UMUTLA DOLU YÜREKLER…
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz!..” Bu uran (slogan) artık Atatürk sevgisinin çok ötesinde anlamlar ifade ediyor. Türklük sevgisini, Türklüğü yüceltme ülküsünü anlatıyor. Çağdaşlığı, laikliğe bağlılığı anlatıyor. Türklüğün ancak çağdaş olarak yükselebileceğini anlatıyor. Her şeyden önce de bağımsızlık ruhunu, Türk’ün hiçbir emperyalist güce tutsak olamayacağını anlatıyor.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” Ebru Eroğlu, İzzet Talip Akarsu, Serhat Gündar, Deniz Demirtaş, Batuhan Gazi Kılıç… Onların şahsında bütün teğmenlerimiz, bütün subay ve astsubaylarımız, bütün erlerimiz… Ve elbette hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz. Anıtkabir defterine “Senin askerin.” diye yazan Ebülfez Elçibey’i hatırlıyorum ve yüreğim çarpıyor, ben de haykırıyorum: Mustafa Kemal’in askeriyim!
Türk Dünyası Müzik Topluluğu, sevgili Cem Gürdal’ın şefliğinde çok sevdiğim bir parçayı okuyor: Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir boydur / Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur… Ortada Çiğdem, Feryal, Seher, Feza. Çalgılarda artık hepsi de tanıdık yüzler, akraba yüzler: İnanmengler, aldanmengler ey Türk yigitler!… Sen hiç meraklanma sevgili Sabir Kârger! Artık inanmayacağız, hiçbir emperyalistin tatlı sözüne, yumuşak ipeklisine inanmayacağız. 1980’lerde, Afganistan’dan yeni gelmiş bir öğrenci iken seni dinleyen birkaç kişi idik. Bak şimdi bütün Türk Dünyası’ndan milyonlarca insan senin Anayurt Marşı’nı dinliyor. Umutla başını kaldırarak, umutla gözlerini geleceğe mıhlayarak. Türk’ün geleceği, Türk’ün yarını parlak.
Anayurt Marşı bitti. Kara giysili bir kötü ruh çıktı sahneye. Acayip danslarıyla soydaşları, dildaşları, ülküdaşları aldatmaya çalışıyor. Ancak kadın şamanlarımızın güzel dansları ve musikileriyle yerin altına gönderiliyor. Kara giysili çağdaş emperyalistler, Türk’ün ak ruhuna, direnişi anlatan rakslarına ve müziklerine çarparak parçalanıyor.
Umut doldu yüreğim. Anadolu’nun dört bir yanına doğru uçuç böceği gibi uçtu yüreğim. Edirne’den, Van’dan, Akdeniz’den ötelere doğru kanatlandım. Girne’ye, Bakü’ye, Semerkant’a baktım yükseklerden. Aşkabat’a, Merv’e baktım; Bişkek’e, Talas’a baktım; Astana’ya, Almatı’ya baktım. Kartal gibi, bürküt gibi uçuyordum. Kerkük’e, Kırım’a, Kazan’a, Kâşgar’a gel ediyordum, el ediyordum. Umutla bakıyordum Türk Dünyası’na, şairlerine, ressamlarına ve bütün sanatçılarına, bütün insanlarına.
Alıntı