Tem 23

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

Gazeteci Yılmaz Özdil, 2015- 2016 yılları arasında yaşanan çözüm sürecinde, Ulu Cami’de 1377 yıldır okunan cuma ezanının neden ilk kez okunmadığını açıkladı. Özdil, o dönem şehit olan üsteğmenin yıkanırken gözünden neden 3 damla yaş geldiğini de anlattı.

Gazeteci Yılmaz Özdil, Youtube kanalında 2015 yılında yaşanan açılım sürecine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Şimdilerde herkese unutturulmak istenen sürecin zamanında Güneydoğu’yu yangın yerine çevirdiğini belirten Özdil, “2015 Aralık’ta başladı 2016’nın martına kadar devam etti. Onlarca ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. PKK okulları ve hastaneleri bile roket vuruyordu. Öğretmenler doktorlar bavulu toplayan kaçıyordu. Yollar kesiliyordu araçlar yakılıyordu. Camiler kundaklanıyordu. Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin her yer Kobani gibiydi. Çünkü PKK ile kez tattik değiştirmişti. Terörü kırsaldan şehir merkezine taşımıştı. Açılım sürecinde PKK’yı serbest bıraktılar istedikleri gibi organize olmasına izin verdiler. Hatta sırtını sıvazladılar” ifadelerini kullandı.

“ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI”

O dönem en ağır çalışmaların Sur ilçesinde olduğunu ifade eden Özdil, “Tekbirler getirerek Sur ilçesindeki Burger King’e Starbucks’a filan saldırıyorlar. İşte en ağır çatışmalar bu Sur ilçesinde oldu. Celal Güzelses’in müezzin olduğu Ulu Cami’de tarihte ilk kez ezan okunmadı. Anadolu’nun en eski camisi kabul edilen Ulu Cami’de tarihte ilk kez Cuma namazı kılınamadı.1377 yıl sonra ilk kez ezan okunamadı. İşte bu çatışmalar yüzünden sustu. Her sokağı mayınlıydı. Her köşeyi bombayla tuzaklamışlardı. Bu şimdi şeriatçıların sağa sola saldırdığı Sur ilçesinde sadece PKK ile vuruşmuyorduk. Öldürülen teröristler arasında Almanlar vardı Hollandalılar vardı. Örgüte para karşılığında çalışan Sırp keskin nişancılar vardı. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı bordo bereli dört taburumuz bile sura göndermek zorunda kaldık. Tankları sura bereli dört taburumuz bile sura göndermek zorunda kaldık” diye konuştu.

“249 ASKERİMİZ VE POLİSİMİZİ ŞEHİT VERDİK”

PKK’ya yönelik operasyonların daha sonra durduğunu aktaran Özdil, PKK o zamanlar fırsattan istifade terörü kırsaldan şehir merkezine taşıdığını söyledi.

“Hendekler kazılmıştı evler arasında tüneller kazılmıştı” diyen Özdil, “Teröristlerin saklandığı binaları yıkmak için top sokmak zorunda kaldık, binaları yıkmak için top atışları yapıldı haftalarca sürdü. Neredeyse 4 ay sürdü sel gibi top atışları, sel gibi tabut yağdı. 249 askerimiz ve polisimizi şehit verdik. 500’den fazla gazimiz vardı” diye konuştu.

“ÇARESİZLİĞİ İLİKLERİME KADAR HİSSEDİYORUM”

Sur olayları sırasında tanıdığı bir bordo berelinin de pusu kurulan bir binada şehit düştüğünü anlatan Yılmaz Özdil, “Bizim 11 bordo bereli subayımız enkazda kaldı. 9’u kendi imkanlarıyla çıkmayı başardı iki Astsubayımız hemen şehit oldu” dedi.

“Bakın maalesef şu anda anlatırken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum” diyen Özdil, yaşanan süreci şu şekilde anlattı: “Kendinde değillerdi yani ağır yaralıydı ama nabza atıyordu, sıkışmıştı kendinde değildi yani ağır yaralıydı, yaşıyordu ama maalesef ne sağ kurtulan Astsubaylarımız oradan çıkabildi de üstte hemen çıkarılabildi. Çünkü binayı indiren roketin hemen peşinden üstte hemen çıkarılabildi. Teröristler tarafından yoğun ateş açımı, mermi yayı kafayı çıkarabilmek mümkün değil. Çünkü üst demeni oradan alabilmek için o beton blokları kaldırabilmek için vinç gerekiyor tıbbi yardım mümkün değildi.”

ŞEHİDİN GÖZÜNDEN AKAN 3 DAMLA YAŞ

Yaşanan olayda kendi kasabasından tanıdığı bir bordo berelinin de şehit olduğunu söyleyen Özdil, “Şehidin naaşını Diyarbakır’da 3 kişi yıkadı. İmam dayısı ve bordo bereli kişi yıkadı. Devre arkadaşı şehidin kulağına eğildi ne mırıldandı biliyor musunuz? Seninle beraber okuduk dedi. Seninle beraber eğitim aldık seninle beraber omuz omuza görev yaptık. Ömrümün sonuna kadar hep yanımda olacaksın kardeşim. Sonra da sırasıyla alnından, ellerinden ve ayaklarından öptüler“ şeklinde konuştu.

“Bizimkinin şehit hali bile her zamanki gibi gülümsüyordu” diyen Özdil, şehidin gözünden yaş geldiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: “Bedenini yüzünü sildiler gözünden yaş geldi. Bir daha kuruladım gene yaş geldi. Devre arkadaşı da armalı kendini daha fazla tutamadı onun da gözyaşları boşaldı.”

İmamın şehidin arkadaşını teselli ettiğini söyleyen Özdil, “Şefkatli elini koydu merak etme gözü arkada kaldı diye düşünme. İçin rahat olsun bırak gözündeki sakın cennetlik alameti dedim İçin rahat olsun bırak gözündeki yaş kalsın arkadaşınız size cennetin kapısına açtı dedi ve sonra bitirdiler yıkamayı” ifadelerini kullandı.

YENİDEN EZAN OKUNDU

Özdil daha sonra, PKK yüzünden ezan okunmayan Ulu Cami’de yeniden yeniden ezan okunmaya başladığını söyledi.

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yilmaz-ozdil-sehit-ustegmenin-yikanirken-gozunden-neden-3-damla-yas-geldigini-813272h.htm

Posted in Gündem | “ULU CAMİ’DE TARİHTE İLK KEZ CUMA NAMAZI KILINAMADI” için yorumlar kapalı
Tem 21

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Asaleti kendinden olanın gösterişe ihtiyacı yoktur. Bahçıvanın başına gül taktığı görülmemiştir.” Sadi Şirazi

* “Eceli gelmeyene ok değmez.” Yusuf Has Hacip

* “Karakteri zengin olanın tercihi sadeliktir.” Leonardo da Vinci

“Düşerken yükseldiğini söylüyordu onun için düşüşünü geç anladı” Oscar Wilde

* “Son ırmak kuruduğunda… Son ağaç yok olduğunda… Son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak” Kızılderili sözü                                                                                                    *“Önce seni dikkate almıyorlar, sonra sana gülüyorlar, sonra seninle mücadeleye girişiyorlar, sonra sen kazanıyorsun.” Mahatma Gandhi

* “Dürüstlük, belki de yiğitliğin en cesur göstergesidir.” William Sommerset Maugham

* “Önemli olan insanın yalnız diğer insanlara değil, kendi kendisine de yalan söylememesidir. Kendi kendine yalan söyleyip de, söylediği yalana inanan kimse, sonunda, kendi içindeki ve çevresindeki gerçekleri tanımamaya başlar.” Dostoyevski

Posted in Atasözleri Vecizeler | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 20

YİRMİ TEMMUZ

YİRMİ TEMMUZ

Yirmi Temmuz sabahı hücuma geçti erler
Allah Allah sesiyle inler gökler, yerler

Kahraman Türk ordusu Kıbrıs semalarında
Korku, dehşet görüldü Yunan simalarında

Kahraman Türk’ün ordusuydu bu gelen
Şaşkına döndü dünya, korktu şımarık Helen

Özgürlüğe sevdalı “Ayşe tatile çıktı”
Tarihte de şimdi de Türk’ün alnı açıktı

Gasp edilen adayı Türk alacaktı elbet
Kıbrıs Türk’tü tarihte Türk kalacaktı elbet

Türk Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’a çıkışı bu
Haksızlığı ve zulmü yiğitçe yıkışı bu

Yine bütün dünyaya gösterdi erliğini
Bozdurmam dedi Türk’ün asil öz birliğini

O soysuz çakallara dar gelecek tüm inler
Sonsuza kadar Türk’ten korkacaktır hainler

Yaratan Türk yaratmış asil olan bu ırkı
Asırlardan bu güne görülmektedir farkı

Yaratılıştan gelir Türk’ün kahraman huyu
Yaşatacak dünyaya yaşatacak doğruyu

Şehit ve gazilere rahmet diliyor diller
Rahmetine erişip Cennette açan güller

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , | YİRMİ TEMMUZ için yorumlar kapalı
Tem 18

NASIL ZENGİN OLUNUR?

NASIL ZENGİN OLUNUR?

Bir gazeteci, ülkenin en zenginlerinden, 65 yaşlarında bir iş adamıyla röportaj yapmaktadır. Sorar:

– “Efendim, bize bugünlere nasıl geldiğinizi, bu serveti nasıl oluşturduğunuzu anlatır mısınız?”

– “Zevkle… 1920’lerin sonuydu. 1. Dünya Savaşı’nın etkileri yeni yeni siliniyordu, benimse cebimde birkaç sentten başka bir şey yoktu. Cebimdeki 5 sentimle, bir elma aldım. Akşama kadar onu parlatıp, 10 sente sattım. O gece sabahı zor ettim. Ertesi sabah, 10 sentimle 2 elma aldım ve onları da sattım. Sonra yarım kasa elma aldım aynı işlemi yaparak iki katı paraya sattım. Böyle çalışarak, bir ay sonunda, 50 dolardan fazla para kazanmış oldum. Ertesi ayın başında, karımın dedesi öldü ve bize 20 milyon dolar miras bıraktı…”

Posted in Fıkralar | NASIL ZENGİN OLUNUR? için yorumlar kapalı
Tem 15

1500’LERDE AVRUPA

1500’LERDE AVRUPA

1500’lerde İngiltere’de insanların çoğu Haziran’da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs’da yapıyorlar, Haziran’da çok kötü kokmuyorlardı..

Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu..

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu..

Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu.. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü..

İngilizcedeki ‘banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın’ deyimi buradan gelmektedir..

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu..

Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu..

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu..

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu..

Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bu nedenle oluştu..

Zemin topraktı.. Sadece

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı..

Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu..

Bunu önlemek için yere saman seriyorlardı.. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘Thresh hold’ (saman tutan; Türkçesi eşik idi..

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu..

Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu.. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu.. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.. ‘Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük’ (Peas Porridge hot, Peas Porridge cold, Peas Porridge in the Pot nine Days old) tekerlemesinin menşei budur..

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı..

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı..

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açabiliyordu.. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl Domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü..

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu.. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı.. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu..

Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu..

Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘tabak ağzı’ (Trench Mouth) hastalığı ortaya çıkıyordu..

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı..

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu.. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık bile yapıyordu.. Hatta bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu..

Buna ‘uyanma’ nöbeti deniyordu..

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘kemik evi’ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı..

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı..

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi.. Buna mezarlık nöbeti denirdi.

Ortaçağda Avrupa’daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı..

Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı..

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa’da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü..

Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü..

1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya’yaki bir konağa gönderilmişti.. 19.yy da kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti..

liste böyle uzaaar gider..

Ama esas dikkat çekmek istediğim konu şudur;

1500 lü yıllarda adeta b*k içinde yaşayan Avrupa nasıl oldu da arayı bu kadar açtı?

Bu da bizim sınavımız olsun..

Kaynak: Prof. Dr. Erol Duren

Posted in Gündem | 1500’LERDE AVRUPA için yorumlar kapalı
Tem 12

“İNSAN NE İLE YAŞAR”

“İNSAN NE İLE YAŞAR”

Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…

Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz.

Posted in Hikayeler | “İNSAN NE İLE YAŞAR” için yorumlar kapalı
Tem 09

BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER

BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER

Merih Demiral’ın gol sevincini Bozkurt yaparak yaşaması sonrası ortalığı karıştırdılar biliyorsunuz!

“Zafer” işaretini, sürekli kullanan PKK ve sempatizanlarına indirgemeyen zihniyet, binlerce yıllık Türk sembolü Bozkurt’u MHP’nin tekeline indirgedi iyi mi?

Dediler ki, bu milletin birliğine, beraberliğine zarar verdi Merih!

Merih, yıllar sonra tek birlik olduğumuz anı zehir etti vs.

Neler dediler neler!

Rusların sembolünün ayı, Fransızların horoz, İspanyolların boğa, İngilizlerin aslan olmasına itiraz etmeyenlerin Türk’ün sembolünün Bozkurt olması dokunuyor nedense?

Öyle sadece kahve sohbeti seviyesinde de değil he!

Anlı şanlı yazarlar bile yazıyor Bozkurt’un Türk sembolü olmadığını!

Neymiş MHP’nin sembolüymüş Bozkurt, MHP ile özdeşleşmişmiş!

Mesela Ertuğrul Özkök!

Hürriyet Gazetesi’ni tam 20 yıl yöneten isim!

Fransa’dan İletişim Bilimleri doktorası sahibi!

Bunu bilememesi mümkün mü?

Bence değil!

Aynen şunu yazmış Özkök:

“Şimdi bazıları çıkıp diyecek ki, tam aksine bu bizi daha da birleştirecek…

Neymiş 2 bin yıldan beri Türklerin işaretiymiş…

Geçin bunları…

Hep MHP ve Ülkü Ocakları mensuplarının işareti oldu…

Yani, her 10 Türkiye vatandaşından sadece birinin desteklediği bir partinin…

Ya geriye kalan 9’u…

Kiminin işareti Rabia, kiminin sıkılmış yumruk, kiminin başka bir şey…

O işaretin sahibinin aldığı oy yüzde 10…”

Ama bilmeme ihtimallerine karşın, Özkök şahsında herkese bir kez daha anlatalım!

Öncelikle Bozkurt’u ilişkilendirdikleri MHP’den başlayalım!

MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’i Bozkurt işaretiyle tanıştıran ise Profesör Hanım Haliova’dır!

Sene 1992, Türkeş, Azerbaycan’ı ziyaret etmektedir. Azadlıq Meydanı’nda Türkeş’i karşılamaya gelen Türkler, Bozkurt işareti yapmaktadır!

Türkeş sorar, “Bu ne işaretidir” diye!

Haliova da, işaretin Göktürklerden geldiğini ve Türklerin sembolü olduğunu söyler!

İşte Türkeş’in Bozkurt işaretiyle tanışması böyledir!

Bozkurt işaretini MHP’ye indirgeyenlere göre, bu işaretin 1992’de ortaya çıkması gerekiyor o zaman!

Türkeş’in hareketi yeni yeni yapmaya başlaması ilk fotoğraflarında görülüyor zaten!

Bugünkü anlamıyla Bozkurt işaretini tam olarak yapamıyor!

Zaten bu durumu Haliova da vurguluyor: “Başbuğ böyle yaptı dedim ‘Bunu metalciler yapar, böyle yapacaksınız’. O da beni kucakladı, güldü”

İlk olarak kullanıldığı yere ilişkin farklı kaynaklar var!

İlk olarak Çin’de 6.yüzyılda bir mağaradaki çizimde bir askerin yaptığına ilişkin bilgiler de var, 5. Yüzyıla ait Miho mezar anıtındaki kabartmadaki Türk atlılardan birinin de yaptığı da belirtiliyor!

Ancak “İlk nerede yapıldı?, hangi heykelde yer alan figürlerde kullanıldı?” bizim sorularımız değil!

Hiç bu sorulara bile girmeye gerek yok!

MHP’nin kuruluşu 1969!

Türkeş’in bu işareti ilk yapışı 1992!

Bozkurt işareti MHP’nin sembolüyse 23 yıl yapmak için neyi beklediler?

Türkeş bunu Azerbaycan’daki Türklerden öğrendiğine göre, Türkeş öncesi kullanılan bir işaretti bu!

Türkeş’ten, MHP’den önce Türk dünyasında kullanılan bir işaretti Bozkurt işareti!

Türk’ün sembolü Bozkurt’a vurgu yapıyordu!

Zaten ondan değil midir Atatürk’ün 1925’te paranın üstüne Bozkurt bastırması?

Zaten ondan değil midir yabancıların Atatürk’ten “Bozkurt” diye bahsetmesi!

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk’ün sembolü Bozkurt’a gönderme yapan Bozkurt işaretini tek bir grubun, partinin tekeline bırakmak tarih bilmezliktir!

Biri çıkar Arda Güler’e gol sevinci nedeniyle şeriatçı yaftası takmaya çalışır, biri Merih’e faşist damgası vurmaya çalışır!

Bırakın insanlar sevinçlerini, mutluluklarını nasıl kutlamak isterse öyle kutlasın!

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bozkurt-mhpnin-semboluyse-turkes-23-yil-neyi-bekledi-816300h.htm

Posted in Gündem | BOZKURT MHP’NİN SEMBOLÜDÜR DİYEN KARACAHİLLER için yorumlar kapalı
Tem 06

BOZKURT

BOZKURT

Bir röportaj sırasında İngiliz televizyoncunun dikkatini duvardaki Hilâl ve Bozkurt çeker.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey’e bunun ne olduğunu sorar:

”O Bozkurt’tur.” der Elçibey ve ekler.

”O gördüğünüz Türk Milleti’ nin sembolüdür totemidir.”

İngiliz televizyoncu biraz düşündükten sonra özür dileyerek tekrar sorar;

”Niçin kendinize vahşi ve yırtıcı bir hayvanı sembol olarak seçtiniz?

”Elçibey’ in cevabı:

”İngilizler’ in sembolü olan aslan hayvanların kralıdır değil mi?

Ancak bu kral dediğiniz hayvana sirklerde 3 kg sosis verip yanan halkaların içinden sağa sola zıplatırsınız…

Vahşi ve yırtıcı dediğiniz Bozkurt’ a bunu yaptıramazsınız.

O, özgürlüğünü ve onurunu hiçbir şeye değişmez.

Bozkurt’ u zincire vurup kafese atsanız bile, ya üzüntüden ölür yada zincir ve kafesi parçalayıp gider.

Onu yok edebilirsiniz. Onu öldürebilirsiniz ama sindirip esir edemezsiniz.

Bozkurt’ u kendinize tâbi kılamazsınız.

İşte bu nedenle Türkler kendilerine mücadele sembolü olarak Bozkurt’ u seçmiştir.”

Ruhun şad mekânın cennet olsun.

Ebulfez Elçibey

Posted in Yazılarım | BOZKURT için yorumlar kapalı
Tem 06

“BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey

“BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey

Bir gün Rektör,

Ebulfez Elcibey’i odasına çağırır ve aralarında su konuşma geçer;

-Ebulfez seni çok sevdiğimi biliyorsun.

-Biliyorum.

-Seni takip ediyorlar, biliyor musun?

-Biliyorum.

-Seni cezaevine atacaklar Ebulfez.

-Biliyorum.

-Gel, su islerden vazgeç.

Türkiye’yi kötüleyen bir yazı yaz, sonra hangi makama istersen, seni o makama atayacaklar..!

-Ben Türkiye’yi kötülemem.

-Makaleyi biz yazalım, sen altına imzanı at. Cezaevinden kurtul, hem de yüksek maaşlı bir makama gel. Fena mı olur?

-Ben Türkiye’yi kötüleyeceğime, cezaevinde tas¸ taşırım.

Sonuç:

Elçibey tutuklandı ve sürgüne gönderilip tas¸ taşıdı ama yolundan dönmedi, kimseye eğilmedi.

Tarihe namuslu ve şerefli bir Cumhurbaşkanı olarak geçti, O parayı ve makamı reddeden adam.

Bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunda dahi kirada oturuyordu!

Ayakkabı isteyen kızına maaşımı çekince alırım kızım diyordu!

Ruhu şad mekânı cennet olsun.

Ebulfez Elçibey

(Azerbaycan Eski Cumhurbaşkanı ve Annesi)

Posted in Yazılarım | “BEN TÜRKİYE’Yİ KÖTÜLEYEMEM” Ebulfez Elçibey için yorumlar kapalı
Tem 01

MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR

MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR

Son yirmi yılda Türkiye dört büyük tehlike ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar birçok siyasetçi ve yazarın “beka meselesi” dediği ölçüde ciddi tehlikelerdir. Beka meselesi, ölüm kalım meselesi demektir. (Beka kelimesinin ikinci hecesi uzun söylenir. Fakat kâtip kelimesindeki gibi değil “öldüren” anlamındaki katil kelimesinin ilk hecesi gibi telaffuz edilir.)

Dört büyük tehlikeyi ve sorumlularını sırasıyla görelim.

1.Bölücülük tehlikesi. Kökleri daha eskilere gitmekle birlikte bölücülük tehlikesi son yirmi yılda iyice artmış ve görünür hâle gelmiştir. PKK, YPG gibi oluşumlar, bölücülüğün eylemci kuruluşlarıdır; binlerce insanımızı öldürmüşlerdir ve hâlâ öldürmektedirler. Ancak bu eylemci kuruluşların arkasında bölücülük düşüncesi vardır ve bu düşünce sivil toplum kuruluşlarıyla, yayın organlarıyla ve siyasi partilerle de kendini göstermektedir. Nihai amaçları Türkiye’nin bir parçasını koparmaktır.

Bölücülüğün son yirmi yılda iyice azmasının asıl sorumlusu bugünkü iktidardır. Oslo görüşmeleri, açılım/çözüm politikaları, Habur sınır mahkemeleri, Dolmabahçe mutabakatı hep bugünkü iktidar tarafından icra edilmiştir. Belli bir tarihten sonra bu politikalardan vazgeçilmiş olması sorumluluğu ortadan kaldırmaz.

2. İrtica/şeriatçılık tehlikesi. Bu tehlikenin kökleri de eskiye dayanmaktadır. Ancak tehlike hiç bugünkü kadar azgın ve görünür hâle gelmemişti. Günümüzün iktidarı, aslında yasak olan tarikatlara yol vererek tehlikeyi büyütmüştür. Hatta iktidar partisinin bizatihi bu tehlikenin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tescillenmiştir. İktidar mensuplarının Atatürk, cumhuriyet ve cumhuriyet değerlerine karşı söylem ve tutumları artarak devam etmektedir. Millî Eğitim Bakanı’nın STK dediği tarikat ve cemaatlerle yapılan anlaşmaları savunması, böylece tarikat ve cemaatlerin Türk millî eğitiminin içine sokulması, çağdaşlıktan uzak yeni müfredat programı bu tehlikenin en son ve en vahim uygulamalarıdır.

3. FETÖ. Aslında irtica/şeriatçılık tehlikesi içinde olmakla birlikte bu tehlike ayrıca ele alınacak ölçüde büyüktür. İktidarın FETÖ ile iş birliği yaptığı bizatihi iktidar partisinin başkanı tarafından ifade edilmiştir. ABD destekli olduğu da ortaya çıkan ve kanlı bir darbeye teşebbüs edecek kadar cüretkâr ve gözü kara kara olan bu örgüt bugün için tasfiye edilmiş gibi görünmektedir. Ancak iktidarla yaptığı iş birliği sayesinde Türk silahlı kuvvetlerinin, emniyet teşkilatının, yargı organlarının ve üniversiteler gibi daha birçok kurumun yapısında çok büyük tahribata yol açmıştır.

4. Sığınmacı ve kaçaklar. Çoğu Suriyeli ve Afganistanlı olan sığınmacı ve kaçaklar, ülkemizi Türk devleti olmaktan çıkaracak kadar büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin sorumlusu da bugünkü iktidardır. AKP iktidarı Suriye’nin iç işlerine karışarak ve sınırlarımızı sonuna kadar açarak, hatta ensar-muhacir edebiyatıyla sınırlardan girişi âdeta teşvik ederek bu büyük tehlikeye yol açmıştır. Tehlikenin ortadan kaldırılması için hâlâ ciddi bir tedbir düşünmemektedir.

MHP yöneticilerinin de bu tehlikeleri kabul ettiğini düşünüyorum. Olayların tarihleri açıktır ve hepsi 2002’den sonradır. Buna göre tehlikelere yol açan sorumlu(lar) konusunda farklı bir düşüncede olamaz, olmamalıdır. Dolayısıyla Türk milliyetçileri ve ülkücülerin büyük bir bölümünün, MHP’nin bugünkü duruşunu kabul edememeleri son derece normaldir.

Yandaş medyanın bir bölümü ise tehlikeleri yaratan odakların zaten içindedir. Bir bölümü de ya çıkarları için ya korktukları için sorumluların yanında durmayı tercih etmektedirler.

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mhp-yandas-medya-ve-iktidar-814257h.htm

Posted in Gündem | MHP, YANDAŞ MEDYA VE İKTİDAR için yorumlar kapalı