Nis
04
Seni ilk gördüğümde liseli bir gençtim. Adının “Başbuğ” diye çığıranları görünce çok şaşırmıştım. Böylesine heybetli bir adın ve böylesine coşkulu karşılanan biri kim olabilir diye hep düşündüm. Sonra; adım attığım fikir otağında, ülkü Ocağında resimlerini gördüm… Kitaplarını okudum… Büyüklerimizden o yüce ülküyü dinledim. Ülkücü olmuştum.
“Tanrı dağı kadar Türk/Hira dağı kadar Müslüman’ız”
Türklük bedenimiz/İslamiyet ruhumuzdur” sloganları ile gençlik yıllarımı süsledim.
Hayatını, öğütlerini, çözümlerini, sevgini… Millet Sevgini, Türklük aşkını hissettim, yaşadım her defasında. Bir aşk olup yüreğime işledi birer birer…
O günlerden itibaren senin sayende ölüme seve seve gidecek kadar sevdim Milletimi, vatanımı, bayrağımı…
Kaç kere gördüm seni hatırlamıyorum.
Memleketin sokakları kan selinde boğuluyordu. Sen bu kanı durdurma çabasındaydın. Seni her gördüğüm de, sesinin tokluğunu, sert ama babacanlığını özlüyorum Başbuğum.
Artık pek çok yerde yan yanaydık sen beni pek fark etmesen de, Mitinglerde… Erciyeslerde… Türkmen şenliklerinde… beraber yaşlandık.
Bazen yakan güneşin altında haşlandık, bazen köpeklerce taşlandık.
Başbuğumuzdun. Sana gelecek bize gelsin dedik her defasında. Siper olduk, göğüs gerdik.
Yiğitlerimiz birer birer düştüler yere. Her yiğit cenazesi bizi biraz daha çoğalttı yüreğimiz yansa da. “Bir ölüp bin diriliyorduk.” “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye haykırıyorduk
Eylülde ezmeye, yok etmeye çalıştılar. Ancak yok olmadık sayende yeniden dirildik Başbuğum
Ve üzücü kabul ettiğimiz bir gün, bizi bırakıp; şehitlerin yanına uçtun. Oğuzlara, Alparslanlara, Ruhilere, Dursunlara, Özmenlere, Yusuflara kavuştun.
Yaşımız kırklara dayanmıştı sen gittiğinde.
Ama çocuklaştık.
Çocuklar gibi ağladık cenaze töreninde seni yolcu ederken.
Ülkü devlerini Başbuğsuz öksüz bırakan nisana kırgındık artık.
Şimdi ise;
Seni özlüyoruz Başbuğum. Ülkücüler öksüz ama davan öksüz değil!..
Aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyor,Allah’tan rahmet diliyorum.
Ruhuna Fatiha…
Posted in Gündem
|
Tagged alparslan, başbuğ, bayrak, bozkurt, dava, iman, nisan, ocak, oğuz, önkuzu, özmen, ruh, ruhi, şehit, türkeş, türklük, ülkü, ülkücü, vatan
|
Nis
04
Yayın organlarından aldığım haberlere göre; “Bundan sonra gazete haber ve köşe yazılarında Abdullah Öcalan’a ‘bebek katili’, ‘katil’, ‘terörist’, ‘terörist başı’, ‘cani’, ‘eşkıya başı’, ‘eşkıya’ denmeyecek. Bu tip ve benzeri sıfatlar gazete haber ve yazılarında, televizyon yayınlarında asla kullanılmayacak. Yazı ve haberler çok sıkı denetlenecek. ‘İmralı süreci’ denmeyecek yerine ‘çözüm süreci’ veya ‘süreç’ ifadeleri kullanılacak. ‘Terörist’ veya ‘terör örgütü militanları’ denmeden sadece ‘PKK’lılar’ denilecek.”
Dahası var;
Diğer teröristler için de, “ifadelerde dikkatli olunacak. Örneğin Murat Karayılan için ’KCK yöneticisi’ denilecek.” (Ahmet Takan Yeniçağ)
Diyebildiğiniz kadar deyin. Bundan (4. Yargı paketinden) sonra diyemeyeceksiniz.
“Dini bütün,” “Akil adam,” “Barış adamı” ve nihayet “Makul muhatap” sözlerini sarf etmeye alışın.
“Erdoğan ve Öcalan’ı birlikte kast ederek “Bu safhada güçlü iki liderin masaya oturması ülkeyi karaya çıkaracaktır.” Ezgi Başaran
Önceki siyasilerimiz “Kürt Gerçeğini” tanıyabildiler, Erdoğan’ın AKP’si ise süper bir hızla bir adım öne geçti ve “Kürt Sorunu” nu tanıma fırsatını yakaladı.
CHP’li Aygün, kendisini alı koyan ya da kaçıran (!) PKK’lılar için “iyi çocuklar” diyerek yol açtı. Ardından Arınç ve Diyarbakır Emniyet Müdürü “dağdaki PKK’lılar için ağlamayan insan değildir” deyiverdiler.
Nuray Mert ise “PKK bir terör örgütü değil… Devletler kendilerine baş kaldıranları ‘terör’ diye tanımlar” deyiverdi.
Duayen(!) olarak ün salmış yazarlar, terör örgütüne, terör örgütü demiyor, denmesini bile hoş karşılamıyor artık. terör örgütü militanlara, “gerilla” diye hitap ediyorlar. Neredeyse beş yıldızlı otellerde tatil yapmaları istenecek. Uyguladığı vahşi, kanlı ve acımasız caniliklerle binlerce insanın kanına giren terör örgütü, bir anda “barışçı” unvanını da kazanmış oldu.
Ne diyelim, Allah layığınızı versin!
Posted in Yazılarım
|
Tagged abdullah, adam, Akıl, barış, bebekkatili, bebekkatili katil vahşi abdullah öcalan eşkiya terörist teröritbaşı eşkiyabaşı dinibütün akil adam barış makul muhatap iyi çocuklar insan gerilla yasadışı örgüt, çocuklar, dinibütün, eşkiya, eşkiyabaşı, gerilla, insan, iyi, katil, makul, muhatap, öcalan, örgüt, terörist, teröritbaşı, vahşi, yasadışı
|
Nis
03
“Açılım” denilen kuyular dipsiz
Kudurmuş köpekler tamamen ipsiz
Herkeste endişe; vatan sahipsiz
Sorumlular nerde, nerde bu millet?
“Ana ağlamasın” diyen dil nerde?
Vatana can veren o asil nerde?
Asilden yetkili ya vekil nerde?
Sorumlular nerde, nerde bu millet?
Akıl mı kalmadı izan mı yoksa?
Hani nerde hukuk ve anayasa?
Malum kişilerse şimdi yarasa
Sorumlular nerde, nerde bu millet?
Gaflet ve delalet, hıyanet gende
“Sayınlar, kelleler” vallahi sende
Caniler kahraman oldu sayende
Sorumlular nerde, nerde bu millet?
Hainliğe, destek veren çok bu gün
Kahraman Atatürk, fakat yok bu gün
Şehitler, gaziler lafa tok bu gün
Sorumlular nerde, nerde bu millet?
Posted in Şiirlerim
|
Tagged açılım, ana, asil, delalet, gaflet, hain, kelle, köpek, kudurmuş, millet, nerde, sayın, sorumlu, vatan endişe, vekil
|
Nis
03
Yeniçağ Gazetesi yazarı Hasan Demir’in yazısı sizin RTE’yi tanımanızı sağlayacaktır.
Terör elebaşı caninin isteğini yerine getirmeğe çalışan Başbakan Erdoğan, “akil adamlar” ilgili olarak televizyon programında şöyle açıklama yapıyor: “Toplumsal algıyı oluşturmak, geliştirmek için toplumda karşılığı olan kişilerden akil insanlar kadrosu kurulacaktır. Yani akil insanların görevi, toplumsal algıyı yönetmektir.”
Basına kapalı olarak yapılan ve beş saat süren MYK’da da bu hafta açıklanacak ve bir ay görev yapacak “Âkil Adamlar”ın yedi bölgeden 7’şer kişiden oluşacağı söylenmiş. Bu da pek çok kişide “Yedi Kollu Şamdan” çağrışımı yapmış.
Niye “7” diye soruyorlar?
Evet, biz de “Niye 7?” diye soracağız.
Onlar da bize “5 kişi olsaydı, niye 5 kişi diye soracaktınız?” tepkisi gösterecek. Hayır, yalnızca 7 bölge ve her bölgeden 7 kişi olduğu için bu soruyu soruyoruz.
Sayın Erdoğan, “Yahudi cesaret ödülü” almasaydı ve bu ödül kendi tarihinde ilk defa Yahudi ve İsrail kimliği olmayan tek kişi olarak Erdoğan’a verilmeseydi; Balgat’taki AKP Genel Merkezi “Osmanlı’da da var” bahanesi ile “Davud Yıldızı” sembolleri ile donatılmasaydı, böyle bir soru aklımızın ucundan bile geçmezdi.
Siz bütün bunlara Erdal Sarızeybek’in “Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları” isimli kitabında kaleme aldığı aşağıdaki satırları da ekleyin, sonra yeniden konuşalım:
“Menorah desem belki hafızalarda bir şey çağrıştırmaz, ama Yedi Kollu Şamdan dersek, sanırım hepimizin aklına ilk İsrail gelir. Çünkü bu şamdan İsrailoğullarının kutsallarından, sembollerinden biri, belki de en önemlisidir. Ülkemizde de Menorah 2004 yılında ATV’den Ali Kırca’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile başbakanlık konutunda yapmış olduğu söyleşide ekranlarda görüntülenmiştir.
Bu görüntüler halen ne suç işlediği dahi bilinmeyen gazeteci yazar Soner Yalçın’ın da dikkatini çekmiş olmalı ki kitabında bu konuya yer vermiş: ” Başbakan Erdoğan, Musa Peygamber soyundan geliyor. Abdullah Gül de yoldaşı ve iktidar paylaştığı kardeşi Harun’a benziyor (Milliyet, 30 Mayıs 2003). Ama danışman-yazara göre bu sadece benzetmeydi; kan bağı yoktu; karakteristik özellikleri ve hayat mücadeleleri birbirine benziyordu! Akif Beki’yi anlayabiliriz. 10 Eylül 2004 tarihinde, gazeteci Ali Kırca, başbakanlık konutunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la bir röportaj yaptı. ATV’den yayınlanan röportaj esnasında ekranda bir görüntü dikkati çekiyordu; Başbakanın oturduğu koltuğun hemen yanında, Atatürk tablosunun altında bulunan sehpa üzerinde Yahudilerin kutsal Yedi Kollu Şamdan’ı vardı. Yahudilerin kutsal Yedi Kollu Şamdanı’nı başbakanlık konutuna kim, neden koymuştu? Yahudilerin kutsal Yedi Kollu Şamdanı’nın gösterilmesinin nedeni dekor değildi herhalde. Mutlak bir nedeni olması lâzım. Ama ne? Başbakanlıktan bu konuda hiçbir açıklama gelmedi…
Şimdi soru şu:
“Bu kadar tesadüf, tesadüf müdür?”
***
Gelelim, Türkiye’nin ne zaman ve niçin yedi bölgeye ayrıldığına… Ülkeyi “7’ye bölme” işi, 1941 yılında gerçekleştirilen “Birinci Coğrafya Kongresi’nde, ülkenin iklim özelliklerine göre yapılmıştır.”
Resmî bilgi böyle.
İnşallah öyledir.
Yalnız biz şunu biliyoruz.
Atatürk, 1935 yılında Mason localarını kapatmıştı. Bu locaları açan İnönü’dür. Atatürk rahmetli olunca, bir ihtimale göre de İsrail’in, devletinin kurulması önünde engel gördükleri için “Masonlar tarafından öldürülünce” Türkiye’de, neredeyse her şey, Masonlar eliyle dizayn edilmiştir.
Coğrafya Kongresi’nde de ülke “iklim kılıfı” altında fizikî olarak “Menorah” laştırılmış olamaz mı?
Atatürk’süz Türkiye için, “İkinci İsrail” diyenlerin en kuvvetli dayanaklarından biri de “İsrail devletini ilk tanıyan İslâm ülkesi Türkiye (28 Mart 1949)” gerçeği değil midir?
Seçilenlerin nesi “akil” onu da anlamak mümkün değil!
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26301
Nis
02
● Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
● “Bizim milletimiz vatanı için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu kanıtladı. Milletimiz, yaptığı devrimlerin kıskanç savunucusudur da. Benliğinde bu erdemler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.” Atatürk
● “Adımlarını, attığımız uygarlık ve yenilik adımlarına uydurmak istemeyenler ne talihsizdirler! Bu gibiler hâlâ milleti aldatacaklarını ümit ediyorlarsa bu ümitleri, kendilerinin zarara uğramalarından başka bir sonuç vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler.”
● “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”
● Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.
● Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak
olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.
Posted in Atasözleri Vecizeler
|
Tagged altın, atatürk, bozkurt, devrim, güzel söz, özgürlük inkılap, özlü söz, para, söz, türk, türkiye
|
Nis
01
Bir milletvekilinin konuşabilen ve Mecliste meşhur bir papağanı vardır. Papağanın namını Başbakan da duymuştur. Başbakan bu millet vekiline gün verir,
“Şu gün gel, seni bakan yapacağım. Ha bir de papağanını da getir” der.
“Tamam Başbakanım” der vekil. Papağan klasik papağandır, yani küfreder, biraz da zayıf ve cılız bir papağandır. Milletvekili de papağana bir hafta boyunca;
“Sakın Başbakanın yanında küfredeyim deme. Adam beni Bakan yapacak, eğer küfredip işi berbat edersen seni kümese tıkarım” der. Papağan “tamam” der. Gün gelir çatar, vekil ve papağan Başbakanın huzuruna çıkar. Başbakan, papağanın cılız olmasından ötürü,
“Bu mu lan o meşhur papağan” der.
Papağan dayanamaz;
“Bu mu lan seni bakan yapacak ……..”
Başbakan sinirlenir; “defol, der… Bakanlık falan yok sana.” Vekil eve geldiğinde ilk iş papağanı kümese tıkar. Papağan kümeste eller arkada, bir oraya bir buraya dertli dertli volta atar. Tavuklar gülmeye başlar papağanın haline.
Papağan der ki;
“Ne gülüyorsunuz lan, ben buraya, siyasi suçtan düştüm.”
Posted in Fıkralar
|
Tagged bakan, başkan, gülüyorsunuz, konuşan, küfür, meclis, meşhur, millet, millet vekil papağan bakan meclis başkan konuşan küfür meşhur siyasi suç ne gülüyorsunuz, ne, papağan, siyasi, suç, vekil
|
Mar
31
“Cani,” “vampir” ile “barış” adıyla da olsa pazarlık yapmak, ancak ve ancak kafalarındaki düşüncenin aynı olması ile mümkündür. “Yeni Anayasa” diyerek BDP ile yapacağını söyleyerek bizleri“kandırmak,” ülkeyi içinden çıkılamaz badirelere sürüklemektir.
Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı Hamit Köse, içi kan ağlayarak: “Bizim İmralı’daki katille şahsi bir davamız mı vardı?” “Türkiye ihanet içinde… Başbakan devlete karşı işlenen suçları devlet affeder diyor. Çocuklarımızı devlete teslim ettik. Bizim adada yatan bebek katili ile şahsi bir davamız mı var? Devletin davası mı oluyor? ABD’nin, AB’nin destekleri ile AKP, PKK, BDP, kol kola girmişler. Ülkeye ve en önemlisi de şehit ailelerine ihanet ediyorlar. İhaneti görüyoruz.” diyor.
Ülkesinde terör olaylarına karışan teröristlere hangi başbakan “sınır dışına çıkabilirler,” “üçüncü bir ülkeye gidebilirler” der, terör elebaşı ile pazarlık yapar?
Bu yapılanlar hukuki midir? Anayasaya uygun mudur? Hukukçular, bu yapılanların Anayasal suç olduğunu ifade ediyorlar.
Hele“BOP Eş Başkanlığı,” “Patriotlarla yabancı askerlerin yurda ayak basması”, “Suriyeli teröristlerin himaye edilmesi” vs…
Bütün bunların Anayasa suçu olduğunu bilen AKP şu anda 4. Yargı paketi ile af konusunu gündeme hazırlıyor. Bir yandan da Türk Milleti’nin tepkisini kontrol etmeye çalışıyor.
Şu anda, “hayatlarını canilerle mücadeleye adamış tutuklu Kahraman Türk subay ve askerleri ile “canileri” bir tutarak, gelecekte ise kendilerini kurtarmak adına af çalışmalarını yürütmektedirler” deniliyor.
Bu oyunları bozacak tek güç, en büyük hak ve söz sahibi Türk Milletidir.
Necip Milletimizin uyanması dileğiyle…
Posted in Yazılarım
|
Tagged 4. yargı, ab, abd, akp, anayasa, başkan, bdp, bop, cani, davamız, elebaş, eş, hukuk, hükümet, ihanet, imralı, katil, kol, kola, millet, paketi, patriot, terör, türk, türkiye, uyan, vampir, vatandaş, yeni
|
Mar
30
“Bir gün Behlül’ün üstü başı dağınık bir hâldeydi. Her tarafı toz toprak içindeydi. Onu bu hâlde gören, uzun bir yolculuktan dönmüş zannederdi. Behlül Dânâ’nın mânevî makamlar sahibi bir veli olduğunun farkında olmayan, onu sıradan bir meczup zanneden bazıları, onunla dalga geçmek ve eğlenmek kastıyla sordular:
–Ey Behlül! Bu ne hâl böyle! Nereden geliyorsun? Behlül’ün cevabı hiç de onların bekledikleri türden değildi:
–Cehennemden geliyorum!
Soruyu soranlar kendi kendilerine: “İşte yine deliliği tuttu, böyle cevap olur mu?” diyerek tekrar sordular.
–Peki, cehennemde ne işin vardı?
Behlül yine hiç istifini bozmadan aynı tavırla:
–Ateş lâzım oldu da onun için gitmiştim.
–Peki, ateşi aldın mı bari?
Behlül’ün cevabı müthişti:
–Hayır, maalesef ateşi alamadım. Cehennemin bekçileri bana: “Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir.” dediler.
Birisi Behlül Dânâ’ya sordu:
–Senin oturduğun, yattığın, sığındığın bir yer yok mu?
–Elbette var.
–Peki, nereye sığınırsın?
–Azizle hakirin, zenginle fakirin müsavi olduğu yere, dedi.
–Orası neresi? diye sorulunca
–Mezarlık, diye cevap verdi.
–Peki, gecenin karanlığında, orada yalnız kalınca yabancılık çekip, korkmuyor musun?
–Ben kendi yalnızlığımı ve içinde bulunduğum karanlığı, mezarda yatan ölülerin yalnızlığı ve karanlığıyla mukayese ettiğim zaman bende ne yabancılık kalıyor, ne de korku…
Behlül Dânâ Hazretleri, bir gün pazara üç tane kuru kafa getirerek, onları satmaya başladı. Her üç kafanın da fiyatları farklı farklıydı. Tabiî millet merakla Behlül Dânâ’nın etrafına toplandı. Önüne açtığı tezgâhın üzerindeki bu kuru kafaları sattığını öğrenince sordular:
–Ey Behlül! Bu kafaları kaça satıyorsun?
Behlül Dâna:
–Birini bir paraya, birini on paraya, birini de ağırlığınca paraya satıyorum, diye cevap verince, oradakilerden bir tanesi taaccüb ederek sordu:
–Ey Behlül! Bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu hâlde sen üçüne de ayrı ayrı fiyat biçiyorsun. Bunların birbirlerinden ne farkı var ki?
Behlül Dânâ Hazretleri, bunun hikmetini şöyle anlattı:
–Birincisi, taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşüktür; çünkü bu hiç nasihat dinlemez ve nasihata ihtiyaç duymaz. İkincisi, yani on paralık kafa ise, nasihat dinler; ama nasihati tutmaz… Söz onun bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise, tam kafadır. Bu kafa, hem nasihat dinleyip onunla amel eder, hem de öğrendiklerini başkasına öğretir. İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum.
Behlül Dânâ’nın annesi ısrarla oğlunu evlendirmek istemiş ve nihayet oğlu Behlül’ü zorla da olsa evliliğe ikna etmişti. Günü geldiğinde düğünü yapmışlar ve gelini getirmişlerdi. Sırf annesinin sözünü kırmamak için evlenmeyi kabul eden Behlül, zifaf gecesi hanımıyla baş başa kaldığı zaman kulağını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Sonra Behlül Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi:
–Şu ana kadar seninle evli idik; fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya – âhiret kardeşimsin.
Sabah olunca merakla damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle birlikte aynı oda da bulamadılar. Hâl böyle olunca Halife Harun Reşid, telâş içinde kaldı. Her yere bakıp, onu aradılar, nihayet Behlül’ü dergâhında buldular: Ona
–Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? diye sordular. O:
–Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde birtakım sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan kimi elbise, kimi tahsil, kimisi de mal–mülk diye feryat ediyorlardı. Ben bunlarla uğraşıp da ibadetimden mahrum olmaktansa, kapıyı açmayayım daha iyi dedim ve çareyi onu boşamakta buldum, dedi.
Behlül Dânâ bir kere daha böyle bir olay yaşamış; artık bundan sonra ne kadar ısrar ettilerse de ona evlenmeyi kabul ettirememişlerdi.”
Mar
30
BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak feryat figan ediyor. “Bir savcı dava açsa ne yapacağız” diyor ve
“Mevcut yasalarda Öcalan ’yasa dışı bir örgüt lideri’ olarak görülüyor. Bir savcı çıkıp dava açarsa ne yapacağız? Oslo görüşmelerinde MİT Müsteşarı ve görevlilere açılan soruşturma var, bizim için hazırlanan fezlekeler var. Yasal güvence istiyoruz,sürecin yürümesi için bu çok önemli” diyor.
Aslında bu sadece kendileri için değil terör örgütü ile işbirliği içinde olan “Muhteşem” ve ekibine yapılan önemli Bir gün gelir; “keser döner, sap döner, gün, hesap döner” yalnızca biz değil siz de yargılanır kodese tıkılırsınız korkusuyla gelin hep beraber vaktinde önlemini alalım” tarzında uyarıda bulunuyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, NTV’de terör örgütünün silahlı unsurlarının çekilmesi konusunda herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadığını ileri sürerek, “Bir savcı çıkıp ’Siz niye Türkiye’ye barışı getirmeye çalışıyorsunuz?’diye hesap mı soracak. Bu suçsa, ben bu suçu işliyorum” diyor.
Yine BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın çekilme konusunda savcıların dava açabileceğini söyleyerek, yasal güvence istemesine karşı Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı da “Ne demek? Bir çılgın savcı çıkacak da… Çıksa böyle bir çılgınlığın esamisi olabilir mi yani?” sözleriyle garanti veriyor!
CHP Tokat Milletvekili Orhan Düzgün, “Hukuk devletinde savcıların çoktan dava açması gerekiyordu. Şu anda savcılar görevlerini ihmal ediyorlar. Bakın şimdi askerlere, dışarı çıkan gruplara müdahale edilmemesi şeklinde bir emir veriliyor. Bu emri vermek kadar bu emre uymak da suçtur” diye uyarıyor.
MHP Bursa Milletvekili Necati Özensoy da “İmralı canisi anayasayı silah zoruyla değiştirmekten, çete kurmaktan ceza aldı. Şimdi AKP bu çetebaşıyla el ele vermiş başkanlık sistemini getirerek Türkiye’yi bölmenin hesabı içinde. Balyoz ve Ümraniye davasında yargılanan paşalardan hangisi suç işlemiş? Hangisi adam öldürdü? Erdoğan’a lazım olacak şekliyle Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan bir operasyon var. Suçtur” diyor.
Bütün bu açıklamalara rağmen hukuktan bahsetmek ve adalet beklemek herhalde rüya görmek demek olacaktır. İşte bunun için ‘Cumhuriyet Savcılarından’ görev beklemek her Türk vatandaşının asli ve hukuki hakkıdır!
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26236
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26242
Mar
29
Beklenen gür sesin duyulsun artık
Niçin kör düğümü çözemiyorsun?
Sabrın bu kadarı bunaltır seni
Yurdunu rahatça gezemiyorsun!….
Farkında olmadan aşınmaktasın
Öyle dalgınsın ki kaşınmaktasın(!)
Dikkat; yalnızlığa taşınmaktasın!
Geleceği çabuk sezemiyorsun!…
Senin erkek sesin demiri biçer
Sen istersen her şey hazr ola geçer
Hürriyet adındır kalmazsın naçar
Hainleri hâlâ dizemiyorsun!…
Yanılıp şaşıp ta koklama eter
Aç gözünü tek tek incele yeter
Yarınlar olmasın bu günden beter
Batı denizinde yüzemiyorsun!…
Bir terbiye edebilsem donsuzu
Getirmek amacım sana sonsuzu
Kendini, yurdunu satan kansızı
Bir kalemde olsun çizemiyorsun!…
Bilirim çizmeyi aşmamak lazım
Mevsimi gelmeden taşmamak lazım
Sendeki bu sabra şaşmamak lazım
Lakin pislikleri süzemiyorsun!…
Söküp at içinden asalakları
Sende hak, adalet, insan hakları
Seferber ederek gönlü pakları
Gençliği özünle bezemiyorsun!…
Senin Mohaç, Varna, Çaldıranın var
Malazgirt’te yiğit Alparslan’ın var
Çanakkale denen bir destanın var
Neden mikropları ezemiyorsun?…
Uyan artık uyan, bitsin bu yasın
Çelikten gövdende kalmasın pasın
Daha atmadı mı kafanda tasın?
Ne zamandır destan yazamıyorsun!…
Posted in Şiirlerim
|
Tagged alparslan, beklenen, çaldıran, çanakkale, çelik, destan, gövde, gür, kafa, malazgirt, mevsim, mohaç, pas, sabır, şaşmamak, sesin, şiir, tas, taşmamak, türk millet, türk millet şiir beklenen gür sesin mohaç varna çaldıran malazgirt alparslan çanakkale destan uyan çelik gövde pas kafa tas destansabır şaşmamak mevsim taşmamak, uyan, varna
|