladı, on binlerce TIR silah verdi. ABD, IŞİD’e karşı savaşıyor diye PYD’ye yardım ermek için Barzani Peşmergelerini ve kısmen de Kuzey Irak’taki PKK’lıları Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderdi.

PYD, bölgede halk üzerinde terör estirdi ve milyonarca insan, açık tutulan veya tedbir alınmayan sınırlardan Türkiye’ye girdi! Yine ABD, Taliban’a milyarlarca dolarlık ağır silahlar ve savaş uçakları bırakarak Afganistan’dan çekilirken, o zamana kadar Afgan ordusunun askeri olan yüzbinlerce genci de kamuoyuna açıklanmayan bir anlaşma ile İran üzerinden Türkiye’ye gönderdi. Aynı yoldan Pakistanlılar da gelmeye başladı.

***

Suriye’den gelenlerin Avrupa’ya geçmiş olanlarından vasıfsız olanları da AB ile geri kabul anlaşması imzalayan AKP iktidarı tarafından geri alınmaya başlandı. Halkın tepkisini önlemek için de sığınmacılar, Edirne’de sınıra yakın bir yerlerde serbest bırakıldı! Hepsi geri itilince de bu defa ensar-muhacir söylemine sarıldılar ve İslam dinini, Türkiye’nin nüfus yapısını değiştirmek için kullanmaya başladılar. Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ise hâlâ “Suriyeli kardeşlerimizi zora sokacak herhangi bir karar almamız asla söz konusu olmaz. Suriyeli kardeşlerimiz rahat olsunlar.” diyor…

AKP iktidarı Suriyelilerin bir kısmını ve gayrimenkul satın alan diğer yabancıları vatandaş da yaptı. Yani parayla vatandaşlık sattı… Son seçimlerde Türkçe bilmeyen bu yabancılar da oy kullandı!

***

ABD’de ise Başkan Biden, Trump döneminde kapatılan Meksika sınırında önlemleri gevşetince altı milyon yabancı ülkeye girdi. Cumhuriyetçiler, ulusun güvenliğini tehlikeye attığı gerekçesiyle hem Biden hem de ilgili bakanlar ve bürokratların azledilmesi için çalışma yapıyor.

Bu arada The Washington Times köşe yazarı Everett Piper,

“Biden’ın açık sınır politikası hem İncil’e aykırı, hem de tarihsel olarak aptalca…” başlıklı bir yazı yazdı.

Türkiye’ye milyonlarca yabancı sokulması, AKP tarafından, aynı dili konuşan ve aynı soydan insanların Mekke’den Medine’ye göç etmesine benzetiliyor ama ABD’de çoğu Hristiyan olan yabancıların ülkeye alınması, İncil’e aykırı kabul ediliyor…

Türklerin bir kısmını kim ve neden uyutuyor peki? Belli değil mi?

***

Piper, bir köşe yazarı ve devleti temsil etmiyor ama Amerikan bakışı bu yönde. Öyle ki Piper, düşünür Thomas Aquinas’ın kitabından “Eski Ahit’teki Yahudiler, tüm ziyaretçileri eşit şekilde kabul etmezdi” alıntısı da yaptı. “ABD’nin kurucu pederi” Alexander Hamilton’ın “Yabancıları gelişigüzel ülkeye kabul etmek, Yunan atını özgürlüğümüzün ve egemenliğimizin kalesine kabul etmekten başka bir şey değildir.” şeklindeki sözlerini hatırlattı.

Yunan atı dediği, Truva atıdır!

Türkiye’ye giren milyonlarca yabancı ne oluyor bu durumda? Onlar için ne diyeceğiz? “BOP atı” desek olur mu?

Everett Piper, özetle şöyle diyor:

“Başkan Ronald Reagan bir keresinde ‘Sınırlarını kontrol edemeyen bir ulus, ulus değildir’ demişti. Otuz yıldan uzun bir süre sonra, Başkan Donald Trump şunu ekledi: ‘Sınırları olmayan bir ulus, hiçbir şekilde ulus değildir.’

Avustralya’nın eski başbakanı Tony Abbott da onların görüşünü yineledi: ‘Hiçbir ülke veya kıta, kendisini temelden zayıflatmadan sınırlarını herkese açamaz.’

Böyle bir milliyetçilik yeni bir durum değil. Yabancı düşmanı, ırkçı, kötü ya da yanlış da değil.”

***

Bu durumda, Türkiye’de bu istilaya hatta işgale karşı çıkanlara “yabancı düşmanı” diyenler gerçekte kime hizmet etmiş oluyor? ABD projesine değil mi?

Suriye üzerinden Türkiye’nin zayıflatılmasına dayalı projeyi, 2004’te görmüş ve uyarmıştım. İktidar hiç umursamadı. Şimdi “Madem Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci turun gündemi bu; bir de Amerikan köşe yazarından örnek vereyim de uyuyanlar belki uyanır ve İslam’ı kullananların, Türkiye’yi yabancı işgaline açtığı daha net anlaşılır…” diye düşündüm…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , | “AÇIK SINIR POLİTİKASI HEM İNCİL’E AYKIRI HEM DE APTALCA!” için yorumlar kapalı
Haz 04

ATATÜRK HAVACI GENÇLERE NE SÖZÜ VERDİRDİ?

ATATÜRK HAVACI GENÇLERE NE SÖZÜ VERDİRDİ?

Burhan Göksel 19 yaşında bir subay olarak Kara Harp Okulu’nu bitirmişti. Gönlünde havacılık yatıyordu. (1 Ekim 1938’de Hava Okulu’nu bitirecek, 5 nci Tayyare Bölüğü’nde pilot olacaktı)

1938 yılının Mayıs ayıydı, Burhan Göksel ve arkadaşları Eskişehir Hava Okulu’nun Pilot Subay ikinci sınıfında öğrenci olarak eğitim gören hava teğmenleriydi.

Erkenden uykuya çekildikleri bir akşam odalarını kapıları vurularak uyandırıldılar. Kendilerine Atatürk’ün Orduevi’nde asker ve sivil Türk gençleri ile görüşmek istediği haber verildi. Hemen hazırlandılar ve zıpkın gibi orduevine koştular.

Atatürk; salonun ortasında uzunca bir masada oturuyor, solunda komutanları Albay Zeki Doğan, sağında, sınıf arkadaşları ve dünyanın ilk kadın harp pilotu Sabiha Gökçen oturuyordu.

Genç teğmenlerin Sabiha Gökçen’i pantolonlu özel kıyafeti ve uçuş elbisesi ile görmeye alışan gözleri, onu zarif gece tuvaleti içinde yadırgadı.

Masanın diğer konukları Atatürk’ü dinlemekteydi.

Genç teğmenler mutluluktan havaya uçuyordu. Burhan Göksel olup bitenleri anlamaya çalışıyordu.

Sofranın üzerinde basit mezeler, yemekler ve içkiler vardı. Atatürk salondan rastgele asker veya sivil bir genci çağırıyor, bir şeyler dikte ettiriyor. Bu esnada ellerinin, kollarının ve başının sert hareketler yaptıyordu.

Bir ara bir genci çağırdı, bir şeyler yazdırdı, sonra bir başka genci daha çağırtıp bir önceki gence yazdırdıklarını okuttu…


Gençlerin imtihanı bitti, Atatürk bu kez Falih Rıfkı Atay’ı yanına çağırtıp bir şeyler yazdırdı, ardından okumasını istedi. Okunan yerlerin beğenmediği yerlerinin üzerini çizdirdi…

Yazı ve okuma işleri bittikten sonra Atatürk’ün sesi duyuldu, sahnede bulunan Mehmetçiklerden kurulu topluluğun şefine , “Efendim, Valansia’yı çalsınlar” dedi.

Dans etmek istiyordu. Sofradan kalktı, özellikle damını dans bilmeyenlerden seçti. Biraz sitem, biraz temel dans bilgisi vermenin ardından genç bir subayı yanına çağırdı:

“Öğret bakalım şu hanıma dans etmeyi…” dedi.

Atatürk, Türk musikisini geliştirmek , Batı müziğindende yararlanılması gerektiğine inanıyordu. O’na göre müzik ve sanatta bir devrimdi. O nedenle bir zamanlar bütün radyolarda bir süre Türk musikisi yasaklanmıştı. Oysa kendisi alaturka ve halk musikisi ile büyümüştü. O şarkılarla hüzünlenmiş o şarkılarla coşmuş ama buna ragmen önce çuvaldızı kendine batırmıştı…

Bir ara şehrin valisini yanına çağırdı, batı esintili müzik yapacak bir heyet bulunmasını istedi. Vali bey istenileni yaptı, bir zaman sonra bir grup geldi sahne aldı…

Ancak gelen grup salonda bulunanları pek fazla eğlendirememişti. Atatürk, gruptan bir ara Yesari Asım Ersoy’un “Fariğ olmam meşrebi rindaneden” isimli parçasının söylenmesini istedi.

Şarkıcı genç kız o şarkıyı bilmediğini söyledi.

Atatürk, “Yok öyle şey… Söyleyecek, söyletecek.” dedi ve ardından önce birinci satır beraber, bir daha, bir daha. İkinci ve üçüncü mısralar da öyle ve en nihayetinde genç şarkıcı kız şarkının makamını ve sözlerini yakaladı…

Atatürk neşeli ve mutluydu. Bunun nedeni gençlerle birlikte olmasıydı. O mutluluğunu pekiştirmek istiyordu. Tam bir öğretmen gibi davranıyordu. Bir ara gençleri etrafına, daha yakınına çağırdı. Bütün gençler etrafında toplandı

“Aramızda bir konuşma yarışması yapalım, içimizden birisini başkan seçelim, o söz versin sıra ile, Hatay mevzusunda konuşalım.” dedi ve ekledi

“Ne olur beni başkan seçmeyin, ben bu gece sadece konuşmacı olayım, “ derken bir genç sözünü kesince, yüz hatları hafiften gerildi. Genç konuşmasını sürdürdü:

“Ata’m, dedi, Bu demokratik yasama düzenini siz verdiniz, siz öğrettiniz bize, benim rahatça konuşmamdan görüyorum ki rahatsız oluyorsunuz, özür dilerim.”

Atatürk’ün yüzündeki sert hatlar birdenbire değişti, yerine yine yumuşak bakışlar geldi ve şöyle konuştu:

“Size yeni bir teklifim var, reylerinizi bana verin, bu genci başkan yapalım.”

İsteği Kabul gördü, o genç başkan seçildi. Sırası gelen bütün heyecanı ile Hatay’ı, Fransa’yı ve Türk tarihini ele aldı, şiirler okundu…

Atatürk’ün keyfine kayif katılmıştı. Tarih bilgisindeki, Türkçe bilgisindeki hataları düzeltti ama gençlerin konuşmalarını asla kesmedi.

Bunlar yaşanırken başan seçilen başkan oluşu bile unutulmuştu. Başkan genç hakkını kolay kaptıracak tiplerden değildi. Bir ara sesini yükseltti:

“Benden söz almadan konuşuyorsunuz, bu usule aykırıdır”

Atatürk önce bozulur gibi oldu ama hemen ardından, “Hımm… Çok esaslı başkanımız varmış; kendisinden özür dileriz” diyerek konuşmasını sürdürdü. Konu, Fransa ve Hatay’dı.

“ Fransa, çok güvendiği “Maginot Hattı”nın gerisinde çökmeye mahkûmdur. Çünkü Maginot’nun üstü ve gerisi tamamen havaya karşı (Alman Hava Kuvvetleri’ne karşı) açıktır. Onlar, hiçbir zaman bunun farkında değiller.

Fransızlar bizleri hâlâ hasta Osmanlı İmparatorluğu zannediyorlar. Fransız devlet adamları ve yöneticileri çok aldanıyorlar. Fransızlar onlardan istediklerimizi çok kısa zamanda yerine getirmezlerse benim ne yapacağımı onlar da bütün dünya da görecektir.”

Atatürk havacı teğmenlerde

Salonda bir anda alkış tufanı koptu.

Alkışan hoşlanmayan Atatürk ayağa kalkarak havacı teğmenlere hpitap etti

– Nasıl, Havacılar benimle yine beraber misiniz?

Salonda adeta gök gürledi:

– Beraberiz daima! Beraberiz daima! Beraberiz daima!

Atatürk’ün niyeti faşist İtlayan Lider Mussolini’nin Antalya’yı işgal etme hayalleri sonrasında geliştirdiği gemiyle düşman gemisine çarparak vatan uğruna şehit olunması dersini havacılara da vermekti…

Gece sürerken salonda bulunan havacı subaylara “Zata Mahsus” (Kişiye Özel) bir zarf geldi. Zarfta şunlar yazılıydı:

“Mussolini’nin uçak ve harp gemilerine çarpıp batırmayı ve ölmeyi kabul eder misin?”

Yanıtlar verildi, pilotların verdiği cevaplar tasnif edildi.

Yanıtların hepsinde üç kelimelik yanıt vardı:

“Evet çarpmaya hazırım.”

Atatürk ayağa kalktı “Mehmetçik müzisyenler çalın bir Sarı Zeybek!”diye haykırdı.

Burhan Göksel, Atatürk’ün başını çektiği Sarı Zeybek oyununun gerçek anlamını o gün öğrendi ve yıllar sonra,” O kolların ağır ağır kalkışını, bir kartalın kanat açışına benzetirim.” diyecekti…

Kaynak:
Falih Rıfkı Atay, “Ölüm Yılı”, Dünya gazetesi, Yıl: 2, Sayı: 611, 10 Kasım 1953, Atatürk İlavesi, s. 3; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk Devri Hatıraları, İkinci Cilt, Dünya Yayınları, İstanbul 1958, s. 466

Mithat Toroğlu, “Atatürk Mersin’de (Son Gelişlerine Ait İki Hatıra)”, Kuvay–i Milliye

Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 99, Mersin, Kasım 1968, s. 5, 30

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , | ATATÜRK HAVACI GENÇLERE NE SÖZÜ VERDİRDİ? için yorumlar kapalı
Haz 03

MİLLİYETÇİYİM / ÜLKÜCÜYÜM DİYORSUN! OKU O ZAMAN (2)

MİLLİYETÇİYİM / ÜLKÜCÜYÜM DİYORSUN! OKU O ZAMAN (2)

– HÜDA PAR liderine bir TV programında “Hizbullah ve PKK terör örgütü müdür?” sorusu sorulur. Cevabı;

“Hayır, terör örgütü demiyorum.”şeklinde olur.

Başka bir TV programında;

“Hizbullah bir terör örgütü müdür.” sorusu sorulur. Cevabı;

“Hizbullah bana göre bir terör örgütü değildir.” şeklindedir.

Ayrıca aynı kişi Kurtuluş Savaşı döneminde İngilizlerin iş birlikçileri olan Cumhuriyet karşıtı İskilipli Atıf ve Şeyh Sait’in ise “şehit” olduğunu ifade eder.

Domuz bağı ile insanları öldürerek betona gömen ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polisimizi 2001’de şehit eden Hizbullah terör örgütünün bu şekildeki temsilcilerinin Meclise taşınmasını kendilerini milliyetçi olarak ifade eden kesimin bir bölümü sandığa attığı oylarla onayladıkları mesajını vermişlerdir.

Soruyorum; Anayasamızın ilk 4 maddesine karşı olduklarını ifade etmiş olan, laik Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı terör örgütü Hizbullah’ın Meclis’e taşınmasını tasvip etmek mi milliyetçiliktir?

***

– Sınırlar namusumuzdur. Namusumuz olan sınırlarımızın kevgire döndürülmesini,

– Kendi ülkelerindeki savaştan kaçan, içlerinde bir yığın terörist ve ajanların da olduğu ifade edilen 10 milyondan fazla mültecinin ülkemize doldurulup ülkemiz için “beka meselesi” olan demografik yapının bozulmasını,

– İthal oy sağlamak için “sığınmacılarla ilgili kanuna aykırı bir şekilde” Türkçe dahi konuşmayı bilmeyen 1,5 milyondan fazla mülteciye Türk vatandaşlığı verilip sandıklarda oy kullanmaları sağlanarak bizlerin, evlatlarımızın, torunlarımızın geleceği hakkında mültecilerin karar vermelerinin sağlanmasını,

– Vatandaşımız boş tencere kaynatırken milletimizin 100 milyar dolardan fazla parasının bu mülteciler için harcanmış olmasını onayladıkları mesajını vermişlerdir.

Dünyada okumuş ihraç edip cahil ithal eden bizden başka bir ülke yoktur herhalde.

Soruyorum; Her bir karışı şehit kanıyla sulanarak alınmış bu vatan toprağının T.C. kimliğini Suriyelilere vermek ve fukara olan bu milletin milyarlarca dolarını mültecilere harcanmasını tasvip etmek mi milliyetçiliktir?

***

-Bugünkü siyasi irade döneminde, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Önder Atatürk‘e her türlü hakaretin yapılarak ahlaksızca saldırılmasına imkanlar sağlanmasını,

-Laik cumhuriyete beslenen düşmanlığı,

-Statlardan Atatürk‘ün isimlerinin sildirilmiş olmasını,

-Ayasofya Camii açılışı töreninde minberde Atatürk‘e lanet okunmasını,

-Ayasofya Camisi’nde yapılan, tek adamın da katılmış olduğu bir programda Mustafa Kemal Atatürk‘e atfen “zalim ve kafir” denmesini sandığa attıkları oylarla “onayladıkları” mesajını vermişlerdir.

Soruyorum; Ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu olan, hayatı savaş meydanlarında geçmiş, bütün dünyanın hayranlık duyduğu Mustafa Kemal Atatürk‘e hakaretler yağdırılmasına göz yumulması, bunun için imkânların yaratılmış olmasını tasvip etmek mi milliyetçiliktir?

***

-Cemaat ve tarikat mensuplarının Harp Okullarına girebilmelerine imkân sağlayan gerekli düzenlemelerin siyasi iradece yapılmış olmasını,

-FETÖ lideri Fetullah Gülen için “Muhterem hoca efendi, dön artık, bitsin bu hasret” ifadelerini kullanan siyasetçi, gazeteci, sunucu, bürokrat vs.nin FETÖ liderine olan özlemlerini,

-FETÖ liderinin bazı milletvekilleri tarafından ziyaret edilmiş, ona üst düzey siyasetçiler tarafından selamlar götürülmüş olmasını,

FETÖ lideri ile boy boy pozlar veren, ondan plaket alan, onunla aynı masada yemekler yemiş olan bir takım siyasetçinin bu davranışlarını,

-Kozmik odanın “bizden bir şey mi gizliyorsunuz.” denilerek FETÖ’cü savcıya açılmasını, bu suretle devletin, Türk ordusunun bütün gizli belgelerinin düşman devletlerin ellerine geçmesine sebep olunmasını, kozmik odanın açılmasıyla isimleri deşifre olan onlarca istihbaratçının şehit edilmelerini,

Atatürkçü subayların tasfiye edilerek Yüksek Askerî Şûra’larda bunların yerine FETÖ’cü albayların siyasi iradece general/amiral yapılarak 15 Temmuz kalkışmasına zemin hazırlanılmış olmasını,

-Fethullah Gülen haininin Türkiye’ye getirilip yargılanması amacıyla iadesi için Amerika’da şimdiye kadar herhangi bir davanın açılmamış olmasını,

-FETÖ’yü büyütüp besleyenlerce, FETÖ’ye ne istedilerse verilmiş olunmasını,

-FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmamasını,

-Bir defa değil, iki defa değil, üç defa değil devamlı aldatılmaları sandığa attıkları oylarla onayladıkları mesajını vermişlerdir.

Soruyorum; FETÖ üyelerini devletin bütün kurumlarının en kritik kademelerine getirilmesiyle 15 Temmuz kalkışmasına zemin oluşturulması ve neticesinde 251 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebebiyet verilmiş olmasını tasvip etmek mi milliyetçiliktir?

***

-Yunanistan’la bir savaş halinde Yunanistan’ın Askerî Harekat Planları’nda öncelikle vurulması gereken hedeflerden birisi Atatürk Havalimanı idi. Yunanistan 3 adet savaş uçağını sırf bunun için bekletiyordu.

Atatürk Havalimanı‘nın Yunanistan tarafından değil de siyasi irade tarafından saf dışı bırakılmasını,

-Amerikan ve İngiliz haritalarında da Türkiye’ye ait olarak görülen 20 adet adamızın bugünkü siyasi irade döneminde Yunanistan tarafından işgal edilip Yunanistan’ın bu adalarımıza silah ve asker yerleştirmesini,

bu adalara “Yunan hatta Bizans bayrakları” çekmelerine ses çıkarılmamasını,

-Vatan toprağımız olan Süleymanşah Türbesi topraklarının korunamayıp IŞİD’li teröristlere terk edilmesini attıkları oylarla onayladıkları mesajını vermişlerdir.

Soruyorum; Şehitlerimizin kanıyla sulanarak alınan vatan topraklarına sahip çıkmayıp, Yunanistan’ın işgal etmesine göz yumulmasını tasvip etmek mi milliyetçilik?

***

-13 Mayıs 2023.

Seçim arefesi.

Seçim yasaklarının olduğu saatlerde Ayasofya meydanında toplanan çok büyük bir kalabalığın “İşte Ordu İşte komutan” sloganları atarak korku iklimi yaratılmaya çalışmasını,

-Bir çok kişinin hukuki değil siyasi kararlarla hapislerde çürütülmesini,

-Yargıda, bağımsız ve tarafsız olmayan, siyasi kararlara imza atan, adil yargılama yapmayan bir kısım yargı mensuplarının oluşturulmuş olmasını,

-Hukukun, yandaşlara başka, muhaliflere başka uygulanarak yaşanan adaletsizliği onayladıkları mesajını vermişlerdir.

Soruyorum; hakkın, hukukun, adaletin herkese eşit bir şekilde uygulanmaması ve ifade hürriyetinin olmamasını tasvip etmek mi milliyetçiliktir?

Ayrıca İstanbul Sultangazi’deki Cebeci Camisi’nin imamının cuma hutbesinde; “Kardeşim, silahlarınızı hazırlayın. 28 Mayıs akşamı silahlarınızı ayarlayın, benim iki tane silahım ağzına kadar dolu. Hodri meydan. Nedir bu sizden çektiğimiz? 80 yıldır bu ülke sizden ne çekiyor, Ermeni döllerinden ne çekiyor.” ifadelerini de dolayısıyla tasvip etmiş olmuyor musunuz?

***

SONUÇ;

Kendilerini milliyetçi olarak ifade edenler şapkasını önüne koyup bir kez daha düşünmelidir.

Zaman, koltuk pazarlığı yapma zamanı değildir.

Ben değil, siz değil “biz olma” zamanıdır.

“Bu gidişat, gidişat değildir.” efendim.

Biz bu vatanı sokakta bulmadık.

*

Zaaflarına yenilerek, beynini ipotek etmiş kişilerden milliyetçi olmaz.

Makam ve vatan arasındaki tercihte makamı,

Vicdanları ile cüzdanları arasındaki tercihte cüzdanlarını tercih edenlerden de milliyetçi olmaz.

Bu kişilere, sandığa gitmeden önce,

“Laik cumhuriyetin reçetesi” olan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi‘ni bir değil birkaç kez daha okumalarını öneririm.

*

Yanlışı alkışlayanlarda fikir,

Eğri ile doğruyu ayıramayanlarda akıl,

Akıl ve ahlakını kiraya verenlerde vatan sevgisi,

Vatan topraklarımızın Suriyeli mültecilere peşkeş çekilmesi suretiyle demografik yapısının değiştirilmesine sebebiyet verilmesini tasvip edenlerden de milliyetçi olmaz,

ülkücü olmaz.

*

En büyük zenginlik “akıl,”

En büyük fakirlik, gelen tehlikeleri görmeyen “ahmaklık” olduğuna göre,

bilmeyip de bildiğini sananlar yukarıda madde madde sıraladıklarımı göz önünde bulundurup,

damarlarında hakikaten “ASİL KAN” taşıyorlarsa;

“Söz konusu vatansa gerisi teferruat olmalı.” anlayışı ile sandığa gitmelidirler.

Satandan değil, vatandan yana olunuz. Alıntı: Ömer Erbıyık

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , | MİLLİYETÇİYİM / ÜLKÜCÜYÜM DİYORSUN! OKU O ZAMAN (2) için yorumlar kapalı
Haz 03

NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN?

NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN?

(Fıkra değil, gerçek)

Erzurum şehirlerarası sefer yapan bir yolcu otobüsünde muavin horlayan yolcuyu insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle uyandırır. Ancak adam tekrar uyur ve horlamaya başlar. Bunun üzerine muavin sinirlenir adamı uyandırır ve adamla tartışmaya başlar, tartışma büyür, muavin adamı otobüsten indirmeye karar verir. Sinirlenen adam muavini bir güzel döver, otobüs şoförü müdahale edince şoför de dayaktan payını alır. Yedek şoför gelir, adam onu da dövdükten sonra otobüsten iner, inerkende boksör olduğunu söyler.

Aynı muavin başka bir gün bir yolculuk esnasında yolculardan birinin horladığını duyar ve yolcuyu kibar bir şekilde uyandırdıktan sonra sorar;

“-Gardaş boksör misen?” Yolcu;

“-Hayır” der.

“-Karateci misen?” Adam yine;

“-Hayır” der. Muavin tekrar sorar;

“-Tekvandocu misen?”

“-Hayır..!”

“Kunfucu misen?”

Adam şaşırır ve yine “Hayır” der. Bunun üzerine muavin şaşkınlıkla ve kızgınlıkla sorar;

“Peki gardaş neyine güvenip de horlirsen..?”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , | NEYİNE GÜVENİP DE HORLİRSEN? için yorumlar kapalı
Haz 02

NEDEN UYUŞMASINLAR?

NEDEN UYUŞMASINLAR?

Köylüler toplanmış Nasreddin Hoca’nın tepesine ve sormuşlar:

– Hocam bal ve sirke birbiriyle uyuşmazmış derler, doğru mu sence?

Hoca biraz düşünmüş ve gidip mutfaktan bal ve sirke almış. Bir kaşık bal yiyip üstüne sirke içmiş. Yüzünü ekşiterek:

– Neden uyuşmasın, gayet de iyi anlaşırlar, demiş.

Yüzünü görenler:

– E, Hoca yüzün ekşidi.

Hoca yine cevabını vermiş:

– Onlar anlaştı anlaşmasına ama beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , | NEDEN UYUŞMASINLAR? için yorumlar kapalı