May
24
Arif Nihat Asya’dan
• İnanmak; basamakların çıkamadığı yere kanatlarınla tırmanmaktır.
• Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmez, bir eteği havalandırmazsın. Neyleyim senin gibi rüzgarı.
• Işıgı önüne al, yürü! Gölgen arkadan ister gelsin, ister gelmesin.
• En büyük acı, acıtmaz olmuş zincirlerin acısıdır; köleliği kabul etmenin, başkaldırmaktan vazgeçmenin acısıdır
.
• Duvarda bir gedik açmaya bir taşın eskimesi yeter.
• Gözler kalbin aynasıdır. Ama sen yine de gözüne kalbini sorma.
• Düşünüyorum, o halde varım.” demiş Descartes ama Arif Nihat Asya ise “Hayır, yanlış. Düşünülüyorum, o halde varım.” demiştir.
• Bu kitabın kaç dakikada okunduğunu bırak, kaç senede yazıldığını düşün.
• Vazoyla saksının farkını sen söyleme, çiçeklerden sor.
• Kalemini bir silah gibi değil, bir kaşık gibi tut yoksa aç kalırsın. Diyordu bir kitabında.
• Sanatkâr halıda gülü dikensiz yapmış ayakların incinmesin diye.
May
23
Her işe gir fakat sulandırılma
Sakın ha, su gibi bulandırılma
Dikkatli ol sen de dolandırılma
Anasının gözü olmuş el, alem!
Kandırırlar bizim gibi safları
Herkes yuttu gaf üstüne gafları
Yedirdiler bize gargaralık lafları
Anasının gözü olmuş el, alem!
Musalla taşında ciddiyet naşı
Yediden yetmişe gözler fal taşı
Hırsızın, arsızın herkes yoldaşı
Anasının gözü olmuş el, alem!
Ahlak enflasyonu ur oldu gitti
Düşünen beyinler dur oldu gitti
Soygunlar, vurgunlar sır oldu gitti
Anasının gözü olmuş el, alem!
May
22

12 Eylül’den önce bilenmiş düşünce kılıçları kınından çıkarmış, fikri mücadeleyi başaramayan “Marksistler” artık işi şiddete dökmüş kendinden olmayanlara ya dövüyor ya da öldürüyordu. O zamanın ürünlerinden olan bugünkü terör örgütü de etnik ve Marksist olarak sol gruplar içerisinde yer almaktaydı. O kargaşa, o kanlı günlerde Rauf Tamer’in çıkarmış olduğu “Solun Namusu” adlı kitabı Ülkücüler tarafından aranan yayınlar arasındaydı. O günlerde bilhassa sol yayınlar satan kitapçıların önünden geçerken “Solun Namusu” var mı? Diye sorardık. Kitapçı şaşkın bir halde; “Yok” derdi. Bizlerde yüksek sesle “Solun Namusu” yokmuş der ve kitapçıdan çıkar giderdik.
Bu gün ise AKP dediğimiz oluşum aklıma geliyor. Vatandaş da bizlere ; “AKP’nin adaleti ve kalkınması “ var mı? Diye soruyor. Şu ana kadar “var” diyene rastlayamadım. Ergenekon, Balyoz davaları ile ilgili olarak “adaleti yok” diyenlere rastladım.
Velhasıl anlayacağınız dün “Solun Namusu” yok diyenler, bugün AKP’nin “Adaleti yok” demektedir.
Pek çok insanımızın dediği gibi, dilerim ki; Allah herkese namus ve adalet nasip etsin!
AKP’nin adaletine birkaç örnek:
Deniz Feneri Soruşturması, Almanya’dan ilgili davanın dosyalarının gelmesinden 3 yıl sonra başladı. Aralarında Zahid Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin de bulunduğu 8 kişi önce tutuklandı. Daha sonra Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, soruşturmaya bakan savcıları değiştirdi. Değişikliklerin ardından 8 kişi serbest bırakıldı.
Hizbullah Davası sanıkları tutukluluk sürelerini kısaltan yasanın yürürlüğe girmesinin ardından serbest bırakıldı. Sanıklar kısa sürede yurtdışına kaçtı.
Yargıtay, 13 yaşında 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç. davasında yerel mahkeme gibi, küçük kızın, rızasıyla birlikte olduğu yorumunu yaptı ve yerel mahkemenin kararını onadı. Cezalarında indirime gidilen isimler arasında AKP İlçe Başkanı Halit Denli’nin oğlu Nizam Denli ve bir dönem AKP ilçe başkan yardımcılığı yapan Sabri Ajak olduğu ortaya çıktı.
Son günlerde ise eli kanlı cani katillerle görüşüp o canileri teslim almak yerine suçsuzmuş gibi yurt dışına çıkmalarını istemeleri hangi adalet anlayışına uymaktadır?
Sizce, AKP’nin “Adaleti” ya da “kalkınması” var mı?
May
21
Timur, Anadolu’yu dolaşırken Akşehir’e uğrar. Köylü, kendisini iyi ağırlar. Timur da giderken, bu konukseverliğin karşılığında Akşehirlilere bir fil hediye eder.
Fil, kısa zamanda bağ bahçeyi ortadan kaldırır. Timur’un hediyesidir diye kimsenin sesi çıkmaz ama sonunda dayanamayıp Nasrettin Hoca’ya giderler, “Aman bizi kurtarırsan sen kurtarırsın, file bir şey yapsak, Timur kellemizi alır” derler. Hoca, “Benimle birlikte gelin, Timur’a durumu arz edeyim” der.. Hep birlikte yola düşerler ve Timur’un çadırına varırlar.. Timur, Hoca’yı görünce “Filim nasıl?” diye sorar. Hoca, “Filiniz” diye söze başlayacak olur ve halkın perişanlığını anlatacakken hafifçe geriye geriye dönünce, arkasında hiç kimsenin bulunmadığını görür. Bunun üzerine, “Yüce emir, hediyeniz olan filden çok memnun kaldık, yalnız kalıyor, bir tane daha istiyoruz” der..
Posted in Fıkralar
|
Tagged akşehir, anadolu, bir fil, daha, emir, fil, filiniz, köylü, nasreddin hoca, timur, yalnız, yüce
|
May
20
‘Kürdistan’ı birleştirelim’ çağrısı!
AKP’nin, kongresinde ’onur konuğu’ olarak ağırladığı, daha düne kadar “postal öpücü” diye aşağılarken ayağının altına kırmızı halı serdiği peşmerge reisi Mesud Barzani, Kürdistan’ın sözde 4 parçasından gelenlerin katıldığı konferansa “Birleşme için koşullar uygun” mesajı gönderdi.
ABD’nin desteğiyle Irak’ın kuzeyini ele geçiren Barzani, mesajında “Türkiye, İran ve Suriye” parçalarının da katılacağı kongre için iyimser açıklamalar yaptı. Karayılan’ın son açıklaması sonrası terör elebaşılarından Cemil Bayık, ’ulusal kongre’ için Barzani’den adım atmasını istemişti.
100 yıldır devam eden ABD projesi için adım adım sona doğru geliniyor
Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den koparılacak “Büyük Kürdistan” için işe Irak’tan başlanmış, Mesud Barzani’nin babası Mustafa Molla Barzani’nin açıklamaları, 1966’da Yeni İstanbul’a manşet olmuştu (en üstte). Babasının hayalinin peşinden giden Barzani’nin ABD desteğiyle Irak’ı ele geçirmesinden sonra ne yapacağı da 16 Temmuz 2010’da YENİÇAĞ’da manşetti (üstte, solda). ABD Başkanı Wilson’ın 1920 tarihli haritası, Türkiye’nin kuzeydoğusunu Ermenilere, güneydoğusunu Kürtlere bırakıyordu.
ABD’nin desteğiyle Irak’ın kuzeyini ele geçirip, Türkiye, İran ve Suriye’yi parçalayıp “Büyük Kürdistan” ı kuracağını söyleyen peşmergebaşı Barzani’nin hayali gerçek oluyor. Ankara’nın tüm ısrarlarına rağmen “PKK terör örgütüdür” demeyen Barzani, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtlerin tek devlet olacağını daha önce ilan etmişti.
Kürtlerin yüzyılı
Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, Kürdistan’ın tüm parçalarının katılacağı ulusal bir kongre için koşulların her zamankinden daha uygun olduğunu açıklarken, Kürdistan’ın dört parçasından gençlerin katıldığı Duhok’taki 3. Gençlik Konferansı’na “21. yüzyıl Kürtlerin yüzyılıdır” diye mesaj gönderdi. Barzani, “Kürdistan’ın dört parçasının katılımı ile ulusal bir kongrenin yapılmasından söz etmek için koşullar her zamankinden daha uygun. Kürtlerin büyük adımlar atacağı ve aydınlık bir yarının Kürtleri beklediğine olan umudun her zamankinden daha yüksek olduğunu size bildiriyorum” dedi.
Murat Karayılan da, 8 Mayıs’ta geri çekilmenin başlayacağını ilan ettiği açıklamasında, “Orta Doğu’da ve ülkemizde önemli tarihsel gelişmelerin yaşandığı bu süreçte tüm parçalar arasında milli dayanışma ve barış için ulusal bir platform oluşturmaya, Hevler’de ’Birlik, Dayanışma ve Barış Konferansı’nı örgütlemeye çağırıyoruz” demişti. Cemil Bayık ise Barzani’dan ulusal kongre için adım atmasını istemiş, “Biz Barzani’den, Öcalan tarafından başlatılan bu sürece daha fazla destek vermesini istiyoruz. Biz bunu herkesten bekliyoruz ama gözler daha çok Barzani üzerindedir. Barzani’nin ulusal kongrenin gerçekleşmesi için gerekli adımları atmasını bekliyoruz. Eğer bu adımlar atılırsa, Kuzey Kürdistan da bundan fayda görecek” demişti.
Terörün zayıflatacağı Türkiye’den toprak arzulayan çabulcubaşı, “Türk, Fars ve Arap ulusu gibi Kürtler de devlete sahip olmalı” derken, hedefe ulaşmada AKP’nin desteğini ima etmişti. PKK’nın hamisi Barzani, Türkiye’nin Washington ve Bağdat yönetimine verdiği ve terör örgütünün elebaşılarının da yer aldığı 248 kişilik liste için yalan söylemiş, “Bizde yoklar” açıklaması yapmıştı. Türkiye’yi ziyaretinde devlet başkanı gibi karşılanan peşmerge lideri “Kürtlerin her ulus gibi devlet kurma hakkı var. Türk, Arap ve İran bunu bir gün kabul edecek” demişti. ABD Başkanı Wilson, 1920’de Paris Barış Konferansı’na sunmak üzere Türkiye’nin parçalanmasını öngören harita hazırlamıştı. Haritada kuzeydoğumuz Ermenilere, güneydoğumuz ise Kürtlere bırakılıyordu.
Kaynak:http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=83571
Posted in Gündem
|
Tagged abd, akp, Barzani, iran, ırak, ısuriye, mesud, onur konuğu, proje, türkiye, yüzyıl
|
May
19
* “Türkleri dışarıdan işgal etmeye kalkmayın, yenemezsiniz. Amma bir kere içeriden ele geçirdiniz mi her şeyi kabul ettirebilirsiniz!” Makyavel
* Cani, eli kanlı teröristler AKMP’de bir kararla aktivist oluverdiler. Karara oy verenlerin içinde Türk parlamenterlerin de olduğu bilinmektedir.
Aktivist: Toplumsal veya politik değişim meydana getirmek için kasıtlı bir biçimde yapılan eylemi gerçekleştirenler.
* Hz. İsa’dan sonra doğduğu bilinen, Şam’a giderken İsa’nın hayalini gördüğü için de “seçilmiş havari” olarak kabul edilen Pavlus’un İncil’de yer alan sözlerine göre “herkesle her şey olmak” başarının şartıdır. Pavlus, kutsal amaç uğruna herkesle her şey olunması gerektiğini söylemektedir. O, bu konuda aynen şunları söyler: “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım… Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. Bunların hepsini, Müjde’de payım olsun diye Müjde’nin uğruna yapıyorum.”
Pavlus, inanç uğruna her kılığa girilebileceğini, her değerin değer aleyhine kullanılabileceğini söyler. İnsanları kazanmak için sahtekarlık dahil her yöntem meşrudur” .Pavlus
* “Ben Katolik geçinerek Vendee savaşını kazandım; Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim; Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman’ın tapınağını yeniden kurardım” Fransız Generali Napolyon
* “Savaş için en güçlü olduğunuzda, kendinizi güçsüz göstermeli; kuvvetlerinizi harekete geçirirken, hareketsizmiş gibi durmalı; düşmana yaklaştığınızda, uzakta olduğunuz izlenimi vermeli; uzakta olduğunuzda ise düşmanın burnunun dibinde olduğunuza düşmanı inandırmalısınız.” Sun Tzu
* İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes “soykırım” iddialarına konu olan dönemde, nasıl bir mesaj yollamıştı ülkesine:
“Ermeni kırımından dolayı yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan Konsolosları raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek arz edeyim ki belgelerin içinde, Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiç bir şey yoktur.”
May
19
Bugün, Mustafa Kemal’in Samsun’da tutuşturduğu kurtuluş meş’alesinin, Anadolu’da elden ele, gönülden gönüle dolaşmasının 94. yıl dönümü. O gün Samsun’un vatanperver insanlarını selamlayan Atatürk’ün taşıdığı duygularla, sizleri selamlıyorum.
Milletimizin tüm onur ve asaletiyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliğinde tarih sahnesinde bir defa daha şaha kalkışının başlangıcıdır 19 Mayıs;
19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı değil, yeni Türk devletinin de çağdaş değerlerle milletler ailesi içerisinde yerini almasının adıdır.
19 Mayıs, gençlik; gençlik gelecek demektir. Türk genci, Türk İstiklali ve Türk Cumhuriyeti’nin yılmaz bekçisi, bugün ve yarınların tek ve en büyük güvencesidir.
Atatürk.diyor ki: “Sizler yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar.”
Sevgili gençler,
“Siz Türk’e istiklâl aşkını veren, Kara Fatmaların, Nene Hatunların, Yalnız Efelerin; Siz “Ya istiklal ya ölüm diyen: Antepli Şahinlerin, Sütçü İmamların, Hasan Tahsinlerin, Seyit Onbaşıların; Siz tarihi tarih yapan Barborosların,… Fatihlerin… Ulubatlı Hasanların…. Yavuzların… Atatürklerin soyundansınız…”
Binlerce şehit vererek, sıkıntı ve yokluklar içinde, büyük özverilerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti sizlere emanettir. Bu değerli emaneti yaşatmak ve sonsuza kadar korumak, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarmak, en başta gelen görev ve sorumluluğunuz olmalıdır.
Temeli 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılan “milli egemenlik” ilkesi ile, birliğimiz ve bütünlüğümüz sağlanmış, çarenin ancak millette olduğu tescillenmiştir.
Bugün de vazgeçilmez güç kaynağımız olan “Milli İrade”nin yaşatılması için hepimize ve özellikle de Atatürk’ün 19 Mayıs’ı armağan ettiği siz gençlere büyük görevler düşmektedir.
May
18
Ufkumuz beceriksiz ellerle sisleniyor…
Yetkililer bu millet sizlere sesleniyor!
Hala niçin, ne diye hainler besleniyor?…
Koy tavrını, bu gaflet, delalet bitsin!
Bu vatanı sevmeyen defolup gitsin!
Türk çocuğu:
Bu vatana, bu bayrağa laf ettirme, laf etme
Gitmiyorlarsa itler, çek kıçına bir tekme!
Seviyoruz derler dile kanma sen
Makama, mevkiye, pula kanma sen
Bir özüne güven ele kanma sen
Göster becerini eziklik bitsin!
Bu vatanı sevmeyen defolup gitsin!
Türk çocuğu:
Bu vatana, bu millete laf ettirme, laf etme
Gitmiyorlarsa itler, çek kıçına bir tekme!
Vatansız, bayraksız, ülküsüz bomboş
Kalpler mi karanlık, beyinler mi loş?
Bil, tanı ırkını geleceğe koş
Haydi, kalk ayağa miskinlik bitsin!
Bu vatanı sevmeyen defolup gitsin!
Türk çocuğu:
Bu vatana, bu bayrağa laf ettirme, laf etme
Gitmiyorlarsa itler, çek kıçına bir tekme!
May
17
Tarih 12 Eylül: Ferit Paşa ülkeyi satıyor
12 Eylül 1919 günü Damat Ferit Paşa ve İngiltere Hükümeti adına M. Fresrer ve H.N. Churchill arasında imzalanan gizli anlaşma şöyleydi:
1 – İngiliz Hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde genel bir manda yetkisine sahip olması koşuluna karşılık bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti eder.
2 – Konstantinopolis, Boğazlar’ın İngiliz denetimi ve koruması altında olması koşulu ile Sultanlık ve hilafet merkezi olmaya devam eder.
3- Türkiye, bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı koymaz.
4- Bunlara karşılık, Türk Hükümeti, İngiltere’ye Suriye ve Mezopotamya’deki egemenliğin korunması için destek verir ve aynı amaca yönelik olarak Halife, Mezopotamya, Suriye ve diğer müslüman ile mukim bölgelerde İngilizlere manevi destek vermeyi kabul eder.
5- İngiltere, Sultan otoritesine karşı kurulabilecek olan yarı yaspl ulusal örgütlere karşı askeri açıdan Osmanlı Hükümeti’ne destek vermeyi taahhüt eder.
6- Türkiye, Kıbrıs ve Mısır üzerindeki bütün istemlerinden vazgeçecektir.
7- Bu konvansiyon, özel ve yarı resmi bir belge olarak kabul edilir. İngiliz Hükümeti, anlaşmada öngörülen hususların gerçekleşmesi için konferansta Türkiye’yi desteklemeyi taahhüt eder.
8- Barış koşulları, Yüksek Konsey’de karara bağlandıktan sonra Majesteleri Sultan, 4 ve 5. maddelerdeki konulan içeren ve bu anlaşmaya uygun yeni bir anlaşmayı kabul eder.
Sözü edilen anlaşma tıpkı bu anlaşma gibi gizli olacaktır.
Konstantinopolis’de yapılan ve çift nüsha olan bu anlaşma iki tarafça 12 Eylül 1919’da imzalanmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı gizli belgeleri, Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizlerin bir Kürt devleti kurdurmaya çalıştıklarını gözler önüne seriyor.
İngiliz himayesinde Kürt devleti
İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb’den Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen 19 Ağustos 1919 günlü raporda bu amaç açık açık yazılıyor:
“Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor..”
Müsteşar Hohler, 27 Ağustos 1919 günü Londra’ya şu görüşü bildirir:
“Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez…”
28 Kasım 1919 günü Mr. Kidston’dan Londra’ya gönderilen raporda şunlar yazılıyor:
“- Kürtlere her ne kadar inanmazsak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir..”
9 Aralık 1919 günü Yüksek Komiser Amiral Sir F de Robeck, Londra’ya Lord Curzon’a şu raporu gönderir:
“Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt Başkanı olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa (Seyit Abdülkadir) ile görüştü. Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar…”
Aynı amacı sergileyen bir İngiliz belgesi de 26 Aralık 1919 tarihlii ve 966/633 sayılı.
“Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hakimiyetine konacak, Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi, yoksa birçok Kürt devleti mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikalılar kanalıyla silah sağlanacak.”
Kürdistan özerk olmalıdır
Amiral Sir F de Robeck 26 Mart 1920 günü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a şu bilgileri veriyordu: “Kürdistan, Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt Kulübü Başkanı Seyit Abdülkadir ile Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir…”
Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği 28 Temmuz 1920 tarihli rapor İngilizlerin Kürt planını açıklıyor: “Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi biliyorum. Daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar. Kürt liderleri, Mustafa Kemal’i sevmezler. Çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz, çünkü, o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanalım, dedi.”
Paris ve Londra Konferanslarında Kürdistan sorunu çözülememişti.
Başkan Lioyd George kararlıydı. Sorun çözülecekti. Kürtler İngiliz koruması altında bir Kürt devleti kurmak istiyorlardı. Öyleyse bu devleti kurmak gerekiyordu.
Emperyalizmin diplomasisi
26 Şubat 1920 Perşembe günü Londra’da S.W. 1 Dow-ning Street 10 numaralı Başbakanlık konutunda toplanan konferansın sabahki oturumu kısa sürmüştü. 19 Nisan 1920 Pazartesi günü saat 16’da başlayan toplantıya Dışişleri Bakanı Lord Curzon başkanlık ediyordu.
İngiliz Başbakanı Lloyd George, söz aldı. Lloyd George sözlerine “Kürdistan hakkında karar vermek çok güçtür” diye başlamış ve şöyle konuşmuştu: “Kürtlerin arkalarında büyük devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremeyecekleri düşüncesinde oldukları izlenimi elde edinilmektedir. İngiliz korumanlığı isteyerek kabul edecekleri ve Fransız korumancılığını isteyecekleri kuşkusuzdur….”
Fransız delegasyonu başkanı Dışişleri Bakanı Mösyö Millerand da Kürdistan’ı elinden kaçırmak istemiyordu. Tutanaktan izleyelim: “B. Millerand konuşmaları sırasında Lord Curzon’un Musul ilinde yaşayan bazı Kürtlerin Britanya mandasına geçeceklerine işaret ettiğini belirterek bu konunun tümü ile Fransız ve İngiliz Hükümetlerinin arasındaki bir sorun olduğunu ve yanlış sonuç çıkarılmamasını sağlamak amacıyla konunun çekinceli olduğunum kaydedilmesini istediğini belirtti.”
Kürdistan’ın sınırları çiziliyor
Konferans kapandığında 5 sayılı toplantı eki hazırdı. Bu ek metin ile Kürdistan sınırları çiziliyordu: “İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak altı ay içinde İstanbul’da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan hükümetlerince atanacak bir komisyon (..) maddelerde tanımlandığı biçimde Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırlarının güneyinde, Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey sınırlarının kuzeyinde, çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır. Bu plan bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla, Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sının ile aynı olduğu yerlerde, gerekmektie ise ne gibi düzeltmeler yapılacağını incelemek ve karara bağlamak için bu yerleri gezecektir.”
Sen Remo’da 19 Nisan 1920 günü kaleme alınan bu madde, 10 Ağustos 1920 Sevres Anlaşması’nın 64. maddesi olarak kabul edilmiştir.
İşgal gemisi İstanbul’da resepsiyon vermişti!..
Osmanlıyı parçalayan İngilizlerin, Türkiye üzerindeki emelleri hiç bitmedi. Saman altından su yürütme siyasetini uygulayan İngilizler, Orta Doğu’daki gelişmelerde hep ön planda rol oynuyor. Abdullah Gül’ün daveti üzerine 16 Mayıs 2008’de Türkiye’ye gelen Kraliçe 2. Elizabeth ve eşi Edinburgh Dükü Prens Prens Philip, işgalden 90 yıl sonra, İstanbul’da yine aynı limana demir atan İngiliz uçak gemisi “HMS Illustrious” da resepsiyon verdi.
Abdullah Gül’ün, Kraliçe’nin daveti üzerine gemiye gitmesi eleştirilere neden olmuştu. YENİÇİAĞ bu haberi, okuyucularına manşetten duyurmuştu.
Kaynak:http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=83374
May
16
Times Gazetesi 12 Şubat 1856’daki yazısı şöyleydi:
“Yabancıların toprak almasında her türlü engelin ortadan kalkması, sağlıklı bir mali sistemin kurulması ve yol veya köprülere yatırılan sermayenin güven altına alınabilmesi için verilen güvenceler, ardından büyük sonuçlar getirecek olan diplomatik başarılardır. Önümüzde işlenmemiş ve zengin bir toprak bulunmaktadır. Batı sanayisi bu toprağa nüfuz etmeli ve ona sahip olmalıdır.
Bu yazıdan tam 63 yıl sonra 1919’da İstanbul’da toprağı ve binası olan vatandaşların bir kısmı mülklerini yabancılara satmaya başladı.. Bu satışları durdurmayan İstanbul Hükümeti’nin amacı “bütçe açığını kapatmak” idi!.
Özellikle Akşam Gazetesi İstanbul halkına çağrıda bulunarak, “yabancıların bir manevrası” ile karşı karşıya bulunduğumuzu ve yabancıya toprak satmanın “ülkenin bir parçasını satmak” olduğunu yazdı:
“Toprak ve mülk satmayınız. Bugün vergisini veremediğimiz toprak, yarın bize bir servet getirecektir. Satmayalım mümkünse alalım.”
Mustafa Kemal 1922’de; “Memleketin ekonomik kaynakları, bütün dünyanın aşırı isteklerini çekecek verim ve servete sahiptir. Halkımızın çiftçi ve topraklarımızın dünyanın en bereketli topraklarından olması, maddi yaşam için hiçbir kaygıya yer bırakmamaktadır.”
Derken
1923’de “Memleketimiz baştanbaşa hazinelerle doludur. Biz, o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. (…) Gerçek zaferlere, ancak bu gibi verimli alanlardaki çalışmayla varacağız.” Diyordu.
Yahya Kemal’de ağır bir eleştiri:
“KOCA SALTANATI BİR MANDAYA DEĞİŞECEĞİZ!”
“Bu şehre girmek için Fatih’in her topuna
90 manda koşmuştuk.
Şimdi koca saltanatı
Bir mandaya değişeceğiz!”
Bundan tam 85 yıl sonra aynı durumla karşılaştık. 19 Ağustos tarihli Yeniçağ Gazetesi manşet haber olarak tam sayfa “Vatan namustur satılamaz!..” Kampanyası başlattı.
“Şehit kanıyla alınan, korunan ülke topraklarının para karşılığı satılması, toplumun her kesimini isyan ettirdi.
AKP, çıkardığı 4916 sayılı yasayla Türkiye’yi ‘açık Pazar’ haline getirdi. Anadolu’yu karış karış, parça parça satın almaya başlayan yabancılar, Sevr paçavrasını pratikte parayla uygulamaya koydular.
Türkiye’nin sınır boyları, su kaynakları ve maden sahaları, bloklar halinde yabancılar tarafından ele geçiriliyor. ‘Yatırım’ ve ‘İnanç Turizmi’ maskesiyle arazi alan yabancılar; silahla yapamadığını parayla ve adım adım gerçekleştiriyor. Vatanını, özgürlüğünü, bayrağını seven herkes satışa isyan ediyor!”

Aytunç Altındal (Araştırmacı Yazar): “Egemenliğimiz tehdit altında.”
Sinan Aygün (ATO Başkanı): “Ülkem adına endişeliyim.”
Prof. Dr. Mustafa Erkal (Aydınlar Ocağı Başkanı): “Sevr’i parayla uyguluyorlar.”
Vural Savaş (Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı): “Yerel yönetim yasaları da satış için çıktı.”
Prof. Dr. Anıl Çeçen (A.Ü. Hukuk Fak.): “Sistematik yapılanma var.”
Mehmet Şandır ( MHP Gn. Bşk.Yrd. ): “AKP, Türk’e ihanet ediyor.”
Gürol Engin ( CHP Mv.): “AKP, Önemini kavrayamıyor.”
Oğuz Tezmen (DYP):Yahudiler de böyle başladı.”
H.İbrahim Özsoy(ANAP): “Kim alıyorsa alsın, denemez.”
Doğu Perinçek (İ.P.Gn. Bşk.): “Urfa’yı Yahudileştirme projesi yürütülüyor.”
Filistin’deki toprakları almak için 2. Abdülhamit’in huzuruna gelen Yahudi Dr. Teodor Herz’e Abdülhamit:
“Benim bir karış toprak vermem söz konusu olamaz. Zira istenen toprak bana ait değildir. O, milletime aittir. Bu imparatorluğun hiçbir parçasını hiçbir kimseye veremem. Yahudiler şimdilik milyarlarını biriktirsinler. Kim bilir, bir gün bu imparatorluk paylaşılırsa, onlar da istediklerini, belki de bir şey ödemeden elde edebilirler. Fakat ancak kadavramız paylaşılırsa, Canlı vücuttan parça koparılmasına müsaade edemem.” Dedi.
*Hulki Cevizoğlu’nun “İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün” adlı kitabından