Ağu 08

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar götürecek tek bir dil vardır; Türkçe! Dilinize sahip çıkın.” Oktay Sinanoğlu

* “Hayatta herkes yanlış yapar, ne var ki ahmaklar yanlışlarında devam ederler.” Çiçero

* “Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır.” (1923) Mustafa Kemal Atatürk

* “Hayat kısa, Sanat uzun(ölümsüz)” Hipokrat

* “Giremediğin gönül senin değildir, gönül yalnız gönül vermekle alınır… Gönül istiyorsan önce gönlümü vereceksin!” Hz. Ali

* “Ayrı ayrı birer ahlâksız olan kişiler, toplu oldukları zaman namuslu olurlar”  Montesguieu

* “Türklerde imparatorluk kurma eğilimi vardır. Türkler kelimenin tam anlamıyla yeryüzünün hükümdarıdırlar Ve Tanrının onları dünyaya nizam vermesi için yarattığına inanıyorum.” Jean Paul Roux

* “Zihin fukara olunca akıl ukala olurmuş” Namık Kemal

* “O kadar cahilsiniz ki; dininiz var diye ahlâka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz”. Nicola Tesla

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Ağu 07

ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR.

ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR.

ABD, Türkiye’yi Trakya, Ege, Akdeniz, Suriye ve Irak’tan askerî üslerle kuşatmış durumdadır ve İncirlik her ne kadar Türk üssü sayılsa da ABD’nin kullanımındadır… Üstelik Türkiye’nin dış politikası da her ne kadar “millî ve yerli politika uygulanıyor” denilse de ABD yörüngesindedir!

Türkiye’nin bu baskıdan kurtulması, iç siyasetle de mümkün değildir çünkü siyasi partiler, NATO sürecinin başından beri çeşitli yollarla kontrol edilmektedir. İktidar, ülke ekonomisini de ABD ve İngiltere vatandaşı olan kişilere teslim etti! Muhalefet kazansaydı, onlar da aynısını yapacaklardı… İngiliz sermayesinden 300 milyar dolarlık yatırım gelecekti ya…

Şimdi “Körfez sermayesi gelecek” deniliyor… Körfez sermayesi, ABD ve İngiltere’nin izni dışında kimseye bir cent bile vermez! 57’nci hükümet döneminde Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun Bahreyn gezisine katılmıştım… Bahreyn tarafı, resmî görüşmede İngilizce konuşunca, Mirzaoğlu, “Neden kendi dillerimizle konuşmuyoruz?” deyince Bahreyn heyetinde bir İngiliz gözlemci bulunduğu ortaya çıkmıştı!

***

Papua Yeni Gine’de Amerikan üsleri, Kissinger’ın Çin ziyareti, dünyanın o bölgeden de karışacağının bir göstergesi… Tabii Ukrayna krizi ile birlikte düşünmek gerek…

Merhum İsmet İnönü’nün dediği gibi “Yeni bir dünya kurulur”sa ancak bu durumda “Türkiye de o dünyada yerini alır…”

Yoksa memleketin her köşesi ekonomik işgal altındadır ve nüfus nakli yoluyla da istila edilmektedir…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | ABD, TÜRKİYE’Yİ ASKERİ ÜSLERLE KUŞATMIŞTIR. için yorumlar kapalı
Ağu 06

CENAZE ARABASI ŞOFÖRÜ

Cenaze Arabası Şoförü

Taksicilikte ilk günü olan şoförün taksisine binen müşteri şoföre bir şey sormak için hafifçe omzuna dokunur. Omzuna dokunulmasıyla Şoför bir çığlık atıp, direksiyonun kontrolünü kaybeder ve kaldırıma çıkıp, bir vitrinin önünde arabayı durdurur ve arkaya dönüp müşteriye:

“Bir daha bunu yaparsan gözünü patlatırım!” diye bağırır.
Müşteri;
“Ufacık dokunmanın sizi bu kadar korkutup sıçratacağını düşünemedim, özür dilerim” der.

Kendini toparlamış olan şoför, müşteriye dönüp:

“Haklısınız, sizin kabahatiniz yok, bugün benim taksicilikte ilk günüm, 25 senedir cenaze arabasında şoförlük yapıyordum da!”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , | CENAZE ARABASI ŞOFÖRÜ için yorumlar kapalı
Ağu 05

AKLIN YOLU BİR!

AKLIN YOLU BİR!

Kabul etmemelisiniz (

Siz de mi saf’a yattınız? K.Ş)

Muhalif partiler, bütün muhalefet odakları, kendinize geliniz!

Hayır, kabul edemezsiniz, seçim sonuçlarını kabul edemezsiniz.

Her şey açıktır. Seçim, eşit şartlar altında yapılmamıştır. Bakanlar görevlerinden istifa etmeden seçimlere girmişlerdir. Devlet imkânları bir parti lehine kullanılmıştır. Devletin ekranı bir parti ve aday lehine kullanılmıştır. Böyle bir seçimin meşruiyetini sürekli olarak gündemde tutmalısınız.

Vatandaş ve dolayısıyla seçmen yapılanların sayısı, medyada dolaşan çeşitli seçim hileleri… Bunları araştırmak muhalefetin görevi değil mi? Bunları araştırmalı ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmalısınız. Araştırmalarınızın sonuçları söylentileri doğruluyorsa yeri göğü inletmelisiniz.

Aslında hileler söz konusu olmasa bile devlet imkânlarının bir parti lehine kullanılmış olması, seçim sonuçlarını tartışmak için kâfidir. Âdil şartlarda girilmeyen seçimlerin meşruiyetini tartışmalı ve sürekli gündemde tutmalısınız.

Biz bunu beklerken siz birbirinize girdiniz. Yalnız siyasi partilere değil bütün muhalif odaklara sesleniyorum, birbirinizle uğraşmayı bırakınız. Siz birbirinizle uğraştıkça yandaşların ağızları kulaklarına varıyor. Birbirinizle uğraşacağınıza usulsüzlükleri, yolsuzlukları, hukuksuzlukları bir bir ortaya koymalısınız. Üzerinizde % 48’in vebali var; onların duygularını, düşüncelerini haykırmalısınız.

Ülkenin başında üç bela var: FETÖ, PKK, yabancı istilası. Üçünün de sebebi iktidardır. İlk ikisi iktidar tarafından azdırılmış, üçüncüsü doğrudan doğruya bu iktidarın politikaları sonucunda ortaya çıkmıştır. AKP iktidara geldiği zaman şehit sayısı sadece 6-7 civarına indirilmişti.

“Aynı menzile” gidildiği için FETÖ ile yapılan iş birlikleri, Fethullah Gülen’e yapılan güzellemeler ortadadır; bilgisayar başında olanların, ellerinde akıllı telefon bulunanların iki tık uzağındadır.

Öcalan güzellemeleri, Oslo, Nusaybin, Diyarbakır’da okutulan Apo mektupları, megri megriler de iki tık ötededir. Bütün bunlar devlet politikası, “Terörün sona erdirilmesi…” kanunu filan denilerek geçiştirilemez. “Açılım, çözüm” denilerek yürütülen bu politika binlerce şehide mal olmuştur. Sadece hendek operasyonlarında yüzlerce şehit verilmiştir.

Şimdi de üçüncü bela yüzünden ülkemiz neredeyse Türk ülkesi olmaktan çıkacaktır. Yabancı istilası bu iktidar zamanında başlamıştır ve devam etmektedir.

Bunların hiçbiri bağışlanamaz. Binlerce şehide mal olan, ülkemizi Türk ülkesi olmaktan çıkarma potansiyeli taşıyan bu politikaların hiçbiri bağışlanamaz. Bu politikaların sahipleriyle iş birliği yapanlar da bağışlanamaz. Muhalefet susmaya devam eder, sesini yeteri kadar yükseltmezse onlar da bağışlanamaz.

Önce parti değil önce ülke gelir. Mevcut iktidardan kurtulmak isteyenlerin oranı en az % 48’dir. “Şerefsiz, sürtük” diye aşağılananların neler söylediklerini buraya yazmam mümkün değil. Son haftalarda, günlük konuşmalarda en sık hangi kelimelerin kullanıldığını buraya yazmam mümkün değil.

Muhalif partiler, bütün muhalefet odakları, kendinize geliniz!

Alıntı: Ahmet B. Ercilasun

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | AKLIN YOLU BİR! için yorumlar kapalı
Ağu 04

BİR ULUSUN KADERİNİ DEĞİŞTİREN MERDİVENLER

BİR ULUSUN KADERİNİ DEĞİŞTİREN MERDİVENLER

Tarih: 28 Temmuz 1808…
Yer: Topkapı Sarayı Harem-i Hümayun’u…
Osmanlı İmparatorluğunda tahtın Osmanlı Hanedanı açısından bu kadar tehlikeye girdiği bir dönem en son I. İbrahim döneminde yani yaklaşık 200 yıl önce yaşanmıştı…
Sıcak bir yaz gününde, Saray’ın soğuk duvarlarında bir karşı darbe tertipleniyordu…
Darbeciler bundan tam 14 ay önce yani 29 Mayıs 1807’de “Kabakçı Mustafa İsyanı” olarak bilinen olayda reformist padişah III. Selim’i tahttan indirip, onun “daha mutaassıp” yeğeni IV. Mustafa’yı tahta çıkarmıştı…
Canına dokunulmayarak Harem’e hapsedilen sabık padişah Selim, dört duvar arasında günlerini geçiriyordu…
Kaldırılmasına daha 18 yıl olan Yeniçeri Ocağı ise bu iktidar değişikliğinin de tam ortasındaydı…
Canlarını zor kurtaran Sultan Selim Han döneminin önde gelenleri, Alemdar’ın eteğine yapışmış, “imdat” bekler haldeydi…
Alemdar da ordusu ile İstanbul’a doğru harekete geçerek Kabakçı’yı ortadan kaldırmıştı…
Amaç belliydi: Selim’i yeniden tahta geçirmek…
Fakat ne olduysa bundan sonra oldu…
O esnada taht namzetliğine iki isim vardı: Eski padişah Selim ile onun yeğeni -mevcut padişah Mustafa’nın kardeşi- Mahmud…
Alemdar beraberindeki orduyla Saray’a doğru harekete geçti…
Ancak korktuğu başına geldi…
Taht namzetlerini ortadan kaldırarak kendisine dokunulamayacağını hesap eden IV. Mustafa, padişahlığı döneminde kendisine babalık yapan amcası Selim’i boğdurttu…
Artık Mustafa için tek bir “tehdit” kaldı: Kardeşi Mahmud…
Selim’i katleden cellatlar hemen Mahmud’a yöneldi…
Suikastçılar Harem’e kadar girdi…
Harem’de adeta bir can pazarı yaşanıyordu: Mahmud yanlısı kalfalar ile ağalar, şehzadelerini kurtarmaya çalışıyordu…
Katiller Mahmud’a çok yaklaştı…
O esnada bir kadın, Türk tarihinin kaderini değiştirecekti: Cevri Kalfa…
Suikastçılar şehzadenin dairesine yöneldiler ancak şehzade ortada yoktu. 23 yaşındaki genç şehzade, Cevri Kalfa isimli bir cariye tarafından Altın Yol’dan geçirilerek, üst katta bulunan kalfanın kendi dairesine kaçırıldı…
Zenci ağalar üst kata çıkılan taş merdivenin başına ulaştıklarında katiller güruhu da yetişti. Öfkeyle Mahmud’u korumaya çalışan ağaların üzerlerine atıldılar; basamakları ikişer ikişer atlayarak yukarıya çıktılar…
Mahmud yandaşları direniyorlardı ancak dokuza karşı üç kılıç ne kadar dayanılırdı?..
Bir süre sonra merdivenin başı savunmasız kaldı…
İşte her şey bitti denildiği anda, sahneye Cevri Kalfa çıktı…
Saray çalışanı bu Çerkez kadın, eline içi kül dolu büyük bir çömlek geçirdi…
Ağalara sesinin bütün gücüyle bağırdı:
“Haydi durmayın! Şehzadeyi kaçırın!” Tepedeki baca penceresini işaret ederek, “Damdan!” diye ilave etti…
Bu sözünün ardından iki adımda merdivenin başına yetişti, ellerinin yanmasına aldırmaksızın, çömleğindeki kızgın külleri, basamakları çıkmaya çalışan, suikastçıların yüzlerine avuç avuç savurmaya başladı…
Gözlerine sıcak kül dolan ve neye uğradığını şaşıran suikastçıların duraklamasıyla, birkaç dakika kazanıldı. Ağalar Şehzade Mahmud’a omuz vererek onu, “baca” adı verilen tepe penceresinden çıkarmaya çalıştı…
Bu arada Cevri Kalfa’nın gücü külü de tükendi. Adım adım geri çekilmeye çalışırken, yediği tekmeyle yuvarlanarak bayıldı…
Ancak Şehzade Mahmud kurtuldu…

Tarih 28 Temmuz 1808 idi…
Ölümün kıyısından bir merdiven sayesinde dönen Mahmud, Alemdar’ın desteğiyle o gün tahta çıkarak II. Mahmud Han oldu…
Osmanlı tarihinin en yenilikçi padişahı olarak bilinen ve mutaassıp çevreler tarafından “gavur padişah” denen II. Mahmud kolları sıvadı, imparatorluğu dönüştürecek devrim niteliğindeki reformları hayata geçirmeye başladı…
Kılık kıyafet reformu ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, en dikkat çeken reformlar olarak tarihe geçti…
Sultan Mahmud Han, yaptıklarıyla modern devlet teşkilatının kurucu babası oldu.
Kendi devrinden sonra adeta bir “kurucu baba” hüviyetine büründü.
Ondan sonra gelen padişahlar onun izinden gitmeye gayret gösterdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “kurucu babalarının” hepsi, Sultan Mahmud Han’ın açtığı yoldan, onun kurduğu okullardan; Harbiye’den yetişti…
Demokrasi, laiklik, millet meclisi gibi kavramlar tabii ki de onun devrinde bu topraklarda yoktu ama hiç şüphesiz onun devrinde filizlendi…
Türk modernleşmesinin tarihini Lale Devri’ne kadar götürebiliriz ancak en somut adımlar Mahmud tarafından atıldı…
Tabii ki de II. Mahmud’a eleştirel yaklaşımlar da var. Yeniçeri Ocağı’nın tasfiyesi Türkiye’de toplumsal muhalefete vurulan bir darbe olarak görülüyor kimi akademik tartışmalarda. Buna örnek olarak ocağın kaldırılmasının ardından II. Mahmud’un sonuçları ağır olan bazı antlaşmaları toplumsal bir muhalefet olmadığı için rahat bir şekilde imzalaması olarak gösterilebilir.
Konumuza dönersek…
Sultan Mahmud Han yaptıklarıyla tarihimize damgasını vurdu…
Bir merdivenin kurtardığı şehzade, sultanlığı döneminde yaptıklarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun işaret fişeğini yaktı…
Son yıllarda yakın çevresine sarf ettiği bir söz ise onun hayatını bana göre tek cümleyle özetleyecek cinsten:
“Gaile-i saltanattan usandım…”

Alıntı: Oğuz Ok Cevri Kalfa Merdiveni, Altın Yol-Harem, Topkapı Sarayı Müzesi

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , | BİR ULUSUN KADERİNİ DEĞİŞTİREN MERDİVENLER için yorumlar kapalı
Ağu 03

NEREDE BU ADALET?

NEREDE BU ADALET?

AKP Türkiye’sinde artık okul okumanın, doğru düzgün bir meslek sahibi olmanın bir anlamı kalmadı!

Hemen hemen hepimizin ve ailelerimizin hayalidir, çocuğunu doktor olarak mühendis olarak görmek!

Tıp fakültesinde ya da mühendislik fakültesinde okuyan çocuğundan bahsederken anne babalar, göğüslerini kabartarak konuşur.

Ama artık bu ülkede doktor olmanın da mühendis olmanın da bir anlamı kalmadı!

Her şeyi değersizleştiren, AKP sağlık sisteminin de içinden geçti adeta!

Aile Sağlığı Merkezlerinin birer taşeron haline getirdi, sağlıkçıları adeta ikinci sınıf vatandaş yerine koydu!

AKP haftalardır “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” diye caka satıp duruyor ortalıkta!

Memura vaat edilen 22 bin TL hiçbir anlam ifade etmiyor!

Şöyle izah edelim!

Bugün rahatsızlandığınızda sizi hastaneye yetiştiren ambulansın şoförü, ek ödemeleriyle beraber o ambulanstaki pratisyen hekimden daha fazla maaş alıyor!

Bugün seçim vaadi olarak taşerondan kadroya geçirilen sürekli işçiler, hemşire ve doktorlardan daha fazla maaş alıyor, uzman doktordan ise sadece 243 TL eksik maaş alıyor!

Bu nasıl olabilir diyebilirsiniz?

Şöyle oluyor;

*Sürekli işçiye gece çalışmasında yüzde 35 fazla ödeme yapılırken devlet memuru sağlıkçılara bu hak tanınmıyor!

*Bayram çalışmasında sürekli işçiye 2 yevmiye ödenirken devlet memuru sağlıkçılara bu hak tanınmıyor!

*Sürekli işçiye fazla mesai ücreti 145 TL/saat verilirken sağlıkçıya ise sadece 38 TL (Hemşire) veriliyor!

Giyim, yol, yemek ve sosyal yardımlar derken hopp bir bakıyorsunuz sürekli işçinin maaşı sağlıkçının maaşından neredeyse 4’te 1 oranında fazla olmuş!

Bu sağlıkçının durumu, mühendis deseniz; mühendislerin sorumlu olduğu kamu işçileri mühendislerden neredeyse 2 katı kazanç elde ediyor!

Dönelim sağlıkçılara!

Devlet vasıfsız işçisi evlendiği zaman, anne baba olduğu zaman ek ücret ödüyor. Doktora ve hemşireye var mı bu ödeme derseniz?

Tabii ki yok!

İşte kamuda adalet!

15-20 yıl okul okuduktan sonra hayat kurtaran sağlıkçılara reva görülen düzen bu!

Sağlıkçılar bir bir ülkeden kaçarken yerlerine Suriyelisi, Afganı, Pakistanlısı doldurulurken sistemi düzeltmek yerine aynı hatalar yapılmaya devam ediliyor.

Kamu işçilerinin itiraz seslerini duyar gibiyim!

Kimsenin sizin aldığınız maaşta, ek ücrette gözü yok hanımlar, beyler!

Hele şu ekonomik koşullarda hiç yok!

Bu ülkenin sağlık neferlerinden, eğitimli insanlarından yüksek yüksek maaşlar almak sanırım sizin de hoşunuza gitmiyordur!

İstenen kamuda adalet!

Alıntı: Tolga Şahin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | NEREDE BU ADALET? için yorumlar kapalı
Ağu 02

SÖYLEMESİN ŞARKILAR, SENSİZ AÇMASIN GÜLLER

SÖYLEMESİN ŞARKILAR, SENSİZ AÇMASIN GÜLLER

* * *

Ya hücrem ol, ya da kan, yüreğime öyle dol

İki cihanda yalnız, bir tek bana ait ol

Dileğimdir bir ömür sarmasın yabancı kol

Var mı yazgıdan gayrı bilmiyorum başka yol?

Söylemesin şarkılar seni anmasın diller

Sensiz açmasın bir an sensiz kokmasın güller

* * *

Benzeri yok bu aşkın ebediyen dinmesin

Sevgi, huzur, mutluluk hiç sırtını dönmesin

Aşkın semalarından aşk bayrağın inmesin

Ay ışığı o nurun mahşere dek sönmesin

Söylemesin şarkılar seni anmasın diller

Sensiz açmasın bir an sensiz kokmasın güller

* * *

Yaklaştırma yanına nefretin gölgesini

Benim için sakla şu mücevher hevesini

Nefesim her dakika özlerken nefesini

Ben duyayım kalbimin ritmi o şuh sesini

Söylemesin şarkılar seni anmasın diller

Sensiz açmasın bir an sensiz kokmasın güller

* * *

Ben Mecnun’un, Ferhat’ın, Yusuf’un çilesiyim

Ebediyen bu aşkın gönüllü halesiyim

Bir yârin fethettiği yüreğin kalesiyim

O can cihan güneşi ışığın kölesiyim

Söylemesin şarkılar seni anmasın diller

Sensiz açmasın bir an sensiz kokmasın güller

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , | SÖYLEMESİN ŞARKILAR, SENSİZ AÇMASIN GÜLLER için yorumlar kapalı
Ağu 01

İŞ BİRLİKÇİLİK

İŞ BİRLİKÇİLİK

Emekli Büyükelçi Müfit Özdeş, Fransa’daki olayların Cezayir bağımsızlık savaşında Fransa ordusu ile iş birliği yapan ve sayıları yüz binlerle ifade edilen ve bir kısmı Fransa’ya yerleştirilmiş Harkilerle doğrudan ilgili olduğunu söyledi. Öldürülen 17 yaşındaki çocuk da Harkilerin torunlarından biri…

Fransa, Cezayir’i terk ederken, kendi halkına karşı Fransa ordusu saflarında savaşan Harkilerin büyük kısmını, kaderleriyle baş başa bırakmış, bunların çoğu bağımsızlık için savaşan Cezayirliler tarafından öldürülmüş, aileleri de ömürlerini hapiste geçirmişti.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, ancak 2021 yılında Harkileri kabul ettiği bir toplantıda Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda Fransa’nın yanında savaşanlara minnettarlığını ifade ederek, “Terk ettiğimiz savaşçılardan, hapse giren ailelerinden özür diliyorum” demişti.

***

Vikipedi’deki “Harkiler” maddesine göre Cezayir bağımsızlık savaşından sonra işbirlikçilerin 260 bini Fransa’ya göç etti. Göç edenlerin çoğunluğu, iş birlikçilerin ailelerinden oluşuyordu. Onlar için artık Cezayir’de yaşamak mümkün değildi…

Afrika Araştırmaları Derneği’nin sitesinde halen yayında olan “Cezayir’de istenmeyen Fransa’da unutulan topluluk: Harki” başlıklı ve Ahmet Kavas imzalı incelemeye göre “Cezayir tarafından tarihinin en zor zamanında işgalci Fransız ordusuna yardım ettikleri için vatandaş olarak kabul edilmeyen ve bir daha anavatanlarını hiç görmemeye mahkûm olan Harkiler, Müslüman kimliğinden vazgeçmedikleri için Fransız devlet adamlarının merhametini bir türlü elde edemedi…”

Bu arada yazıda şu bilgiler de veriliyor:

“Fransızlar Cezayir’i istilaya başlar başlamaz ilk yaptıkları iş, Anadolu’dan buraya gelmiş olan Osmanlı ailelerini Suriye taraflarına sürmek oldu. Yerlerine Avrupa ülkelerinden getirdikleri, 1 milyon fakir köylüyü yerleştirdiler. Bunlar, Cezayir, bağımsızlık savaşının 1962’de sona ermesiyle ülkeyi terk ederek güneybatı Fransa ve Côte d’Azur denen İtalya sınırındaki güneydoğu bölgelerine getirilip yerleştirildiler.

Osmanlı’nın Endülüs’ten kurtardığı ve bir kısmını Cezayir’e yerleştirdiği Yahudiler ise Fransa vatandaşlığına hemen kabul edildi.”

***

Fransa devleti ve Fransızlar, Harkileri hiçbir zaman benimseyemedi. Harkiler, her zaman aşağılandı ve kendilerine verilen gecekondu apartmanlardan ayrılamadı. İşsizlik ve fakirlik bu topluluktaki suç oranını da artırdı.

Fransız polisinin Harkilerin torunlarından 17 yaşında bir çocuğu öldürmesi ise bir devlet operasyonunun başlangıcı olabilir!

Şimdi burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne düşen, ensar-muhacir edebiyatını bir kenara bırakarak ABD koordinasyonuyla Türkiye’ye gönderilen Suriyeliler ile Afgan ordusu askerlerinin 10 yıl sonra, 20 yıl sonra, 40 yıl sonra ne gibi olaylara yol açabileceğini ön görmek ve yol yakınken onları vatanlarına döndürebilmektir…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , | İŞ BİRLİKÇİLİK için yorumlar kapalı
Tem 31

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Meyve tatlı bile olsa, olmadıkça ona ham derler.” Hz. Mevlânâ

* “İmkânsız sadece sersemlerin sözlüğünde bulunan bir kelimedir.” Napolyon

* “Yalnız ciddi veya yalnız neşeli olan insan, yarım insandır” Leigh Hunt

* “Ey düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın! Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”  N.F,Kısakürek

* “Âlimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır.” Hz. Muhammed

* “Bu dünyada başarıya ulaşan insanlar, istedikleri şartları bulamazlarsa kendileri oluştururlar.” Bernard Shaw

* “Bıçak soksalar gölgeme sıcacık kanım damlar! Dönüp baktım ülkeme başsız başsız adamlar!” N.F.Kısakürek

* “Ne kadar büyük ve akıllı insan tanıdıysam, hepsini de ölümle içli dışlı gördüm.” Hasan Basri

* “O iyi yetişmiş biri değil, çünkü kötü yetişmiş insanlara katlanamıyor.” B. Franklin         

* “İki göz vardır, onlara ateş değmez: Allah için ağlayan gözle, Allah yolunda uyanık sabahlayan göz.” Hadis-i Şerif

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 30

TÜRKİYE ‘BÜYÜK PEŞAVER’ OLMASIN!

TÜRKİYE ‘BÜYÜK PEŞAVER’ OLMASIN!

Sığınmacı sorununun nerelere varabileceğini anlamak için ibretlik iki örnek var… Birisi Lübnan, diğeri Ürdün…

İsrail işgali sonucu gerçekleşen Filistinli göçleri Lübnan’ı sürekli savaşın ve yıkımın içinde tuttu, Ürdün’de ise iç savaş çıkardı, Kara Eylül olayları gerçekleşti…

Bugün Türkiye’de yaşadıklarımızla karşılaştırdığımızda, Filistinlilerin göçüyle, Suriyelilerin göçü arasında ciddi bir fark var… Göçen Filistinlilerin topraklarına geri dönme ihtimali yokken, bizdeki Suriyelilerin büyük oranda geri dönebilme yolları açık…

***

1967 Savaşı sonucunda yaklaşık 1 milyon Filistinli göçmen Ürdün’e geçip yaşamaya başladı… O tarihte Ürdün’ün nüfusu 1 buçuk milyon bile değildi… Nüfusa bir o kadar nüfus daha eklenmişti…

Ürdün zaten ekonomik anlamda çok iyi durumda değilken, sıkıntı daha da büyüdü… İşsizlik, konut, sağlık ve su problemleri baş gösterdi…

Ürdün’ü bunlardan çok daha ciddi bir tehlike bekliyordu… Filistin Kurtuluş Örgütü, sığınmacı oldukları Ürdün devletini ele geçirmek istedi… İsrail zulmüne yeterince tepki gösterilmediğini öne süren örgüt, Ürdün yönetimini de hedef almış, tepkiyi organizeye başlamıştı…

Daha önce Kral 1. Abdullah’ın da İsrail’le yakınlığı iddiasıyla, 1951’de Filistinli bir genç tarafından öldürülmesi, kraliyet ailesiyle Filistinliler arasındaki gerilimin tesciliydi adeta…

1960’ların sonunda Ürdün’de iyice güçlenmiş bir FKÖ ve Ürdün’ün mahalle ve sokaklarında hâkimiyet kuran, yol kontrolü yapan, devletmiş gibi davranan, halktan vergi toplayan gerilla grupları vardı artık…

Sonra devlet ve devletin kontrolündeki güçlerle çatışmalar başladı… 1970 Eylül ayında çatışmaların adı ‘iç savaş’a dönüşmüştü… Kara Eylül’de 10 bine yakın insan hayatını kaybetti… Ardından yeni göçler, sürgünler, idamlar gerçekleşti…

***

Filistinli göçlerinden sonra Lübnan’da gerilim daha da arttı… Zaten dinî ve mezhebi anlamda çok parçalı hâldeki ülke, İsrail’in işgalinden kaçan Filistinlilerle birlikte yeni bir gerilim alanına sürüklendi…

Lübnan’da 1975-1990 arasında yaşanan iç savaşın sebeplerinden birisi göçmen sorunuydu… Ülke bir yandan Lübnan’da güçlenen FKÖ dolayısıyla İsrail’in hedefi hâline gelmiş, diğer yandan iç siyasette gerilim yükselmişti…

Ülkedeki Sünniler ve Dürziler Filistinlilerin yanında yer alırken, Marunî-Hristiyan cephesi karşı blokta yer aldı… Ülke kan gölüne döndü… İsrail’in kontrolünde, mülteci kamplarında siviller katledilirken, FKÖ’nün sözünün daha çok geçtiği, kuralsız, düzensiz, gettolardan ve irili ufaklı silahlı örgütlerden oluşan bir kaos doğdu…

Bugün Lübnan’da yaşanan mülteci problemi dünyadaki en ağır mülteci problemlerinden biridir… Çünkü uluslararası hukukta hâlâ tanımı yoktur, mültecilerin dönüş hakları bulunmamaktadır…

***

Elbette şartlar ve olaylar aynı değil ama Türkiye, bölgesinde yaşanan bu ağır tecrübeyi yok sayamaz… Üstelik, sığınmacıların dönme şartları varken, hangi gerekçeyle olursa olsun Türkiye’de tutulmaları, kalıcı hâle getirilmeleri, devlet ve milletin geleceği adına bağıra bağıra gelen bir tehlikedir…

Bugün yaşadığımız ve ‘münferit’ gibi değerlendirilen olayların yarın ‘kitlesel’ boyuta taşınmayacağının hiçbir garantisi yoktur, olamaz da… Türkiye, mazlumların da acı çekeceği bir akıbete sürüklenmeden, bu türden büyük göçlerin doğuracağı sonuçları çoktan hesaplamalıydı…

Türkiye, ‘büyük Peşaver’ olamaz!.. Daha fazla geç kalmadan, millî devleti, millî kimliği ve iç güvenliği aşındıracak bu ağır taarruz durdurulmalı…

Alıntı: Servet Avcı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | TÜRKİYE ‘BÜYÜK PEŞAVER’ OLMASIN! için yorumlar kapalı