Ara 21

Deniz Binbaşı Emre Onat:

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kardak Adası’nda Yorgoları avlayan SAT Komandosu Binbaşı Emre Onat, 2004 yılında Filistin’de bulunan Türk Birliği’nin de görevli subayıdır. İsrail’in El Halil kentinde Hz. İbrahim Camisi, 17 Selçuklu ve Osmanlı evini yıkma çalışmasını engelleyen adam. Üç yılı geçen tutukluluğuna rağmen avukatının beyanına göre, hakkında bir tek delil bulunmayan Emre Onat’ın, İsrail’in otopark yapma bahanesiyle yıkmak istediği ecdat yadigârlarını nasıl koruduğunun hikâyesine gelince… Batı Şeria’da İsrail tanklarının desteği ile harekete geçen buldozerler Müslümanların yoğun olduğu Hz. İbrahim Camisi, Selçuklu ve Osmanlı eserlerini yıkmaya gelirler. Birlik komutanı Kur. Alb. Haydar Ateş, o sırada Yüzbaşı rütbesindeki Emre Onat’ı görevlendirir. Emre ise beraberindeki sınırlı personel ile tankların ve buldozerlerin önüne geçer. Bu arada Albay Haydar Ateş, Ankara ile bağlantı kurar. İsrail askerlerinin tüm baskılarına rağmen tam 18 saat boyunca direniş gösterilir. Diplomatik görüşmeler devam ederken, İsrail mahkemelerinin yıkım kararı ilk kez uygulanamaz. Hz. İbrahim Camisi ve ecdat eserlerinin yıkımı durdurulur.
İsrail bunu unutmamıştır… Unutmayan sadece İsrail değil. Kardak krizi sırasında Yunan savaş gemileri devriye gezerken su altından yüzerek Kardak’a çıkıp Türk bayrağını kayalıklara diken ve o zamanlar çiçeği burnunda teğmen olan asker de Emre Onat’tır… Yunan unutmaz da Amerikalı unutur mu? BOP Eşbaşkanı RTE’nin “Türkiye NATO topraklarıdır” sözünü hatırlatalım önce. Ardından günümüzün tartışması “Patriot” lara gelelim. Patriot’ın Türkçe karşılığı ‘Vatansever’ bir başka deyimle ‘Yurtsever’… Kısacası bizim topraklarımızı Amerika’nın ya da NATO’nun vatanseveri koruyacakmış. Üstelik yabancı personel ile… Memleket gibi bizim de aramızın iyi olmadığı Hüseyin Çelik “Ama tetik bizde” diyerek her zamanki gibi tevil yoluna sapsa da Washington ve NATO karargâhından yapılan açıklamada komutanın Yunan asıllı General Stavridis’de olduğu ilan edildi. Bazı gazeteler “Zorba” adıyla bilinen Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Amiral James Stavridis’in tutuklu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yakın arkadaşı olduğunu iddia etse de kazın ayağı hiç de öyle değil.
Malumunuz Montrö Boğazlar Antlaşması yüzünden Amerikan filosunun Gürcistan’daki ‘Turuncu devrimi’ korumak için Karadeniz’e açılmasını büyük oranda ‘Bahriyeli’lerimiz engellemişti. Başbuğ, Amerikalıların “Kara Delik” adını verdiği ve ‘Turuncu devrim’lerle Rusya ve Türkiye’yi çevirmek istediği Karadeniz’de firkateynde tarihi bir basın toplantısı yapmıştı. Ardından Rusya, Ukrayna ve Türkiye’nin “Karadeniz Savunma Anlaşması” Conileri öfkelendirmiş ve Türk ordusundaki “Anti-emperyalist”ler kara listeye alınarak “Millicilerin tasfiyesi operasyonu” uygulamaya kondu. Bu arada Ukrayna’da ‘Turuncu devrim’ iflas etti. Nisan 2010 da Rusya ile Ukrayna Sivastopol Deniz Üssü anlaşmasını 25 yıl uzattı.
İntikamın en güzeli soğuk servistir… Silivri’de devam etmekte olan davalarda yargılanan ve malum şekilde ağır cezalar verilen askerlerin çoğu denizci… Emre Onat onlardan sadece biri… Teğmenliğinde başlattığı rahatsızlık, yüzbaşılığı ve binbaşılığında devam ettiğine göre Onat gibi birinin Amiral olması İsrail-Yunanistan ve ABD için “potansiyel tehlike” idi. Nitekim Emre’nin başına gömülen silahlar çorabını ördüler. Olay tarihinde yurtdışında, su altında olduğunu kanıtlayanlara bile “kurt ile kuzu” hikâyesini hatırlatanlar, “Seni yiyeceğim, bahanem de yok” diyor… Hepsi o kadar…
 
*Yavuz Selim Demirağ (Yeniçağ)
Posted in Gündem | Deniz Binbaşı Emre Onat: için yorumlar kapalı
Ara 20

Adımız Türk’tür Bizim!

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
http://www.sonkale.org/yeniceri-bdp-siralarina-donerek-haykirdi-h183779.html’den video’ya ulaşabilirsiniz.
 
Avşar, Çerkez, Türkmen… Soyda dallardır
Bir bedende el, ayak ve kollardır
Bu gerçeği duymaz olduk yıllardır
Kökümüz bir, adımız Türk’tür bizim!
 
Hep beraber bir bayrağa kan verdik
Bir can olduk bu vatana can verdik
Biz cihana Türk adıyla şan verdik
Ülkümüz bir, adımız Türk’tür bizim!
 
Düşman güçler bizleri bilemezler
Satılmışlar, istiklal dilemezler
Biriz, bölünmeyiz hiç bölemezler
Yurdumuz bir, adımız Türk’tür bizim!
 
Basiretsiz bunca aydına rağmen
Ulusun sen hiç kimseye baş eğmen
Şehit, vatan için er ile teğmen
Dilimiz bir, adımız Türk’tür bizim!
 
Alevi, Sünni, Kürt, … Ayrı görmedik seni
Zulme esarete vermedik seni
Asla hor görmedik, yermedik seni
Kıblemiz bir, adımız Türk’tür bizim!
 
Posted in Şiirlerim | Adımız Türk’tür Bizim! için yorumlar kapalı
Ara 20

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında “Bilginlerin Sultanı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled’dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur.
 
Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü’l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’ten ayrıldı.
 
Sultânü’l-Ulemâ’nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. 
 
Sultânü’l-Ulemâ Nişâbur’dan Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) geldi. Karaman’da Subaşı Emir Musa’nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.
 
1222 yılında Karaman’a gelen Sultânü’l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun’ u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
 
Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet etti ve Konya’ya yerleşmesini istedi.
 
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya’ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi’ni tahsis etti.
 
Sultânü’l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’na bugünkü yerine defnedildi. 
 
Sultânü’l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna’nın çevresinde toplandılar. Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
 
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’te “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî’nin yerini doldurmaya çalıştılar.
 
Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna’nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
 
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu
 
 
Kaynak: www.mevlanavakfi.com
Posted in Gündem | MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ için yorumlar kapalı
Ara 19

Emperyalist oyun

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 ABD’nin Oyunu
Amerikan Ulusal İstihbarat Ofisi raporunda, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda “Kürdistan’ın yükselişi” nedeniyle bölünebileceği iddiasında bulundu.
(BOP) Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında 2003 yılında “Türkiye dahil, Orta Doğu’da 22 ülkenin sınır ve haritaları değişecek” diyen eski ABD Dışişleri bakan Condoleezza Rice ve daha sonra göreve gelen Hillary Clinton’ın istedikleri bir bir gerçekleşiyor.
ABD’nin “Ulusal İstihbarat Ofisi”nin raporuna göre Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda Kürdistan’ın yükselişi nedeniyle bölünme riski yaşayacağı belirtildi. Raporu hazırlayan Mathew Burrows, “Bu Orta Doğu için en kötü senaryo ve gerçekleşmeyeceğinden emin olmalıyız” dedi. Raporda, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda bölünme riskinden bahsedildi ve Kürdistan’ın yükselişinin Türkiye’nin bölünmezliğine darbe vuracağı belirtildi.
Türkiye’nin de bölünecek ülkeler arasında yer aldığı ABD’nin raporuna tepki yağdı. Emekli Büyükelçi İnal Batu, raporun Türkiye’nin bölünmesini öngören ne ilk ne de son rapor olduğunu söyledi. Türkiye’nin, Güneydoğu sorununun çözümünü ABD’ye havale ettiğini vurgulayan Batu, “ABD’nin insafına kaldık. Sorunun çözümünde her türlü koz onların elinde. Türkiye Batı’nın ipoteğine giriyor. Güçlü, sözü geçen bir devlet olsan kimse böyle rapor hazırlayamaz. Güneydoğu sorununu ABD’ye havale etmiş, onların vereceği istihbarata bel bağlamış, Kandil ve Mahmur kampı meselesini halledememişsen ensende boza pişirirler” diye
konuştu. (Yeniçağ Gazetesi)
Bunun yanında bir de Alevileri kışkırtmaya çalışıyorlar. “Arap Baharı” adı ile Arap Dünyasını kana bulayanlar, hala boş durmuyorlar. Şu anda sana yani Türkiye’ye nasıl diz çöktüreceklerini düşünmekle meşguller. Bunları “Sevr”den tanımış olmalısın. “İkinci Sevr’i” uygulamak için yarışıyorlar. 
“Muhteşemlerimiz” başka şeylerle bizleri oyalaya dursunlar… “Ben ne giysem yakışır”, “Evim şahane” diziler ve evlenme programları vs. vs. ile oyalayarak ülkenin adım adım bölünmeye doğru gittiğini gizlemeye çalışıyorlar.
 
 
Posted in Gündem | Emperyalist oyun için yorumlar kapalı
Ara 18

Beyazperde’deki ‘kötü karekterler’!

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Beyazperde’de ‘kötü adam’ı canlandırmak, yeteneğin yanı sıra yürek de istiyor.
 
Tamamen bir kurmaca ya da hayal ürünü olan filmlerdeki
kötü karakterlerin gerçekmiş gibi algılanması, sinema oyuncularını yer yer zor durumlarda bırakabiliyor. Gerçek hayatlarında yufka yürekli ve yardımsever olarak bilinen sanatçılar, hafızalarda ise oynadıkları rollerle özdeşleştiriliyor.
 
Sanatçıların biyografileri ve söyleşilerinden derlenen bilgilere göre, Yeşilçam’da beş yüzün üzerinde filmde rol alan Süheyl Eğriboz, 1971 yapımı ‘Hz. Ömer’in Adaleti’ filminde ‘Hz. Ömer’ karakterini namaz kılarken öldüren kişiyi oynuyordu. Filmin gösterimi sırasında Düzce’de bulunan Eğriboz’un önünü kesen dört kişi,“Ulan Hazreti Ömer’i öldürürsün haaa” diyerek odun parçalarıyla sanatçının üzerine çullanır. Hastanede gözünü açan Eğriboz’un kafasına18 dikiş atılır. Çoğu filmde baş kadın karakterlerin korkulu rüyası olan Eğriboz’un, uzun süre hanımıyla sokağa çıkamadığı da emektar sanatçının talihsiz anıları arasında… Eğriboz’un, “Neden?” diye sorduklarında, “Sokakta insanlar, ‘Bak! Gene düşürmüş bir kadını götürüyor’” diye karşılık verdiği söylenir.
Bilal İnci Küfür Yağmuru Altında Galayı Terk Etti.
Türk sinemasında ‘kötü adam’ rollerini başarıyla canlandıran Bilal İnci, eşiyle katıldığı bir filminin galasında, canlandırdığı karakter sebebiyle küfür ve aleyhte tezahüratlara hedef olunca salonu terk etmek zorunda kalır.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapıldığı 1974’de çekilen ‘Önce Vatan’ adlı filmde Fatma Girik’i kaçırıp saldıran, Türklere işkence yapan; kiliselere kadınları sokup iğfal eden EOKA kumandanını oynayan karakter oyuncusu İhsan Gedik, film yazlık sinemalarda gösterime girdiğinde neredeyse sokağa çıkamaz hale gelir. Yolda yürürken arkasından “Dur” diye bağıran yaşlı bir kadın, Gedik’in “Ne oldu abla?” sorusuna sert bir ses tonuyla:”Sen akşamüstü Fatma Girik’e saldırdın.” deyince Gedik, filmdeki gibi kötü bir insan olmadığını anlatabilmek için saatlerce dil döker.
Kurlar Vadisi’nde Teröristi Oynadı Dayak Yedi
‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisinde ‘Terörist Rıza’ karakterini canlandıran oyuncu Arif Öngen, terörist rolü oynadığı için İstanbul’da tekme tokat dövülür. Diziyi gerçek zanneden saldırganlar, “Pis terörist” dedikleri Öngen’i feci şekilde dövdükten sonra sırra kadem basar.
Kısa süren ‘Kurtlar Vadisi-Terör’ isimli dizide Polat Alemdar karakterine silah çeken terör örgütü üyesini canlandıran tiyatro oyuncusu Eda Özdemir de bir süre sokaklarda halkın sert bakışlarına katlanmak zorunda kalır; bindiği taksiden kovulur.
Yılmaz Güney’in 1967 yapımı ‘İnce Cumali’ filminde,köylüleri hayvanlarına varıncaya kadar zalimce öldüren köy ağası ‘Ali Ağa’yı oynayan Erol Taş, filmin doğuda bir ilde yapılan galasında sahneye çıktığında ortalık birden karışır. “Yuuh” seslerini, sahneye atılan taş ve şişeler izler.Aralarından Taş’ı yumruklayanlar olur.Ünlü karakter oyuncusu, kan revan içinde sahneye çıkarak “Atın atın; bana çiçek, ekmek atıyorsunuz.” deyince kargaşa birden durulur. Öfke yerini kahkahaya ve alkışa bırakır. Bir başka filminde bir Rus generalini oynayan oyuncunun Cankurtaran semtinde işlettiği kahvehanesi, “Seni gidi Rus tohumu.” diyerek taşlanır.
Köylüler ‘Esas Kalleş Bu’ Diyerek Erol Taş’ı Dövdüler
Yüzlerce filmde oynayan Erol Taş’ın başına gelenler bunlarla sınırlı değil. Mersin’de çekilen bir filmin verilen molasında “Durun, yapmayın. Ben kötü adam değilim” diyerek kan ter içinde koşan bir adamın sesi ortalığa yayılır. Yaklaşık 20 kişinin “Vay kalleş, demek öyle yaparsın hee” diyerek ellerindeki odunlarla kovaladıkları kişi Erol Taş’tan başkası değildir. Taş’ı kurtarmaya gelen bir başka karakter oyuncusu Çetin Başaran olunca öfkeli grup bu kez Başaran’ın üzerine çullanır. Saldırganlardan birinin,”Durun ulan bu az kalleş, esas kalleş aha bu.” diye Erol Taş’ı göstermesiyle ünlü oyuncu yine darbelerin hedefi olur. Jandarmanın kurtardığı Erol Taş, “Şikâyetçi misin?” sorusuna “Hayır, şikâyetçi değilim. Onlar beni seviyorlar, benim hayranlarım.” şeklinde karşılık verir.
‘Tarzan Çetin’i Beyazperde de Vurdular!
Türk Sineması’nın “Tarzan Çetin” lakaplı karakter oyuncusu Çetin Başaran, Yılmaz Güney’in kayıp filmleri arasında gösterilen ‘Yabancı Düşman’ isimli filmde başroldeki Güney’in annesini oynayan Aliye Rona’ya tarlada tecavüz edip öldüren kötü adamı oynar. Filmin Adana’da yapılan gala gösteriminde tecavüz sahnesi perdede oynadığında birden 5 el silah sesi duyulur. Makinist ışıkları yaktığında beyaz perdede 5 kurşun deliği görülür. Perdedeki görüntüsüne ateş edildiğini görünce şoka giren oyuncun imdadına Yılmaz Güney yetişir ve Adana şivesiyle “Ağam şöyle geri gel bu seni görmesin buraya da ateş eder.” diyerek Başaran’ı locadan çıkarır.
Çağrı Filminde ‘Vahşi’yi Oynadı Kimse İş Vermedi
Anadolu uygarlıklarını anlatan bir belgesel çekimi için Kayseri kalesine Bizans bayrağı asılması tepkilere sebep olur, seti basan grup “Haçlı bayrağı asamazsınız” diyerek çekim ekibini engeller.
Yönetmen Mustafa Akkad’ın’ın İslamiyet’in doğuşunu anlatan 1976 yapımı ‘Çağrı’ (The Message) filminde Hz. Hamza karakterini mızrakla öldüren Vahşi’yi canlandıran oyuncu SalemGedera, uzun süre ülkesinde iş bulamaz. “Sen nasıl Hz. Hamza’yı öldürürsün?” denilerek gittiği çoğu mekândan kovulur. Ölüm tehditleri alır. Çağrı, Gedera’nın oynadığı son film olur.
KİRLİ HARRY’NİN SERİ KATİLİ ÖLÜM TEHDİTLERİ ALDI
Ünlü aktör ClintEastwood’un başrolde göründüğü ve gişede büyük iş yapan 1971 yapımı ‘Kirli Harry’ (Dirty Harry) filminde seri katil ‘Scorpio’yu canlandıran Andrew Robinson ‘un başına da gelmedik kalmaz. Film gösterime girdikten sonra ölümtehditleri alan aktör;evini, telefon numarasını değiştirir ve telefon idaresinden gizli numara almak zorunda kalır.
Televizyon tarihinin efsane dizisi ‘Dallas’ın kötü adamı ‘J.R’ karakterini başarıyla canlandıran LarryHagman, kariyeri boyunca çok sayıda dizi ve filmde rol almasına karşın ‘J.R’ rolüyle adeta özdeşleşir. Öyle ki geçtiğimiz günlerde ölen sanatçının, gerçek hayatında da J.R gibi bir karaktere olduğuna dair Amerikan kamuoyunda yaygın bir inanç olduğu haberlere yansır.
ROBERT REDFORD’U KALDIĞI OTELDE KAÇIRACAKLARDI
Rolleri sebebiyle sosyal hayatlarında tehditlere maruz kalan sadece kötü adamlar değil elbet. Watergate skandalını konu alan 1976 yapımı Başkanın bütün adamları ( AllthePresident’s Men) filminde, skandalı ortaya çıkaran gazeteci BobWoodward karakterini canlandıran ünlü aktör Robert Redford, Başkan Nixon’ı seven muhafazakârların tepkisini çeker. Redford, filmin tanıtımı için Fransa’ya gittiğinde, Fransız polisi, ülkede güçlü olan bir muhafazakâr grubun ünlü sanatçıyı kaldığı otelden kaçırmayı planladığını gün yüzüne çıkarır.
 
 
*sonkale.org
 
 
 
 
Posted in Yazılarım | Beyazperde’deki ‘kötü karekterler’! için yorumlar kapalı
Ara 17

AĞAM MI, PAŞAM MI, BU BATI BENİM?

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 Hepsinin amacı yutturmak payı
Bu “dünya düzeni” denen oltayı
Niçin dinlersiniz bu Avrupayı?
Ağam mı, paşam mı, bu batı benim!?
 
Yurdumdaki her şey; sensiz ve bensiz
Ondan bu adalet böyle düzensiz
Her şeye burnunu sokuyor densiz
Ağam mı, paşam mı, bu batı benim!?
 
Zafer kazanılmaz bilimsiz kasla
Batı zannetmeyin  akıllı, asla!
Onu, Türkiye’yle iyi kıyasla…
Ağam mı, paşam mı, bu batı benim!?
 
Özümde hürriyet eşsiz şiirim
Vatanı canımdan aziz bilirim
Türküm vatan, bayrak için ölürüm
Ağam mı, paşam mı, bu batı benim!?
 
Posted in Şiirlerim | AĞAM MI, PAŞAM MI, BU BATI BENİM? için yorumlar kapalı
Ara 16

Sevgiyi Gerçekten Bilmek…

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
‘Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?’diye.
 
‘Bakın göstereyim’ demiş ermiş.
 
Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş:
‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’ diye bir de şart koymuş.
‘Peki’ demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,
öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine ‘
 
Şimdi…’ demiş ermiş.
‘Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
‘ Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. 
‘İşte’ demiş ermiş. 
‘Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. 
Şunu da unutmayın:
Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman…
 
Posted in Hikayeler | Sevgiyi Gerçekten Bilmek… için yorumlar kapalı
Ara 15

“Eşekliğimden…”

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Eşek bir kör kuyuya düşer…
Kuyunun başına toplananlar “Nasıl düştün böyle?” diye seslenirler…
Eşek cevap verir:
“Eşekliğimden…”
“Nasıl yaptın eşekliği?..”
“Bakmadık, görmedik, anlamadık yani…”
“Seninki de tam eşeklikmiş ama… Biraz bakmaz mı adam nereye gidiyorum diye?.. Baktın önünde karanlık var, düşmeyeceksin…”
***
Eşeği kurtarmaya karar verirler…
Ama düşmek kolaydır da çıkmak zordur kör kuyulardan…
Herkes bir şey söyler:
Kimisi “Eğitim…” der…
Kimisi “Müstahak, çıkartırsak yine düşer, bırakın aklı başına gelsin” diye ekler…
Kimisi “Çıkmayacağına göre, ona yardım gıda paketi verelim, otursun oturduğu yerde, sesini kessin” önerisinde bulunur…
Kimisi farklı teklif getirir:
“Ona aslında iyi bir noktada olduğunu söyleyelim… Önündeki kör kuyuyu göremeyip düştüğüne göre, ne halde olduğunu da anlamaz eşek…” diyenler olur…
***
Sonunda….
Sonunda kuyunun başındakiler eşeği kurtarmanın zor olduğunu düşünürler…
Eşekten vazgeçip üzerine toprak atarak kuyuyu doldurmaya karar verirler…
Kararlarını eşeğe bildirirler…
Eşek sorar:
“Hani beni kurtaracak çılgın projesi yok mu?..”
***
Kimse onu dinlemez…
Küreklerle kuyuyu doldurmaya başlarlar…
Eşek, üzerine gelen her toprağı silkeler, ayaklarının altına düşen toprağın üzerine çıkar, böylece yavaş yavaş yükselir…
Ve kuyu dolduğunda…
Eşek kuyudan çıkar…
***
 Bu fıkra bazılarına göre hikaye; göz göre göre üzerine gelen felaketi umursamayan, razı olan, felakete katlanan ve tepki göstermeyen tipler (eşekler) içindir….
Eğer eşek üzerine gelen felakete tepkisiz, sessiz kalıp katlansaydı…
Gitmişti kör kuyuda…
 
 
 
 
Posted in Fıkralar | “Eşekliğimden…” için yorumlar kapalı
Ara 14

Hileli gıdada korkutan gerçekler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZDK) Başkanı İbrahim Yetkin, ‘Gıda Terörizmi’ olarak nitelendirdiği hileli gıdalar konusu ile hazırladıkları raporu açıkladı.
 
Dernek olarak 1 aylık yoğun bir çalışma sonucu hileli gıda larla ilgili 51 yöntem tespit ettiklerini kaydeden Yetkin, “Kıyma lı pide ye domuz kıyması karıştırılıyor. Kuru üzümler kurutulmadan önce mazota bulanarak haşerelere karşı önlem alınıyor. Eski dönerlerin üzerine yeniden et konularak satılıyor. Yağ ve kemik külünden lahmacun yapılıyor. Kaçak çay lar kimyasal renklendiriciler hatta domuz kanıyla renklendiriliyor.” iddialarında bulundu.
 
TZDK Başkanı Yetkin, hileli gıdalar konusu ile ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Yetkin, “Bu çalışma hileli gıda raporudur. Önemli ve ciddi bir konudur. Bu artık bir sektördür. Hileli gıda lar sektörü olarak ülkemizde çok ciddi olaylar bulunuyor. Ülkemizde 43 bin kayıtlı gıda üreticisi var. Bunun dışında kayıt dışı firmaların oluştuğu 450-500 bin civarında üretin, satan ve işleyen bir sektör var. Bu sektörün bu kadar büyümesi ve devasa bir hal almasında ilk sorun denetim. Denetim yapılmadığı sürece bu alır başını gider.” diye konuştu.
 
Gıda denetimi konusunda yetkili kurumun Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olduğunu belirten Yetkin, “500 bin civarında işletmeyi denetlemekle görevli denetçi sayısı 5 bin. Bu ekiplerin önemli çalışmaları var. 6-7 aydır bakanlık yeni bir yöntem geliştirdi. Artık teşhir ediyor firmaları bu önemli bir çalışma. Ama denetim elemanlarını işi çok zor. Her yer de üretim var bu kolay bir iş değil.” dedi.
 
Kayıtlı 21 bin 600 firmanın denetlendiğini belirten Yetkin, “Bu denetimlerde ancak 9 bin 100 firma olumlu rapor almış. Denetim açısından söylenebilecek olan denetim elemanlarının sayısının arttırılması ve denetim için kolay tespit edilebilecek ‘merdiven altı’ tabir edilen üretim birimlerine ağırlık verilmeli.” şeklinde konuştu.
 
Dernek olarak 1 aylık bir çalışma sonrası yaptıkları araştırma sonucunda en sık rastlanan ve en güncel 51 hileli gıda üretme yöntemi tespit ettiklerini anlatan Yetkin tespit edilen hileleri şu şekilde sıraladı:
 
“Yüzde 100 dana eti diye satılan sucuk larda at ve eşek eti kanatlı eti kullanılıyor. Uzun soyulmuşsosis e kanatlı eti, yabancı doku ve iç organ katılıyor. Sucuk salam imalatında kullanılan sarımsak kireç suyuyla soyuluyor. Tereyağına bitkisel yağ katılıyor. Yoğurt a bitkisel yağ ve jelatin katılıyor. Yağlı tulum peynirine nişaşta katılıyor. Süzme çiçek balına fruktoz, glikoz ve darı şeker pekmezi katılıyor. Hazır kıymaya sakatat katılıyor. Kıymalı pideye domuz kıyması karıştırılıyor. Şekerlemelerin içine domuz jelatini katılıyor. Süte su katılıyor. Küp şekeri kalıp haline getirmek için mumsu maddeler kullanılıyor. Çikolataya hayvan yeni olarak kullanılan soya tozu, leblebi tozu ve fındık zarı katılıyor. Tatlılara antep fıstığı yerine bezelye ve yeşile boyanmış yer fıstığı katılıyor. Kuru üzümler kurutulmadan önce mazota bulanarak haşerelere karşı önlem alınıyor. Eski dönerlerin üzerine yeniden et konularak satılıyor. Yağ ve kemik külünden lahmacun yapılıyor. Kaçak çaylar kimyasal renklendiriciler hatta domuz kanıyla renklendiriliyor.”
*Cihan
 
Posted in Yazılarım | Hileli gıdada korkutan gerçekler için yorumlar kapalı
Ara 13

“Kanuni’nin fethettiği adalara ne oldu?”

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Daha önce sayfamda Eşek, Nergizcik, Bulamaç adalarının Yunan işgaline uğradığını belirtmiştim. Şu anda kamuoyunu tekrar bilgilendirmek amacıyla Yeniçağ Gazetesi ‘nde Ümit Özdağ’ında yazdığı ve tekrar aynı gazetenin yazarı Ahmet Takan’ın yazısında belirttiği “Kanuni’nin fethettiği adalara ne oldu?” konusunu paylaşmak istiyorum.. Ne kadar duyarsız bir iktidara sahip olduğumuzu belki anlarsınız.
Koyun(1556), Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Adacık(1556); Ege’deki bu adalarımızı Kanuni Sultan Süleyman fethetti. O günden sonra Türk toprağı olan adalar AKP iktidarı döneminde Yunanistan işgaline uğradı.
Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidjouronisi, Kaufonisi; Akdeniz’deki bu adalar 1669’da Sultan IV. Mehmet tarafından Türk topraklarına katıldı. Onlar da AKP iktidarı tarafından Yunanistan’ın işgaline teslim edildi.
“Muhteşem Yüzyıl” dizisine çakarak ecdadın mirasına sahip çıkar pozlarına bürünen Tayyip Erdoğan’a Yunanistan tarafından işgal edilen adalar gerçeğini gün ışığına çıkaran Demokrat Parti Yüksek Danışma Kurulu üyesi Ümit Yalım anlamlı bir gönderme yaptı;
“Erdoğan, milletimizle dalga geçiyor. Kanuni döneminde, Ege Denizi’nde fethedilen 11 ada ve IV. Mehmet döneminde Akdeniz’de fethedilen 5 ada, Yunanlılar tarafından, 2004 yılından itibaren fiilen işgal edilirken, Tayyip Erdoğan neredeydi?..
Yunanistan karşısında sus pus olan ve hesap soramayan Tayyip Erdoğan’ın gücü sadece televizyon dizisine yetiyor ve Muhteşem Yüzyıl dizisine emeği geçenlerden hesap soruyor.
Balkan Savaşı döneminde, 9 Kasım 1912 tarihinde, Yunanlılar hiçbir direnişle karşılaşmadan, bir tek kurşun bile atmadan, ellerini kollarını sallayarak Selanik şehrini işgal ettiler. 92 yıl sonra tarih yine tekerrür etti ve Yunanlılar 2004 yılından itibaren, tek kurşun atmadan, karşı mukavemetle karşılaşmadan, ellerini kollarını sallayarak Türkiye Cumhuriyeti’ne ait 16 adayı fiilen işgal ettiler. Artık topraklarımızda Yunan bayrağı dalgalanıyor. İzmir ilinin sınırları içinde olan Koyun Adası, Aydın ilinin sınırları içinde olan Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik ve Bulamaç Adası, Muğla ilinin sınırları içinde olan Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba ve Ardacık Adası Yunan işgali altında ve bu illerin Valileri kendi adalarına gidemiyor. Girit Adası’nın etrafında Türkiye Cumhuriyeti’ne ait Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi Adası da Yunan işgali altında.
TCK 302’deki fiil oluşmuş ve T.C. Devleti’nin topraklarının bir kısmı Yunanistan’ın egemenliğine girmiştir. Bu arada bir hatırlatmada bulunalım. Teröristbaşı, eski TCK 125’ten yargılandı. Devletin topraklarından bir kısmını başka bir ülkenin egemenliği altına koymaya teşebbüs etmekten idam cezasına çarptırıldı. Cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. O davada teşebbüs var fakat toprak kaybı yok. AKP Hükümetleri döneminde ise toprak kaybı var. En üst düzey komutanlar ve asker kişiler görevli ve yetkili olmayan sivil mahkemelerde yargılanıyor, sosyal paylaşım sitesine gelen yazıyı paylaşan sanatçı, jet hızıyla hakim önüne çıkartılıyor. Peki yargı 18 aydır vatanın bölünmesine ve ihanete neden sessiz kalıyor, tepki vermiyor? Yargının görevi sadece, siyasi partiler ve Patrikhane ile ilgili görsel ve yazılı basında çıkan haberleri toplayıp dosyaya koymakla mı sınırlı?”
 
Posted in Gündem | “Kanuni’nin fethettiği adalara ne oldu?” için yorumlar kapalı