May 29

“Ya ben İstanbul’u alacağım, ya İstanbul beni!”

“Ya ben İstanbul’u alacağım, ya İstanbul beni!” Fatih Sultan Mehmet

Defalarca kuşatıldı fakat surlar geçilemedi. Atalarının hayalini 2. Mehmet gerçekleştirdi. İstanbul, adanmış bir mücadeleyle işte böyle fethedildi… Konstantinopolis’in hemen yanı başında kurulan Osmanlı, sınırlarını batıya doğru genişletmeye başladı. Fetih yolunda ilk adımlar Orhan Gazi döneminde atıldı.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Fahameddin Başar, o dönemi şöyle anlattı:

“Orhan Bey zamanında Bursa fethedilmiş, arkasından İznik ele geçirilmiş, sonra Sakarya havzasından İzmit’e kadar ilerlenmiş ve hatta Aydos Kalesi ve Üsküdar’a kadar ulaşılmıştı. Artık bütün İzmit Körfezi, Kocaeli Yarımadası Osmanlı hâkimiyeti altına alınmıştı.”

Aydos Kalesi, tarihçilere göre İstanbul’un fethinin başladığı yerdi. İstanbul ile Anadolu’yu birbirine bağlayan bu savunma kalesi, Osmanlı’nın kente doğru hareketlerinde kilit rol oynadı. Üsküdar, Pendik ve Boğaz’a akınlar buradan düzenlendi.

Orhan Gazi’den tahtı devralan I. Murat da İstanbul’un batısını abluka altına aldı,
Edirne ve çevresini fethetti. İstanbul’a ilk kuşatma I. Bayezid tarafından yapıldı.
Ancak kenti iki kere kuşatan Yıldırım Bayezid başarılı olamadı.

Başar, “Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Musa Çelebi, 1411 yılında İstanbul’u bir kez daha kuşatmış, sonrasında Sultan Fatih’in babası II. Murat 1422 yılında tahta çıkar çıkmaz İstanbul’u kuşatmıştı ama o kuşatmalardan da netice alınamamıştı” dedi.

Kuşatmalar başarılı olmasa da Bizans bu süreçte çok güç kaybetti. Çevresindeki tüm topraklar Osmanlı tarafından fethedildi. Bizans İmparatorluğu’nun elinde yalnızca başkenti Konstantinopolis kaldı.

Sultan II. Mehmet, tahta çıktığında Bizans, sur içinden ibaretti. Kuzeyinde küçük bir alanda Cenevizliler, geriye kalan tüm noktalarda ise Osmanlı vardı.

II. Mehmet, Bizans’ın bu halini de gözeterek yaklaşık bir yıl süren hazırlıklara başladı. Güçlü toplar döktürdü, Rumeli Hisarı’nı inşa ettirdi. Diğer yandan sorun yaratacak devletlerle diplomatik ilişkileri geliştirdi.

II. Mehmet İstanbul kuşatmasına hazırlanırken Karamanoğulları ile bir barış antlaşması yaptı. Çünkü Karamanoğulları Bizans’la ve Venediklilerle, batılılarla da irtibat halindeydi. Onlarla iş birliği de yapabiliyordu. Keza aynı şekilde Macarlarla babası II. Murat zamanında yapılan antlaşmayı, barışı yenilemişti. Venedik ve Cenevizlilerle de barış yapılmıştı.

Osmanlı Ordusu, hazırlıkların ardından 6 Nisan 1453’te harekete geçti. Denizde, karada ve hatta lağımcıların açtığı yeraltı tünellerinde mücadeleler günlerce devam etti.

53. Günün sonunda nihayet surlar yıkıldı, kutlu şehrin kapısı açıldı. Takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterirken II. Mehmet, ordusuyla Topkapı’dan İstanbul’a girdi. İstanbul’un fethi sıradan bir zafer olmadı. Orta Çağ kapandı, Yeni Çağ açıldı.

Büyük fethin mimarı, o günden sonra tarih kitaplarında “Fatih Sultan Mehmet” olarak anıldı.

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “Ya ben İstanbul’u alacağım, ya İstanbul beni!” için yorumlar kapalı
May 28

ABDULLAH ZİYA KOZANOĞLU

ABDULLAH ZİYA KOZANOĞLU

“Ne pis konuşuyorsun! Türküm de be adam ne korkuyorsun? Türküm diye bağır!”

Bugün günlerden Türk milliyetçisi Abdullah Ziya Kozanoğlu 16 Ocak

Beşiktaş’ın uzun süre başkanlığını yaptı

 

ESERLERİ SAYISIZ FİLMLERE KONU OLMUŞTUR

Abdullah Ziya Kozanoğlu, tarihi romanlarıyla cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Türk insanının kendisine güvenmesini, atalarıyla övünmesini, kendisinde iş başaracak gücü bulmasını sağlamaya çalışmıştır.

Romanı, genç nesillere tarih şuuru aşılamak için kullanmıştır

Türk okuru onun romanlarında kahramanla ve olayla bütünleşir,

Zaman zaman uçsuz bucaksız ovalarda at sürer, engin denizlere açılır, kıl çadırlarda yatar.

Abdullah Ziya Kozanoğlu, romanlarını tarihten seçtiği kişiler ve onların çevresindeki olaylar üzerine kurmuştur.

O, tarihin tozlu sayfaları arasından Türk insanının ihtiyacı olan kahraman tipini çıkarıp, okuyucuların önüne koymayı başarmıştır.

Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yaşadığı dönem çok milletli bir yapıdan, tek millete dayanan üniter bir devlet yapısına geçildiği bir dönemdir.

Bu dönemin artık yurttaş olmuş insanına bir milletin bireyi olma bilincini aşılayacak, tek bir hedefe doğru yürümesini sağlayacak eserler lazımdır.

Abdullah Ziya, bunu romanlarıyla yapmaya çalışmıştır.

Yazar, eserleriyle yaşadığı dönemdeki milli düşünce akımının temsilciliğini üstlenmiştir.

1925 yılında Resimli Mecmua’da tefrika edilen “Kızıl Tuğ” adlı romanı,

1927’de kitap olarak yayımlandı.

Türk edebiyatının ilk tarihsel serüven romanı kabul edilen bu eserin devamı

1959’da çizgi roman olarak Suat Yalaz’ın çizimleri ile yayımlanmıştır.

Yazı yaşamına tarihi serüven romanları ile devam etti.

Eserlerinin çizgi romana ve sinemaya uyarlanması için uygun altyapıyı hazırlamakla uğraştı.

Pek çok uyarlamayı kendisi yaptı;

Bu yüzden Türkiye’deki ilk ciddi çizgi roman yazarlarından birisi kabul edilir

Tarihi serüven romanı ve piyes türündeki popüler eserleri ile tanınmış, Türkçü, milliyetçi bir yazardır.

Romandan sonra çizgi roman ve sinema kahramanı olarak ilgi gören Malkoçoğlu, Gültekin, Seyit Ali Reis kurgu-karakterlerin yaratıcısıdır.

1942-1950 arasında Beşiktaş Jimnastik Kulübü başkanlığını yapmış bir spor adamıdır.

Abdullah Ziya Kozanoğlu Eserleri (Bazıları)

Romanları

1927 Kızıltuğ

1929 Seyyid Battal

1929 Boğaç Han (Tahsin Demiray ile)

1929 Kaniıoğlu Kanturalı

1929 Boz Aygırlı

1929 Kara Çoban

1930 Küçük Korsan

1935 Kurtlar

1935 Küçük Kahraman

1936 Gültekin, Orhun Barkı Kahramanı

1936 Küçük Uçman (Tahsin Demiray ile)

1938 Kuduzlar Kraliçesi (Tahsin Demiray ile)

1938 Kuş Adamın Maceraları (Tahsin Demiray ile)

1942 Atlı Han

1943 Kozanoğlu

1943 Lâle Devrinde Patronalılar Saltanatı

1943 Malkoçoğlu

1944 Savcı Bey

1945 Kolsuz Kahraman

1946 Battal Gazi

1948 Türk Korsanları

1951 Şeydi Ali Reis

1952 Dağlar Delisi

1952 Fâtih Feneri

1957 Sencivanoğlu

1961 Hilâl ve Salip

1962 Algaya’nm Ölümü

1962 Altın Saçlı Kız

1962 Cengiz Han’ın Hazineleri

1962 Hülâgû’nun Gözdesi

1962 Kız Kulesi Kahramanı

1962 Tibet Canavarı

1963 Ağahan’m Yüzüğü

1963 Altın Hançer

1963 Boz kurt’un İntikamı

1963 Kızıl Kadırga

1964 Arena Kraliçesi

1964 Sarı Benizli Adam

1965 Kubilay Han’ın Gelini

 

Kaynak Necdet Kumbar

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | ABDULLAH ZİYA KOZANOĞLU için yorumlar kapalı
May 27

SIĞINMACILAR

SIĞINMACILAR

 

Türkiye, Türk ve Türk vatandaşlığı kimliğini esas alan “ulus devlet” olarak kurulmuştur. Ülkemizin böylesine kritik bir coğrafyada varlığını sürdürebilmesi, bu ulus kimliğinin korunmasına bağlıdır. Kimliğimizin “İslam toplumu (ümmet) ve/veya karma kimliklere dönüştürülmesi halinde, ülkemizin bölünmesi/parçalara ayrılması kaçınılmazdır.

  • Ülkemize sığınmacı akınının ve çoğalmasının 4 başat nedeni vardır:

– AKP iktidarının “Yeni Osmanlı” düşüyle ABD’nin BOP trenine binerek Suriye’deki iç savaşa dahil olması sonucu oluşan göç akını.

– Afganistan’dan çekilen ABD’nin bu ülkede kullandığı Asyalı (Afgan, Pakistanlı, Bangladeşli) silahlı grupların ülkemizde yerleşmelerinin kararlaştırılmış olması. (Gelenlerin genç olmaları ve elini kolunu sallayarak sınırlardan geçebiliyor olmaları bunun kanıtıdır.)

– Mevcut iktidar tarafından sığınmacılar için “Açık Kapı” ve “Keyfi Yerleşme/Dolaşma”  politikalarının uygulanıyor olması. (Buna politikasızlık da denebilir.)

– Dibe vuran ekonomimize can suyu sağlayabilmek amacıyla,  sığınmacıların ABD ve AB ülkelerine geçişlerine engel olma karşılığında bu ülkelerden nakit döviz desteği sağlanması.

– Sığınmacılara olur olmaz vatandaşlık verilerek, önümüzdeki seçimlerde AKP’nin yüksek oy kaybının telafi beklentisi.

  • Ülkelerine geri gönderilmez iseler, yüksek doğum oranları dikkate alındığında, 20-25 yıl içerisinde sığınmacıların ve -yanı sıra- kökten (radikal) Kürtçülerin toplam oranı nüfusumuzun en az % 35’ine ulaşmış olabileceği hesaplanmaktadır. Kimliğimizin “İslam toplumu (ümmet)ve/veya karma kimliklere dönüştürülmesi halinde, artık bir “ulus devlet”den söz etmek olanaksızdır ve eninde sonunda bölünmek kaçınılmaz olur.  (BOP’daki Türkiye’ye yönelik beklentisi bu doğrultuda olan ABD’nin ülkemize sığınmacı akının kurgulayıcısı olduğu unutulmamalıdır.)
  • Afganistan’da askeri görevlerde kullanılan Asyalı sığınmacılar ile, Suriye’de çatışmalarda kullanılan köktendinci İslami silahlı gruplara dâhil sığınmacılar yüzünden, ülkemiz gelecekte -Güney Amerika ülkeleri gibi- artık bir terör ve mafya ülkesi olarak anılacaktır.
  • Ümmetçi yaklaşımı nedeniyle ve her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya kendini mahkûm eden AKP’nin tavrını anlamak olanaklı. Ancak yıllarca kendini ‘milliyetçiliğin kalesi’olarak öne süren (lanse eden) MHP’nin gümbür gümbür gümbürdemesi gerekirken, utangaç sözlerle, kıyıdan köşeden, dostlar alışverişte görsün gibisinden itirazda bulunmasını anlayabilmek olanaksızdır.

Türkiye’nin ulus devlet ve çağdaş devlet (laik, sosyal, demokratik, hukuk devleti) olarak “ilelebet payidar kalmasını” iliklerine kadar özümseyebilmiş herkesin, demokratik itiraz haklarını kullanması ve çevresindeki cahilleri, uyurgezerleri, aymazları, nemelazımcıları bilinçlendirmesi, gelecek kuşaklarımıza (çocuklarımıza, torunlarımıza) boynumuzun borcumuzdur. Aksi takdirde, Türkiye Cumhuriyeti‘ni kuran ve bize emanet eden atalarımızı gurur, minnet ve şükranla anmamızın tersine, gelecek kuşakların lanetleri ile anılırız.

 

 

Alıntı: Yavuz Selam Demirağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , | SIĞINMACILAR için yorumlar kapalı
May 26

AK DEMEKLE AK OLUNMAZ

AK DEMEKLE AK OLUNMAZ

 

Akı karayı Hak bilir,

Ak demekle ak olunmaz

Hakk deyince can irkilir,

Zannetmeyin hak alınmaz

 

Günü gelsin Nemrut’un da,

Sinek kaçar kulağına

Aldırır bir hak balyozunu,

Vur der, vur der ulağına

 

Kararmayan suratlardan,

Kararıyor Kâbe bir bak

Allah’ı, Kuran’ı, dini;

Kullandırmaz o yüce Hakk!

KULLANDIRMAZ O YÜCE HAKK!

 

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , | AK DEMEKLE AK OLUNMAZ için yorumlar kapalı
May 25

“TEHCİR VE İSTİLA”

“TEHCİR VE İSTİLA”

Türkiye, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde gerçekten istila ediliyor… Türk vatanının ve Türk Milleti’nin birliğine kast ediliyor. Soruşturulması gereken asıl suç budur.

***

Suriyelilerin Türkiye’ye sürülmesinin en önemli sebebi, Suriye’nin kuzeyinde ABD güdümlü bir terör devleti kurmaktır. Siyasi iktidar ise ABD’nin Suriye’de iç savaş çıkarmasını desteklemiştir! “Özgür Suriye Ordusu” denilen silahlı güçleri eğiten, donatan yani silah ve maaş veren Türkiye’deki siyasi iktidardır.

TÜRK Ceza Kanunu’nun 306’ncı maddesine göre “Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir. Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.”

İktidar, Meclis’ten Suriye aleyhine asker toplamak, ordu kurmak için yetki almış mıdır? Hayır. Tezkere, bu yetkiyi vermiyor! Tabi, suçun soruşturulması için Adalet Bakanı’nın izni gerekiyor. Kanun koyucu, suçun iktidar tarafından işlenebileceğini hiç düşünmemiş…

Fiil sonucu, siyasi iktidar ülkeyi savaşa sürüklemiştir. Türk Ordusu, Suriye’dedir! Fakat ABD, asıl tehdidin olduğu PYD/PKK bölgesine Türk Ordusu’nu sokmuyor!

PYD/PKK, terör estirerek Suriye’nin kuzeyinde yaşayan insanları, Türkiye’ye tehcir etti değil mi? Diğerlerini de elbette Suriye rejimi ve Rus ordusu tehcir etti…

Osmanlı Devleti de ordusu savaştayken, işgal ordularına katılan veya içerde terör estiren Ermenileri Suriye’ye sürmedi mi? Suriye de aynısını yapıyor işte…

***

Sorun sadece Suriyelilerin Türkiye’ye proje dâhilinde tehcir edilmesi değil. Yine Amerikan baskısı ile Afganistan’dan genç erkekler de getiriliyor… Dünya basınında Orta Doğu ve Afrika’dan 80 milyon insanın kuzeye doğru göçeceği, bunların 30 milyonunun Türkiye’de kalacağına dair haberler çıkıyor?

Türkiye’nin milli devlet yapısını çökertme girişimi demek olan bu istilaya karşı ne tedbir aldılar? Hangi girişimde bulundular?

Hiçbir tedbirleri yok! Üstelik hâlâ “biz herkese ensar olacağız” diyorlar. Ülkenin nüfus yapısını değiştirerek; muhaciri vatandaş, asker ve memur yaparak devleti teslim ediyorlar! Sonra da tehdide dikkat çekene, kendi suçlarını unutturmak için suç uyduruyorlar. Bu, böyle gitmez… Bir yerden mutlaka patlak verir…

Şunu özellikle belirtmekte yarar var. Haşa, yeni bir Peygamber mi geldi de ‘Ensar ve Muhacir’ olmak ifadesi kullanılıyor. O, Hz. Muhammed’in Peygamber olarak bildirildiği 1442 yıl önceydi. Milletin aklıyla alay etmeyin. (K.Ş.)

 

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | “TEHCİR VE İSTİLA” için yorumlar kapalı
May 24

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Kişinin susması, her zaman söyleneni onayladığı anlamına gelmez. Bazen canı, aptallarla tartışmak istemiyordur.” Albert Einstein

* “Bir kimsenin Tanrı dediği şey Tanrı değildir; Tanrı’dan söz etmeyen kimse Tanrı’dan söz eden kimseden daha doğrudur. “ Mester Eckhart

* “Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir. Eflatun

* “Türkleri yenemedik” Churchill.

* “Türkleri öldürebilirsiniz lakin onları yenemezsiniz” Napolyon.

* “Yanlış bilgi, felaketin kaynağıdır” Kazım Karabekir Paşa

* “Yargılanan kişi, adil yargılanmadığını düşünüyor ise, adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş demektir.” AİHM

*”Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” Platon

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
May 23

“TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRMENİN BASİT DENKLEMİ”

“TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRMENİN BASİT DENKLEMİ”

“Ruslar, Kırım limanlarını 1777 yılında işgal ettiklerinde Kırım halkı kitleler halinde Osmanlı ülkesine göç etmek zorunda kaldı. Ruslar bu tarihlerde nüfusu 500 bin olan Kırım’a 75 bin kişilik bir Rus göçmen kitlesi getirip yerleştirdi.

Kırım’daki kolonileştirme (Ruslaştırma) programı ağır gidince General Potemkin, dışarıdan da yabancı nüfus getirtmeye başladı. 1784-1787 tarihleri arasından Avrupa’dan gelen kolonistler, özellikle Alman köylüler, bu yerlere iskân edildi. Kırımlılara da Orenburg vilayetine (Bugünkü Rusya’nın Volga Bölgesine) göç etmeleri teklif edildi. Bu, Kırım’ı Türklerden temizlemek demekti.

Yıllar ilerledikçe Kırım’da yabancı unsurlar, Türklerin azınlığa düşmesine sebep oldu. Binlerce yıllık Türk yurdu olan Kırım, Stalin tarafından 18 Mayıs 1944 sürgünü sonucu, topyekûn Türksüzleştirildi… Kruşçev döneminden günümüze kadar çok az sayıda Kırım Türkü sürgün yerlerinden öz vatanları Kırım’a dönebildi.

Bugün 85 milyon nüfuslu Türkiye’ye önce ‘geçici sığınmacı’ diye alınan daha sonra ‘kalıcı iskân ve vatandaşlık’ verilen ve verilmekte devam eden Orta Doğu, Afrika, Afganistan vd. kültürel farklılığı çeşitli halkların nüfusu her geçen gün artırılmaktadır. Para ile Türk vatandaşlığı satılmaktadır.

Geçmişte Kırım üzerine oynanan oyun, şimdi Türkiye nüfusuna oranlandığında Türkiye’nin dönüşüm ve değişimine yol açması için yerleştirilen yabancı nüfus, 12.350.000’e karşılık gelmektedir.

Türkiye’nin bugünkü nüfusu 85 milyondur. 85.000.000 x 75.000: 500.000 = 12.350.000 rakamına ulaşılır. (Yani Türkiye’nin Türksüzleştirilmesi operasyonu için Kırım modeline göre başlangıç olarak 12 milyon 350 bin yabancı gerekiyor!)

Böylece  yabancı iskânı ve vatandaşlık satışı ile başlatılan operasyonla, Kırım’ın ve  diğer Türk yurtlarının başına gelenler benzer bir şekilde Türkiye’ye de yaşatılmak istenecektir. Bugün nasıl Kırım hakkında Kırım Türkleri değil Ukrayna ve Rusya tartışıyorsa, önümüzdeki elli yılda, Türkiye üzerine Türkler değil İngiltere, ABD, Rusya, İsrail, Fransa, Almanya, Çin vd. emperyalistler söz sahibi olsun istenmektedir.”

Alıntı: Hilmi Özden

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | “TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRMENİN BASİT DENKLEMİ” için yorumlar kapalı
May 22

“BENİM TIYNETİM, BENİM HUYUM BU!..”

“BENİM TIYNETİM, BENİM HUYUM BU!..”

Nehrin karşı kıyısına geçmek zorunda olan akrep, yüzme bilmediği için ne yapacağını düşünmektedir… O esnada kurbağayı görür ve ondan kendisini karşı kıyıya taşımasını ister…

Kurbağa “Yapamam, sen beni sokar zehirlersin” diye karşı çıkınca, akrep “Seni öldürürsem, ben de suya düşer boğulurum, o yüzden korkma, yapmam” der…

Bunun üzerine kurbağa yumuşar ve akrebe iyilik etmeye karar verir… Akrebi sırtını alır, karşı kıyaya doğru yüzmeye başlar… Kurbağa suda ilerlerken, akrep tarafından sokulduğunu ve gittikçe ölmek üzere olduğunu fark eder… Son nefeste sorar: “Hani beni sokmayacaktın akrep kardeş?” Akrebin cevabı klasiktir: “Ne yapayım kurbağa kardeş, benim tıynetim, benim huyum bu!..”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , | “BENİM TIYNETİM, BENİM HUYUM BU!..” için yorumlar kapalı
May 21

“SOYKIRIM” NE?

“SOYKIRIM” NE?

Birleşmiş Milletler’in hukuki tanımına göre:

– Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle; bir topluluğun üyelerinin öldürülmesi, topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi, topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasıtlı olarak bozulması, topluluk içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması, topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi…

*

– Van’ın Çitören köyü yakınında yapılan kazıda 2 bin, 2 bin 500 kişiden kaldığı sanılan kırık, ezik, çatlak insan kemikleri ve yanık iskeletler bulundu.

– Van’da, Erciş’e bağlı Çavuşoğlu’nda bir evin temel hafriyatı sırasında tesadüfen bulunan 5’i kadın 9 insan iskeleti üzerinde yapılan antropolojik inceleme, bilinçli olarak katledildiklerini ve işkence ile öldürüldüklerini belgeledi.

– Kars Subatan’da yapılan kazıda ortaya çıkarılan üç mezarda yüzlerce insan iskeleti bulundu. Kadın iskeletleri küçük çocuklara sarılmış haldeydi.

– Erzurum Yeşilyayla’da yapılan kazıda, bir samanlığa doldurularak yakılmış yaşlı, erkek, kadın ve çocuklara ait 100’e yakın iskelete ulaşıldı.

– Iğdır Oba Köyü’nde, yapılan kazıda kafataslarının üzerinde delik, çatlak ve kırıklar olan 90’a yakın ceset bulundu. Hepsi silahsız ve sivil olan bu insanlar işkenceyle bir tandır evine sokulmuş, yüzükoyun yatırılmış, bacadan üzerlerine gazyağı dökülmüş ve tandır damının ateşe verilmesiyle diri diri yakılmışlardı!                                                                                                                                                                                                                              * * *                                                                                                                                                                                                                                        Karnı deşilen hamile kadınlar mı dersiniz, diri diri kızartılan çocukların etlerini ana-babalarına yedirmeye çalışmak mı, el kadar çocuklara ailelerinin önünde tecavüz etmek mi, kazığa oturmak mı, deri yüzmek mi…

Sivas’tan, Trabzon’dan, İzmit’ten, Erzurum’dan, Erzincan’dan, Van’dan, Malatya’da, Diyarbakır’dan, Gümüşhane’den, Yozgat’tan, Kayseri’den, Maraş’tan, Urfa’dan, Antep’ten, Bitlis’ten, Anadolu’nun hemen her kilometrekaresinden eşine benzerine rastlanması zor, yüzler değil, binler, on binlerce kırım kanıtı;

Bu “Ermeni soykırımı”!

Olmayan bir şeyin olmadığını ispat mecburiyeti duymak yerine, olan, olduğu her şekilde kanıtlanan bu soykırımı tanıtmaya çalışsak ya dünyaya?

Biz çıkarsak ya dünya parlamentolarından o “tanıma” kararlarını?

Biz istesek ya, Ermeni Patrikhanesi’nin yalancı şahitleriyle idam edilenlerin, Malta’ya sürülenlerin aileleri adına o “tazminat”ları?                                       * * *                                                                                                                                                                                                                                  Garo Paylan bir yerde haklı!

Bizi bu “gaile”ye gark edip de ismi yaşayan, yaşatılan kim varsa silip atmalı!

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın, “Dış güçler(!)”in kendilerini Ermenilerin “Osmanlı ile ortak hamisi” varsaymasına yol açan ucu açık ifadelerine rıza gösteren kim varsa silmeli mesela adını!

“Ahalisi Ermeni olan 6 vilayet” vurgulu, 1878 Berlin Anlaşması’nı imzalayıp da, Osmanlı Ermenilerini tarihte ilk defa bir uluslararası anlaşma metnine sokan, “dış sorun”a dönüştüren kim varsa…

Sevr’i imzalayan kim varsa…

Divan-ı Harb-i Örfi’de, müstemleke valilerinin katibi gibi karar yazdıran kim varsa…

O hükümlerin infaz fetvasını veren, o fetvaları onaylayan kim varsa silmeli adını!

Silmeli ki, Talat’ların, Kemal’lerin sızlamasın daha fazla ruhları!

 

Alıntı

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “SOYKIRIM” NE? için yorumlar kapalı
May 20

BİZİM, ESKİDEN HIRSIZIMIZ BİLE EDEPLİYDİ..

BİZİM, ESKİDEN HIRSIZIMIZ BİLE EDEPLİYDİ..

Yaklaşık olarak 70 yıl öncesinde, 1950’li yıllarda İstanbul’dayız. Bire bir yasanmış̧ olan hikâyemiz bir belediye otobüsünde geçer.
Otobüs tam Eminönü̈ durağına gelmiş̧ ve kapılarını açacakken bir kadının “Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” seklinde canhıraş̧ sesi duyulur.
Kadın ısrarcıdır ve bağırmaya devam eder.
Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der. Kadın “biraz önce biletimi almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama simdi yok” diye cevap verir. Şoför bunun üzerine hiddetlenerek “kimse kıpırdamasın herkesin üzerini arayacağım” der.
Şoför önden biletçi arkadan başlayarak yolcuları tek tek aramaya başlarlar. Herkes aranmış̧ yalnız bir kişi kalmıştır. Henüz aranmayan yolcu binbaşı rütbesinde resmi üniformalı bir kara subayıdır. Üzerinde de haki renkli kalın paltosu vardır. Şoför “Binbaşımı aramaya lüzum yok, bir Türk subayını hırsızlık şüphesi ile asla aramam, cüzdan bulunamadı” diyerek kapıları açmak için yerine doğru yönelir.
Tam bu sırada Binbaşının kendinden emin davudi sesi duyulur; “Beni de arayacaksınız, töhmet altında kalmak istemiyorum.” der.
Şoför aramak istemez ama Binbaşının ısrarı karşısında mecbur kalır. Tam elini Binbaşının paltosunun cebine sokarken “hayır arama, ben çaldım!” diyen biraz hırpani giyimli bir adam çıkar.
Ve adam “cüzdanını çaldığım kadın bağırınca korktum, aranabileceğimi düşünerek cüzdanı, aranmayacağını bildiğim hemen yanımda bulunan Binbaşının paltosunun cebine bıraktım. Fakat bir Türk subayının hırsızlıktan suçlanmasına gönlüm razı değil. Yankesiciyim, hırsızım ama VATANSIZ ve vicdansız değil!” diyerek başını önüne eğer.
İşte biz böyle bir millettik.. Ahlak ve vicdan insanın temeli ve mayasıdır. Ahlak ve vicdan olmazsa insan olmaktan da bahsedilemez!
Alıntı.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , | BİZİM, ESKİDEN HIRSIZIMIZ BİLE EDEPLİYDİ.. için yorumlar kapalı