Tem 15

1500’LERDE AVRUPA

1500’LERDE AVRUPA

1500’lerde İngiltere’de insanların çoğu Haziran’da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs’da yapıyorlar, Haziran’da çok kötü kokmuyorlardı..

Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu..

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu..

Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu.. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü..

İngilizcedeki ‘banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın’ deyimi buradan gelmektedir..

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu..

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu..

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu..

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu..

Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bu nedenle oluştu..

Zemin topraktı.. Sadece

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı..

Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu..

Bunu önlemek için yere saman seriyorlardı.. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘Thresh hold’ (saman tutan; Türkçesi eşik idi..

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu..

Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu.. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu.. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.. ‘Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük’ (Peas Porridge hot, Peas Porridge cold, Peas Porridge in the Pot nine Days old) tekerlemesinin menşei budur..

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı..

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı..

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açabiliyordu.. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl Domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü..

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu.. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı.. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu..

Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu..

Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘tabak ağzı’ (Trench Mouth) hastalığı ortaya çıkıyordu..

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı..

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu.. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık bile yapıyordu.. Hatta bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu..

Buna ‘uyanma’ nöbeti deniyordu..

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘kemik evi’ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı..

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı..

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi.. Buna mezarlık nöbeti denirdi.

Ortaçağda Avrupa’daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı..

Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı..

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa’da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü..

Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü..

1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya’yaki bir konağa gönderilmişti.. 19.yy da kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti..

liste böyle uzaaar gider..

Ama esas dikkat çekmek istediğim konu şudur;

1500 lü yıllarda adeta b*k içinde yaşayan Avrupa nasıl oldu da arayı bu kadar açtı?

Bu da bizim sınavımız olsun..

Kaynak: Prof. Dr. Erol Duren

Posted in Gündem | 1500’LERDE AVRUPA için yorumlar kapalı
Tem 12

“İNSAN NE İLE YAŞAR”

“İNSAN NE İLE YAŞAR”

Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…

Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz.

Posted in Hikayeler | “İNSAN NE İLE YAŞAR” için yorumlar kapalı
Tem 09

BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER

BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER

Merih Demiral’ın gol sevincini Bozkurt yaparak yaşaması sonrası ortalığı karıştırdılar biliyorsunuz!

“Zafer” işaretini, sürekli kullanan PKK ve sempatizanlarına indirgemeyen zihniyet, binlerce yıllık Türk sembolü Bozkurt’u MHP’nin tekeline indirgedi iyi mi?

Dediler ki, bu milletin birliğine, beraberliğine zarar verdi Merih!

Merih, yıllar sonra tek birlik olduğumuz anı zehir etti vs.

Neler dediler neler!

Rusların sembolünün ayı, Fransızların horoz, İspanyolların boğa, İngilizlerin aslan olmasına itiraz etmeyenlerin Türk’ün sembolünün Bozkurt olması dokunuyor nedense?

Öyle sadece kahve sohbeti seviyesinde de değil he!

Anlı şanlı yazarlar bile yazıyor Bozkurt’un Türk sembolü olmadığını!

Neymiş MHP’nin sembolüymüş Bozkurt, MHP ile özdeşleşmişmiş!

Mesela Ertuğrul Özkök!

Hürriyet Gazetesi’ni tam 20 yıl yöneten isim!

Fransa’dan İletişim Bilimleri doktorası sahibi!

Bunu bilememesi mümkün mü?

Bence değil!

Aynen şunu yazmış Özkök:

“Şimdi bazıları çıkıp diyecek ki, tam aksine bu bizi daha da birleştirecek…

Neymiş 2 bin yıldan beri Türklerin işaretiymiş…

Geçin bunları…

Hep MHP ve Ülkü Ocakları mensuplarının işareti oldu…

Yani, her 10 Türkiye vatandaşından sadece birinin desteklediği bir partinin…

Ya geriye kalan 9’u…

Kiminin işareti Rabia, kiminin sıkılmış yumruk, kiminin başka bir şey…

O işaretin sahibinin aldığı oy yüzde 10…”

Ama bilmeme ihtimallerine karşın, Özkök şahsında herkese bir kez daha anlatalım!

Öncelikle Bozkurt’u ilişkilendirdikleri MHP’den başlayalım!

MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’i Bozkurt işaretiyle tanıştıran ise Profesör Hanım Haliova’dır!

Sene 1992, Türkeş, Azerbaycan’ı ziyaret etmektedir. Azadlıq Meydanı’nda Türkeş’i karşılamaya gelen Türkler, Bozkurt işareti yapmaktadır!

Türkeş sorar, “Bu ne işaretidir” diye!

Haliova da, işaretin Göktürklerden geldiğini ve Türklerin sembolü olduğunu söyler!

İşte Türkeş’in Bozkurt işaretiyle tanışması böyledir!

Bozkurt işaretini MHP’ye indirgeyenlere göre, bu işaretin 1992’de ortaya çıkması gerekiyor o zaman!

Türkeş’in hareketi yeni yeni yapmaya başlaması ilk fotoğraflarında görülüyor zaten!

Bugünkü anlamıyla Bozkurt işaretini tam olarak yapamıyor!

Zaten bu durumu Haliova da vurguluyor: “Başbuğ böyle yaptı dedim ‘Bunu metalciler yapar, böyle yapacaksınız’. O da beni kucakladı, güldü”

İlk olarak kullanıldığı yere ilişkin farklı kaynaklar var!

İlk olarak Çin’de 6.yüzyılda bir mağaradaki çizimde bir askerin yaptığına ilişkin bilgiler de var, 5. Yüzyıla ait Miho mezar anıtındaki kabartmadaki Türk atlılardan birinin de yaptığı da belirtiliyor!

Ancak “İlk nerede yapıldı?, hangi heykelde yer alan figürlerde kullanıldı?” bizim sorularımız değil!

Hiç bu sorulara bile girmeye gerek yok!

MHP’nin kuruluşu 1969!

Türkeş’in bu işareti ilk yapışı 1992!

Bozkurt işareti MHP’nin sembolüyse 23 yıl yapmak için neyi beklediler?

Türkeş bunu Azerbaycan’daki Türklerden öğrendiğine göre, Türkeş öncesi kullanılan bir işaretti bu!

Türkeş’ten, MHP’den önce Türk dünyasında kullanılan bir işaretti Bozkurt işareti!

Türk’ün sembolü Bozkurt’a vurgu yapıyordu!

Zaten ondan değil midir Atatürk’ün 1925’te paranın üstüne Bozkurt bastırması?

Zaten ondan değil midir yabancıların Atatürk’ten “Bozkurt” diye bahsetmesi!

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk’ün sembolü Bozkurt’a gönderme yapan Bozkurt işaretini tek bir grubun, partinin tekeline bırakmak tarih bilmezliktir!

Biri çıkar Arda Güler’e gol sevinci nedeniyle şeriatçı yaftası takmaya çalışır, biri Merih’e faşist damgası vurmaya çalışır!

Bırakın insanlar sevinçlerini, mutluluklarını nasıl kutlamak isterse öyle kutlasın!

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bozkurt-mhpnin-semboluyse-turkes-23-yil-neyi-bekledi-816300h.htm

Posted in Gündem | BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER için yorumlar kapalı
Tem 06

BOZKURT

BOZKURT

Bir röportaj sırasında İngiliz televizyoncunun dikkatini duvardaki Hilâl ve Bozkurt çeker.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey’e bunun ne olduğunu sorar:

”O Bozkurt’tur.” der Elçibey ve ekler.

”O gördüğünüz Türk Milleti’ nin sembolüdür totemidir.”

İngiliz televizyoncu biraz düşündükten sonra özür dileyerek tekrar sorar;

”Niçin kendinize vahşi ve yırtıcı bir hayvanı sembol olarak seçtiniz?

”Elçibey’ in cevabı:

”İngilizler’ in sembolü olan aslan hayvanların kralıdır değil mi?

Ancak bu kral dediğiniz hayvana sirklerde 3 kg sosis verip yanan halkaların içinden sağa sola zıplatırsınız…

Vahşi ve yırtıcı dediğiniz Bozkurt’ a bunu yaptıramazsınız.

O, özgürlüğünü ve onurunu hiçbir şeye değişmez.

Bozkurt’ u zincire vurup kafese atsanız bile, ya üzüntüden ölür yada zincir ve kafesi parçalayıp gider.

Onu yok edebilirsiniz. Onu öldürebilirsiniz ama sindirip esir edemezsiniz.

Bozkurt’ u kendinize tâbi kılamazsınız.

İşte bu nedenle Türkler kendilerine mücadele sembolü olarak Bozkurt’ u seçmiştir.”

Ruhun şad mekânın cennet olsun.

Ebulfez Elçibey

Posted in Yazılarım | BOZKURT için yorumlar kapalı
Tem 06

“BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey

“BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey

Bir gün Rektör,

Ebulfez Elcibey’i odasına çağırır ve aralarında su konuşma geçer;

-Ebulfez seni çok sevdiğimi biliyorsun.

-Biliyorum.

-Seni takip ediyorlar, biliyor musun?

-Biliyorum.

-Seni cezaevine atacaklar Ebulfez.

-Biliyorum.

-Gel, su islerden vazgeç.

Türkiye’yi kötüleyen bir yazı yaz, sonra hangi makama istersen, seni o makama atayacaklar..!

-Ben Türkiye’yi kötülemem.

-Makaleyi biz yazalım, sen altına imzanı at. Cezaevinden kurtul, hem de yüksek maaşlı bir makama gel. Fena mı olur?

-Ben Türkiye’yi kötüleyeceğime, cezaevinde tas¸ taşırım.

Sonuç:

Elçibey tutuklandı ve sürgüne gönderilip tas¸ taşıdı ama yolundan dönmedi, kimseye eğilmedi.

Tarihe namuslu ve şerefli bir Cumhurbaşkanı olarak geçti, O parayı ve makamı reddeden adam.

Bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunda dahi kirada oturuyordu!

Ayakkabı isteyen kızına maaşımı çekince alırım kızım diyordu!

Ruhu şad mekânı cennet olsun.

Ebulfez Elçibey

(Azerbaycan Eski Cumhurbaşkanı ve Annesi)

Posted in Yazılarım | “BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey için yorumlar kapalı
Tem 01

MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR

MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR

Son yirmi yılda Türkiye dört büyük tehlike ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar birçok siyasetçi ve yazarın “beka meselesi” dediği ölçüde ciddi tehlikelerdir. Beka meselesi, ölüm kalım meselesi demektir. (Beka kelimesinin ikinci hecesi uzun söylenir. Fakat kâtip kelimesindeki gibi değil “öldüren” anlamındaki katil kelimesinin ilk hecesi gibi telaffuz edilir.)

Dört büyük tehlikeyi ve sorumlularını sırasıyla görelim.

1.Bölücülük tehlikesi. Kökleri daha eskilere gitmekle birlikte bölücülük tehlikesi son yirmi yılda iyice artmış ve görünür hâle gelmiştir. PKK, YPG gibi oluşumlar, bölücülüğün eylemci kuruluşlarıdır; binlerce insanımızı öldürmüşlerdir ve hâlâ öldürmektedirler. Ancak bu eylemci kuruluşların arkasında bölücülük düşüncesi vardır ve bu düşünce sivil toplum kuruluşlarıyla, yayın organlarıyla ve siyasi partilerle de kendini göstermektedir. Nihai amaçları Türkiye’nin bir parçasını koparmaktır.

Bölücülüğün son yirmi yılda iyice azmasının asıl sorumlusu bugünkü iktidardır. Oslo görüşmeleri, açılım/çözüm politikaları, Habur sınır mahkemeleri, Dolmabahçe mutabakatı hep bugünkü iktidar tarafından icra edilmiştir. Belli bir tarihten sonra bu politikalardan vazgeçilmiş olması sorumluluğu ortadan kaldırmaz.

2. İrtica/şeriatçılık tehlikesi. Bu tehlikenin kökleri de eskiye dayanmaktadır. Ancak tehlike hiç bugünkü kadar azgın ve görünür hâle gelmemişti. Günümüzün iktidarı, aslında yasak olan tarikatlara yol vererek tehlikeyi büyütmüştür. Hatta iktidar partisinin bizatihi bu tehlikenin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tescillenmiştir. İktidar mensuplarının Atatürk, cumhuriyet ve cumhuriyet değerlerine karşı söylem ve tutumları artarak devam etmektedir. Millî Eğitim Bakanı’nın STK dediği tarikat ve cemaatlerle yapılan anlaşmaları savunması, böylece tarikat ve cemaatlerin Türk millî eğitiminin içine sokulması, çağdaşlıktan uzak yeni müfredat programı bu tehlikenin en son ve en vahim uygulamalarıdır.

3. FETÖ. Aslında irtica/şeriatçılık tehlikesi içinde olmakla birlikte bu tehlike ayrıca ele alınacak ölçüde büyüktür. İktidarın FETÖ ile iş birliği yaptığı bizatihi iktidar partisinin başkanı tarafından ifade edilmiştir. ABD destekli olduğu da ortaya çıkan ve kanlı bir darbeye teşebbüs edecek kadar cüretkâr ve gözü kara kara olan bu örgüt bugün için tasfiye edilmiş gibi görünmektedir. Ancak iktidarla yaptığı iş birliği sayesinde Türk silahlı kuvvetlerinin, emniyet teşkilatının, yargı organlarının ve üniversiteler gibi daha birçok kurumun yapısında çok büyük tahribata yol açmıştır.

4. Sığınmacı ve kaçaklar. Çoğu Suriyeli ve Afganistanlı olan sığınmacı ve kaçaklar, ülkemizi Türk devleti olmaktan çıkaracak kadar büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin sorumlusu da bugünkü iktidardır. AKP iktidarı Suriye’nin iç işlerine karışarak ve sınırlarımızı sonuna kadar açarak, hatta ensar-muhacir edebiyatıyla sınırlardan girişi âdeta teşvik ederek bu büyük tehlikeye yol açmıştır. Tehlikenin ortadan kaldırılması için hâlâ ciddi bir tedbir düşünmemektedir.

MHP yöneticilerinin de bu tehlikeleri kabul ettiğini düşünüyorum. Olayların tarihleri açıktır ve hepsi 2002’den sonradır. Buna göre tehlikelere yol açan sorumlu(lar) konusunda farklı bir düşüncede olamaz, olmamalıdır. Dolayısıyla Türk milliyetçileri ve ülkücülerin büyük bir bölümünün, MHP’nin bugünkü duruşunu kabul edememeleri son derece normaldir.

Yandaş medyanın bir bölümü ise tehlikeleri yaratan odakların zaten içindedir. Bir bölümü de ya çıkarları için ya korktukları için sorumluların yanında durmayı tercih etmektedirler.

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mhp-yandas-medya-ve-iktidar-814257h.htm

Posted in Gündem | MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR için yorumlar kapalı
Haz 20

ANNEM

ANNEM

* * *

Yine sana gelmek isterim annem

Kötülük tünedi bir baykuş gibi

Çırpınır yüreğim tıpkı kuş gibi

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Sevginin, şefkatin harmanısın sen

Her türlü derdimin dermanısın sen

Yaşanan ömrümün fermanısın sen

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Çıkmıyor özümden dostun karası

Sardı her yanımı duygu sarası

Öpersen geçerdi gönül yarası

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Bu yalan dünyanın zevkine kandım

Sen yanma demiştin, ben sana yandım

Herkesten, her şeyden bıktım usandım

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Beni çağırmıştı dil ile özün

Beni gördüğünde gülmüştü yüzün

Beni götür oğlum olmuştu sözün

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Kur’an’ı okudun, okuttun hem de

Gönüllere sevgi dokuttun hem de

Hak yolda miskleri kokuttun hem de

Yine sana gelmek isterim annem

* * *

Kenan Şahbaz

BABAMDAN ÖĞÜTLER (2)

“Ne aptallar para ile bey olur

Ondan, ne kasaba ne de köy olur

Hak, hukuk, adalet böyle zay’ olur

İt, iti ısırmaz” demişti babam

* * *

“Uysal görünse de dikkatli olun

Takmaya ya zincir, ya tasma bulun

En sadık köpeği olsa da kulun

İte güvenilmez” demişti babam

* * *

“Akrebi, yılanı, tilkiyi tanı

Bir gaye uğruna akıtır kanı

Bozkurt ol, kimseye verme yakanı

Köpekçe yaşanmaz” demişti babam

* * *

“Yüreksizler cesaretten ne anlar

Yürekliler mavzer kurşunu, vınlar

Bir atasözümüz kulakta çınlar

İte rağbet olmaz” demişti babam

* * *

“Akıl, tüm bedene hâkim olmalı

Med ve cezirlere tedbir almalı

Her şey gerçeğiyle özde kalmalı

Bal, yala karışmaz” demişti babam

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Yazılarım | ANNEM için yorumlar kapalı
Haz 09

ABD ASKERLERİ ŞİRKETİNİN SALDIRISI!

ABD ASKERLERİ ŞİRKETİNİN SALDIRISI!

Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından yazılı olarak cevaplandırılması isteğiyle TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi

Türkkan, önergesinde “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terör örgütlerine karşı kararlı mücadelesi, hepimizin takdir ettiği bir şekilde devam etmektedir” dedikten sonra şu ifadeleri kullandı:

“Ülkemize ve TSK’ya karşı düzenlenen son alçak saldırılarda yabancı askeri şirketlerin bölücü hain terör örgütüne destek sunduğu iddia edilmektedir.

Bu iddiaların ötesinde menşei Amerika Birleşik Devletleri olan askeri şirketlerin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki varlıkları gerek ilgili askeri şirketlerin kaynaklarında, gerekse de yabancı basın organlarında açıkça beyan edilmiştir.

Bu beyanlarda ilgili şirketlerin hain terör unsurlarına yönelik desteği ise apaçık ortadadır. Ayrıca başta ABD, Fransa ve Rusya’nın bölgede terör unsurlarına karşı desteği tüm dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu destek öyle bir noktaya ulaşmış vaziyettedir ki; ülkemizi tehdit eden alçak terör örgütleri düzenli ordu seviyesine getirilmiş, bu hain örgütler her türlü teçhizat, eğitim ve imkânlarla donatılmıştır.

Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki yabancı askeri şirketlerin sürdürdüğü faaliyetlere bakıldığında bir terör örgütünden farksız olmadığı görülmektedir. Ancak tüm bu yaşanılanlara rağmen bölgede faaliyet gösteren yabancı askeri şirketlere yönelik herhangi bir mücadeleye yönelik kararlılık görülmemektedir.”

***

Türkkan’ın cevaplandırılmasını istediği sorular şöyle:

“1-İstihbarat kaynaklarından gelen bilgiler de dikkate alındığında Irak ve Suriye’nin kuzeyinde varlık gösteren terörist sayısı ne kadardır? Teröristlerle mücadeleye yönelik olarak Irak ve Suriye’deki askeri kaynaklarla herhangi bir işbirliği ya da istişare gerçekleştirilmekte midir?

2-Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yaşanan otorite boşluğundan ötürü Türkiye’nin meşru müdafaa hakları saklı bulunmaktadır. Bu meşru müdafaa hakları içerisine hain terör örgütlerine destek veren yabancı askeri şirketlerin bölgedeki varlığını ve hareketini önlemek dahil midir?

3-Bölgedeki yabancı askeri şirketlerin varlığıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’yla herhangi bir koordinasyon gerçekleştirilmekte midir?

4-Hain terör örgütleriyle işbirliğinden ötürü bölgedeki yabancı askeri şirketlerin birer terör örgütü olarak tanımlanması yönünde devletin resmi makamlarıyla birlikte Bakanlığınız tarafından herhangi bir adım atılmış mıdır? Atılması düşünülmekte midir?”

***

Öncelikle belirtmeliyim ki Amerikan saldırısıyla ilgili yayınladığım bilgiler, bir iddia değil, kaynağı sağlam, çok net bir haberdir ve bu sütunda 1 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

O yazıda, “Irak’ın kuzeyindeki Pençe-Kilit harekât bölgesinde, 12 askerimizin şehit edilmesiyle sonuçlanan saldırıları, Suriye’nin Kamışlı bölgesinden gelen bir Amerikan özel askerî şirketinin mensupları yaptı. Bilindiği gibi Kamışlı’da Amerikan ordu mensupları ve özel askerî şirketler, PYD/PKK’ya ordu eğitimi veriyor. Saldırı sırasında öldürülen bu özel askerlerden ikisinin kasklarındaki kameraların kayıtları incelendi. Bu kayıtlardan, Mehmetçiklerin, saldırı sırasında doğru yönetilmediği için bu kadar kayıp verildiği değerlendirildi.” diye haberi vermiştim…

Yani saldırıda Amerikan askeri şirketinin desteği değil, doğrudan kendi eylemi söz konusudur!

***

O yazıdan sonra aradan geçen 10 gün içinde en küçük bir açıklama dahi yapılmadı!

Aslında bu bilgiye, benden önce, iki gazeteci daha sahipti ama nedense yazamadılar! Oysa ortada bir devlet sırrı yok! Varsa bile bu sır, Türk devletinin değil, ABD’nin sırrıdır. Halkın, Türkiye’ye yönelik terör eyleminin kaynağını, somut kanıtlarıyla bilme hakkı vardır. “Kanıtlar” derken, konuyla ilgili kamera kayıtları dahil bütün ayrıntılar, devletin elindedir…

Şimdi bir soru da ben sorayım: Amerikan askeri şirketinin, 12 askerimizin şehit edilmesiyle sonuçlanan, TSK’ya yönelik PKK görünümlü saldırılarının hesabı, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’e son İstanbul ziyareti sırasında, sorulmuş mudur?

Alıntı: (11 Ocak 2024) https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abd-askeri-sirketinin-saldirisi-753920h.htm2024

Posted in Gündem | ABD ASKERLERİ ŞİRKETİNİN SALDIRISI! için yorumlar kapalı
Haz 07

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ne kadar bilge düşünce varsa, hepsi daha önce binlerce kez düşünülmüştür; düşünceleri gerçekten kendimizin kılmak istiyorsak, onları kişisel yaşantımızda kök salmalarını sağlayıncaya dek, tüm dürüstlüğümüzle yeniden düşünmemiz gerekir.” Johan Wolfgang Goethe

“Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp, hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” Einstein

* “Günümüzde, dünyadaki temel sorun, aptalların kendilerinden son derece emin, akıllıların ise devamlı şüphe içinde olmalarıdır.”Bertrand Russell

*” Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz eleştirin. Basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin.” Sadi Şirazi

* “Her millet, layık olduğu şekilde yönetilir ve her millet icraatına tahammül ettiği yönetimin mesuliyetine ortaktır.” Winston Churchill

* “Gözler sadece zihnin algılamaya hazır olduğu şeyleri görür.” Henry Bergson

Posted in Atasözleri Vecizeler | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Haz 05

ABD/İSRAİL-İRAN SAVAŞI VE TÜRKİYE

ABD/İSRAİL-İRAN SAVAŞI VE TÜRKİYE

1977-1981 yılları arasında ABD’de başkan olan Carter, Aralık 1977’de İran’ı “Fırtınalı bir denizde istikrar adası” olarak nitelemişti. 1978 Ağustos’unda, ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) tarafından Beyaz Saray’a verilen raporda, İran’da bir devrim olasılığının bulunmadığı yazılıyordu. Ancak, birkaç hafta içerisinde sokak gösterileri başladı. İran Şahı Rıza Pehlevi, Ocak 1979’da ülkeyi terk ederek Mısır’a gitti.

Paris’te sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni, 1 Şubat 1979’da İran’a döndü. Yaşlı bir mollanın iktidarı ele geçirerek İran’ı bir İslam Cumhuriyetine dönüştürebileceğine CIA içinde ihtimal veren yok gibiydi. CIA Direktörü Turner, bu konuda şunları söylüyordu: “Humeyni’nin kim olduğunu, hareketin hangi boyutta destek bulduğunu çözemiyorduk. Bu şahsın yedinci asırdan kalma dünya görüşlerinin, ABD için ne anlama geldiğini de kavrayamıyorduk… Açıkçası resmen ayakta uyuyorduk!”(1)

Ayetullah yanlısı bir grup İranlı öğrenci, Kasım 1979’da Tahran’da ABD Büyükelçiliğini işgal etti. 53 elçilik görevlisi, Carter iktidarının sonuna kadar tam 144 gün boyunca rehin alındı. Rehineleri kurtarmak için Nisan 1980’de, CIA tarafından “Desert One” operasyonu yapıldı. Kurtarma operasyonunu gerçekleştirecek sekiz komandoyu taşıyan helikopter, alandaki bir nakliye uçağına çarptı ve içindekilerle birlikte parçalandı. Tutsak Amerikalılar, kendilerini esir alanların kararıyla Carter’ın Başkanlığı devredip Beyaz Saray’dan ayrıldığı gün ve saatte serbest bırakıldı. Bu zamanlama, tamamen ABD’yi küçük düşürmeye yönelik siyasi bir mesaj niteliğindeydi. (2)

1979’da İran için ABD, “Şeytan ve Düşman” olmuştu. İran, ABD için artık, “Ezeli Düşman”dı.

***

Ve yıl 2001, 11 Eylül sonrası… Yer ABD Pentagon… Çok gizli belgede şu yazıyordu: “Beş yıl içerisinde Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi dağıtacağız.” (3) Altı ülke, dağıtıldı. Kalan yedinci ülke İran. ABD’nin meşhur ‘Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’yle uyumlu. İran’dan sonra sıradaki ülke Türkiye…

7 Ekim 2023… HAMAS, İsrail’e geniş kapsamlı bir saldırı düzenledi. İsrail ve ABD, HAMAS’ın bu saldırısını bulunmaz bir fırsat olarak gördü ve meşru müdafaa zeminine çekti. Ardından, İsrail uluslararası hukuka aykırı ve insanlık suçlarıyla dolu yıkıcı saldırılarına başladı. İsrail’in hedefi sadece Gazze değildi elbette… İsrail Başbakanı Netanyahu hedeflerini şöyle açıkladı: “Bu uzun bir savaştır, Orta Doğu’yu şekillendireceğiz.” ABD Başkanı Biden da benzer açıklamalar yaptı. İsrail’in, Filistin ve Gazze üzerinden başlattığı savaş suçlarıyla dolu saldırı, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmeleri için sadece bir halka…

1 Nisan 2024… İsrail, İran’ın Şam’daki büyükelçilik yerleşkesinde yer alan konsolosluk binasına hava saldırısı düzenledi. İran Devrim Muhafızı’ndan iki general, toplam yedi İranlı yetkili öldü. İsrail Başbakanı Netanyahu, bu saldırıyla İran’a kışkırtarak çatışmaya zorluyordu.

Ve 13 Nisan 2024… İran, Şam’daki konsolosluk saldırısına yanıt olarak, tarihinde ilk kez doğrudan İsrail’i hedef alan 300’den fazla silahlı hava aracı, füze ve roketle saldırı gerçekleştirdi. Saldırıda, sadece bir yaralı olduğu belirtildi. Oysa, gerçek silah ve mermilerin kullanıldığı, bu kadar geniş kapsamlı bir tatbikatta bile İsrail’in kayıp verme olasılığı daha fazla olurdu. Saldıranın, koordineli, kontrollü ve ölçülü olduğu söylenebilir. Nitekim, İran tarafı saldırı bilgisinin 72 saat önce ABD’ye bildirildiğini açıkladı. Yani İsrail’e bildirilmiş…

İran’ın kontrollü ve koordineli saldırısı ilk kez olmuyordu… ABD, 3 Ocak 2020’de İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’yi Irak’ta öldürmüştü. İran bunun üzerine, 8 Ocak 2020’de ABD’nin Irak’ın Anbar eyaletindeki Ayn el Esad hava üssüne ve Erbil’de ABD askerlerinin bulunduğu noktalara 22 füze atmıştı. ABD yetkilileri, üslerin saldırı öncesinde boşaltıldığını ve kimsenin zarar görmediğini söylemişlerdi. Trump, “Bizi aradılar ve dediler ki, ‘Dinleyin, başka seçeneğimiz yok. Sizi vurmak zorundayız çünkü kendimize saygımız var’. Bunu anlıyordum. Onları vurmuştuk ve bir şeyler yapmaları gerekiyordu” dedi. İran’dan fırlatılan 18 füzenin, 5’inin havada infilak ettiğini diğerlerinin de üssün çevresine düştüğünü belirten Trump, normalde bu füzelerin oldukça hassas ve isabetli silahlar olduğunu söyledi. (4) Yani, en üst düzeyde koordine edilmiş bir saldırıydı…

***

Kontrollü ve koordineli olsa da, İran’ın 13 Nisan 2024 saldırısının önemli stratejik sonuçları oldu:

-İran, “Beni hedef alırsan misliyle ve şiddetle karşılık veririm” dedi; iç ve dış kamuoyuna bunu gösterdi. İran mutlu…

– Netanyahu’ya yönelik tepkiler durdu, iktidarı sağlamlaştırdı, İsrail, kendisine yönelik tehdidin büyüklüğünü dünyaya gösterdi, İran’ı daha fazla şeytanlaştırdı… İsrail, Gazze’ye, Lübnan güneyine (Hizbullah) ve Suriye’ye saldırılarının şiddetini artırma fırsatını yakaladı. İsrail ve Netanyahu çok mutlu…

-ABD, “Ben savaş istemiyorum, ama İsrail’i her koşulda korurum” dedi. ABD de mutlu… Aslında, İran ABD’nin hedefinde ve sıra İran’a geldi. Ancak ABD, 5 Kasım 2024 Başkanlık seçiminde oy kaybı riskini göze alamadı. İsrail bu süreçte, gecikmeden İran’a savaş açmak isterken, ABD Başkanlık seçimleri sonrası diyor. İki ülke arasındakini anlaşmazlık bu…

-İran’ın İsrail’e saldırısıyla, taraflar da belli oldu: ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün ve Suudi Arabistan İsrail’in yanında. Bu ittifaka Almanya, Kanada, Polonya ve Avustralya gibi ülkeler de katılabilir. Ayrıca, ABD’nin Katar, Kuveyt, Bahreyn ve BAE’de üsleri var. Bu üsleri kullanabilir.

Çin ve Rusya sıcak çatışmaya girmeden, İran’a ekonomik ve silah desteği sağlayacaklardır.

-İsrail ve İran silah sistemlerini test etme fırsatı buldular. Olası savaşta, eksikliklerini belirlemiş oldular.

***

Evet, sıra İran’da. 5 Kasım 2024 Başkanlık seçimi sonrası ABD/İsrail ve oluşturulan koalisyon ülkeleri tarafından, uygun bir zamanda, havadan, bölgedeki üslerinden ve denizden füze/roketlerle İran’ın askerî ve ekonomik gücünün tümüyle çökertilmesini hedef alınacak. İran’ın en zayıf halkası, totaliter yönetim nedeniyle iç cephesi. ABD’nin İran’la savaşa tutuşmasından en fazla etkilenecek diğer ülke Türkiye. İran’dan sonra, sıra Türkiye’de. Bunun için taşlar döşendi. Suriye’de PKK/PYD terör örgütü devletçiği kuruldu. El Kaide-IŞİD terör örgütlerinin yuvalandığı, Hatay’la 130 km sınırı bulunan Suriye İdlib, Küçük Afganistan’a dönüştürüldü. Ve Türkiye, dünyanın en fazla göçmenini barındıran ülke konumunda. ABD’nin İran’la savaşı Türkiye için felaketle sonuçlanabilir…

***

Bölgede savaş iklimi var ve kara bulutlar her an yağmura dönüşebilir. Türkiye kendini korumalı. Gecikmeden sığınmacıların/göçmenlerin istedikleri ülkeye gidişlerinin önü açılmalı. Bunun için, AB ile yapılan “Geri Kabul Anlaşması” iptal edilmeli. Zengin ve 30’a yakın Avrupa ülkesi Türkiye’nin yükünü rahatlıkla paylaşabilir. Türkiye, Avrupa’nın güvenliğini kendi güvenliğini tehlikeye atarak sağlayamaz. Tarihte, dünyanın en fazla göçmenini barındıran bir ülkenin mutlu olduğu bir örnek yok. Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın parçalanmasını önleyecek diplomatik adımları atmalı. Rusya ve Suriye ile iş birliği yaparak, İdlib’teki IŞİD-El Kaide ve türevi örgütlerini etkisiz duruma getirmeli. PYD/PKK terör örgütünün etkisiz kılınması için, gerekirse ABD’ye rağmen operasyon yapılmalı. Ve olası bir çatışma için asker hastaneleri gecikmeden açılmalı.

Büyük Atatürk’ün çöpe attığı SEVR hayali hızla gerçekleşme yolunda, taşlar hızla döşeniyor… Türkiye bu tarihî gerçeği görmeli…

Atatürk’ün dış politikası, “millî gücü ve ulusal çıkarları esas alan”, “gerçekçilik”, “tam bağımsızlık” ve “anti emperyalizm” ilkelerine dayanan millî bir siyasettir. Millî Bağımsızlık, Millî sınırların korunması, Yurtta Barış Dünyada Barış, Uluslararası hukuka saygı ilkelerini esas alır. Dünyanın en aktif politikasıdır. Türkiye, Atatürk’ün politikasına dönerse tüm sorunları zaten çözmüş olur…

“Tarih bir dikiz aynası, arada bir bakılması gereken.”

Kaynaklar:

(1-2) Tim Weiner, Legacy of Ashes, The History of CIA (Enkaz Devralmak-CIA Tarihi) Bölüm Beş, 2007.

(3) https://www.globalresearch.ca/we-re-going-to-take-out-7-countries-in-5-years-iraq-syria-lebanon-libya-somalia-sudan-iran/5166 (Erişim, 21 Haziran 2022).

(4)https://www.indyturk.com/node/672551/d%C3%BCnya/trumptan-%C3%A7ok-konu%C5%9Fulacak-i%C2%B7ran-iddias%C4%B1-aray%C4%B1p-sald%C4%B1r%C4%B1y%C4%B1-haber-verdiler

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Gündem | ABD/İSRAİL-İRAN SAVAŞI VE TÜRKİYE için yorumlar kapalı