May 26

“SULTÂNÜ’Ş-ŞU’ARÂ’  VE BAŞBUĞ”

SULTÂNÜ’Ş-ŞU’ARÂ’  VE BAŞBUĞ”

Eski Türk Edebiyatı sahasında söz sahibi Prof. Dr. Mehmet Sarı‘nın Divan Edebiyatı’nın ünlü şairi Bâkî ile Alparslan Türkeş‘i kıyaslaması dikkat çekici. Dersiniz ki; biri şair, biri siyasetçi. Bâkî (1526-1600), 16. yüzyılda yaşadı, Türkeş (1917-1997) 20. yüzyılda.

Prof. Dr. Mehmet Sarı, 1998’de 6. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı’nda sunduğu tebliği “Şair Bâkî ve Başbuğ Türkeş”i, yeniden ele alarak Türkay‘da yayınladı (Yıl: 5, S. 59, 2022).

Makaleye anlamlı girişle başlıyor:

“‘Türk Dünyası’nın Lideri‘ merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’in 4 Nisan 1997 tarihinde fânî dünyadan ebedî âleme göç edişi üzerine, milyonlarca insan Ankara Kocatepe Câmii’ne toplanmış; bir yürek, bir dilek, bir bütün olmuştu.”

Ben de cenaze törenini takip ettim. Nisanda kış kıyametti. Kar yağıyordu. Lastik ayakkabılarıyla, ince ceketleriyle gelmiş insanlar gördüm. Hiçbir siyasî böyle inançlı kalabalıkla uğurlanmadı.

Mehmet SarıTürkeş‘in cenaze töreni için: “Milyonların gök kubbeye yükselen tekbir sesleriyle birlikte Allah’ın ak rahmeti bütün cömertliğiyle üzerimize yağıyordu. Cenaze namazına kimler gelmemişti kimler… Onu seven ve dâvâsı yolunda seve seve canını verecek gönüldaşları, ülküdaşları, dâvâ arkadaşları… Ondan feyizlenip başka yerleri aydınlatan eski dostları… Hayattayken onu anlayamayanlar… Hepsi gelip huzurunda saf durmuşlardı.” diyor, Bâkî‘nin ünlü beytini veriyor:

Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî  

Turup el bağlayalar karşuna yârân saf saf

Yazar, Bâkî ile Türkeş arasındaki benzerliğe üzerinde duruyor.

Biri şair, biri siyasetçi diyeceksiniz… Bâkî de dönemine göre siyasetin içindeydi. Bir emeli vardı: Şeyhülislâm olmak.  Anadolu ve Rumeli kazaskerliğine kadar yükseldi; şeyhülislâm olmaya ömrü yetmedi.

Türkeş de elbette bir siyasî lider olarak başbakanlık makamına oturmak isterdi. Başbakan yardımcılığına kadar geldi.

Prof. Dr. Mehmet Sarı, kendisinin de bulunduğu bir toplantıdan bahseder:

“Çankaya’daki bir evde çeşitli meslek gruplarından heyetleri kabul ediyordu. Bu heyetlerden birisi ülkenin eğitimi konusunda görüşlerini almak istediği, Ankara’daki üniversite hocalarından oluşturulmuş bir ilim heyeti idi. Aralarında bulunmaktan kıvanç duyduğum bu ilim heyetiyle yaptığı toplantıda; ‘Benim iktidarda, başbakanlıkta gözüm yok. Defalarca idamla yargılanmama rağmen bu yaşımda hâlâ siyasetle uğraşıyorsam, Oğuz Milletini uyandırmak isteyişimdendir…’ demişlerdi.”

Makalede, Bâkî‘de doğuştan gelen fevkalade yüksek şairlik kabiliyetiyle Türkeş‘in doğuştan gelen liderliği karşılaştırılır:

Şair Bâkî, Şairlerin Sultanı ‘Sultânü’ş-Şu’arâ’ unvanını almış; Türkeş de liderlerin sultanı, ‘Başbuğluk‘ unvanını.”

Bâkî, şairlikte, şiir alanında pek çok ustanın yetiştiğini, ancak bugün âlemde kendisine -bu yetişmiş şairlerden- hiçbirinin yetişemeyeceğini ve kendisinin aşılamayacağını belirtir:

Bu ‘arsada Bâkî nice üstâda yetişdi

‘Âlemde bu gün ana bir üstâd yetişmez

Türk Dünyası’nda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde nice siyasetçiler, nice liderler yetişmiştir. Ama hiç birisi Türkeş’le boy ölçüşecek durumda değildir. Çünkü o, Atatürk gibi “Başbuğ”dur.

Şu beyitler  “Sultânü’ş-Şu’arâ” Bâkî‘nin ve “Başbuğ” Türkeş‘in şahsiyetini anlatır gibidir:

Fermân-ı ‘aşka cân ile var inkıyâdumuz

Hükm-i kazâya zerre kadar yok ‘inâdumuz

Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün

Allâhadur tevekkülümüz i’timâdumuz

Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha tayanmazuz

Hakkun kemâl-i lûtfınadur istinâdumuz

Zühd u salâha eylemezüz ilticâ hele

Tutdı eğerçi ‘âlem-i kevni fesâdumuz

Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur

Bâkî kalur sahîfe-i ‘âlemde adumuz

Mehmet SarıBâkî ve Türkeş‘in cenaze törenlerini de kıyaslar. İki cenazede muazzam kalabalıkla kaldırılmış, Bâkî‘nin cenaze namazını şeyhülislâm, Türkeş‘in cenaze namazını da Diyanet İşleri Başkanı kıldırmıştır.

Prof. Dr. Mehmet Sarı, 12 Eylül öncesini de yaşadığı, mücadele içinde yer aldığı için, “lider”in siyasî hayatta yerinin idrakinde…

Alıntı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , | “SULTÂNÜ’Ş-ŞU’ARÂ’  VE BAŞBUĞ” için yorumlar kapalı
May 25

NEREDEN NEREYE?…

NEREDEN NEREYE?…

MHP genel başkanı Devlet Bahçeli meclis grup toplantısında dedi ki;

–              “Beyaz Saray’a telefon edip veya bir ulak gönderip Biden’ın son talimatını alarak karşımıza çıkarlar.”

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş başkanıErdoğan’ı çeşitli zamanlarda eleştirdiğini unuttun mu Bahçeli?

–              “Büyük Ortadoğu Projesi tek kutuplu dünya arayışının, Avrasya ve Ortadoğu’yu terbiye etme ve dönüştürme projesidir.

–              Erdoğan’ın üstlendiğini söylediği “Eş başkanlık” görevinin Anayasamızdaki dayanağı nedir?

–              Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanı’na başka ülkelerin devlet adamlarınca görev verilecek kadar küçük görülen bir taşeron ülke midir?

–              Talip olunan bu projenin milli bekamızla olan ilişkisinin projeksiyonu çıkarılmış mıdır?

–              Küresel aktörlerle AKP’nin düşe kalka beraber yürüdüğü bu yolda, kaçınılmaz çatışma ve kavşak noktaları karşımıza geldiği vakit ne yapılacağı hesaplanmış mıdır?

–              Başbakan, geçen hafta ilan ettiği “ölü doğmuş proje” için aldığı bu görevi ilgili ülkelere iade etmiş midir? İstifa ettiğini açıklamış mıdır?

–              “BOP Eşbaşkanı” kartvizitini yırtıp atmış mıdır?

–              ABD’nin küresel senaryolarının bölgesel taşeronu olmaktan vazgeçmesidir.

–              Varsın Erdoğan sarayında 17-25 Aralık’ın zilletiyle yaşasın.

–              Erdoğan ömür boyunca kendisini ve ailesini güvence altına almak için başkanlık arayışındadır.”

Dün “İllet, zillet” diyerek anayasayı çiğnemekle suçladığı Erdoğan’a tek adam rejimini hediye eden Bahçeli’dir.

Erdoğan’ın en şiddetli yandaşı olarak 3. Kez aday olarak anayasayı çiğnemesine bugün destek veren de Bahçeli’dir…

Nereden, nereye…?

Alıntı: Orhan Uğuroğlu

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | NEREDEN NEREYE?… için yorumlar kapalı
May 24

TEKRAR DENEYİN

TEKRAR DENEYİN

Temel ile Dursun promosyonlu meşrubat alırlar.

Meşrubatı açan Temel hemen kapağa bakar:

– “Tekrar deneyin.” Kapağı kapatıp yeniden açar ve okur:

– “Tekrar deneyin.” …

En sonunda sinirlenen Temel:

– “Ula Tursun. Ha punlar pizi kandıriy!

İki saattir deneyrum hala pi şey çıkmadi.”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , | TEKRAR DENEYİN için yorumlar kapalı
May 23

“DECCAL ATATÜRK!”

“DECCAL ATATÜRK!”

(‘Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum!’)

Maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi Atatürk düşmanıydı. Ben büyük önder Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikâyeler dinleyerek büyüdüm.

1- On iki yaşımdan itibaren de Atatürk’e karşı yapılan bu haksızlıkla mücadele ettim. Burası çok ilginç değil mi? Böylesine yoğun Atatürk düşmanlığına rağmen nasıl oldu da karşı duruşuma izin verdiler. İşte bu konuyu yazma nedenim de budur.

2- Ayrıntıya babamın nasıl biri olduğunu anlatarak gireyim.

Hani belgesellerde duyduğumuz nesli tükenme ifadesi var ya, işte babam tam da öyle nadir bulunacak dürüst bir insandı. Asla, ama asla yalan söylemezdi…

3- Atatürk düşmanlığının en önemli nedeni, onun yaptığı devrimlerin içerisinde, dindeki Kuran dışılıkların düzelmesi için yaptığı uygulamalardır. Tabii bu devrimler yüzlerce yıllık geçmişi olan ve dinden nemalanan şeyhleri, hocaları harekete geçirmiş!

4- Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek, ona düşman etmek için akıl almaz iftiralar uydurup gizlice yaymışlar, milletin inanç hassasiyetini kullanarak, kışkırtmışlar. Bunun için Kuran’ı da alet etmekten çekinmemişler!..

5- Yirmili yaşlardaydım. O zamanlar babam ve arkadaşları sık sık bizde toplanırlardı. Yine böyle bir toplantıda konu Atatürk’e geldiğinde her zamanki gibi ona Deccal (kötü yaratılışlı kimse) diye hitap ettiler. Ben bunu duyunca zorunlu olarak itiraz ettim:

6- “Bakın!” diye söze başladım “Savaşta bile insanca düşünen, esir aldığı askerlere “Üzülmeyin savaşta olur böyle şeyler” diyen, ölen düşman askerlerinin ailelerini “Çocuklarınız bize emanet” diye teselli eden, “Yunan bayrağını bir milletin simgesidir” diye çiğnemeyen asil…

7- ..erdemli ve yüksek bir karakterle savaş kazanmış bir komutana Deccal diyemezsiniz. Bunu diyen ya bu geçeği bilmeyen cahildir ya da iyi karakterli değildir” dedim. Babamın arkadaşlarından birisi sözümü keserek “Bir dakika! Savaşı o kazanmadı ki!…

8- ...Allah ordularını gönderdi onlar vasıtasıyla zafere ulaştık” dedi! Arkasından da “Esir alınan birçok Yunan subayı, bizi Mustafa Kemal’in askerleri yenmedi, biz gökten inen yeşil bereli askerlere yenildik demişler” diye devam etti!

9- Delil olarak da bana, Allah’ın savaşta inananları desteklemek için ordular gönderdiğine ilişkin ayetler okudu. Ben de gökten inen askerler olayının gerçek olup olmadığına hiç girmeden “Kuran’da yazıyorsa doğrudur hacı abi” dedim “Ancak, ayetlere ve senin anlattıklarına göre…

10- …Allah’ın Atatürk’ü desteklemek için ordularını gönderdiğini siz kendi ağzınızla itiraf ediyorsunuz” deyince, birbirlerine baktılar! Zira hiç beklemedikleri bir cevaptı. Sonra o kişi ayağa kalkıp “Hayır, asla öyle değil” diyerek devam etti…

11- Kadir Mısıroğlu: Çanakkale’de savaşan subaylara kahraman demek sahtekârlıktır. 25.04.2015

F. Gülen: Haçlı’nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Sizinle onlar arasında kırmızı çizgiler vardır. Onlar kadınınıza, kızınıza, mabedinize ilişmezler. 20.06.2016

12- “Ordumuz, imamlarla, hocalarla doluydu ve abdestinde namazında askerlerden oluşmuştu, Allah onlara yardım için ordularını gönderdi, Atatürk için değil” dedi!.. Gülümseyerek dinledikten sonra “Size bunları Allah söyletiyor hocam çünkü bilmeden Atatürk’ü övüyorsunuz” dedim.

13- Şaşkınlığı artmıştı. “Hayatta o kafiri övmem” diye cevap verdi. “Beni sabırla dinleyin açıklayayım dedim. “Bildiğiniz gibi Atatürk, bahsettiğiniz o imanlı orduyu dışarıdan getirmedi. Onlar Osmanlı askerleriydi. Öyle değil mi?..” Başlarıyla tasdik ettiler.

14- “Osmanlı, aynı imanlı askerlerle girdiği savaşların çoğunu kaybetti. Osmanlı askerleri de abdest alıyor, namaz kılıyor ve tekbir getirerek savaşıyorlardı ama yenildiler. Sonunda Osmanlı yıkılma noktasına geldi.

15- Yoksa o askerler imansız mıydı” diye sordum. “Olur mu hiç, elbette imanlıydılar” diye cevap verdiler.

– “Madem öyle Allah o savaşlara neden ordularını göndermedi de savaşları kaybettiler?..”

Hiçbiri cevap veremeyince devam ettim:

16- “Çünkü, Allah yalnızca imanlı olanlara değil aynı zamanda haklı olana, hak edene ve daha da önemlisi, galip gelmesini istediklerine yardım eder. Onun için eğer Allah Osmanlı’nın bekasını isteseydi, Osmanlı yıkılmazdı.

17- Kısacası okuduğunuz ayetler ve anlattıklarınızdan çıkan sonuç şu: Abdestinde, namazında ve de tekbir getirerek savaşan bir ordu, Osmanlı’nın bekası için mücadele edince Allah yardım etmedi yenildiler ve sonları geldi.

18- Fakat aynı imanlı askerler bu kez Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için savaşınca Allah yardım etti ve mucize ötesi bir sonuçla galip geldiler. Demek ki Allah Osmanlı’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını istedi” dedim.

19- Kısa bir sessizlikten sonra babam söze girdi. “Aslında söylediklerin doğru olabilir. Zaten Atatürk savaşırken iyi idi. Ama sonradan şımardı ve dine düşman olup kafir oldu” dedi!..

20– “Yapma baba” diye başladım. “Atatürk İslam dinini bilime emanet etmek için 1924’te imam hatip okullarını kurdu, Diyanet İşlerini kurdu. Daha sonra millet okuduğunu anlayarak inancını sürdürebilsin diyerek Kuran’ın Türkçe mealini hazırlattı.

21- Kuran’ı anlayarak okumak Allah’ın emridir. Düşünsenize, hiç din düşmanı, kafir olan biri öncelikle bunları yapar mı? Hem de çok güçlü olduğu bir zamanda… Bu konuda bir türlü göremediğiniz şey şu; Atatürk, dine değil, Kuran’ın da lanetlediği dini menfaat için kullananlara…

22- …yobazlığa ve hurafelere savaş açtı” dedim. Daha sonra işim gereği aralarından ayrılırken “Son bir şey daha söyleyeyim” dedim “Sizin söylediğinize göre bir kimse okul, hastane cami gibi hayırlı eserler bırakırsa öldükten sonra da o kişinin amel defteri kapanmaz…

23- …o eserler durdukça onun defterine sevap yazılır öyle değil mi?” diye sordum “Evet” dedi babam. “Peygamberimizin hadisidir…”

– “O zaman bu hadise göre; Afyon’a kadar gelmiş düşmanı yenip, bu topraklarda bize özgür bir vatan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden…

24- …başta Atatürk olmak üzere onun arkadaşlarının da amel defterleri açıktır. Bu durumda yapılan her okulda, hastanede, camide, her okunan ezanda, özgürce yapılan ibadetlerde, Atatürk ve arkadaşlarının defterlerine sevap yazılıyor.

25- Ayrıca farkında değilsiniz ama siz de özgürce kıldığınız her namazda yaptığınız her ibadette nefret ettiğiniz, Deccal dediğiniz Atatürk’ün defterine sevap gönderiyorsunuz bilesiniz. Ben Atatürk’ü Allah’ın gönderdiğine ve desteklediğine inanıyorum.

26- Çünkü büyük imkansızlıklar içinde savaşmışlar. Kazmayla, kürekle dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı kazanmak mümkün değildir. Zaten böyle bir zaferin tarihte başka bir örneği yoktur. O zaman siz Allah’ın desteklediği birine düşmanlık ediyorsunuz demektir…

27- Bunu bir düşünseniz iyi olur.” dedim “Ayrıca şunu da unutmayın, Allah nankörleri sevmez!..”

28- Sağdaki bayrakta; “Tanrı’dan gelen fetih yakındır.” yazmakta. SAFF Suresi 13. Ayet

Ankara – 1920

29- Kur’an-ı Kerim’de Sevilmeyen 5 insan:

●Allah, hainleri sevmez. Enfâl, 58

●Allah, nankörleri sevmez. Hac, 38

●Allah, israf edenleri sevmez. A’râf, 31

●Allah, haddini; sınırı aşanları sevmez. A’râf, 55

●Allah, gücüne, elindekine güvenerek şımaranları sevmez. Kasas, 76

Alıntı:  Türk tarihçi Bahtiyar Aydın / Yeniçağ Gazetesi

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , , | “DECCAL ATATÜRK!” için yorumlar kapalı
May 22

BU CUMHURİYET NELER ÇEKTİ NELER

BU CUMHURİYET NELER ÇEKTİ NELER

7 Ocak 1946’da, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından Demokrat Parti (DP) kurulur. Celal Bayar Parti Başkanı olur. 1945-1960 yılları arasında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dışında 23 parti kurulur.

21 Temmuz 1946 seçimlerinde; CHP 395, DP 64, bağımsızlar altı milletvekili çıkarırlar.

14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde, DP 408, CHP 69 milletvekili ile meclise girer. Çoğunluk, artık DP’dedir.

Böylece, İnönü liderliğinde 1945’te başlayan çok partili yaşama geçiş süreci, 22 Mayıs 1950’de CHP’nin DP’ye siyasi iktidarı hiçbir gerginlik çıkarmadan devretmesiyle başarılı bir şekilde sonuçlanır. (1)

22 Mayıs 1950’de, Celal Bayar 3’üncü Cumhurbaşkanı olarak seçilir. Adnan Menderes Başbakan olur. Menderes’in ilk iş olarak, iktidarını güvenceye alma düşüncesiyle ordunun üst kademelerinde büyük değişiklikler yapar. Ordu komuta kademesinde, 6 Haziran 1950 Tasfiyesi olarak adlandırılan “emeklilik” operasyonunu gerçekleştirir. Üst rütbeli komutanlar toplu olarak emekli edilir. Bu dönemde, komutanların çoğu İstiklal Savaşı gazisiydi ve Atatürk’e bağlıydı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “Bu kesin bir operasyon planıdır. Karşı çıkanlar olsa da bu plan başarılı kılınmalıdır” der. Adnan Menderes ise, “Bu bir ‘İkinci Nizam-ı Cedit’ planıdır. Gerçekleştirmek iktidarımızın şerefi olacaktır” açıklamasını yapar. (2) (3) (4) (5)

6 Haziran 1950’de, Türkçe ezan uygulamasına son verilir. Köy okulları eğitim programına din dersi eklenir. Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi’ne karşı bir politika yürütülür.

25 Haziran 1950’de Kore’ye, Meclis kararı olmadan savaşa asker gönderilir ve Anayasa açıkça ihlal edilir.

Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO üyesi olur. Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu, “Kore’de bir avuç kan verdik ama böylece büyük devletler arasına katıldık” açıklamasını yapar. (6) Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin katıldığı ilk NATO toplantısında, Lizbon’da yaptığı konuşmada şöyle der: “Karşınızda büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız.” (7) Menderes, daha iddialı bir ifade kullanır: Türk- Amerikan ilişkilerine “ölümsüz dostluk” der. ABD Dışişleri Bakanı John Fuster Dulles’in yaptığı açıklama, ABD’nin Menderes’e verdiği en mantıklı ve kırıcı yanıttır: “Amerika’nın dostu yok, çıkarı vardır.” (8)

Tunus, Fas, Cezayir ulusal kurtuluş savaşı verirlerken, Menderes hükümeti, emperyalist devletleri destekler. Cezayir’de yaptığı katliam nedeniyle Fransa’yı eleştirmeyen Menderes’e, 1953’te Fransa’da “Légion d’Honneur Nişanı” takılır. “Grand Cordon rütbesi” verilir. İlk Fransız-Türk Parlamenterler Dostluk Grubu çalışmaya başlar.

Süveyş Kanalı’nı millileştiren Mısır lideri Nasır’a karşı, Menderes Hükümeti, İngiltere’nin yanında yer alır.

1958’de, dış borçlar ödenemez ve yüzde 320 oranında bir devalüasyon yapılır. 1 dolar 2.80 TL’den 9 TL’ye çıkarılır. (9) (10)

DP döneminde, 1923’ten sonra ilk kez okuma-yazma oranında düşme olur. 1955- 1960 döneminde, okuma-yazma oranı yüzde 40,9’dan yüzde 39,5’e düşer. Din eğitimi veren okullardaki öğrenci sayısı, yüzde 93 artar. Atatürk’ün hedeflerinden biri olan ve halkın aydınlanmasında önemli yer tutan Halkevleri ve Halkodaları kapatılır. Mal varlıkları hazineye devredilir. Halkevleri ve Halkodaları, halkın kültürel düzeyini yükseltmek için Atatürk tarafından 1932’de kurulmuşlardı.

Adnan Menderes, 4 Mayıs 1951’de Meclis’te şöyle konuşur. “Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır.” Aydınlanmada önemli görev üstlenen kurumları, “faşist bir anlayışın ürünü” olarak tanımlar. Oysa Menderes, Halkevleri’nin kurucularından biriydi. 15 yıl bu Halkevleri’nin müfettişliğini yapmıştı. 1930 yılında Halkevleri’nin açılış törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Milletimizin yükselmesi yolunda her şeyi gören ve sezen Büyük Gazi, sosyal yaşantımızda çok önemli bir boşluğu ve çok şiddetli ihtiyacı görmüş ve bu boşluğu doldurmak için Halkevlerinin temellerini atma şerefini de kazanmıştır.”(11) (12) O dönemde Atatürk hayattaydı ve Menderes övgüler yağdırmıştı. Aynı Menderes, Atatürk’ün kurduğu Halkevleri için, 1951’de “faşist düşüncenin ürünü” diyordu. 1930’da “her şeyi gören Gazi” diyordu. Başbakan olunca, tümüyle karşı politika izledi.

Atatürk, Halkevleri’nin önemini şöyle açıklar: “Partimizin, Halkevleriyle bütün yurttaşlara kucağını açması vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı.” Halkevleri, Cumhuriyetin, Atatürk düşüncesinin bir ürünüdür.

Menderes, İstiklal Savaşı’nın “Mustafa Kemal’in ihtirasları” yüzünden uzadığını söyleyecek kadar ileri gider: “Kurtuluş Savaşı diyorsunuz. Bu savaş pekâlâ üç ayda bitebilirdi. Bunun yıllarca uzamasına Mustafa Kemal’in yerleşme ihtirasları neden olmuştur” der. (13)

Cumhuriyetin aydınlık meşalesi Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954’te kapatılır. Menderes Hükümeti’nin ABD yönünde yer alması, Köy Enstitüleri’nin sonunu getirir. Atatürk’ün özlem duyduğu o aydınlık meşalesi de tam yanmadan söndürülür.

Cumhuriyet neler çekti neler! Cumhuriyet’in çektiği bu acılar katlanarak, misliyle devam ediyor…

Kaynakça:

(1) Temuçin Faik Ertan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, 2011, Ankara, s. 272-273.

(2) (10) Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011, s. 249-251.

(3) Hikmet Özdemir, Cumhurbaşkanı Seçimleri, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s. 138-140.

(4) (9) Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, Galeati Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 169-173.

(5) (6) Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, 3. Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 31, 306.

(7) (8) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 3. Cilt, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974, s. 1606-1607.

(11) (12) (13) Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1969, s. 218-219

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | BU CUMHURİYET NELER ÇEKTİ NELER için yorumlar kapalı
May 21

BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞIR VE KÖLELEŞİR?!.

BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞİR VE KÖLELEŞİR?!.

Yıl 1936…
Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde görevli bir grup öğretmen havanın güzelliğinden faydalanıp pikniğe gittiler…
Şahane doğanın kucağında eğlenirlerken keçilerini otlatan küçük bir çobanla karşılaştılar; yanlarına davet edip çay ikram ettiler, ismini sordular.
Küçük çoban ürkek bir sesle yanıt verdi:
–Hüseyin…
Öğretmenlerden biri yanındaki gazeteyi uzatıp “Okuma yazma biliyor musun, bunu okuyabilir misin?” diye sordu.
O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdı ki, okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanmaktaydı!..
Küçük Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi almayı kabul etmeyince öğretmen bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sordu..
Yanıt hazindi:
–Yaşım 12…
3 yaşında annemi, geçen yıl da babamı kaybettim!..
Talihsiz çocuğun aslında çok zeki olduğunu fark eden öğretmenler mutlaka okumasını tembihlediler…
Hüseyin, öğretmenlerin verdiği desteğin yarattığı heyecanla Denizli’de parasız yatılı okuluna kaydoldu..
Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap armağan edildi.
O gece kitabı okuyup bitirdi ve ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine giderek şöyle dedi:
–Bu kitapta eksiklik var!..
Öğretmen çok şaşırdı.
Çünkü Hüseyin’in “eksiklik var” dediği kitap Görecelik Teorisini anlatıyordu!..
Hüseyin bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını fark etmişti!..
Fen öğretmeni konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki hocası fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektupla bildirdi ve şu yanıtı aldı:
–Hüseyin liseyi bitirince yanıma gelsin!..
Albert Einstein’e uzanan yol!..
Hüseyin aynen öyle yaptı…
İTÜ Elektrik Mühendisliği’nde okumaya başladı…
Ancak yaptığı çalışmaları, ürettiği projeleri hocaları dahi anlayamıyordu.
O hocalardan biri “Bu çalışmaları ancak Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir” deyip, mektupla ona gönderdi.
Gelen yanıt müthişti:
–Hüseyin’in bu yaptığını 5 yıl önce bir grup akademisyen buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey…
Biz masraflarını karşılayacağız. Amerika’ya gelsin!..”
Hüseyin 1952 yılında yüksek elektrik mühendisi diplomasıyla İTÜ’den mezun oldu.
Bir gazetenin yaptığı kampanya ile toplanan parayla ABD’ye giden bir gemiye bindirildi.
Uzun bir yolculuktan sonra MIT’de Prof. Morse’un karşısına geçti.
Morse, Hüseyin’in tez hocası olacaktı ancak genç adamın İngilizcesi yetersizdi, profesörün söylediklerini tam olarak anlayamıyordu.
Onun da yolunu buldu, hocasına dönüp şöyle dedi:
–Write on the blackboard/ Tahtaya yazın!.
Hocasının tahtaya yazdığı tez konusunu defterine geçirdi ve üniversiteden ayrıldı.
MIT’de tez konuları genellikle 5 ile 9 yıl gibi bir sürede bitirilebiliyordu, ancak Hüseyin 3 ay sonra Morse’un karşısındaydı!..
Profesör, büyük bir şaşkınlıkla incelediği tezin mükemmel olduğuna karar verdi ancak MIT’de hemen diploma verilemiyordu.

Şayet Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasaydı, Mardin’de yoksulluk içinde başlayan yaşamını, dünyanın en önemli bilim insanlarından biri olarak sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı kaç kişi bilecek, tanıyacak, gurur duyacaktı?!.
Dünyaca ünlü, adı tıp literatürüne geçmiş Beyin Cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’i kaç kişi tanıyor, biliyor acaba?
Çok sesli müzik alanında harikalar yaratan müzisyenlerimizi
Fazıl Sayı, İdil Bireti, Gülsin Onay’ı, Güner, Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ı, Gürer Aykal’ı bırakın dinlemeyi, izlemeyi, kaç kişi adlarını biliyor acaba?
Futbol dışında dünyada büyük başarılar elde eden sporcularımızı kaç yurttaşımız tanır çok merak ediyorum!..
Örnek çok, yüzlerce
Hüseyin Yılmaz’ı Boğaziçi Aydınlar Topluluğu Grubu’nda yayımlanan bir mesaj ile tanıma fırsatı buldum
Bu büyük bilim adamı önünde, tıpkı diğer kahramanlarımızın olduğu gibi saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Bir önemli uyarı da bize,
Türk milletine
–Kahramanlarını, yüz ağartan önderlerini, bilim, kültür, sanat insanlarını baş tacı etmeyen, unutan adını bile bilmeyen toplumların gideceği yer çıkmaz sokaktır; olup olacakları da cemaat ya da köleliktir!
Hüseyin başka dersler aldı ve 2 yıl sonra doktorasını alarak bu kez Princeton Üniversitesi’ne başvurdu ve orada dahi fizikçi Albert Einstein’ın öğrencisi oldu!..
Birkaç yıl sonra Boston’a dönüp, icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başladı.
İlk büyük buluşunu 1960’ların başında yaptı.
–Sesle kumanda edilen bilgisayar!..
Cumhuriyetin erdemi!
Daha inanılmazı da var:
–Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü

–Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü “Fonksiyon Teorisi”nde eksiklikler tespit etti ve bunu bir mektupla kendisine de bildirdi, iyi mi!..
Ancak mektup ulaşmadan Einstein öldü!..
Hüseyin bu eksikliği ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca adeta kıyamet koptu.
Bilim dünyası ikiye bölündü!.
Ve Einstein’in kuramına karşı Hüseyin’in “Kütle Çekim Kuramı” da literatüre girdi!..
Bugün dünyada çok yaygın olarak kullanılan “Siri”, “Google”, “Now”, “Cortana” gibi sesli komut sisteminin mucidi Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, 27 ocak 2013’te yaşamını yitirdi…
Şimdi… Gelelim kıssadan hisseye; kendimi de katarak soruyorum:
–Bu müthiş, bu dünya bilim tarihine kazınmış ismi içimizden kaç kişi biliyor acaba?!. Daha acıklı bir soru sorayım.

Şayet Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasaydı, Mardin’de yoksulluk içinde başlayan yaşamını, dünyanın en önemli bilim insanlarından biri olarak sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı kaç kişi bilecek, tanıyacak, gurur duyacaktı?!.
Dünyaca ünlü, adı tıp literatürüne geçmiş Beyin Cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’i kaç kişi tanıyor, biliyor acaba?
Çok sesli müzik alanında harikalar yaratan müzisyenlerimizi
Fazıl Sayı, İdil Bireti, Gülsin Onay’ı, Güner, Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ı, Gürer Aykal’ı bırakın dinlemeyi, izlemeyi, kaç kişi adlarını biliyor acaba?
Futbol dışında dünyada büyük başarılar elde eden sporcularımızı kaç yurttaşımız tanır çok merak ediyorum!..
Örnek çok, yüzlerce
Hüseyin Yılmaz’ı Boğaziçi Aydınlar Topluluğu Grubu’nda yayımlanan bir mesaj ile tanıma fırsatı buldum
Bu büyük bilim adamı önünde, tıpkı diğer kahramanlarımızın olduğu gibi saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Bir önemli uyarı da bize,
Türk milletine
–Kahramanlarını, yüz ağartan önderlerini, bilim, kültür, sanat insanlarını baş tacı etmeyen, unutan adını bile bilmeyen toplumların gideceği yer çıkmaz sokaktır; olup olacakları da cemaat ya da köleliktir!

Geçmişten ders alınması gereken, Cumhuriyetin erdemini gayet net anlatan bir öykü

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞIR VE KÖLELEŞİR?!. için yorumlar kapalı
May 20

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “İlli millet idim, ilim var ama gücüm hani? Kime il kazanıyorum? Kağanlı millet idim, kağanım hani? Hangi kağana işimi gücümü veriyorum? Töreli millet idim, törem hani? Kimin töresine uymaktayım?” Bilge Kağan

* “Vatan sevgisi sadece coğrafyaya toprağa duyulan duygu değildir. Onun üzerinde yaşayan insanlara olan saygı ve sevgidir.” Namık Kemal

* “Yalnızca bir aptal suyun derinliğini iki ayağıyla ölçer.” Afrika Atasözü

* “Arapların en nefret ettiği millet, Türklerdir. Türklerin de en sevdiği millet, Araplardır. Platonik aşk, bu olsa gerek.” Abdullah Yeniekinci

* “Düşmanlarımızın bugün bizden istedikleri ne filan vilayet, ne filan sancaktır. Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur. Hayatımızdır, devletimizdir.” Mehmet Akif Ersoy                                                                                                        * “İnsan sözünden, hayvan yularından utulur.” Atasözü

* “Ne senden bana rükû, ne benden sana kıyam. Bundan sonra selamünaleyküm, aleykümselam.” Fuzuli

* “BOP eş başkanı Erdoğan, Türkiye’yi tasfiye ediyor.” Prof. Dr. İbrahim Öztürk

* “AKP’nin kitabında, Türklük yok. Türklük, Anayasa’dan çıkacak.” Recep Tayyip Erdoğan

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
May 19

DURMAK SANA YAKIŞIR MI?

DURMAK SANA YAKIŞIR MI?

* * *

Yedi düvel vatanına el atsa!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

Felek yine dertlerine dert katsa!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Yanardağlar gibi yakmalısın sen!

Lav olup düşmana akmalısın sen!

Zirveye Hilâli takmalısın sen!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Hürriyet yüreğin, özün değil mi?

Bayrağın, vatanın gözün değil mi?

Cumhuriyet apak yüzün değil mi?

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kınalı kurbansın, sen bu vatana!

Layıksın, layıksın şehit yatana!

Haddini bildir şu Türk’e çatana!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kur-an’da geçen o, necip ırk sensin…

Üçlerle yediler hatta kırk, sensin…

Peygamber övgülü yiğit Türk sensin…

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Türk’ün bayrağında al kanlar senin…

Dünya’ya ün salan sultanlar senin…

Tarihteki altın destanlar senin…

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | DURMAK SANA YAKIŞIR MI? için yorumlar kapalı
May 19

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN

19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun.

19 Mayıs yeni Türkiye’nin ve Atatürk’ün doğum günüdür. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun.

Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
May 18

MUCİZE VAR MI?

MUCİZE VAR MI?

 Küçük bir kız çocuğu eczaneye girer:

– MUCİZE var mı amca?

– MUCİZE mi? Ne yapacaksın ki?!

– Kötü bir cisim kardeşimin başında gittikçe büyüyor. Babamın söylediğine göre ancak bir MUCİZE onu kurtarabilirmiş̧. Ben de bütün paramı getirdim ki MUCİZE alayım Eczacı üzüntüyle:

– Yavrucuğum sana yardım edemeyiz. Burada MUCİZE satmıyoruz ki.!

Kızın gözleri dolar:

– Ama kardeşim ölüyor! Lütfen ne olur bana bir MUCİZE verin.

Birden arkadan bir el çocuğun başını okşar ve yumuşak bir sesle:

– Gel bakalım ne kadar paran varmış̧ görelim Paraları saydıktan sonra:

-Aman Allah’ım tam da kardeşine bir MUCİZE alabilecek kadar paran varmışa̧.

Çocukla biraz konuştuktan sonra:

– Şimdi beni eve götür de bakalım kardeşine bir MUCİZE bulabilecek miyiz?

O adam dünyaca meşhur beyin cerrahı profesörüydü̈! İki gün sonra hiç̧ bir ücret almadan ameliyatı gerçekleştirdi. Bir müddet sonra da çocuk iyileşti. Bu olayı Almanya The Hannover Hastanesi dekanı ilmi bir konferansta anlatıyor. Ve o Profesör hem ülkemizce ve hem dünyaca meşhur İranlı Madjid Samii’ydi!.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | MUCİZE VAR MI? için yorumlar kapalı