BU DA BENİM HAN’IM!
Dicle, Fırat, Seyhan değil bu akan
Yine kan! Yine kan! Yine kan!
Bu cehennem ateşi içimi yakan
Bu konuda kaypak laf edilemez!
İhmal ve ihanet affedilemez!
“Caniler, hainler” basında manşet
Lakayt tavırların sonucu dehşet
Bu ateş, bu yangın, bu kan, bu vahşet
Sorumsuzluklarla def edilemez!
İhmal ve ihanet affedilemez!
Ta yüreğimdedir iblisten beşer
Dost yüzlü tilkiler bağrımı deşer
Kansızı af etmek kansıza düşer
Kan ve can lüzumsuz sarf edilemez!
İhmal ve ihanet affedilemez!
30.5.1993
ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!
Ağustos ayı yiğit ve yürekli Türk Ordularının sayesinde adeta Türkleşmiştir.* 29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi
* 26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz ve ZaferZafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ulusal bayramıdır. Her yıl 30 Ağustos günü kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir’de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş, Ankara’da Anıtkabir’i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. 30 Ağustos günü, Türkiye’de resmî tatildir. Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.
Avrupa Hunlarının büyük Kağanı Atilla (Attila):
“Atilla, çirkin ve utanç verici olaylar karşısında çok sert tepki gösteriyordu. Söz gelişi, Hunların dirisi karşısına çıkamayan Bizanslılar, sınırdaki Hun büyüklerine ait mezarları tahrip etmişlerdi. Bu olaya Atilla’nın tepkisi çok sert oldu. Bu çirkin olayın düzenleyicisi Bizans’ın Markos Piskoposu idi. Atilla, Piskoposun Bizans tarafından cezalandırılmadığını görünce, 2. Balkan Seferi’ni başlattı. Ordularıyla Yeşilköy’e kadar gelip, Bizans’ın kapılarına dayandı. Tehlikenin boyutunu anlayan Bizans, Romalıları aracı koyarak Atilla’dan özür diledi. Ayrıca, içlerinde tarihçi Priskos’un da bulunduğu bir ” şefaat heyeti “ göndererek, Atilla’dan affedilmelerini istedi.
Atilla bir kez daha affetti Bizans’ı… Bizans öyle bir kayaya çatmıştı ki ne yapacağını bilemiyordu. Atilla sağ oldukça kendilerine huzur yoktu. Tek yol vardı; o da Atilla’nın öldürülmesiydi… Bunu sağlamak için Atilla’ya suikast girişiminde bulundular. Atilla, muhteşem istihbarat ağıyla anında haber aldı. Yakalanan suikastçıları bizzat kendisi sorguladı. Sorgulama sonunda, Bizans İmparatoru Teodosyus’a şöyle bir haber gönderdi: Teodosyus, bize vergi vermekle kölemiz durumuna düşmüştü. Lâkin o, efendisine ihanet etmekle, kölelik haysiyetini dahi koruyamamıştır!
Daha sonra Atilla, Bizans’ı uzaktan yönetmeye başladı. Bu arada, Roma üzerinde koruyucu politikasını 440 yılında kaldırdı. Roma İmparatoru Valetinianus’un kız kardeşi Honoria ile nişanlı olmasını gerekçe göstererek, Roma yönetiminde hakkı olduğunu ileri sürdü. Bu isteği Roma tarafından reddedilince, 451 yılı ilkbaharında ordularını harekete geçirdi. Ren nehrini üç koldan geçerek Roma ve Birleşik Avrupa Ordusu’nu, Paris yakınlarında karşıladı. Bir gün gibi kısa bir sürede Romalı General Ataüs komutasındaki birleşik orduyu dağıttı. 452 yılı ilkbaharında Roma’nın kapısına dayandı.
Roma’yı büyük bir telaş aldı. Nasıl almasın ki? “Tanrı’nın kırbacı” Roma üzerinde şaklayacaktı! Roma, kurtulmanın yollarını düşünüyordu. Buldular çaresini! Atilla’yı ancak bir din büyüğü durdurabilirdi. Ancak, Papa I. Leo, Roma’yı yerle bir etmekten kurtarabilirdi. Öyle ya; haksızlık, adaletsizlik karşısında çelikleşen; Türk’ün o ipek gönlüne, ancak bir din adamı ulaşabilirdi! Tarihler, Papa I. Leo’nun Atilla’yı Roma kapısında karşıladığını ve diz çöküp yalvardığını yazdı… Papa’nın, Roma kapısına dayanan Atilla’ya ağlayarak yönelttiği sözler, Atilla’nın Türk gönlünü hedefliyordu:
“Ey yoksulların koruyucusu… Ey zalimlerin korkusu… Ey büyük Atilla! İşte bütün Hıristiyanların temsilcisi ben Papa I. Leo, önünüzde diz çökerek yalvarıyorum. Roma’ya girmeyiniz. Dünya Hıristiyanları adına sesleniyorum, bize acıyınız…”
Atilla bir din büyüğünün bu sözleri karşısında ordusunu Roma önünden çekti…
Atilla, Avrupa’da esen Asya’nın bir bozkır rüzgârıydı. Kirlenmemiş, tertemiz bir bozkır rüzgârı! Tüm Avrupa’yı egemenliği altına alan Atilla, ordularını Asya’ya doğru yönelttiği sırada 60 yaşında öldü…
Kaynak: Mevlüt Uluğtekin Yılmaz’ın “Türk Budunlarının Ortak Atababaları” adlı kitabından ‘Manas Yayıncılık’
Bilmem haberiniz var mı? Tahrir’de Mübarek taraftarları Mursi’nin kellesini isterken ve Mursi emeklilik operasyonları ile savunmasını emanet ettiği Bakan tarafından koltuğundan indirilirken, Doğu Türkistan’ı 64 yıldır işgal altında tutan Çin, dünyaya aşina olan “etnik temizlik” operasyonlarının sonuncusunun düğmesine bastı.
Çin her yıl mutad olduğu üzere yine bir kılıf uydurarak soydaşlarımızın üzerine tüm azgınlığı ile saldırdı. Bizler Kahire ile meşgul iken kadim Türk yurtları Turfan, Hoten ve Urumçi’de soydaşlarımız katledildi. Katledilmeye de devam ediliyor.
Türkiye, Mısırlı “kardeşleri” için dünyayı ayağa kaldırırken, üst üste açıklamalar yaparak darbecileri “demokrasi”ye çağırırken Doğu Türkistan’da katledilen Türkler için kılını bile kıpırdatmadı.
Kıpırdatmayı bir kenara bırakın, Türkiye “Büyük” Millet Meclisi konuyu kendi aralarında konuşmayı bile “göze alamadı” MHP’nin “Kerkük ve Doğu Türkistan’ı görüşelim” önergesi AKP oyları ile reddedildi.
Peki neden?
Yukarıda, Türkiye’nin Doğu Türkistan’da yaşanan katliam ve tecavüzler için kılını kıpırdatmadığını yazmıştım. Atlamışım, kıpırdattı. Dışişleri Bakanımız Çinli “mevkidaşı” ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Davutoğlu “Çin’le olan stratejik işbirliğini güçlendirmeyi istediğini, Türkiye’nin her türlü terörizme karşı çıktığını ve Sincan’da barış ve istikrarın korunmasını arzuladığını” ifade etti.
Önergenin ret gerekçesi de bu açıklamada gizli, hükümet “stratejik işbirlikçisi”ni tartıştırıp üzmek istememiş olmalı.
Dışişleri daha sonra yaptığı açıklamada Doğu Türkistanlı soydaşlarımıza “terörist” denilmediğini açıkladı.
Ne diyelim, büyüklük göstermişler.
***
Dışişleri Bakanı’nın açıklaması, Ortadoğu’dan uzağı göremeyen dış politika “vizyonu” Doğu Türkistan Türklüğü’nün ölmeye devam edeceğini gösteriyor.
Hükümetin gözü, kulağı ve yüreği Şam’da, Trablus’ta ve Kahire’de, eli ise Pekin’deki katillerin elinde.
Turfan’da 7 yaşındaki Uygur çocuğu tecavüz edilerek öldürülürken birilerinin “utanmadan” Çin ile “kültürel” ilişkiden bahsetmesinin başka izahı yok.
Çin tankları Turfan, Hoten ve Urumçi sokaklarında Türk avlarken Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Çin ile “ekonomik” işbirliğinden bahsetmesinin başka bir izahı var mı?
Türk’ün Ata yurdu Kızıl Çin çizmeleri altında inlerken Türk hükümetinin işgalci Çin ile “siyasi ve stratejik” işbirliğinden bahsetmesinin başka bir izahı var mı?
Bütün mesaisini Müslüman Arap ülkelerinin “felahı ve refahı” için harcayan hükümetin “Müslüman” Uygur Türkünü görmezden gelmesi ne ile izah edilebilir?
Bunun cevabı içeride: Ülkeyi yöneten zihniyet Türkiye’de “Türklük” için ne yapıyorsa, dışarıda da onu yapmaktadır.
İçerde Türk kimliğini yok etmek için mücadele edenlerin, dışarıda Türk’ün yok edilmesine seyirci kalmasından doğal ne olabilir?
***
Peki Türkiye’deki Uygur Türklüğü, Türkiye’nin Çin katliamlarına karşı aldığı “pozisyona” ne diyor?
Uygur Türklerinin tam bir hayal kırıklığı içinde olduğunu söylemek “orjinal” bir söylem olmayacak. Türk resmi makamlarının Çin’i “üzmemek” adına kadim ata yurdunu “Sincan” olarak isimlendirmesinden tutun da, Rabia Kadir’e vize verilmemesine, katliamlara sessiz kalınmasına, Çin ile stratejik işbirliklerine kadar pek çok konuda Uygur Türklüğü hayal kırıklığı içinde.
Doğu Türkistan Türkleri’nin haklarını dünyaya duyurmak için kurulan sivil toplum örgütleri meseleyi çözmüşler. Doğu Türkistan derneği Başkanı Abdulmecit Avşar yaptığı son açıklamada tam olarak şunları söylemiş: “Çin’in yaptığı katliam ve asimile politikalarına bir kaç milyon dolarlık menfaat için herkes susuyor. Bu duruma Türk ve Müslümanların da katılması gerçekten çok acı”. Ve devam etmiş “bu duruma karşı BM ve AB gibi teşkilatlar ses çıkartmıyor. Hele hele Müslüman ülkeler ile başta Türkiye olmak üzere Türk Cumhuriyetlerinin sessiz kalması bizi derinden üzüyor.”
Avşar, hepimizin bildiği lakin itiraf etmeye utandığı şeyi söylemiş. Çin’in sürdürdüğü soykırıma sessiz kalınmasının gerekçesini yüzümüze bir tokat gibi haykırmış: Bir kaç milyon dolar için.
Acıdır lâkin gerçek budur: Çinlinin rüşveti üçbin yıldır iş görebilmektedir…
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=27396
Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek İçin, .ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi :
-Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin Ne yapacaksan yap şu haline engel ol .
İncili, ”Çaresini buluruz” dedi. Bir süre düşündü. Sonra atın- inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş ‘a sormadan edemedi:
-Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi?”
İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı :
– Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermez. Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi…
Büyük Selçuklu komutanının/ hükümdarının adını biz “Alparslan” biliriz ancak gerçek adı Muhammed bin Davut Çağrı!..
Doğum ve ölüm tarihleri çeşitli kaynaklarda bir-iki yıl farklı yazılıyor. Buna rağmen, şunu söyleyebilirim.
Alparslan, Malazgirt Savaşı’nı kazanarak “Anadolu’ya YENİDEN GİRDİĞİNDE” 41 yaşında idi!
Mustafa Kemal Atatürk de, Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak “Anadolu’yu YENİDEN KURTARDIĞINDA” 41 yaşında idi!
Muhammed bin Davut Çağrı yani Alparslan, 26 Ağustos’ta saldırıya geçti. Mustafa Kemal yani Atatürk de 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’u başlattı!
1071’in 26 Ağustos’u Cuma günü idi. 1922’nin 26 Ağustos’u da Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece idi!..
Alparslan, Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk Birliği’ni sağladı. Atatürk de, 30 Ağustos Zaferi’nden sonra Türk Birliği’ni sağladı!
İlginçtir ki, yıllar sonra Türklere düşmanlık eden Ermeniler, Malazgirt’te Diyojen’in ordusuna ihanet ederek, onları savaş meydanında terk etti!..
Malazgirt Zaferi’nden sonraki 15 yıl içinde Anadolu tümüyle ele geçirildi.
Atatürk’ün Zaferi’nden sonra ise, Anadolu’nun bizim olmaması için hâlâ uğraşanlar var!..
Kaynak: Hulki Cevizoğlu’nun ‘İşgal ve direniş’ adlı kitabından
*“AKP anayasadan Türklüğü çıkaracak” iddiaları niçin ortaya çıktı? Çünkü Tayyip Erdoğan 2001 yılının Nisan ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyalist Grup Başkanı Andreas Gross’a Anayasa’nın ilk maddelerinin yalnızca bir geçiş sürecinde var olabileceğini söylemişti. Türkiye’nin artık birinci madde ya da üçüncü madde gibi Türklüğe vurgu yapan maddelere ihtiyacı olmadığını, olmayacağını söylemiş olan Başbakan Erdoğan’ değil midir?.
* Sosyalist Filozof Fernando Savater İspanya’nın durumunu şöyle özetliyor: Özerklik isteyen iki bölgeyi, çıkardık. Yerelleşmeyi demokrasinin olmazsa olmazı sayıyorduk. Ama bugün egoizmi beslediğini, eşitlik ve dayanışma duygularını tahrip ettiğini, neredeyse demokrasi ve özgürlüğün düşmanı olduğunu gördük. Kamu yararı, ortak refah, ortak değerler ve ortak aidiyeti yitirdik. Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik; fırsatçı bir hastalığa dönüşerek, zayıflayan organizmalara saldırıyor. Koskoca İspanya’yı mahvettik. Bundan nasıl kurtulacağız bilmiyoruz. * – “Önderliğin koşullarında bir değişim olmazsa, karakol, yol ve baraj yapımları durmazsa, korucuların sayısının artırılmasından vaz geçilmezse, İmralı’da gerçekleşen mutabakat çerçevesinde adımlar atılmazsa biz, bunları kabul edemeyiz,” -“Bu süreçte önderliğin de belirttiği meşru savunma güçlerimiz kendilerini ideolojik, örgütsel ve meşru savunma anlamında daha güçlü eğitmeli, büyütmeli ve sağlamlaştırmalıdır. – “KCK sistemi, temel ayakları olan akademiler, komünler, kooperatifler, topluluklar ekonomisi ile geliştirilecektir. Bunlar üzerinden de her yerde meclisler kurmamız gerekecektir.” Terörist Cemil Bayık * Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı belgesini Türkiye imzalamamış. (İyi de etmiş (!) Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.)Zehri bile altın kâsede sunarlar.)
“Topçu Kışlası tarihte iki önemli kara leke taşımaktadır: 1.) Bu kışladan alaylı bir çavuş önderliğinde, zamanın hükümetine ve padişaha başkaldıran bir grup asi, 31 Mart 1909’da ‘Şeriat isterük’ diyerek isyan çıkarmış, her tarafı yakıp yıkmış, milletvekillerini ve okullu askerleri öldürerek her yeri talan etmişti. Bu isyanı Selanik’ten gelen Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu 10 Nisan’da bastırabilmişti. 2.) Bu kışla, İstanbul’un işgal yıllarında (1919-1922), İngiliz birliklerinin karargâhı olarak kullanılmış ve Türk aydınlarına işkence yapılan bir merkez olmuştur.” “Bu nedenle mi AKP; Topçu Kışlası’nı canlandırıp tarihin kara lekesini ortaya çıkarmak istiyor. Topçu Kışlası’nı Şehir Müzesi yapacağız diye hazırladıkları projeleri anlatmaya çalışıyorlar. Demek ki, AKP bu ülkenin tarihine ihaneti bu müzede sergilemeyi düşünüyor. İstanbul’da Şehir Müzesi yapacak mekân mı kalmadı?”