May 21

BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞIR VE KÖLELEŞİR?!.

BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞİR VE KÖLELEŞİR?!.

Yıl 1936…
Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde görevli bir grup öğretmen havanın güzelliğinden faydalanıp pikniğe gittiler…
Şahane doğanın kucağında eğlenirlerken keçilerini otlatan küçük bir çobanla karşılaştılar; yanlarına davet edip çay ikram ettiler, ismini sordular.
Küçük çoban ürkek bir sesle yanıt verdi:
–Hüseyin…
Öğretmenlerden biri yanındaki gazeteyi uzatıp “Okuma yazma biliyor musun, bunu okuyabilir misin?” diye sordu.
O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdı ki, okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanmaktaydı!..
Küçük Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi almayı kabul etmeyince öğretmen bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sordu..
Yanıt hazindi:
–Yaşım 12…
3 yaşında annemi, geçen yıl da babamı kaybettim!..
Talihsiz çocuğun aslında çok zeki olduğunu fark eden öğretmenler mutlaka okumasını tembihlediler…
Hüseyin, öğretmenlerin verdiği desteğin yarattığı heyecanla Denizli’de parasız yatılı okuluna kaydoldu..
Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap armağan edildi.
O gece kitabı okuyup bitirdi ve ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine giderek şöyle dedi:
–Bu kitapta eksiklik var!..
Öğretmen çok şaşırdı.
Çünkü Hüseyin’in “eksiklik var” dediği kitap Görecelik Teorisini anlatıyordu!..
Hüseyin bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını fark etmişti!..
Fen öğretmeni konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki hocası fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektupla bildirdi ve şu yanıtı aldı:
–Hüseyin liseyi bitirince yanıma gelsin!..
Albert Einstein’e uzanan yol!..
Hüseyin aynen öyle yaptı…
İTÜ Elektrik Mühendisliği’nde okumaya başladı…
Ancak yaptığı çalışmaları, ürettiği projeleri hocaları dahi anlayamıyordu.
O hocalardan biri “Bu çalışmaları ancak Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir” deyip, mektupla ona gönderdi.
Gelen yanıt müthişti:
–Hüseyin’in bu yaptığını 5 yıl önce bir grup akademisyen buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey…
Biz masraflarını karşılayacağız. Amerika’ya gelsin!..”
Hüseyin 1952 yılında yüksek elektrik mühendisi diplomasıyla İTÜ’den mezun oldu.
Bir gazetenin yaptığı kampanya ile toplanan parayla ABD’ye giden bir gemiye bindirildi.
Uzun bir yolculuktan sonra MIT’de Prof. Morse’un karşısına geçti.
Morse, Hüseyin’in tez hocası olacaktı ancak genç adamın İngilizcesi yetersizdi, profesörün söylediklerini tam olarak anlayamıyordu.
Onun da yolunu buldu, hocasına dönüp şöyle dedi:
–Write on the blackboard/ Tahtaya yazın!.
Hocasının tahtaya yazdığı tez konusunu defterine geçirdi ve üniversiteden ayrıldı.
MIT’de tez konuları genellikle 5 ile 9 yıl gibi bir sürede bitirilebiliyordu, ancak Hüseyin 3 ay sonra Morse’un karşısındaydı!..
Profesör, büyük bir şaşkınlıkla incelediği tezin mükemmel olduğuna karar verdi ancak MIT’de hemen diploma verilemiyordu.

Şayet Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasaydı, Mardin’de yoksulluk içinde başlayan yaşamını, dünyanın en önemli bilim insanlarından biri olarak sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı kaç kişi bilecek, tanıyacak, gurur duyacaktı?!.
Dünyaca ünlü, adı tıp literatürüne geçmiş Beyin Cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’i kaç kişi tanıyor, biliyor acaba?
Çok sesli müzik alanında harikalar yaratan müzisyenlerimizi
Fazıl Sayı, İdil Bireti, Gülsin Onay’ı, Güner, Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ı, Gürer Aykal’ı bırakın dinlemeyi, izlemeyi, kaç kişi adlarını biliyor acaba?
Futbol dışında dünyada büyük başarılar elde eden sporcularımızı kaç yurttaşımız tanır çok merak ediyorum!..
Örnek çok, yüzlerce
Hüseyin Yılmaz’ı Boğaziçi Aydınlar Topluluğu Grubu’nda yayımlanan bir mesaj ile tanıma fırsatı buldum
Bu büyük bilim adamı önünde, tıpkı diğer kahramanlarımızın olduğu gibi saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Bir önemli uyarı da bize,
Türk milletine
–Kahramanlarını, yüz ağartan önderlerini, bilim, kültür, sanat insanlarını baş tacı etmeyen, unutan adını bile bilmeyen toplumların gideceği yer çıkmaz sokaktır; olup olacakları da cemaat ya da köleliktir!
Hüseyin başka dersler aldı ve 2 yıl sonra doktorasını alarak bu kez Princeton Üniversitesi’ne başvurdu ve orada dahi fizikçi Albert Einstein’ın öğrencisi oldu!..
Birkaç yıl sonra Boston’a dönüp, icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başladı.
İlk büyük buluşunu 1960’ların başında yaptı.
–Sesle kumanda edilen bilgisayar!..
Cumhuriyetin erdemi!
Daha inanılmazı da var:
–Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü

–Hüseyin, 1958 yılında çalışmalarını yakından izlediği Einstein’ın kendisi kadar ünlü “Fonksiyon Teorisi”nde eksiklikler tespit etti ve bunu bir mektupla kendisine de bildirdi, iyi mi!..
Ancak mektup ulaşmadan Einstein öldü!..
Hüseyin bu eksikliği ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca adeta kıyamet koptu.
Bilim dünyası ikiye bölündü!.
Ve Einstein’in kuramına karşı Hüseyin’in “Kütle Çekim Kuramı” da literatüre girdi!..
Bugün dünyada çok yaygın olarak kullanılan “Siri”, “Google”, “Now”, “Cortana” gibi sesli komut sisteminin mucidi Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, 27 ocak 2013’te yaşamını yitirdi…
Şimdi… Gelelim kıssadan hisseye; kendimi de katarak soruyorum:
–Bu müthiş, bu dünya bilim tarihine kazınmış ismi içimizden kaç kişi biliyor acaba?!. Daha acıklı bir soru sorayım.

Şayet Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasaydı, Mardin’de yoksulluk içinde başlayan yaşamını, dünyanın en önemli bilim insanlarından biri olarak sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı kaç kişi bilecek, tanıyacak, gurur duyacaktı?!.
Dünyaca ünlü, adı tıp literatürüne geçmiş Beyin Cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’i kaç kişi tanıyor, biliyor acaba?
Çok sesli müzik alanında harikalar yaratan müzisyenlerimizi
Fazıl Sayı, İdil Bireti, Gülsin Onay’ı, Güner, Süher Pekinel kardeşleri, Suna Kan’ı, Gürer Aykal’ı bırakın dinlemeyi, izlemeyi, kaç kişi adlarını biliyor acaba?
Futbol dışında dünyada büyük başarılar elde eden sporcularımızı kaç yurttaşımız tanır çok merak ediyorum!..
Örnek çok, yüzlerce
Hüseyin Yılmaz’ı Boğaziçi Aydınlar Topluluğu Grubu’nda yayımlanan bir mesaj ile tanıma fırsatı buldum
Bu büyük bilim adamı önünde, tıpkı diğer kahramanlarımızın olduğu gibi saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Bir önemli uyarı da bize,
Türk milletine
–Kahramanlarını, yüz ağartan önderlerini, bilim, kültür, sanat insanlarını baş tacı etmeyen, unutan adını bile bilmeyen toplumların gideceği yer çıkmaz sokaktır; olup olacakları da cemaat ya da köleliktir!

Geçmişten ders alınması gereken, Cumhuriyetin erdemini gayet net anlatan bir öykü

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | BİR ÜLKE, BİR MİLLET NASIL TARİKATLEŞIR VE KÖLELEŞİR?!. için yorumlar kapalı
May 20

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “İlli millet idim, ilim var ama gücüm hani? Kime il kazanıyorum? Kağanlı millet idim, kağanım hani? Hangi kağana işimi gücümü veriyorum? Töreli millet idim, törem hani? Kimin töresine uymaktayım?” Bilge Kağan

* “Vatan sevgisi sadece coğrafyaya toprağa duyulan duygu değildir. Onun üzerinde yaşayan insanlara olan saygı ve sevgidir.” Namık Kemal

* “Yalnızca bir aptal suyun derinliğini iki ayağıyla ölçer.” Afrika Atasözü

* “Arapların en nefret ettiği millet, Türklerdir. Türklerin de en sevdiği millet, Araplardır. Platonik aşk, bu olsa gerek.” Abdullah Yeniekinci

* “Düşmanlarımızın bugün bizden istedikleri ne filan vilayet, ne filan sancaktır. Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur. Hayatımızdır, devletimizdir.” Mehmet Akif Ersoy                                                                                                        * “İnsan sözünden, hayvan yularından utulur.” Atasözü

* “Ne senden bana rükû, ne benden sana kıyam. Bundan sonra selamünaleyküm, aleykümselam.” Fuzuli

* “BOP eş başkanı Erdoğan, Türkiye’yi tasfiye ediyor.” Prof. Dr. İbrahim Öztürk

* “AKP’nin kitabında, Türklük yok. Türklük, Anayasa’dan çıkacak.” Recep Tayyip Erdoğan

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
May 19

DURMAK SANA YAKIŞIR MI?

DURMAK SANA YAKIŞIR MI?

* * *

Yedi düvel vatanına el atsa!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

Felek yine dertlerine dert katsa!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Yanardağlar gibi yakmalısın sen!

Lav olup düşmana akmalısın sen!

Zirveye Hilâli takmalısın sen!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Hürriyet yüreğin, özün değil mi?

Bayrağın, vatanın gözün değil mi?

Cumhuriyet apak yüzün değil mi?

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kınalı kurbansın, sen bu vatana!

Layıksın, layıksın şehit yatana!

Haddini bildir şu Türk’e çatana!

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kur-an’da geçen o, necip ırk sensin…

Üçlerle yediler hatta kırk, sensin…

Peygamber övgülü yiğit Türk sensin…

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Türk’ün bayrağında al kanlar senin…

Dünya’ya ün salan sultanlar senin…

Tarihteki altın destanlar senin…

Durmak sana yakışır mı yiğidim?

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | DURMAK SANA YAKIŞIR MI? için yorumlar kapalı
May 19

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN

19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun.

19 Mayıs yeni Türkiye’nin ve Atatürk’ün doğum günüdür. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun.

Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
May 18

MUCİZE VAR MI?

MUCİZE VAR MI?

 Küçük bir kız çocuğu eczaneye girer:

– MUCİZE var mı amca?

– MUCİZE mi? Ne yapacaksın ki?!

– Kötü bir cisim kardeşimin başında gittikçe büyüyor. Babamın söylediğine göre ancak bir MUCİZE onu kurtarabilirmiş̧. Ben de bütün paramı getirdim ki MUCİZE alayım Eczacı üzüntüyle:

– Yavrucuğum sana yardım edemeyiz. Burada MUCİZE satmıyoruz ki.!

Kızın gözleri dolar:

– Ama kardeşim ölüyor! Lütfen ne olur bana bir MUCİZE verin.

Birden arkadan bir el çocuğun başını okşar ve yumuşak bir sesle:

– Gel bakalım ne kadar paran varmış̧ görelim Paraları saydıktan sonra:

-Aman Allah’ım tam da kardeşine bir MUCİZE alabilecek kadar paran varmışa̧.

Çocukla biraz konuştuktan sonra:

– Şimdi beni eve götür de bakalım kardeşine bir MUCİZE bulabilecek miyiz?

O adam dünyaca meşhur beyin cerrahı profesörüydü̈! İki gün sonra hiç̧ bir ücret almadan ameliyatı gerçekleştirdi. Bir müddet sonra da çocuk iyileşti. Bu olayı Almanya The Hannover Hastanesi dekanı ilmi bir konferansta anlatıyor. Ve o Profesör hem ülkemizce ve hem dünyaca meşhur İranlı Madjid Samii’ydi!.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | MUCİZE VAR MI? için yorumlar kapalı
May 17

CENDERENİN İKİ TARAFI

CENDERENİN İKİ TARAFI

Bazı seçmenler, özellikle ülkücü gelenekten gelen ve milliyetçi hassasiyeti olan seçmenler kendilerini bir cendereye sıkışmış hissediyorlar. Cenderenin iki tarafına da bakmakta fayda var.

Bir tarafta Fethullah Gülen’le iş birliği hâlinde, Ergenekon, Balyoz vb. davalarla Türk ordusunu zaafa uğratma operasyonu; Habur, Oslo, Öcalan mektupları ile PKK’ya verilen tavizler var. Gerek Ergenekon, Balyoz davaları, gerek açılım politikaları sonunda yüzlerce hatta binlerce şehit var.

Diğer tarafta Fethullahçı olan bazı kişilerin aday yapılmaları, HDP ve Kandil’in destek açıklamaları, ittifaktaki bazı isimlerin HDP paralelindeki beyanları var.

İki tarafı karşılaştıralım.

Birinci tarafta somut eylemler var: Yargılamalar, hapisler, kararan hayatlar, terörist liderleriyle görüşmeler, anlaşmalar ve nihayet yüzlerce ölüm. Bunlar hepimizin gözleri önünde oldu.

Diğer tarafta eylem yok. Bunu açalım. Yargılama yok, hapis yok, Habur’a benzer çadır mahkemeleri yok, Oslo’ya benzer terörist liderleriyle görüşmeler yok. Diyarbakır meydanında Öcalan mektubu okutma yok. YPG’ye yardım için topraklarımızdan peşmerge ağırlayıp geçirme yok. Peki, eylem denebilecek ne var? Bazı FETÖ’cülerin ve HDP’ye benzer düşüncede olanların aday yapılması var. HDP ile Meclis’te görüşme var. Bunları eylem sayabiliriz. Bir de bazı söylemler var, HDP paralelinde bazı söylemler.

Evet bu farkı tespit ettik. Eksiklerim varsa okuyucular tamamlasın. Ama bence arada, karşılaştırılması mümkün olmayacak derecede açık fark var. Birinde yüzlerce ölüme sebep olan fiilî politikalar, diğerinde “Acaba onlar da böyle politikalar uygular mı?” endişesi.

Cenderenin iki tarafı arasında, özellikle HDP ile HÜDA PAR arasında sıkışmışlık diye ifade edilen durum konusunda bir fark daha var.

Bir taraf HÜDA PAR adaylarını kendi listesine koymuş. Diğer taraf HDP adaylarını listesine koymuş değil. Zaten HDP ayrı bir ittifakla seçime giriyor. Başka türlü ifade edeyim. HÜDA PAR, “Biz Cumhur İttifakını destekleyeceğiz.” diye bir karar açıklamamış çünkü zaten adaylarını o ittifaktaki en büyük partinin listesine sokmuş. Diğer taraf ta ise HDP, cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı adayını destekleme kararını açıklamış.

Bütün bunlar bilinen şeyler. Gözlerimizin önünde cereyan eden eylemler, söylemler. Bu kadar bilinen şeyleri tekrarlamaktan da doğrusu canım sıkılıyor.

Ülkücü gelenekten gelen ve milliyetçi hassasiyeti olan seçmenler ne yapabilir? Eğer iki cendereyi de aşacak matematik güçleri varsa kendi adaylarını çıkarırlar ve onu desteklerler. Öyle de yapmalıdırlar. Fakat öyle bir güçleri yoksa bir tarafı tercih etmek durumundadırlar. Eğer böyle yapmayıp üçüncü bir adayı tercih ederlerse veya oy kullanmama gibi pasif bir tutumu benimserlerse bunun hangi tarafa yarayacağını mutlaka hesap edeceklerdir.

Bir soruyla bitireyim: Ergenekon’a, Balyoz’a, Habur’a, Oslo’ya, “sürtük, çürük” gibi hitaplara, yasa tanımayan oldubittilere razı mısınız, değil misiniz?

Alıntı: Ahmet B.Ercilasun

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | CENDERENİN İKİ TARAFI için yorumlar kapalı
May 16

ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇILIR MI?

ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇILIR MI?

Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam…

Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak;

“Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider.

Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz. Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer.

Bu sefer komşusu; “Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz. ‘ demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince,

Hoca komşusuna doğru döner ve;

“Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇILIR MI? için yorumlar kapalı
May 15

‘Üç Fidan’la savrulan fikr-i sabitler’

‘Üç Fidan’la savrulan fikr-i sabitler

“Üç Fidan” dedikleri Deniz GezmişHüseyin İnanYusuf Aslan. 6 Mayıs 1972’de idam edildiler.

Yine söylüyorum… Keşke idam edilmeselerdi. Zamanın kanunları, onların savunmalarını da göz önünde tutarak ister istemez idam cezası verdi. Ama TBMM’den dönebilirdi. Milletvekilleri idam için el kaldırdılar.

(O dönem TBMM’nin üye sayısı 450. Oy verenler: 323, Kabul edenler: 273. reddedenler 48, çekimserler: 2, Oylamaya katılmayanlar: 118.)

Bu üç militan kimseyi de öldürmemişti. Komünizm propagandası yapmışlar… Banka soymuşlar, üniversitelerde olay çıkarmışlar… O kadar.

Deniz Gezmiş İstanbul Üniversitesi’ndeyken aynı dönemdeki Ülkü Ocakları’nde faal olan, başkanlık yapan isimlerle konuşmuştum. “Alparslan Türkeş ve Liderlik” kitabımızdan aktarıyorum:

“Erol Kılınç, Mehmet Şandır, Nihat Çetinkaya ve Ömer Polatoğlu, zamanlarındaki olayları da anlatmışlardır. Erol Kılınç, İstanbul Üniversitesi Merkez Binasında Deniz Gezmiş ve kalabalık bir grupla, kendileri 10-15 kişi oldukları hâlde karşı karşıya geldiklerini, Deniz Gezmiş’in, Türkiye Millî Talebe Federasyonu Başkanı Ekrem Özer’e elindeki sopayla vurmak isteyince isabet ettiremediğini ve geriye dönüp kalabalığın içinden kaçtığını söylemiştir. Aynı olayda bulunan Ömer Polatoğlu da Erol Kılınç’ın sözlerini doğrulamıştır. Mehmet Şandır da: ‘Öyle solun liderliğini yapacak, inisiyatif sahibi, karizmatik biri değildi. Parkalı, uzun boylu idi.’ demiştir. Kılınç, o dönemde Osman Saffet Arolat’ın, solu sevk ve idare edebilen bir gençlik lideri olduğunu, Mehmet Şandır da İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Harun Karadeniz’in solda önde geldiğini belirmişlerdir.”

Bu anlatılanlar kasıtlı değil. Dönemlerindeki asıl sol öğrenci liderlerini de söylüyorlar.

“Üç Fidan” dedikleri isimler asılmasalardı, böyle öne çıkmayacaklardı. “İdam”dan kahraman üretiyorlar.

*

Dönemin Meclis zabıtlarına baktım.

Bu üç gencin idamına dair görüşmelere 10 Mart 1972’de başlanıyor. CHP’den iki isim İçel Milletvekili Celal Kargılı ve Zonguldak milletvekili Bülent Ecevit takrir aleyhine söz istiyorlar.

“BÜLENT ECEVİT (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, ben, ilke olarak ölüm cezalarıyla ilgili bir görüşme maddesinin bu kadar öncelikle, ivedilikle bir an önce görüşülmek…

SADIK TEKİN MÜFTÜOĞLU (Zonguldak) – ivedilik yok.

BÜLENT ECEVİT (Devamla) – öncelikle görüşülmek istenmesini doğru bulmam. Çünkü, ölüm cezasını gerektiren konular, üzerinde uzun uzadıya düşünmeyi, vicdan muhasebesi yapmayı gerektiren konulandır. (A. P. sıralarından “Ne vicdanı?” sesleri.)

BAŞKAN – Müdahale buyurmayınız efendim.”

İçel Milletvekili Celal Kargılı, bu “üç şahıs”ın idam edilmemesi için uzun bir konuşma yapar.

(Ara not: 1974 Ecevit-Erbakan affından sonra sol/komünist gruplar hapisten çıktılar, fakültelerine döndüler. Ülkeyi 12 Eylül 1980’e adım adım taşıyacak hâdiseler bu aftan sonra başladı. Celal Kargılı, talebeliğimizde DTCF’deki kavgalarda fakülte önüne gelir, fakülteye giremeyen sol/komünist gruba destek verirdi. O grup içinde PKK’nın kurucu ekibinden Kemal PirCemil Bayık, Rıza Altun gibi isimler de vardı. Bir defasında, hemen önümde, bellerinden silahlarını çıkarmışlar, havaya ateş açmışlardı. Üzerimize doğrultsalardı, katliam olacaktı. (Sonra öğrendim, Celal Kargılı daha önce DTCF’deymiş. 1968’de ilk siyasî boykotu DTCF’de başlatan öğrenci birliği başkanı oymuş. İlk boykot başörtüsü meselesinden dolayı Ankara İlahiyat’ta başlamıştı. Ali Babacan‘ın halası Hatice Babacan başörtüsü takmak isteyince fakülteden atılmış, öğrenciler de boykota gitmişti. Sonra Hatice Babacan‘ın ismini DTCF’de duydum. Sanırım tarih bölümüne geçmişti. Karşılaştığımızı hatırlamıyorum.)

*

Deniz GezmişHüseyin İnan ve Yusuf Aslan‘ın idam edilmeleri gerektiğine dair Adalet Partisi adına konuşan isim İstanbul Milletvekili Nuri Eroğan idi. (Nuri Eroğan 1979’da MHP’nin İstanbul İl Başkanlığını da yapacaktır.) Hukukçu kimliğiyle öne çıkan Eroğan uzun konuşmasında bu “üç sahıs”ı idama götüren vetireyi ayrıntılı anlatır:

“Evet, affetmek güzel bir şeydir, ulvî bir şeydir, insanlığa ve büyüklüğe yaraşan bir şeydir. Hazreti Muhammet ‘Fazilet şudur ki, senden nefret edene sen bağlanasın, seni mahrum bırakana sen lütfü ihsanda bulunasın ve sana zulmetmiş olanı sen affedesin.’ demiştir. Görülüyor ki, af biraz da dinimizin icabıdır.”

Ardından Atatürk‘ten de misal verir:

“Atatürk diyor ki, ‘Medeniyet demek af ve müsamaha demektir. Af ve müsamahaya dayanmayan medeniyet ceberuta dayanan bir medeniyettir ki, çöker.”

Sonra, sözü, bu “üç şahıs”ın idamlarının neden oylanması gerektiğine getirir:

“Soruyorum, bugün vereceğimiz bir kararla, idam kararını ‘iktidarın emniyetini sağlayacağız’ diye mi vereceğiz? Bu bir rejim meselesi mi, yoksa Türklüğün bekası meselesi midir? Dosyalar tetkik edildiğinde görülecektir ki, bunlarda bir nedamet hissi de bahis mevzuu değildir. Bunlar, tuttukları yolda sonuna kadar gitmeye kararlıdırlar. Eğer nedamet hissi olsaydı, o zaman sizlere, kullanacağınız oylar hakkında söyleyecek başka sözlerim olacaktır.”

Neticede TBMM zabıtlarında geçtiği adlandırmayla bu “üç şahıs” idam edildi.

Bu üç gencin “vatan kurtarıcı” gibi her yıl tantanayla anılması tuhaf değil mi?

Zamanında, yasak olan siyasî akımlara kapıldılar, başka bir rejim getirmek istediler. Bu rejimin adı Maxist/komünist rejimdir ki, onların idamından sonra, Türkiye bu rejimi getirmek isteyenlerle, karşı çıkan halkın öncüleri çatıştılar. Kan gövdeyi götürdü. Ancak 12 Eylül 1980 Darbesi’yle kan durdu. Darbe sonrası ayrı bir belâ geldi. Ne yazık ki çok insan hapsedildi, çok insan yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.

Hâlâ o dönemin sancılarıyla kıvranıyoruz. Sol/komünist bölücü PKK’ın temeli de o ideolojik furyada atılmıştır.

*

İdam edilenlerin her anılışında, biz de gerçekçi olun, kahraman gösterdiklerinizi asıl fikirleriyle anacaksınız, deriz.

İdam edilenlerin tavırları, fikir hocalarının yazdıkları, avukatlarının anlattıkları, asıl fikirlerini ortaya koyuyor. Kimse itiraz edemez.

18 Eylül 2020 tarihli yazımdan bir bölüm vereceğim:

Av. Halit Çelenk, sol cenahın mitidir. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de “korkusuzca” “davasını” savunmuştur. Dikkat “davasını” diyorum.

Baki TuğDeniz Gezmiş ve iki arkadaşının 1971’de muhakeme edildiği davanın savcısıydı. Bir kitabı var: “APO’dan Barzani’ye Terör ve Açılım” (Boğaziçi Yayınları). Geçmişte bu kitaptan bahsetmiş, sözü D. Gezmiş ve arkadaşlarının idamına getirmiştim. Yazı çıktıktan sonra Baki Tuğ beni aramış, “Avukatları isteselerdi, onları kurtarabilirlerdi, meseleyi getirip Marxist-Leninist düzene dayadılar.” demişti. Baş avukat Halit Çelenk‘ti.

Eski Türkiye Komünist Partili Mihri Belli “İnsanlar Tanıdım” kitabında D. Gezmiş için: “Tozdan dumandan fermanın okunmadığı günlere doğru hızla ilerliyorduk. Herkes gibi onun da bir yıl önce cebinde taşıdığı kitap Leninizmin İlkleri‘ydi. Son görüşmelerimizden birinde cebinden Marigella’nın Şehir Gerillası adlı kitabını çıkardı. ‘Yaman bir adam’, dedi; ‘Okurken hep seni düşündüm o da Komünist Partisi’nin oportünist çizgisine karşı çıkmış, sonra şehir gerillacılığında karar kılmış.” diye yazar.

Serpil Güvenç, Halit Çelenk‘in kızıdır. D. Gezmiş ve iki arkadaşının idamından sonra Halit Çelenk ve bir avukat arkadaşı eve gelirler. Serpil Hanım, hemen daktilonun başına oturur. İdam sırasında D. Gezmiş ve arkadaşlarının tavrını, sözlerini babası anlatır o yazar.

Burada solun “Mustafa Kemal”i neden öne çıkarmak istediğini S. Güvenç‘in yazdıklarından aktaracağım. D. Gezmiş sehpaya giderken, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!”“Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!”“Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!”… sloganlarını atmış.

Serpil Güvenç, “Bir siyasal manifesto niteliğindeki bu sözleri nasıl yorumlayabiliriz?” der ve şöyle devam eder:

“‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye!’ ve ‘Kahrolsun emperyalizm!’ sözcükleri, 1960’ların tüm siyasal sol akımlarınca paylaşılan anti-emperyalist mücadele hedefini tanımlamaktadır. ABD emperyalizmi ve yurt içindeki iş birlikçileri bu topraklardan 2. Milli Kurtuluş savaşı verilerek atılacaktır. ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar feshedilecek, Türkiye NATO’dan çıkacak ve Amerikan üsleri kaldırılacaktır. 2. Milli Kurtuluş mücadelesi terimi elbette birinciden alınan bir ilhamla TİP başta olmak üzere dönemin sosyalist/komünist hareketinin ve tüm devrimci, demokrat güçlerin kullandığı ve benimsediği bir kavramdır. Bununla birlikte, tartışılması gereken nokta, bu mücadelenin Denizler de dahil sosyalist sol açısından, verilecek bu ikinci kurtuluş savaşının sonunda arzulanan zaferin bu mücadele ile sınırlı olup olmamasıdır. / İşte son sözlerdeki Marksizm Leninizm vurgusu, kurtuluş savaşıyla sona ermeyecek bir mücadeleyi işaret etmekte ve bunun yanı sıra Deniz ve arkadaşlarının dünya görüşlerini de yansıtmaktadır. Tüm sosyalist/komünist hareketler ve akımlar gibi Kemalizmin ‘bağımsızlık’ yönünden etkilenmiş olan 68 gençliğinin, nihai amacının Kemalizm olmadığı, dünyayı yorumlama ve değiştirme girişiminde temel olanın, işçi sınıfı ve emekçi dünya halkları olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.” (haber.sol.org.tr denizin-son-sozleri-haberi-, 6 Mayıs 2010)

Ayrıca Nuri Gürgür‘ün “Solun Yalan Rüzgârları Teröristlerden Kahraman Üretmek” başlıklı yazısını girip okuyabilirsiniz.

*

Evet, asıl fikirleri saklamayalım. “Olan”ı olduğu gibi verelim.

Kimseye bir tavrımız yok. Gerçeğin peşindeyiz sadece…

Alıntı: Arslan Tekin

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | ‘Üç Fidan’la savrulan fikr-i sabitler’ için yorumlar kapalı
May 15

Demokrasinin üzerindeki son bulut!

Demokrasinin üzerindeki son bulut!

Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen üçüncü defa Cumhurbaşkanı adayı olan Tayyip Erdoğan, Danıştay’ın 155’inci kuruluş yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmada, 2017’deki Anayasa değişikliğiyle ülke tarihinin en önemli yönetim reformlarından birini gerçekleştirdiklerini belirterek “Türkiye’yi, millî irade eliyle hazırlanmış sivil ve özgürlükçü bir Anayasa’ya kavuşturmak istiyoruz. Bunu başarmamız, demokrasimizin üzerindeki son bulutların da dağılması anlamına gelecektir. Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun en önemli hedeflerinden biri bu olacaktır. Seçimlerin ardından bu konuyu, hem milletimizin hem Meclisimizin gündemine tekrar taşıyacağız.” dedi.

Peki “demokrasinin üzerindeki son bulut” neymiş acaba?

Bunu, 2017’deki Anayasa değişikliği paketini hazırlayanların açıklamalarından okuyalım:

Anayasa değişikliklerinin kim tarafından ve nasıl hazırlandığı, Habertürk’te, Fatih Altaylı‘nın Teketek programında ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştı:. Cumhurbaşkanı başdanışmanı Şükrü KaratepeAltaylı‘nın “perde arkası”nı sorması üzerine şu bilgileri vermişti:

-Sayın Cumhurbaşkanı’mızın yeni anayasa ve başkanlık sistemi üzerine çalışma yapmak için oluşturduğu bir heyet var. Bu heyetle ortalama ayda bir toplandık ve toplamda 4 metin hazırladık. Önce anayasanın dayanacağı felsefeleri açıklayan bir metin hazırladık. İkinci olarak; bu ilke ve felsefeleri hayata geçireceğimiz, sıfırdan 100 maddelik bir anayasa yazdık. Yeni bir anayasa çıkarmak şu an için zor görününce, mevcut Anayasa’yı 40 maddeyle başkanlık sistemine dönüştürdük. Son olarak daha kısa hale getirmek amacıyla sadece yasama ve yürütme ile ilgili değişikliklere odaklanan, 20 küsur maddelik bir metin hazırladık.

– Kimlerden oluşuyordu ekip?

-15 kişiye yakındık. Bir kısmı zaman içinde değişti. Doğrudan Anayasa ile ilişkin 10 arkadaşımız vardı. Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanan arkadaşımız Yusuf Şevki Hakyemez, Yavuz Atar, Cumhurbaşkanı danışmanlarından Mehmet Uçum, Özlem Zengin ve Şeref Malkoç… Ayrıca İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Haluk Alkan ve Gazi Üniversitesi’nden Prof. Gonca Bayraktar da vardı.

Bir gün Devlet Bahçeli, ‘Artık bu durum değişsin, fiili durumu anayasal hale getirelim’ diye sürpriz bir açıklama yapınca bizi partiden çağırdılar. Bizim heyetle beraber AK Parti’den arkadaşlarımızın katıldığı karma bir çalışma grubu oluşturduk.”

– Başbakanlık’taki ekipte kimler vardı?

-AK Parti Genel Sekreteri Abdülhamit Gül, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Mustafa Şentop ve eski başkan Prof. Burhan Kuzu eklendi. Sonra elimizdeki 20 küsur maddelik değişikliği MHP’ye sunduk. Onlar da bunu incelediler ve (…) sonuçta bu metin ortaya çıktı.

***

Karatepe, 1994’te Refah Partisi’nden Kayseri Belediye Başkanı seçilmiş ama 10 Kasım 1996’da katıldığı Atatürk‘ü anma töreninden sonra, “İçim kan ağlayarak, bugünkü törenlere katıldım. Bu düzen değişmeli… Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola, harman ola, Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin” diye konuşmuş ve bu sözlerinden dolayı “halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” suçlamasıyla mahkûm olmuş, 1 yıl hapis yatmış ve 5 yıl siyasetten uzak kalma cezası almış bir kişidir.

Anlaşılıyor ki Karatepe, Anayasa değişikliklerini hazırlarken “içindeki nefreti” frenlemeye çalışmış! Nefretini, bahsettiği “100 maddelik anayasa”ya saklamış…

***

Anayasa değişikliği metnini bizzat yazdığını söyleyen Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Mehmet Uçum ise yeni Anayasa’nın nasıl olacağı konusunu, şöyle yazmıştı:

“Kürt politikası, Türkiye’nin yeni siyasal sistem ihtiyacı içerisinde bir yere sahiptir ve ‘yeni anayasal sistemin bir boyutudur. ‘Türkiye’ye özgü ‘başkanlık modeli’, üniter yapı içerisinde ‘adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği’ bir esasa dayandığından ‘Kürtlerin yaşadığı bölgeler’ de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü ‘yerel-bütünleştirici merkez yapısı’nı kurmak hedeftir.

‘Bu siyasal perspektif yeni Anayasa ile başlayacak bir hukuk reformu sürecini zorunlu kılıyor.‘ Ancak bu reform süreci, ‘Türkiye milletinin inşa süreci’ni tamamlayıp güvence altına alabilir.

Yani ‘dışlayıcı ve baskıcı Türk milleti’nden ‘kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye milleti’ne geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur.”

***

Görüldüğü gibi Erdoğan‘ın danışmanları, “demokrasinin üzerindeki son bulut” olarak doğrudan Türk Milleti’ni görmektedir. Karar sizin…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | Demokrasinin üzerindeki son bulut! için yorumlar kapalı
May 14

“NEME GEREK”

“NEME GEREK”

Osmanlı İmparatorluğu’nun en iyi, en güçlü olduğu zamanda Kanuni Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünmeye başlar. Aklındaki soru şudur: Acaba günün birinde Osmanoğulları İmparatorluğu çöker mi?

Kendisini endişelendiren bu soru için meşhur âlim, Kanuni’nin sütkardeşi Şeyhül İslam Yahya Efendi’ye bir mektup yazar ve sorar: Bir devlet, hangi halde çöker?

Gelen cevap kısa ama Kanuni Sultan Süleyman için net değildir: “Neme lazım be Sultanım!”

Sultan Süleyman, cevaba anlam veremez, derhal Yahya Efendiye gider ve ‘neme gerek’ cevabını açıklamasını ister.

Yahya Efendi bu sefer şunları söyler:

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık sıradan hale gelirse, işitenler de ‘neme gerek’ deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip susar ve gizlerse, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse;

İşte o zaman bu imparatorluğun da sonu görünür…

Böyle durumlarda devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve saygısı sarsılır, asayişe itaat hissi kaybolur, halkın hürmet duygusu yok olur, çöküş ve yıkılma da böylece mukadder hale gelir.” Der.

“NEME GEREK” DEMEMEK İÇİN OY VERMEYE GİDELİM…

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , | “NEME GEREK” için yorumlar kapalı