Ağu 14

T.C. DEVLETİ ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ

3902

T.C. DEVLETİ ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ

I. Devletin şekli

MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

BU MADDELERİ DEĞİŞTİRME TEKLİFİNDE BULUNMAK YA DA DEĞİŞTİRMEK ANAYASAL BİR SUÇTUR. BU SUÇU İŞLEYEN HER KİM YA DA KİMLER OLURSA OLSUN O KİŞİYE YA DA GRUBA KARŞI TÜRK MİLLETİNİN – SİLAHLI /SİLAHSIZ- ANAYASAL SAVUNMA HAKKI VARDIR. BU BİR ANAYASAL HAKTIR BİLİNE…

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | T.C. DEVLETİ ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ için yorumlar kapalı
Ağu 13

Kadı Karakuşi

drhm-izmir-firinci-r-kp__14361005_01

Kadı Karakuşi

Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir kokun gelmiş.                                                                   Vitrinde, güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek var. Kadı, fırıncıya ‘Ben bunu aldım’ demiş.                                                                                                                                                                    Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıvermiş.                                                                             Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: ‘Hani bizim ördek?’                                                                                         Fırıncı boynunu büküp ‘Uçtu’ deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü  çıkarınca korkup kaçmaya başlamış…                                                         Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş.                                           Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş.                                           Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış…             Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak kadının karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş… Ördeğin sahibi, ‘Bu adam ördeğimi hiç etti’ diye şikayet etmiş.                                     Kadı, fırıncıya sormuş: ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’                                                                                           Fırıncı ‘Uçtu’ demiş. Kadı, kara kaplı defterini açmış:                                                                                       ‘Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil’ diyerek fırıncının beraatine karar vermiş.

Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş… Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: ‘Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin de tek gözü çıkarıla…’                                                                                                                                                                                   Davacı ‘Ne olacak?’ diye sorunca kadı, ‘Şimdi’ demiş,                                                                                                                                                             ‘Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.’                                                                                                                         Tabii gayrimüslim şikayetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.                                                                                                           Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı, ‘Tamam’ demiş,‘Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.’                                             Böyle olunca fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi’ye: ‘Senin şikáyetin ne?’                                                                                               Yahudi ellerini açmış, ‘Ne diyeyim kadı efendi’ demiş,‘Adaletinle bin yaşa sen kadı efendi?’

Kıssadan hisse: Ananı öpen kadı ise kime şikayet edeceksin?

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , | Kadı Karakuşi için yorumlar kapalı
Ağu 12

Kan meselesi

230720111116051169527_2
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kan meselesi
Vatan şârimiz Namık Kemal “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” diyor ya; Etnik Çete’nin tansiyonunu tavana vurduran hamaset kelimesi, işte o kanın terkibinde bulunan yiğitlik demektir! Yani hamaset, İsmet Paşa rahmetlisinin Meclis kürsüsünde bizim Gaziantep Müdafaası’nı anlatırken ifade ettiği gibi, “kanın fıtraten haiz olduğu kudret” mânâsına gelir.
Damarlarda bu kan dolaşmadığı takdirde herhangi bir değerin meydana gelmesi esasen mümkün olamayacağına göre, öyleyse yiğitlik herkeste bulunmaz.
Babaları ecdadımın kapıkulları olan Etnik Çete mensuplarıyla İbnî Abdullah’larda hiç bulunmaz! Onun için Etnik Çete mensupları da İbnî Abdullah’lar da hamasetten hoşlanmazlar.
Ama hamaset olmadan millî tarih şuuruna erişilemeyeceği ve millî şahsiyet de teşekkül etmeyeceği için biz hamaset yapmaya devam edeceğiz.
Karlofça Antlaşması’na kadar Avrupa’nın kral ve imparatorları, ancak bizim vezir-i azama muhatap olabilirlerdi. Padişah ihtiyaç duyar da Avrupa’nın kral veya imparatorlarına ferman gönderecek olursa, onlara “sen” diye hitap ederdi! “siz” demezdi. Ama onlar meselelerini arz etmek için Türk imparatorunun huzuruna kabul edildiklerinde mermer zemini öperlerdi! Padişah bu kefere takımını kabul etmeye pek tenezzül etmez, onun katına çıkan herkesin de etek veya ayak öpmesine izin vermezdi! Kimini, sarayın merdivenlerine yüz sürmesine gözyumarak şereflendirirdi, kimini atının özengisini öptürerek!
Bir kez daha yayınlamıştım, çocuklarınıza okutmanız için tekrarında fayda görüyorum:
Osmanlı büyükleri arasına dahi giremeyen Sultan 2. Selim, 16 Haziran 1573’te Fransa kralı 9. Charles’e gönderdiği fermanda bakın ne diyor:
-Kardeşin Polonya beylerinden Henri’nin bize itaat ve ubudiyetini bildiren mektubu üzerine, bu memlekete kral tayin edilmek hususundaki ricasını Allah’ın lütuf ve inayeti ile kabul ettik ve kendisini Polonya’ya kral seçtik ve tayin ettik!
-Na’pmış, na’pmış?
Kral seçmiş ve tayin eylemiş!
İşte benim devletim, böyle bir devletti. Kral olmak isteyen prensler Türk başkentine müracat eder, talep uygun görülürse, Divan adamcağızı kral tayin ediverirdi.
Gençler anlamayabilirler,  2. Selim’in fermanında zikredilen “Ubudiyet” demek, “kulluk, kölelik etmek” demektir!
Henri, padişaha itaat ve ubudiyetini bildiren bir mektup yazdığına göre öyleyse ne demek istemiştir?
“-Kral olursam kulunuz, köleniz olacağım” demek istemiştir!
Şimdi bizi ite – kopuğa kul – köle yapmak istiyorlar. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri, Türk Milleti’ni câni ilân eden bir yahudi çocuğu mahkemeye verildiği için, Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okuyor, ağzını açan yok.
Gel de yanma şimdi, gel de kahrolma!
Bu adama haddini bildirmek kahramanlık meselesi değildir ama, hiç şüphesiz kan meselesidir!
(13 Eylül 2005 / Yeniçağ)  Merhum Necdet SEVİNÇ
 
Kaynak:Yeniçağ Gazetesi
 
 
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , , | Kan meselesi için yorumlar kapalı
Ağu 11

TÜRK BİRLİĞİNE / TURANA / DOĞRU

       indir-180x125
 
 
 
 
 
 
 
 
 
        TÜRK BİRLİĞİNE / TURANA / DOĞRU
 
         Bu dünyada hem ön, hem son fasılız biz
         Alevi’si, Sünni’siyle TÜRK’ÜZ asılız biz
         Yıldızlara nişan almış bir nesiliz biz
         Gideriz koşar adım Türk Birliğine / Turana / doğru!
      
         Aydınlık geleceğe yürüyelim hep birden
         Vazgeçemez bu millet alınacak tedbirden
         Temizlenmeli tek, tek dünyevi kirden
         Gideriz koşar adım Türk Birliğine / Turana / doğru!
 
         Gönüllerde duyulan hasret değil miyiz biz?
         Ve ezelden-ebede nusret değil miyiz biz?
         Yedi devlet tek bir millet değil miyiz biz?
         Gideriz koşar adım Türk Birliğine / Turana / doğru!
 
         Dünyayı kucaklayan o yürek bizde var
         Hedef lider TÜRKİYE o dilek bizde var
         Devleri devirecek o bilek bizde var
         Gideriz koşar adım Türk Birliğine / Turana / doğru!
Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | TÜRK BİRLİĞİNE / TURANA / DOĞRU için yorumlar kapalı
Ağu 10

ARMAGEDDON! (3)

gogmagogeurasia1
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ARMAGEDDON! (3)
Armageddon’un Zamanı ve Belirtileri
Armageddon’un başlayacağı zamanın işaretleri Kitabı Mukaddes’te verilmiştir. Ancak bu işaretler çoğunlukla olaylar olarak verilmiştir. Sayı olarak verilenler ise belirli bir tarih vermeyi amaçlamaz. Yine de verilen bilgiler Kitabı Mukaddes’in tümünün birlikte değerlendirilmesiyle anlaşılabilmektedir. Nebukadnezar‘ın gördüğü rüyadaki heykel  ve daha sonra Daniel peygamberin rüyetlerde gördükleri bu zamanların anlaşılmasında çok önemli bir yer tutar. Burada anlatılanlar Canavar’ı oluşturan unsurların hangisinin sırayla birbirini takip edeceğine ilişkindir. Nebukadnessar rüyasında bir heykel görür ve Daniel peygamberin yorumuna göre heykelin altından olan başı Babil’dir. Daha sonra ise sırasıyla başka krallıklar dünya egemenliğinde öne geçeceklerdir. Babil’i sırasıyla, Med-PersYunanRoma izleyecektir. Bu bilgilerin değerlendirilmesi ise Daniel’in canavarlarla ilgili gördüklerinden kaynaklanır ve yoruma dayanmaz.
Heykel’in ayaklarıyla ise ikili bir dünya gücünün egemenliği anlatılır. Bu ikili yapıdaki dünya gücü son dünya gücü olarak yerini alacaktır. Rüya’nın devamında Tanrı’nın dağından kopan bir taşın heykelin ayaklarına çarparak heykeli tümüyle parçalayıp yok ettiği anlatılır. Heykel’in ayaklarının ikili yapıda ortak bir dünya gücü oluşturan Britanya ve ABD olduğu yorumu vardır. Danyal‘ın yaşadığı dönemde ilk dünya gücü olan Mısır ve ikincisi olan Asur imparatorlukları devirlerini tamamladıklarından, heykel ve hayvanlarla temsil edilen dünya imparatorlukları Babil ile başlar. Bütün bu imparatorluklar toplam olarak yedidir ve Vahiy kitabındaki “Denizden çıkan canavar”ın yedi başını oluşturur. Sıralaması: Mısır, Asur, Babil, Med-Pers, Yunan, Roma, Britanya-ABD’dir.
Nebukadnessar’ın gördüğü başı göklere erişen devasa bir ağaçla ilgili rüyasında zamanlar da sözkonusudur. Burada verilen zaman simgesel 7 vakit olarak verilmiştir. Buradaki ağaç ve bu ağaçla temsil edilen Nebukadnessar, asıl olarak Tanrı’nın Egemenliği’ni temsil etmektedir. Nebukadnessar’ın yedi vaktin sonunda krallığını geri aldığı gibi Tanrısal Krallık da insanların elinden geri alınacaktır. Bu rüya ile eski İsrail’in sürgüne gittiği tarihten itibaren geçecek bir yedi vaktin olacağı ve bu vaktin sonunda ise, ağacın yeniden filiz(Krallık Filizi) vereceği anlatılır. İsraillilerin sürgüne gittikleri tarih Mö. 607 yılıdır. Vahiy kitabı 3,5 vakitten 1260 gün olarak sözettiğinden, yedi vaktin 2520 gün olduğu tespiti yapılır (3,5 + 3,5 = 7), (1260 + 1260 = 2520) ve gün kavramı Kitabı Mukaddes’teki başka sözlere dayanılarak yıl olarak hesaplandığında 1. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına varılır. Çünkü yalnızca harfi olarak hesaplanacak olsaydı bu 2520 gün yalnızca 7 yıl olarak Mö. 600 yılını işaretlemiş olacaktı (Mö. 607 – 7 = Mö. 600). Nebukadnessar’ın rüyasındaki ağaç ile Atanmış Kral olarak İsa’nın ikinci gelişi birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Çünkü konuda Canavar’ın süresinin bitimine yakın zamanlarda İsa’nın Atanmış Kral olarak yetkilendirileceği anlatılır. Bu dönem İsa’nın Atanmış Kral olduğu “son günler”dir. Son günlere ilişkin olarak ise, öğrencilerinin İsa’dan kendilerine söylemesini istedikleri belirtiler(alametler) bu dönemin nasıl olacağı bilgisini verir. İsa Atanmış Kral olarak yetki aldığı dönemin başlıca işaretlerinin savaşlar, kıtlıklar, depremler ve salgın hastalıklar olacağını söyler. Ayrıca kötü bir insan soyununbu dönemin tümünü yaşayıp göreceğini ve bu nesil ölüp tükenmeden Armageddon’un bu neslin başına geleceğini bildirir. Atanmış Kral Armagedon öncesinde bütün insanlarla ilgili olarak bir yargıda bulunacak ve buna göre insanlar ölüm ya da yaşam için işaretlenecekler
 
Kaynak: http://kurankissalari.tr.gg/ARMAGEDDON-NEDiR,-NERESiDiR–f-.htm
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , | ARMAGEDDON! (3) için yorumlar kapalı
Ağu 09

Türk Yaratılmak Allah’ın Lütfudur

septem-septimus-ercc3bcment-c3b6zer-007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk Yaratılmak Allah’ın Lütfudur

Hayatını Türkçülüğe adamış olan Necdet Sevinç, ülkücü camianın sloganı olan  “Tanrı Türk’ü Korusun” sözü için  “Neden Tanrı sadece Türk’ü korusun? Diğer milletten insanları korumasın mı?”  diye takılanlara, şaka ile şu cevabı verirdi:

“Tanrı Türk’ü korur… Çünkü Tanrı da Türk’tür.”

Gazeteci-yazar Arslan Bulut’ta,  “Tanrı Türk’tür” sözünü Sevinç’ten duymadığını, bu sözün Nihal Atsız’ın kitaplarında kullanıldığını belirttir.

Arslan Bulut,  “Türklüğü coşkulu ifadelerle anlattığı için ”Türk Yaratılmak Allah’ın Lütfudur “ sözü ona ait olabilir” dedi.

Kaynak:25.07.2011 Habertürk

 

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , , | Türk Yaratılmak Allah’ın Lütfudur için yorumlar kapalı
Ağu 08

İslâm düşmanlığının meşru (!) nedenleri

2587
        indir
     
İslâm düşmanlığının meşru (!) nedenleri-1
1992’li yılı yalnız SSCB’nin çöküş yılı değil, aynı zamanda komünizmin de din ile olan savaşını resmen kaybettiğinin açıklandığı yıldı. Zamanın Papası, komünizmin çöküşünün verdiği motivasyonla üçüncü milenyumda, yani 2000’li yıllarda, sıranın “Asya’nın Hıristiyanlaştırılma” sına geldiğini ilan etmişti.
Aslında Arnolda Toynbee, daha 1950’li yıllarda, “gelecek yüzyıldaki asıl savaşın komünistlerle kapitalistler arasında değil, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında olacağını öngörmüştü”. Bunun nedeni olarak da Toynbee’nin dünya hakimiyetinin, tarihe, ruha ve yüce bir güce ihtiyacının olduğunu, bunun da İslam’da bulunduğunu düşünmesiydi.
Huntington, 1990’lı yıllarda tarihçi Toynbee’nin öngörüsünü -bir anlamda-   “Medeniyetler Çatışması” teziyle kavramlaştırmıştır. Huntington, İslam ve Batı arasında uzlaşmaz temel farklılıkların olduğu kanaatine varmış, kaçınılmaz bir çatışmanın beklenmesi gerektiğini ortaya atmıştı.
1992’li yılında Huntington’un görüşlerini doğrular mahiyette ABD’nin Birinci Körfez Savaşı’nı başlatması söz konusu olmuştur. ABD, körfezde görünürde Irak’a, gerçek anlamda İslam’a müdahale etmiştir. Nitekim zamanın ABD Başkanı bu müdahaleyi açıkça İslam-Hıristiyan yani  “Haçlı Seferi” olarak nitelendirmiştir. ABD açıkça hedefini, dün Nazilerdi, komünistlerdi, bugün ise radikal İslam olduğunu bütün dünyaya açıklamıştı.
İslam coğrafyasına yönelik  askeri hareketle eş zamanlı bir biçimde kültürel ve ideolojik bir savaş da başlatıldı. 1990’lı yıllarda İslama yönelik saldırının adı bu kez Salman-i Rüştü’dür. O, yazdığı “Şeytan Ayetleri”  adlı değersiz bir kitapla İslami değerlere ve Kur’an-ı Kerim’e saldırmıştır. Rüştü’nün yazıları ve kendisi Avrupa devletleri tarafından büyük bir tasvip ve himaye görmüş, yazdıkları  “ifade hürriyeti”  adı altında savunulmuştur.
Salman-i Rüştü’nün saldırısıyla bir anlamda İslam Dünyasının refleksleri ve hassasiyeti test edilmiştir. Bu bağlamda İslam, Kur’an, Müslüman, Vehabilik, El Kaide, Baas, Saddam, Kaddafi kavramları bilinçli bir biçimde birbirine karıştırılarak değersizleştirmeye tabi tutulmuştur.
İkibinli yılların hemen başında gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları küresel ideologlara beklenen fırsatı altın tepsi içinde sunmuştur. Nitekim İkiz kulelere yönelik gerçekleştirilen saldırıların hemen ardından Bernard Lewis, devreye girmiştir. Lewis, “terörün nedeni müslümanlar değil, İslam dinidir. İslam dini yapısal olarak teröre uygun bir dindir”, anlamına gelen görüşünü ortaya koymuştur. Bu arada Yahudi tarihçi Lewis, Avrupa’da artan Müslüman nüfusa da dikkati çekerek, bu durumun Avrupa’nın Hıristiyan kimliğini tehdit ettiğine vurgu yapacaktır.
Batı mahfillerinde üretilen  “İslami fobya”, sonuçta  “yapısal olarak teröre uygun”  görülen İslam dinini dönüştürerek daha doğrusu protestanlaştırılarak uysallaştırmaktı. Bunun yolu da yapısal (!) olarak teröre uygun bir din olarak tanımlanan İslam’ı, demokrasiye, liberalizme, modernizme ve serbest piyasa ekonomisine uygun bir din haline getirmekten geçmekteydi. Buradaki asıl olan  “küreselleşmenin ozon deliği”  olarak nitelenen İslam dünyasının özelindeki Orta Doğu’nun küresel sisteme entegre edilmesidir. The Guardian gazetesinin yazdığı gibi,  “İslam inancının Batı değerleriyle bağdaştırılması”  temel hedef alınmıştır. Böylece İslam dininin anti emperyalist refleksleri kırılmış ve küresel şirketlerin sömürüsüne uygun bir İslam dünyası yaratılmış olacaktır.
Arslan Bulut’un ABD yönetiminin ideologlarından Dinesh D’Souza’dan aktardıkları konuyu açıklayacak niteliktedir. D’Souza, 2005 yılında aynen şunları yazmıştı:  “İslam bir zamanlar büyük bir medeniyetti. Sonra bir süre şey oldu, hiçlik seviyesine indi. Şimdi tek kıymetli üretimi petroldür. Biz İslam köktenciliğini dönüştürmeliyiz. Onları liberalleştirmeliyiz. ABD’nin dış politikası, Irak ve İran’daki totaliter rejimleri yıkıp, Batının kapitalizm, demokrasi ve bilim düşüncelerini oraya taşımaktır”.
 
Kaynak:Yeniçağ Gazetesi / Özcan YENİÇERİ 
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , | İslâm düşmanlığının meşru (!) nedenleri için yorumlar kapalı
Ağu 07

Bu gün alkışlayanlar, yarın aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler.

images (1)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bu gün alkışlayanlar, yarın aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler.
 I.Cihan Harbinin başında, Talat Paşa ile Enver Paşa, Beylerbeyi Sarayı’nda bulunan Abdülhamit’in mühim bir meselede malumatına, bilgi ve tecrübesine müracaat etmeyi uygun bulurlar. Öğrenmek isterler.  Bu maksatla İshak Paşa’yı Beylerbeyi Sarayı’na gönderirler. İshak Paşa huzura çıkıp mevzuyu açar. Abdülhamit:  “Bu vaziyete artık benim verebileceğim bir fikir, tavsiye edebileceğim bir tedbir kalmamıştır. Zira bu zavallı devlet, Harb-i Umumiye sürüklendiği gün mahvolmuştur. Sizi bana gönderenler harbe girmeden evvel göndermeli idiler.  Dünyanın karalarına ve denizlerine hâkim olan devletlerine karşı yalnız Almanya ve Avusturya ile birleşip ateşe atılmak, tarihin ender kaydettiği hatalardandır” demiştir.  Her halde bu konuşmasından tatmin olmayan Enver Paşa’yı da Beylerbeyi Sarayı’na davet ederek ona da:
“Enver Paşa oğlum! Size oğlum, diyorum. Çünkü siz de bizim aileye karıştınız. Kahraman bir asker, mert ve idealist bir askersiniz. Cümlece malumdur ki,  Plevne’deki kahramanlığı ile Plevne Kahramanı diye şan akan Osman Paşa’nın oğullarını hanedanımıza intisap ettirdim. Derviş Paşa’yı Lofçalı bir vatandaş iken Batum’daki kahramanlığı sebebiyle taltif ettim. Oğluna kızlarımızdan birini verdim. Moskoflara karşı zaferlerinden dolayı İsmail Paşa ile Ahmet Muhtar Paşa’nın oğullarını damat edindim. Şimdi de siz damadımız oldunuz.  Aynı zamanda Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekilisiniz.” Bira durarak. “33 Senelik saltanatımda ferdin hürriyetine taraftardım. Lakin gelişi güzel bir hürriyet ve serbestîyi hiçbir zaman istemedim. Meşrutiyeti ben ilan ettim. Ama mebuslarımızın kifayetsizliğini görünce kapattım. Meclis-i Meb’usan’ın 93’te verdiği kararın bize neye mal olduğunu bilirsiniz. Balkanları kaybettik.  İstanbul’a gelen Ruslar ile şerefsiz bir anlaşma imzalamaya mecbur olduk. Muahedeyi imza ederken Saffet Paşa’nın ağladığını işitince ben de ağladım. Ama gözyaşı dertlere deva olmuyor.  Şimdi siz de acele bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. İnşallah hayırlı ve şerefli olur. Fakat, Allah göstermesin, ya felaketle biterse… İster misin, bu bize Anadolu’nun kaybına mal olmasın… Her devirde devletin düşmanı olmuştur. Siz de bu düşmanlarla işin iç yüzünü bilmeden birleştiniz. “Hareket Ordusu” ile İstanbul’a geldiniz. İktidarı ele aldınız. İstediğiniz makama geçtiniz. Yapmak istediklerinizi niye yapmıyorsunuz? Bunlara güvenme oğlum, insanı bu gün alkışlayanlar, yarın onun aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler. Dikkatli ol..”
 
Kaynak: Türk Siyasi Tarihi / Tahsin Ünal
Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , | Bu gün alkışlayanlar, yarın aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler. için yorumlar kapalı
Ağu 06

“Ben o Hâkim’den Korkarım!”

ac5
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
“Ben ‘O’ Hâkim’den korkarım!”
Abdülhamit zamanında, en mühim mahkeme, padişah olduktan sonra Abdülaziz’i hal edenlerin, “onu katlettiler” töhmeti ile verildikleri mahkemelerdir. Bu mahkemede sürgün cezasına çarptırılanlar olduğu gibi, beraat edenlerde olmuştur. Beraat edenler arasında Abdülhamit’in muhalifi Namık Kemal’da vardı. “Abdülhamit, 3-4 düşmanından biri olan Namık Kemal’i beraat ettiren mahkeme reisi Abdüllatif Suphi Paşa’ya hiçbir zaman kin bağlamadığını mahkemeden sonra Paşa’yı üç defa Evkaf, iki defa Maliye ve bir kere de Ticaret Nâzırı yapmak suretiyle göstermiştir.” Abdüllatif Suphi Paşa, Namık Kemal’e beraat kararı verdiğini söyleyince kızı, “Baba Hünkârdan korkmadın mı? Diye sorunca, Paşa: “Bir Hâkim vardır ki, huzuruna yarın Hünkâr da, Paşa da, ben de çıkacağız. Ben o Hâkim’den korkarım kızım!” demiştir.
Yine Namık Kemal bir arkadaşına şunu anlatmıştır. “Dün akşam sen gittikten sonra buraya Zaptiye Nâzırı Müşir Hamdi Paşa geldi. “Beyefendi, kabahatiniz affedildi. Size beş bin kuruş maaş bağlandı. Girit’te oturacaksınız. Şura-yı Devlet azalığından biriken paranız da verilecek.” Dönüp giderken ben: “Paşa hazretleri, Girit’te oğlumu okutacak mektep yok. Midilli’de oturmama müsaade etmezler mi acaba?” Dedim. “Arzedeyim,” dedi gitti. “Midilli’ye gönderildim…”
 
Kaynak: Türk Siyasi Tarihi / Tahsin Ünal
Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , , , , | “Ben o Hâkim’den Korkarım!” için yorumlar kapalı
Ağu 06

ARMAGEDDON! (2)

gogmagogeurasia1
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ARMAGEDDON! (2)
Armageddon İbranice Megiddo Tepesi anlamına gelen “Harmegiddo” kelimelerinin Yunanca okunuşu. “iyiler ve kötülerin” kıyameti oluşturacak son büyük savaşına sahne olacak mekân. İsrail’de Hayfa limanının 18 mil güneydoğusunda, Kudüs’ün 55 mil kadar kuzeyinde. Eski Ahit’teki kehanete göre dünyayı ele geçirmeye çalışan güçler, yeryüzünün ve tüm dünyanın kralları, Doğu’dan, Fırat nehrinin doğusundan gelen krallar toplanacak ve korkunç büyüklükte ordularla, dehşetli silahlarla çarpışacaklar. Evangelistler Armageddon savaşında Deccal’le, yani Müslümanlarla savaşacaklarını düşünüyorlar. Evangelistlere göre inançsızlar da bu savaşta Müslümanların yanında alacak.  
İsa’nın ölümünden itibaren, iki bin yıldır, her on, beş, on beş v.b gibi   zaman aralıkları vererek bu senaryonun oluşacağını veya oluşmaya başlayacağını öne süren Hıristiyanların; Protestan Avangelist denen son yüzyıl radikal formatları; Gog ve Magog savaşları olarak, komünizm – kapitalizm çatışması, daha sonra sarı ırk ( Çin) – beyaz ırk  arasındaki bir  çatışması olacağını öne sürmüşler ancak geçmişte bekledikleri Armageddon savaşları oluşmamıştır. 
Bu fanatik anlayış şimdi Arap – İsrail, İslam – Hıristiyan, medeniyetler çatışması beklentisi ile Armageddon’u beklemekte veya bu çatışmaya gelinmesi için olayların akışını hızlandırmaya çalışmaktadırlar.  
Talimi İncil’lerden ikinci Petrus kitabında, bu savaşın öne alınması için, Aziz Petrus’un nasıl önermede bulunduğuna bakalım. ” Tanrı’nın gününü bekleyip o günün gelişini çabuklaştırarak kutsallık içinde yaşamalı ve Tanrı yolunu izlemelisiniz. “2. Petrus 3/9–12

Kaynak: http://kurankissalari.tr.gg/ARMAGEDDON-NEDiR,-NERESiDiR–f-.htm

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | ARMAGEDDON! (2) için yorumlar kapalı