Kas 11

Atatürk 7 Kasım 1938 günü ölüme nasıl direndi?

Atatürk 7 Kasım 1938 günü ölüme nasıl meydan okudu?

7 Kasım 1938 Pazartesi Dolmabahçe Sarayı

Günün ilk dakikalarında Atatürk arka üstü yatarken, bir ara tükürdü ve tükürüğündeki kan dikkat çekti. Sıkıntısı büyüktü. Arada bir öksürüyordu.

Gece, aralıklı olarak bir saat kadar uyumuştu.
El ve ayaklarında farkına varılan soğukluk ovuşturularak giderilmeye çalışılmıştı…
Traşını olmayı ihmal etmedi. Kendisinin ve iki kızının soyadını verdiği  Mehmet Tanrıkutmete hüzünlüydü. Her geçen ızdıraplı günün tanığıydı. Üzüntüsünden kahrolurken Atatürk’e hissettirmiyordu…

Saat 10.30’da doktorlar yanına geldi. Karnında toplanan sudan o kadar rahatsız olmaktaydı ki kesinlikle alınmasını istiyordu.

Doktorlar aralarında konuşmak için odadan çıktıktan sonra Atatürk öğleye doğru Prof. Nihat Reşat Belger’i çağırttı ve kendisine güçlükle konuşarak, “Doktor, karnımdaki bu suyu çekme zamanı geldi. Çünkü bu mayi benim nefesime dokunuyor. Soluk almamı güçleştiriyor. Bunu çekip alın!” dedi.

Prof. Belger açıklama yaptı:
“Emr-i devletinizi yarın ifa ederiz. Çünkü malum-u devletiniz üzere su çekilmeden önce kalbi takviye edecek tedbirler almak zarureti vardır…”
Sesini olunca gücüyle duyurmaya çalışarak çıkıştı:

“Emrediyorum! Bunu bugün çekin!”

Prof. Belger yanından ayrıldıktan sonra durumu diğer hekimlere anlattı. O sırada Atatürk bütün doktorların yanına gelmesini istedi. Doktorlar gelince de adeta yalvarırcasına konuştu:

“Ben mustaribim, hemen suyu alın…”

Prof. Neşet Ömer İrdelp, “Efendimiz, yarın yapılacak, her şey hazırlanıyor” diye cevap verirken, “Bugün ile yarın arasında ne fark var? Hemen yapınız!” diye direndi.

Prof. Mim Kemal Öke’nin Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde ders vermesi dolayısıyla sarayda bulunmadığı, ertesi güne ertelenmesi gerektiği anlatıldı ise de ısrarından vazgeçmedi.

“İşte! Doktor Mehmet Kâmil Bey (Berk) var, zaten bu işi en iyi beceren de o imiş, o yapsın” dedi.

Bu direniş karşısında doktorlar görüşeceklerini söyleyerek odan ayrıldılar. Doktorların dışarı çıkmasıyla birlikte kaşları çatıldı ve sesi de acı içinde hiddetlendi:
“Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur…” dedikten sonra karnını göstererek, “Bu insupportable (dayanılmazdır)” diye ekledi.
Prof. Ömer Reşid İrdelp: “Vücuttaki yağlar tamamen eridi. Şimdi de…”
Hazırlığını tamamlayan Doktor Mehmet Kâmil Berk saat 12.20’de 3. ponksiyona başladı. Atatürk karnındaki bütün suyun alınmasını istiyordu.

Su boşaltıldıkça ne kadar çıktığını sordu. Alınan suyun miktarı Prof. Nihat Reşat Belger tarafından kontrol ediliyordu.
Gerçekte 6 litre kadar alınmıştı ama Nihat Reşat Bey kendisine iki katını söyledi.
Ateşi biraz yükselmişti ama ferahlamıştı. Canının enginar yemeği çektiğini söyledi. Fakat o sebze o zaman İstanbul’da bulunmuyordu. Hemen Hatay’a ısmarlanması istendi.
Akşama doğru uyuyakaldı. Gece yarısı 02.00’de uyandı. Saat 06.00’ya kadar hafif bir unutkanlık hali üzerine çöktü. O sırada yanında bulunan Salih Bozok ile Kılıç Ali Bey, Prof. Neşet Ömer Bey’e durumun ciddiyetini sorup yanıtını aldı:

“Hastalık süratle ilerliyor. İkinci defa su alınmasından evvelki hayatının hiç olmazsa, bir iki sene idamesine imkân bulunacağının ümidindeydik. Fakat bugün kurtulmak için ancak yüzde üç ihtimal vardır. Bu hastalıktan Atatürk’ün diğer işlerinde olduğu gibi, talih yardım etmemiştir. Karaciğer artık vazifesini yapamıyor. Zehirlenme başlamıştır. Vücuttaki yağlar tamamen eridi. Şimdi de etleri erimektedir. Vaziyet mühim ve ümitsizdir.”

1 Temmuz 1927 gününden o yana neşeli ve özgür gülner yaşanan sarayda sessizlik hakimdi. Sadece saray değil Türkiye ve hatta dünya insanının zihinlerinde merak, yüreklerinde hüzün vardı…
Kaynak kitaplar:
Yaşar Gürsoy, Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor
Yaşar Gürsoy, Atatürk ve Berberi – Hoşça kalın Çocuklar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | Atatürk 7 Kasım 1938 günü ölüme nasıl direndi? için yorumlar kapalı
Kas 09

ATATÜRK’ÜN VASİYETİ

ATATÜRK’ÜN VASİYETİ

5 Ekim 1938, saat 08.00 Atatürk erkenden uyanmıştı. Başında beklerken bulduğu kütüphanecisi Nuri Ulusu’ya, “Bana hemen Mehmet’i gönderin!” dedi kısık bir ses tonuyla.

Berber Mehmet Tanrıkut Mete o aralar erken kalkmasına alışkın olmadığından, merak ve telaşla alet edevatını alıp hemen Atatürk’ün yatak odasına koştu.

“Emredin Paşam!”

“Hemen görevini yap Memo! Saçımı, başımı düzeltiver her zamanki gibi. Sonra da banyo alacağım…”

Berber Mehmet sesinde bir burukluk sezdi ama soramadı. İşine koyuldu, solgun yanaklarında usturasını gezdirdi, tıraşını tamamladı, arkadaşlarıyla Ata’sını banyoya götürdü…

Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün vasiyetnamesinin taslağını ha- zırladıktan sonra konuyu Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’e açtı. Ev halkının telaşlanmaması, konunun yayılmaması için getirilecek noter, Prof. İrdelp’in eski bir doktor arkadaşı olarak tanıtılacak ve sözüm ona konsültasyon için gelmiş olacaktı.
Noter olarak Beyoğlu 6. Noteri İsmail Kunter seçildi.
Noter Kunter  daha önce İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Başkanlığı, temyiz üyeliği gibi görevlerde bulunması ve bu görevlerde gösterdiği liyakat, seçilmesinde önemli rol oynamıştı.

Hasan Rıza Soyak hazırladığı vasiyetname taslağını getirdiğini söyleyince, Atatürk’ün cevabı, “Derhal yazalım, kapıyı kapa, kimse içeri girmesin,” oldu.

Çocuklarım dediği berberi Mehmet Tanrıkut Mete, kütüphanecisi Nuri Ulusu ve sofracıbaşısı İbrahim Ergüven olağandışılığın hemen farkına vardı ama yapacakları hiçbir şey yoktu, çaresizlik dehlizlerinde birbirlerinin gözlerinin içine bakakaldılar.

Atatürk doğrulup yatağın içine oturdu, önüne ayaklı yemek tablasını aldı ve yazmaya başladı. Çok sakindi. Arada bir yazdıklarına da göz attı. Hem yazıyor hem de bazı kelimeleri değiştiriyor, cümleleri manalarına zarar vermeden kısaltıyor ve sadeleştiriyordu.

Hasan Rıza Soyak bir ara, “Atatürk’üm yoruldu iseniz bırakınız, birkaç saat sonra devam edersiniz,” dedi. Yanıtı kesin oldu:

“Hayır, hayır başladık, bitirelim.”

Altı maddelik vasiyetnamesinde, kendisine üç gün önce mektup yazan ve ağır bir safrakesesi rahatsızlığı geçiren İsmet İnönü’yü de unutmadı:

“Hasan Bey, neme lazım İsmet kardeşim de ağır hastadır. Ölürse çocukları açıkta kalmasın…”

6 Ekim 1938
Karaköy’de Toptaş Hanı’nın alt katında çalışmakta olan Beyoğlu 6. Noteri İsmail Kunter, saat 11.10 sıralarında telefonla Dolmabahçe Sarayı’na davet edildi.
Çağrı acildi ve görev için gerekli evrakı da alarak gelmesi istenmişti. Saray kapısındaki görevlilere, Atatürk’e yapılacak konsultasyon için Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in bir doktor arkadaşının geleceği bildirilmişti. Bu sebeple hemen içeri alındı.

Atatürk deniz tarafındaki pencerelerin önüne koydurduğu şezlonga oturmuş, sigara içiyordu. Konuğunu görünce, “Buyursunlar,” diyerek üçüne de karşısında yer gösterdi.
Konuklar oturdular. Atatürk, Noter İsmail Kunter’le bir süre sohbet etti. Kahvelerin içilmesinden sonra Noter Kunter, bir soru sormak için izin istedi ve izin verilmesi üzerine neden çağrıldığını sordu. Bunun üzerine Atatürk, önündeki sigara masasının üzerine koyduğu zarfı ona uzattı, “Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman lütfen kanuni muamelesini yaparsınız,” dedi.

İsmail Kunter hemen bir tutanak hazırlayarak Atatürk’e, tanık olarak da Hasan Rıza Soyak ve Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’e imzalattı. Tutanağın bu bölümünde şöyle deniliyordu:

“Davet sebebini kendilerinden sorduğumda (kendi elimle yazıp zarf içine koyduğum vasiyetnameyi size tevdi ediyorum. Bu vasiyetnamenin muhafazasını ve kanuni hükümlerinin yerine getirilmesini isterim) buyurdular. Bana kapalı olarak verilen zarfı alırken Neşet Ömer İrdelp ve Hasan Rıza Soyak hazır bulunuyorlardı. Zarfı muhafaza için aldım ve bu zabıt varakasını tanzim ederek vasiyetnameyi tevdi eden ulu önderimiz Atatürk’e, hazır bulunanlara imza ettirdim. Ve ben de altını mühürleyerek imza ettim”
Atatürk’ün 5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe Sarayı’nda kendi eliyle yazdığı, ölümünden sonra 28 Kasım 1938 günü Ankara’da Üçüncü Sulh Hukuk Mahkemesi Hakimliği’nce açıklanacak vasiyetnamesinde şunlar yazılıydı:

“Dolmabahçe, 5-IX-1938
Pazartesi
Malik olduğum bütün nukut (para) ve hisse senetleri ile Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (ev, dükkân, tarla gibi taşınamayan mallar) Halk Partisi’ne atideki (ilerideki) şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
Nukut ve hisse senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
Her seneki nemadan bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, Makbule’ye ayda bin, Afet’e sekiz yüz, Sabiha Gökçen’e altı yüz, Ülkü’ye iki yüz lira ve Rukiye ve Nebile’ye şimdiki yüzer lira verilecektir.
Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek para verilecektir. Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da yaşadığı ev de emrinde kalacaktır.
İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır. Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.

K. Atatürk”

6 Ekim 1938
Saat: 12.30
Berber Mehmet ve arkadaşları odanın dışında; olup bitenleri görmezken gerçeği tahmin etmekte hiç de güçlük çekmemişlerdi. Her birinin gözleri kan çanağına döndü, boğazlarına gülle oturdu, kahroldular.

Aynı gün Prof. Dr. Fiessinger dördüncü defa İstanbul’a gelecek, Dolmabahçe’de Atatürk’ü muayene edecek, Atatürk ise İstanbul’un kurtuluşunun 15. yıldönümü nedeniyle gece düzenlenen fener alayını, Dolmabahçe Sarayı önüne gelen halkın coşkusuyla mutlu olmaya çabalayacaktı…
Uğruna canını ortaya koyduğu halkı gırtlaklarını yırtarcasına, her şeyden habersiz, olanca gücüyle haykırıyordu.

“YAŞA ATATÜRK, VAR OL ULU ÖNDER!”

Yaşar Gürsoy

Kaynaklar:  1-Atatürk ve Berberi – Hoşça kalın Çocuklar
                    2-Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | ATATÜRK’ÜN VASİYETİ için yorumlar kapalı
Kas 07

MİLLİYETÇİLİKTEN VE ÇAĞDAŞLIKTAN VAZGEÇİLEMEZ

MİLLİYETÇİLİKTEN VE ÇAĞDAŞLIKTAN VAZGEÇİLEMEZ

Milliyetçilik milleti ve vatanı sevmektir. Sevmek kavramı içinde hem korumak hem geliştirmek vardır.

Geliştirmek; ilerletmek, yükseltmek, güzelleştirmek ve zenginleştirmek demektir. Bütün bunlar da ancak çağdaşlıkla mümkündür. Demek ki çağdaşlık da aslında milliyetçiliğin vazgeçilmez bir unsurudur.

Atatürk’ün en çok kullandığı kavramlar, millet ve çağdaşlıkla ilgili kavramlardır: Türk milleti, Türk ulusu, asri, asrileşmek, muasır (a sesini uzatarak ve tek s ile), muasırlaşmak… Bütün siyasetini de bu kavramlar üzerine kurmuştur. Dolayısıyla Atatürk’ün yolu, Türk milliyetçilerinin yoludur.

Çağdaşlıktan vazgeçmiş olan, Türkiye’nin yolunu Orta Doğu’ya çeviren siyasi partilerle ve onları destekleyenlerle bizim işimiz yoktur. Daha doğrusu işimiz onlarla mücadele etmek ve ülkenin yönünü tekrar çağdaşlığa döndürmektir.

Ülkeyi bölmek isteyen siyasi partilerle, onlara destek veren ve onlarla ittifak yapan partilerle de işimiz yoktur. 20. yüzyılın en büyük Türk milliyetçisi olan Atatürk, Türkiye’yi tekil bir devlet olarak Türk kavramı üzerine kurdu. Dolayısıyla, başta Atatürk’ün kurduğu parti olmak üzere Atatürkçü olduğunu iddia eden hiçbir parti bölücülüğe taviz veremez, bölücülerle iş birliği yapamaz. Bunları yaparsa Atatürkçü olduğunu iddia edemez.

Milyonlarca kaçak ve sığınmacı ile ülkenin demografik yapısını, Türk olan yapısını değiştirenler, bunu mazur görenler de Atatürkçülükten söz edemez. Atatürk, adı Türk olmayan bir topluluğun milliyetçisi değildi, bir Türk milliyetçisiydi; bütün ömrünü Türk milletini ve ülkesini geliştirme yolunda harcadı.

Önümüzdeki yol, Türk milletini Türk olarak korumak ve yükseltmek yoludur. Bu yolu, Türklük ve çağdaşlık yolunu çoktan terk etmiş olanlarla iş birliği hiçbir şekilde bağışlanamaz. Muhafazakârlık filan diyerek Türk milletini Orta Doğu bataklığına sürükleyenlerle iş birliği yapmak, milliyetçilikten de çağdaşlıktan da vazgeçmek demektir. Kendilerini Türk milliyetçisi kabul edenler oradan oraya savrulamaz.

Muhafazakârlık, birilerinin yorumladığı, âdeta kendilerinin yeniden ürettiği anlamdaki dine bağlılık demek değildir; dini şekilden ibaret görmek değildir. Hele cahil tarikat şeyhlerinin ardından gitmek hiç değildir. Muhafazakârlık, Türk milletini Türk olarak yaşatmaya çalışmak; vatanın tarihini, toprağını, suyunu, ormanını, madenini, kuşunu, kurdunu korumak demektir. Böyle bir muhafazakârlık gereklidir ve çağdaşlığa ters değildir; hatta tam tersine çağdaşlığın gereğidir.

Çağdaşlığı reddeden toplumlar, çağdaş ülkelerin kölesi olarak yaşamaya mahkûmdurlar. Eline pala alıp “Yâ Allah!” diye kafa keserek çağdaş ülkelerle mücadele edilemez. Ancak bilim yoluna girerek, bilim üreterek çağdaş ülkelerle mücadele edebilirsiniz.

Atatürk’ün milliyetçilik ve çağdaşlık yolu tutmuştur. Türkiye’nin geleceği de bu yoldadır. Atatürk’ü reddedenler 15 yıl da 25 yıl da iktidar olsalar milleti bu yoldan döndüremezler. Boşuna uğraşmasınlar. Onlarla ittifak ağızları yapanlar da boşuna heveslenmesinler.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | MİLLİYETÇİLİKTEN VE ÇAĞDAŞLIKTAN VAZGEÇİLEMEZ için yorumlar kapalı
Kas 05

MÜSLÜMAN OLAN VAR MI?

MÜSLÜMAN OLAN VAR MI?

Günlerden bir gün adamın birisi elinde kocaman bir bıçakla camiye dalar ve cemaata sorar:
– Müslüman var mı?
Cemaat korkudan sesine çıkaramaz, sessizlikten sonra yaşlı bir amca ayağa kalkar:
– ben Müslümanım der.
Bıçaklı adam ve yaşlı amca camiden çıkar, dışarıdaki inek sürüsünü gösterip:
– Amca şunları kurban edeceğim fakat ben beceremedim yardım edebilir misin der.
Yaşlı amca baya bir kurbanlık kestikten sonra ben yoruldum başka birisini bul der.
Adam bu sefer kanlı bıçaklı camiye girer ve sorar:
– Aranızda başka Müslüman var mı? Bıçakların kanlı olduğunu gören cemaat yaşlı amcayı kestiğini düşünür ve daha çok korkarak bir anda caminin imamına bakar, imam:
– Ne bakıyorsunuz ula birkaç rekat namaz kırdırdık diye hemen Müslüman mı olduk?

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | MÜSLÜMAN OLAN VAR MI? için yorumlar kapalı
Kas 03

TÜRKLER İKBİNBEŞYÜZ YIL ÖNCE TANRI’YI BİLİYORDU

TÜRKLER İKBİNBEŞYÜZ YIL ÖNCE TANRI’YI BİLİYORDU

VE ŞÖYLE DUA EDİYORDU

Arapların putlara Perslerin ateşe taptıkları dönemden 800 sene önce, bir ve tek olan Tanrı’ya inanan Türk Hun Hükümdarları şu duayı okurlardı:

“Ulu Tanrı.

Her şeyi yaratan Tanrı.

Yenilmez, yıkılmaz, ölmez, bitmez, yitmez, yok olmaz Tanrı.

Suyu donduran, buzu eriten, buzdan su yürüten, sudan ırmak coşturan, ırmaktan göl dolduran, gölde balık gezdiren Tanrı.

Kuru derelere pınar koşturan, ota ağaca can yürüten, ottan ağaçtan çiçek çıkartan, çiçeklerden oğul veren, arıya bal yaptıran Tanrı.

Günümüzü aydınlatan, gecemizi yıldızlarla süsleyen Tanrı.

Bize yeni bir yıl veren Tanrı.

Bu yıl bize bol ver, bolluk ver!

Otumuz otlağımız bol ver.

Kulunlarımız kuzularımız bol ver.

Yapağımız yünümüz, yağımız sütümüz, peynirimiz, kımızımız bol ver.

Yağmurumuz suyumuz bol ver.

Avlağımız avımız bol ver.

Urısı, kızı oğulumuz bol ver.

Anamızı balamızı, oğulumuzu kızımızı, gencimizi yaşlımızı, bu Kara Yer üzerinde hepimizi kara çorlardan sakla, isizlikten bizi esirge Yüce Tanrı.

Yayımız yaman, okumuz şaşmaz, kılıcımız keskin kıl.

Yağının başını munsuz, bileklerimizi güçsüz, yüreklerimizi umutsuz koma.

Bahar geçsin yaz gelsin, yaz geçip güz gelsin, güz buduna yeğni gelsin.

Kuzumuz, kulunumuz, oğulumuz çok olsun.

TÜRK çoğalsın Acun üze bey olsun.

Aç, çıplak kalmasın, acun düzen dirlik bulsun.

Yer ve gök ülüşü için, atalarımız tini için sunduğumuz iduklarımızı una.

Yüce Tanrı.

TÜRK Budun ilsiz kılma, TÜRK Budun başsız kılma, TÜRK Budun töresiz kılma, Hun Budun yüzün yere vurma, TÜRK Budun tutsak kılma, hatun olacak kızlarımızı kun, bey olacak oğullarımızı kul kılma.

TÜRK budununu koru.”..

Kaynak : Ronald Cohn Jesse Russell, Tengriism,bookwika, VSD (1 Jan. 2012)

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | TÜRKLER İKBİNBEŞYÜZ YIL ÖNCE TANRI’YI BİLİYORDU için yorumlar kapalı
Kas 01

ŞAKİR ZÜMRE

ŞAKİR ZÜMRE

Şakir Zümre (D. 1885, Varna – Ö. 16 Haziran 1966) Cumhuriyet döneminin ilk sanayicisi, İstiklal Savaşı‘nın ilk Türk özel “uçak bombası” fabrikasının kurucusu, hukukçu.

İlk Türk uçak bombası sanayisinin kurucusu Şakir Zümre dir.

İlköğrenimini Varna’da tamamladıktan sonra Cenevre’ye gitti. Lise eğitiminden sonra 1908 yılında Cenevre’de hukuk fakültesinden mezun oldu.

I. Dünya Savaşı sırasında, Varna Türk milletvekili olarak Bulgar Parlamentosu’na 17 Türk temsilciden biri olarak girdi. Mareşal Fevzi Çakmak‘ın yakın akrabasıdır. Aynı yıllarda Sofya’da Yarbay rütbesiyle Türk Askeri Ataşeliği görevinde bulunan Mustafa Kemal’le tanıştı ve yakın arkadaşlık kurdu. İstiklal Savaşı’na destek vermek üzere yurt dışından Anadolu’ya silah ve cephane gönderdiği gibi savaş sanayisinde değerlendirilmek üzere Türkiye’ye usta ve teknisyen bulunmasında da yardımcı oldu. Bu üstün hizmetleri nedeniyle Beyaz şeritli İstiklal Madalyası aldı.

İstiklal Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye dönen Şakir Zümre, Atatürk’ün onayıyla Türkiye’nin savunma sanayisinin ilk özel sektör fabrikasını kurdu. İlk üretimler Bulgaristan’dan getirilen yabancı teknik kadro ile yapılırken zamanla yetiştirilen Türk işçiler 1930’lu yıllarda Bulgar teknisyenlerin yerini aldı.

Türk Hava Kuvvetleri‘nin ve Türk Kara Kuvvetleri‘nin ihtiyacı olan ilk silah ve cephaneler, ilk Türk denizaltı su bombaları, Şakir Zümre Fabrikası tarafından üretildi. 100 kg, 300 kg, 500 Kg ve 1000 Kg’lık uçak bombaları ve çeşitli yangın bombaları bu fabrikada seri olarak üretilmiştir. Türk Deniz Kuvvetlerinin gereksinimi olan çeşitli boylardaki su bombaları ve cephaneler de fabrikanın seri üretimleri arasındadır. İlk Türk denizaltı su bombaları da bu fabrikada üretilmiştir.

Şakir Zümre Fabrikası, yalnızca yurt içi ihtiyacı olan üretimle yetinmeyerek, 1937 yılında yurt dışına, hatta Yunanistan’a silah ve cephane ihraç etmiştir.

II. Dünya Savaşı‘nın sonunda, ABD‘nin yaptığı silah yardımı sebebiyle Şakir Zümre Fabrikaları, silah ve cephane üretimini terk ederek, Türkiye’de büyük isim yapacak olan “Şakir Zümre” marka sobalarını üretmeye başlamıştır. Sanayicilere tanınan hakların geliştirilmesi amacıyla yapılan ve Türkiye’nin 2. büyük iktisat kongresi olan “1948 Türkiye İktisat Kongresi“ne katılanlar arasındadır.

Şakir Zümre’nin 1966’da ölümünden sonra faaliyetini ancak 4 yıl daha sürdürebilen fabrika, 1970 yılında kapatılmış, büyük bir sınai potansiyel kaybedilmiştir.

Alıntı: Vikipedi

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | ŞAKİR ZÜMRE için yorumlar kapalı
Eki 30

“YA SABIR!”

“YA SABIR!”

Cumhuriyetin 100. Yıl programını savaş nedeniyle erteleyen TRT, nedense 12. Kalkınma Planını bir haftadır dile getirmekten ağzı kurudu. Söyledikleri ise yalan dolan. 20 yıldan beri yönettikleri ülkeyi, şahlanan ekonomi yalanlarıyla halka yutturanlar. Yeni dönem için birde sabır istiyorlar.

Açıkça Cumhuriyete düşman olanlar, savaşa sarıldılar. İstiklal savaşında Polatlı dan gelen top seslerine rağmen Ankara’da yapılan muallimler toplantısını ertelemeyen Mustafa Kemal, bu ülkenin kalkınmasının akılla ve bilimle olacağını biliyordu. Atatürk’ün adını statlardan kaldıranlar, Ayasofya da kurtarıcıya lanet okuyanların iktidar olduğu bir ülkede, kalkınma ancak yalanla yürüyor. Bilmiyorlar ki Cumhuriyet bu milletin zaferidir. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | “YA SABIR!” için yorumlar kapalı
Eki 29

ÇARPAR TÜM HEYECANLA TÜRK, TÜRK DİYE KALBİMİZ / TÜRK’ÜZ, CUMHURİYETİ YAŞATMAKTIR AZMİMİZ

Bazıları fıtratlarının gereğini hadsizce yapsa da “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür Necip Türk der ki; “ÇARPAR TÜM HEYECANLA TÜRK, TÜRK DİYE KALBİMİZ/ TÜRK’ÜZ CUMHURİYETİ YAŞATMAKTIR AZMİMİZ ” demektedir. Allah’ın izni ile sonsuza kadar da diyecektir. Saygılarımla…

* * *

ÇARPAR TÜM HEYECANLA TÜRK, TÜRK DİYE KALBİMİZ TÜRK’ÜZ, CUMHURİYETİ YAŞATMAKTIR AZMİMİZ

Fikri hür, irfanı hür istiklalin beşiği
Atatürk’le aşıldı medeniyet eşiği
Gözlerde, yüreklerde cumhuriyet ışığı
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

O, Türk kanı yürekte harlayacak her zaman
Bu altın cumhuriyet parlayacak her zaman
Türk’ün istiklâlini korlayacak her zaman
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Başkomutan Başbuğdu, öncü oldu Bozkurdu
Ordusuzdu ülkesi hemen bir ordu kurdu
Köle düşüncelere fırsat vermez can yurdu
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Peygamberin övdüğü yiğitlik, bu gende var
Mücevherlerden üstün o, asil kan sende var
Mertlik cesur yürekte, hem bilekte, tende var
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Bir yüzyıl öncesinden geleceği gördüler
Bağımsızlık uğruna binlerce can verdiler
Bu altın geleceği kanla, canla ördüler
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Yüce Rabbin emriyle al bayrağa kan verdik
“Gir cennete denildi” şehit olduk can verdik
Irkıma liyakatle şan üstüne şan verdik
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Erdik yüzüncü yıla nice tufan gördük biz
Sevgi, saygı, adalet, ilim, irfan ördük biz
Dostu candan dost bildik, düşmanları sürdük biz
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Selam sana ey yüce anlı, şanlı sancağım!
Sana helaldir daim dökülen asil kanım
Uğruna feda olsun, her şeyim hatta canım
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *

Bu sendeki ihtişam gözleri kamaştırır
Canlılar dünyasında özleri kamaştırır
Sözün ustalarında sözleri kamaştırır
Çarpar tüm heyecanla Türk, Türk diye kalbimiz
Türk’üz, cumhuriyeti yaşatmaktır azmimiz

* * *
Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , | ÇARPAR TÜM HEYECANLA TÜRK, TÜRK DİYE KALBİMİZ / TÜRK’ÜZ, CUMHURİYETİ YAŞATMAKTIR AZMİMİZ için yorumlar kapalı
Eki 28

CUMHURİYET DÜŞMANLARINA KARŞI GÖĞSÜMÜZÜ SİPER EDECEĞİZ

CUMHURİYET DÜŞMANLARINA KARŞI GÖĞSÜMÜZÜ SİPER EDECEĞİZ

İnsanlık İsrail vahşeti karşısında kahroluyor ancak bir kesim var ki adeta bu durumu fırsata çeviriyor Türkiye’de!

Evet, onlar; demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlar!

Dertleri var cumhuriyet ile teee en başından beri!

1930’da İzmir’de Kubilay’ı şehit edenlerin torunları onlar!

“Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilenlerin torunları onlar!

Ülke işgal altındayken, bugün Filistin’de yaşananların bin katı vahşet Anadolu’yu Türksüzleştirmek için uygulanırken, bebeler süngülerle şehit edilirken, kadınların ırzına geçilirken, İslam’a ve Kur’an-ı Kerim’e hakaret edilirken, camilere toplanan Müslümanlar canlı canlı yakılırken “Yunan galip gelseydi bu kadarını yapmazdı” diyebilenlerin artıkları!

Geçmişte Yunan’ın, İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın süngüyle Türk varlığını yok etme isteğinin günümüz temsilcileri onlar!

Ellerinde süngü yok, silah yok, daha tehlikelisi var kalem ve kağıt!

Ellerine aldıkları kalemlerle boş sayfaları kafalarına göre doldurup yalan tarih yazarken toplumu Türk tarihinden uzaklaştırmaya, Türk tarihini unutturmaya çalışıyorlar!

Toplumu bilinçsizleştirip Araplaştırmaya çalışıyorlar!

İşte bu zihniyetin ürünleri, Filistin’de yaşanan insanlık dramını bahane ederek Cumhuriyetimizin, özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın ilanının, kutsal vatan toprağımızın yabancı postalından temizlendiği günün kutlanmasını erteledi!

Filistin’deki katliam için 3 günlük milli yas ilan edenler, Cumhuriyetimizin 100. yılına bir hafta kala kutlamaları erteledi!

Hâlbuki daha 1 haftamız vardı önümüzde?

İnsanlık için yasımızı tutalım elbet ancak kendi varlık sebebimizin, tarihimizin şuurundan da feragat etmeyelim!

Kutsal vatan toprağından yabancı postalını atmak için dedelerimizin, ninelerimizin ne zorluklarla baş ettiğini unutmayalım!

Kendisini ve bebeğini soğuktan korumak yerine, elindeki tek örtüyü milli mücadelenin cephanesini korumak için kullanırken donarak şehit olan 21 yaşında Şerife bacıyı unutmayalım!

Eşine haber vermeden gizli gizli milli mücadeleye katılan daha 20 yaşında şehadet şerbetini içen Makbule hanımı unutmayalım!

İzmir’de tek başına Yunan’a ilk kurşunu atmaktan korkmayan, Yunan’ın pis süngüsüyle şehit ettiği Hasan Tahsin’i unutmayalım!

Maraş’ta Fransız-Ermenilere karşı ilk kurşunu atmaktan çekinmeyen Sütçü İmam’ı unutmayalım!

Antep’te milli mücadeleyi örgütleyen Antep savunmasının unutulmaz ismi Şahin beyi unutmayalım!

Vatanın dört bir yanında daha oyun çağındayken silahını kuşanıp düşmanla çarpışırken şehit olan çocuk kahramanlarımızı unutmayalım!

Bu vatan her bir ferdiyle vatan savunması yaparken şimdi hilafet çağrısı yapanların halifesi sarayında bahçıvan Şaban efendinin kızı, 18 yaşındaki Nimet Nevzat hanımı 5.eşi yapıyordu!

Halife halife dedikleri, hilafet hilafet dedikleri buydu işte!

Hilafet adı altında Arap kardeşleriyle birlik olmak isteyerek Türk kimliğini yok etmek isteyenler, Arap’ın, Yemen’de, Suriye’de İngiliz ve Fransızlarla birlikte “Halifelerine” karşı başlattığı savaştan habersiz!

İngiliz ajanı Arabistanlı Lawrence’ın öldürdüğü her Türk için tüfeğine attığı çentikten habersiz!

Anadolu’da İngiliz sterlinine tav olan tarikat liderlerinin safsatalarına inananlar bu ülke için canından kanından, çoluğundan çocuğundan vazgeçenleri düşman belliyor!

Bilinçsizce “hilafet hilafet” diye bağırıyor!

Türk kimliğinden uzaklaştırılan kitleler hilafet hayalleriyle uyutuluyor!

Vatanı dışarıdan fethedemediler, tekrar ve tekrar içeriden deniyorlar!

Cumhuriyeti yıkmak isteyenlere ve onlara gebe olanlara karşı Hasan Tahsin gibi, Şerife bacı gibi, Sütçü İmam gibi, Şahin bey gibi ve daha nice milli mücadele şehitleri gibi göğsümüzü siper etmeye devam edeceğiz!

Alıntı: Tolga Şahin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , , | CUMHURİYET DÜŞMANLARINA KARŞI GÖĞSÜMÜZÜ SİPER EDECEĞİZ için yorumlar kapalı
Eki 27

GİDEMEZSİN..

GİDEMEZSİN..

* * *

İz bıraktın gözlerimde

Giz bıraktın sözlerimde

Yüz bıraktın yüzlerimde

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Şaka, alay değil gitmek

Oyun, halay değil gitmek

Öyle kolay değil gitmek

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Haydi, artık kendine gel!

Aşkın gerçek fendine gel

Yüreğimin indine gel

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Şaka, alay değil gitmek

Oyun, halay değil gitmek

Öyle kolay değil gitmek

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Gözümdeki yaşa bakma

Yüreğe bak, başa bakma

Dikilecek taşa bakma

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Şaka, alay değil gitmek

Oyun, halay değil gitmek

Öyle kolay değil gitmek

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Kalpler durur birden bire

Hisler kurur birden bire

Gurur vurur birden bire

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Şaka, alay değil gitmek

Oyun, halay değil gitmek

Öyle kolay değil gitmek

Gidemezsin, gidemezsin..

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | GİDEMEZSİN.. için yorumlar kapalı