Halkın yarattığı katma değer ve gelirler üzerinden, hak edilmemiş lüks ve israf harcamaları halka karşı bir tür gösteriş aracı olarak kullanılıyor.
Her yönetim sistemi, görev yapan insanlar için işlerini etkili ve verimli bir biçimde yapmalarını sağlayacak yetki ve sorumluluk ile çalışma ortamı ve birtakım araçlar vermek zorundadır. Ayrıca, üst düzey yöneticilik konumuna, o göreve özgü birtakım ek imkân ve araçlar sağlanır.
İşlerin görülmesiyle doğrudan ilgili olmayan ama yöneticilik konumunun önceliğini ve önem sırasını göstermeye yarayan yöneticiliğe özgü ek imkânlara statü sembolleri adı verilir. Statü sembolleri, yöneticilik konumuna seçilmiş veya atanmış olanların o statüde görev yaptığı süre içinde geçici olarak yararlanacağı imkânlardır. Söz gelimi, lüks lojmanlar, iyi döşenmiş geniş odalar, görkemli koltuk ve masalar, gereğinden fazla sekreterler, ulaşım sağlama işlevini aşan pahalı uçaklar ve otomobiller v.b.
Bir önemlilik göstergesi olarak statü sembolleri
Statü sembolleri, belirli bir mevki ve makamı işgal eden yöneticinin kendi şahsından bağımsız ve o göreve ilişkin bir imtiyazdır. Asıl işlevi, yöneticinin görevini daha etkili ve verimli yapabilmesi ve karar alma sürecinin hızla gerçekleşmesinin sağlanmasıdır. Statü sembolleri, görevlerin asli zorunluluğu olmayıp, yalnızca ikincil türden öğelerdir. Başka bir yönüyle yönetim maliyetini gereksiz yere artıran lüks harcamalardır.
İnsan kaynağının vasıflı olduğu kurum ve kuruluşlar ile liyakat sistemini içselleştirmiş olan yönetim sisteminde, statü sembolleri gerçekten sembolik bir anlam ifade eder. Buna karşılık, yöneticilerin liyakat düzeyinin düşük, otoriterliğin baskın ve hiyerarşik yapılanmanın baskın olduğu bir yönetim sisteminde statü sembolleri, çoğunlukla bir üstünlük ve gösteriş aracı olarak kullanılıyor. Bu arada, yöneticilerin gerçek toplumsal sorunlar hakkındaki duyarsızlığı azalırken, yönetilenler üzerinde otoritenin şiddeti de giderek artmış oluyor.
Yönetim süreçlerinde akıl ve bilime dayalı liyakat sistemini kuramayan gelenekçi yönetim anlayışında, statü sembollerinin çoğunlukla aşırı bir biçimde abartılıyor. Başarısız yöneticiler için statü sembolleri, söz gelimi çok lüks ve pahalı makam otomobilleriyle görünmek, temelsiz bir ‘güçlülük’ ve ‘gösteriş’ görüntüsü veriyor.
Türk yönetim düşüncesi ve statü sembolleri
Türk yönetim düşüncesinin uzak geçmişinde, Arap ve Bizans yönetim kültürlerinin etkisi başlayıncaya kadar aslında toplumun kaynaklarıyla bir ‘yönetici saltanatı’ sürme alışkanlığı yoktur. Söz gelimi, Osmanlı Türk Devleti’nin en görkemli ve gücünün zirvesinde olduğu zamanda yönetim merkezi Topkapı Sarayı iken, gerileme ve yıkılma dönemlerinde o zamanın şartlarına göre son derece lüks ve masraflı saraylar olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün fiilen yönetim sisteminin başında bulunduğu yıllarda, Türk yönetim anlayışına daha önceden sokulan ‘yönetici odaklı’ ve gösteriş amaçlı tüketim harcamaları sonlandırılmaya çalışılmıştır. Türk yönetim düşüncesine getirilen en önemli devrim olarak Cumhuriyet rejiminin asıl amacı ise Türk Milleti’nin iradesini temsil etmek ve gönencini sağlamaktı. Türk yönetim devrimi ile Türk Milleti’ni önceleyen bir yönetim anlayışına geçilmesi amaçlanmıştır. Bu yönetim tavrı ile aslında eski Türklerin yönetim düşüncesi, zamanın ruhuna uygun olarak yeniden güncellenmiştir.
Atatürk, Cumhuriyet rejimiyle Türklerin Ortadoğu’ya gelişleri sonrasındaki yönetim uygulamalarıyla Türk yönetim düşüncesine musallat edilen monarşik ve patrimonyal yönetim kültürünün kalıntılarını arındırmak istemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetim düşüncesiyle ilgili devrimi, daha sonraki solcu-sağcı popülist siyasetçilerin güdümünde -öteki Türk Devrimleri gibi- tavsatılmıştır.
Popülist yönetim uygulamaları, Türk Milleti’ni öncelemekten çok, yöneticileri yücelten ve onların rahat yaşamasını önceleyen bir seçkinciliğe sapmıştır. Yönetim sisteminin imkân ve enerjisinin, en fazla yönetici sınıfın kendi yararına çalıştığı ama Türk Milleti’nin sorunlarını çözmede yetersiz kaldığı bir yapı ortaya çıkmıştır.
Statü sembolü düşkünlüğü feodal özlemleri çağrıştırıyor
Rekabetçi piyasa şartlarında etkinliğini sürdüren ve öz güveni yüksek liyakatli insan kaynağı tarafından yönetilen kurumlar, üretkenlik ve verimliliğe katkısı olmayan hiçbir harcamaya izin vermezler. Bu çerçevede, doğrudan katma değer yaratılmasına imkân vermeyen abartılı ve lüks statü sembollerine pek gereksinim duyulmaz. Buna karşılık, akılcı ve bilimsel yöntemlerle desteklenmeyen, geçmişin padişahlık rejiminin ‘patrimonyal yönetim’ alışkanlıklarından kurtulamayan yönetim sistemlerinde, çoğu yöneticinin bulunduğu makamın ‘sahibiymiş’ gibi davrandığı görülmektedir. Yöneticiler, işgal ettikleri konumlara belirli sürelerle seçilmiş veya atanmış olsalar bile bu konumun sağladığı imkânları sanki kendilerinin malıymış gibi kullanma eğilimi gösteriyor.
Statü sembolü düşkünlüğünün psikolojik temeli
İnsanların algıladığı her gereksinim veya eksikliğin, istenildiği anda giderilmesi, toplumsal hayatın gerçeklik ilkesine uymuyor. Bu yüzden, insanlar bir şekilde algıladıkları gereksinimlerin giderilmesi konusunda, bazen hiçbir zaman doyum sağlayamaz. Bazen de bunların doyumu, gelecek zaman içinde gecikerek gerçekleşir. Psikanaliz yaklaşımına göre, yaşanmış her yoksunluk insanların bilinçaltında birtakım izler bırakır. İnsanların yaşadığı bu yöndeki eksiklikle ilgili duygular bilinçaltına itilir. Bilinçaltına itilmiş yoksunluk duygularının, daha sonraki hayat olaylarıyla birlikte karşılanma fırsatı doğduğu zaman müthiş bir iştah ortaya çıkıyor. Geçmişin bir kısım yoksunluk ve hayal imgelerinin gecikerek doyumunun sağlanması arzusu, özellikle konum ve gelirlerinde ani artışlar olmasına rağmen, bununla at başı giden kültürel bir gelişme gösteremeyen kişilerde daha şiddetli görülüyor.
Doyum arayışının ve özdeşleşme eğiliminin çok güçlü hissedildiği çocukluk ve gençlik yıllarında çok kısıtlı bir yaşam sürmek durumunda kalan kişilerin bilinçaltında şiddetli bir gösteriş tüketimi arzusu bulunuyor. Bu doyum arzusunu karşılayacak gelir ve toplumsal statüye ulaşma sonrasında ‘tüketim’ üzerinden çok ciddi bir gösterişçilik ve teşhircilik sergilendiği gözleniyor.
Popülist yönetimler statü sembollerinin yüceltiyor
Thorstein Veblen, 1899’da yayınladığı ‘Aylak Sınıfın Teorisi’ adlı eserinde, çalışmadan ve üretmeden rahat bir hayat süren ‘aristokrat’ sınıfı kastederek onların ‘gösteriş amaçlı tüketime’ yöneldiklerini anlatır. Veblen, bu çalışmasında zenginlerin toplumsal statülerini kazanmak için gereksiz harcamalar yapma davranışlarını ve gösteriş amaçlı tüketim alışkanlıklarını analiz eder (Açıkalın- Erdoğan; 2004;1-18).
Popülist demokrasilerde ve yönetimlerde, çok yetkili ve etkili yöneticilik konumları, çoğunlukla liyakat ve hakkaniyet ölçülerine bakılmaksızın işgal ediliyor. Gereken liyakat ve vasıflar kendisinde olmadığı halde bu tür yöneticilik statüsünü arzu edenler, bizzat görevini iyi yapmış olmakla ilgili bir doyuma değil, daha çok konumun kendisine sunduğu lüks imkânlara özlem duyuyor. Bu kişilerin, bulundukları yöneticilik konumunda ciddi bir başarıları olmasa bile statü sembolleri üzerinden gösteriş amaçlı çok büyük harcamalar yaptıkları görülüyor.
Yöneticilik mesleği yeni bir sınıfa mı evriliyor?
Yeryüzünde, akıl ve bilimin ışığında gerçek bir demokratik yönetim ve vatandaşlık bilincinin gelişmediği toplumlarda, yönetici sınıf ile halk arasındaki zıtlaşmalar giderek artıyor. Bu arada, siyasal dincilik ve tutucu milliyetçilik ile lümpen solculuk anlayışlarının egemen olduğu yönetim sistemlerinde statü simgeleri düşkünlüğü çok daha çarpıcı bir şekilde görülüyor. Yönetim süreçlerinin başında bulunan yetersiz yöneticiler, toplumun karşısına çoğunlukla devasa binalar, gösterişli makam odaları ve çok lüks makam araçlarıyla çıkıyor. Böylece, yöneticilerin lüks ve şatafatlı yaşantısı ile aşırı yoksullaşmış ve mülksüzleşmiş halkın çaresizlik hâlleri arasına süslü bir görünmezlik duvarı çekiliyor.
Toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin arttığı ölçüde, kapitalistler ile kamu yöneticilerinin aşırı lüks tutkusu da şiddetleniyor. Toplumun refah düzeyini artırma ve sorunlarına bilimsel çözümler getirme yetenek ve becerisinden yoksun olan -özel ve kamu yöneticiliği- var gücüyle toplumsal kaynaklara çöküyor. Böylece, vahşi bir kapitalist anlayış ve yağmacı siyasal süreçler yoluyla halkın yarattığı millî gelirlere abanıp bu statü sembolleri/gösteriş tüketimi üzerinden halka karşı caka satılıyor. Yani halkın yarattığı katma değer ve gelirler üzerinden, hak edilmemiş lüks ve israf harcamaları halka karşı bir tür gösteriş aracı olarak kullanılıyor.
Sonuç olarak, seçildiği veya atandığı yöneticilik konumunda, bulunduğu yerin hakkını liyakatle temsil eden ve kalıcı katma değer yaratan yöneticiler, her daim saygı ve takdirle anılacaktır. Kaynakları heba eden, halkı yoksullaştırıp mülksüzleştiren yalnızca kendi kişisel imkanlarını çoğaltanlardan, bir gün mutlaka halk ve Hak bunun hesabını sorar!
Sezgin Açıkalın; Levent Erdoğan (2004): Veblen’ci Gösteriş Amaçlı Tüketim, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 4(7), 1-18.
Yazar: Feyzullah Eroğlu