Oca 21

EMEKLİ KURMAY ALBAY GÜRAY BELHAN

EMEKLİ KURMAY ALBAY GÜRAY BELHAN

Emekli kurmay albayın Güray Belhan’ın yazdığı  “Önüm, Arkam, Sağım, Solum Tarikat…” adlı kitabının kapağında, “FETÖ’cü askerî savcının yok edemediği, yeni nesil tarikatçıların tasfiye ettiği vatansever Atatürkçü kurmay albayın hikâyesi” ifadesi yer almaktadır…                                                                                                                            Belhan’ın kurmaylık mezuniyet projesi, “Suriyeli mülteci sorununun Türkiye’nin millî güç unsurlarından nüfus gücü ile psiko-sosyal ve kültürel gücüne etkileri ve muhtemel çözüm yolları” başlığını taşıyor.                                                                                                                                    Belhan, projenin “sonuç ve teklifler” bölümünde önce Atatürk‘ün, Medeni Bilgiler kitabında yazdığı ulusal ahlak tanımını hatırlatıyor:                                                                                                “Gerçekte, ahlaksal düzen, belli kişilerden ayrı ve bunların üstünde ancak toplumsal, ulusal olabilir. Ulusun, toplumsal düzeni ve güvenliği, bugünkü ve gelecekteki rahatlığı, mutluluğu, esenliği ve korunmuşluğu, uygarlıkta ilerlemesi ve yükselmesi için insanlardan her konuda ilgi, çaba ve özverisini ve gerektiğinde seve seve kendisini gözden çıkarmayı isteyen ulusal ahlaktır. Her yönden gelişmiş bir ulusta, ulusal ahlak gerekleri, o ulusun bireyleri tarafından bir çeşit muhakeme edilmeksizin, vicdan ve duygusal bir güdüyle yapılır. En büyük ulusal duygu, ulusal heyecan işte budur.” Belhan, daha sonra şu tespitleri yapıyor:                                                                                                       “Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan en önemli unsur, insanının vatanı için gerektiğinde seve seve kendini feda edebileceği bir ahlak ve kültür yapısına sahip olmasıdır. Bunu Türk toplumu hiçbir muhakeme yapmadan yerine getirir. Ancak 2011 yılından itibaren ülkesini ve tüm imkânlarını Suriyelilere açmak Türk halkı için iyi bir deneyim değildir. Çünkü halk arasında, kendi ülkesini savunacak hâldeyken kaçıp başka ülkeye gelen bir kültür ve anlayışın insanımız nazarında çok da kıymeti harbiyesi yoktur. Özellikle, 2019 yılı yeni yıl kutlamalarında Suriyeli gençlerin Taksim Meydanı’nda Suriye bayraklarıyla eğlenmeleri ve kutlama görüntüleri, Türk insanının hafızasında derin izler bırakmıştır.                                                                                                                                                                Türk askerinin savaşçı ruhu ve her türlü zorluğa göğüs geren sarsılmaz iradesi ise Türk kültürünün kazandırdığı bir yetenektir. Bu kültür yapısı bozulursa Türkiye Cumhuriyeti’nin dış tehditlere karşı bağışıklığı sekteye uğratılmış olacaktır. Türkiye, sığınmacı problemini değerlendirirken bu hususun göz önünde bulundurulması elzemdir.                                 Prof. Dr. Hasan Köni’nin Millî Savunma Üniversitesi’ndeki dersleri sırasında yapmış olduğu tespitin ne kadar yerinde olduğu görülmektedir;  ‘Kültürünü oluşturan mekanizmayı ortadan kaldırmadan Türkiye’yi yıkmak mümkün değildir!                      Tarihte eşi benzeri olmayan yüksek bir rakamı aşan Suriyeli sığınmacı nüfusunun, Türkiye’ye sosyo-kültürel alandaki olumsuz etkilerinin toplumda olası yozlaşmanın işaret fişeği olabileceği kıymetlendirilmektedir.”

Alıntı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , , | EMEKLİ KURMAY ALBAY GÜRAY BELHAN için yorumlar kapalı
Oca 20

TARİHİ, YAŞANILAN TARİHLE BİLMEK DURUMUNDAYIZ (K.Ş)

TARİHİ, YAŞANILAN TARİHLE BİLMEK DURUMUNDAYIZ(K.Ş)

Biz şimdi, “Osmanlı padişahlarının astığı astık, kestiği kestik” diyen cahiller ordusuyla karşı karşıyayız. Tunç Soyer gibiler bu ilkel yargıyı doğru zannediyor. İsmail Kahraman gibiler de tersine ve kutsayarak inanıyor. İki uçtakilerin hiç farkları yok. İki taraf da hakikate ve tarihe uzak. Bilmek de, başka söz duymak da istemiyorlar. Yobazlığı, iletişim çağında en ilkel şekilde yaşatıyorlar. Dolayısıyla bugünü değerlendirirken de ayakları yere basmıyor, düşünceleri, daha doğrusu kurguları dünyanın gidişine uymuyor.

Hâlbuki tarihe baktığınızda, devlet hayatına girdiğinizde muazzam bir düzenin işlediği görülür. Türk ülkelerindeki, devrine göre birçok bakımdan en iyi devlet teşkilatıdır. Öyle olduğu için dünyaya hâkim olmuşuzdur. Tarihimizde, şimdi Türkiye’de yaşandığı gibi iki dudağın arasından çıkan ölçülü-ölçüsüz emirler söz konusu değildir. Öyle yapanlar çıkar, fakat çok ayıplanır, horlanırlar. Halk, hak gözetmeyeni affetmez. Herkesin kanunlar ve kurallarla, gelenek-göreneklerle düzenlenmiş bir hareket alanı vardır. O alanı padişah bile aş(a)maz. Aştığı veya uymadığı, kuralları yanlış uyguladığı zaman halkın tepkisi hemen netleşir.

Derece derece halka yayılan bir anlayıştan, bir yaşama kültürü ve üslubundan bahsediyoruz. Bunları mekteplerimizde okutmadık, öğretmedik. Onun için çocuklarımız tarihleriyle övünemiyorlar. Asırlarca dünyaya hükmettiğimizi bilmeden liseyi bitirmiş nesillerimiz var. Nasıl hükmettiğimizi bilen zaten azdan az.

Türk’ün olağanüstü yaratıcılığı

Evet, bu hâkimiyet, yaratıcılık isteyen bir iştir. Türk’ün teşkilatçılığıyla bütünleşen yapıcı-yaratıcılığı zirveleşmiş bir özelliğiydi. Fransa gibi estetiğin merkezine dönüşmüş bir ülkede 18. yüzyılda bir asır sürecek Türk modası(Turquerie) ilan ettiren bu yaratıcılığımızdır. Günlük yaşayışta, ev eşyalarında, yeme içme alışkanlıklarında, müzikte, resimde, mimaride, heykelde, hayatın hemen her alanında etkisini gösteren bu akım dalga dalga her kesimi etkilemiştir. Egzotik dedikleri bilinmeyen değerlere ve güzelliklere doğru akan bir sevgi seli bütün Avrupa’yı sarmıştır. Türk’ün yaratıcılığına olan hayranlığı hiç olmazsa Batı’dan okuyarak bilmek lazım.

O zirveden düştüğümüz için eziklik duyuyoruz. İç dünyamızda, alt bilincimizde bu düşkünlüğü kabul etmeyen büyüklük dipdiri duruyor. Ne çare, önümüzü kesen bir cehalet var ki ona mahkûmuz. Adını doğru koyalım: Kurtulacağımız o cehaletin beslediği aşağılık duygusudur. Bunun yolunu büyük Atatürk bulmuş ve uygulamaya koymuştu. Biz o Türk’e ve Türklüğe inancı zedeledik.

Alıntı: Yağmur Tunalı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | TARİHİ, YAŞANILAN TARİHLE BİLMEK DURUMUNDAYIZ (K.Ş) için yorumlar kapalı
Oca 19

BİRLİKTE RAHMET VARDIR

BİRLİKTE RAHMET VARDIR

Farklılık çok olsa da çoklarımız bir bizim

Hem de varlarımızla, yoklarımız bir bizim

Ayrı gayrı yok bilin köklerimiz bir bizim

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

* * *

Sarılmışız kıskıvrak sarmaşığız gönülde

Yankılanır sesimiz kanaryada, bülbülde

Vicdanlar haykırıyor her gönülde, her dilde

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

* * *

Sevgide ve saygıda gerçek ağımız birdir

Vatan, bayrak, kültürle tarih bağımız birdir

Medeniyet yolunda modern çağımız birdir

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

* * *

Kir katmak istiyorlar tertemiz özünüze

Kıyamet tellalları kin kusar yüzünüze

Mızrakla mı sokmalı gerçeği gözünüze?

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

* * *

Rahman’a güvenenler hiç birlikten kaçar mı?

Her anına, her yana, korku zulüm, saçar mı?

Bu çağda insanoğlu bir olmaktan naçar mı?

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

* * *

Şimdi yarış olmalı ikilikten birliğe

Her vakitten daha çok, çok muhtacız dirliğe

Banalım yürekleri birlikteki gürlüğe

Ayrılıkta hep azap birlikte rahmet vardır!

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | BİRLİKTE RAHMET VARDIR için yorumlar kapalı
Oca 18

DEVLET İŞLERİNE FESAT KARIŞTIRMAK

DEVLET İŞLERİNE FESAT KARIŞTIRMAK

Meselâ 1991’den itibaren ABD dayatmasıyla “Çekiç Güç’ü Türkiye’ye davet etmek” ve Irak’ın kuzeyinde bir devlet kurulmasına yol açmak nedir?

Mesela 2011’den itibaren, yine ABD dayatmasıyla “komşu ülke Suriye aleyhine asker toplamak, eğitmek, donatmak ve maaşa bağlamak” nedir?

Teröristlerin Türkiye üzerinden Suriye’ye akın etmesini teşvik ettikten sonra PKK/PYD tarafından zorla boşaltılan bölgede bir devlet daha kurulması, milyonlarca insanın Türkiye’ye sürülmesi, ayrıca bilinçli ve sistematik olarak Türkiye’nin nüfus yapısının değiştirilmesi için eski Afgan ordusu askerlerinin bile yasa dışı olarak sınırlardan içeri alınması nedir?   

Bu kadar “savaşçı”nın Türkiye’ye kabul edilmesinin amacı nedir? Bütün bunların Türkiye’yi içeriden çökertmek için hazırlanan projenin gereği olduğu çok açık değil midir?

Bütün bu faaliyetler, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bağımsızlığını zayıflatmak değil midir?

***

Üniversite sınavları ve kamuya alınacak bütün personel sınavlarının sorularını çalıp, devleti ele geçirmeyi planlamak nedir?

Bu suçu işleyen sadece 10 kişiye dava açıldı! Soruşturma kapsamında 6’sı eski ÖSYM çalışanı olan 10 şüphelinin “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme”“silahlı terör örgütüne üye olmak”“ÖSYM kanununa muhalefet”“bilişim sistemine hukuka aykırı müdahale suretiyle haksız çıkar sağlamak” ve “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık” suçlarından cezalandırılmaları talep edildi…

Dönemin ÖSYM Başkanı Ali Demir hakkında da “silahlı terör örgütüne üye olmak” ve “zincirleme şekilde görevi kötüye kullanmak” suçlarından 18 yıl 6 ay hapis cezası istendi. 

CHP Grup başkanvekili Özgür Özel, TBMM’ye şaibeli sınavların araştırılması için soru önergesi vermişti. Özel, önergede “AKP iktidarı, herkesin gözü önünde yaşanan bu iddialar hakkında gerekli önlemleri almayarak, bu hırsızlığın en az 5 yıl daha devam etmesine göz yummuştur” ifadelerini kullanmıştı.

Bu dava ne oldu sahi? Uykuya mı bırakıldı? Hiç haber yok…

***

Ya yolsuzluklar… İhaleleri hep aynı gruplara vermek, her ihaleden yüzde 20 ile yüzde 50 arasında komisyon almak nedir? Bu paralar nerede ve kaç yüz milyar dolar ediyor? Bunu takip eden, soruşturan var mı?

Bütün bunlar dururken, “Sen nasıl olur da İstanbul’u elimizden alırsın” diye Ekrem İmamoğlu hakkında hakaret davasından hapis ve siyasi yasak kararı çıkması yetmediği için bir taraftan terör soruşturması, bir taraftan da “ihaleye fesat karıştırma” suçundan dava açılması nedir?

Ankara’da Mansur Yavaş hakkında da bir sürü iğrenç iddia öne sürülmüştü… Sonra ne oldu? Hepsi uydurma çıktı… İftira atanlar hakkında bir soruşturma açıldı mı?

Türk ordusunu çökertmek için Ergenekon, Balyoz ve Askerî Casusluk suçlamalarını tezgâhlayanlar nerede şimdi? Onların açtığı davalarda mahkûm edilenleri, içeride tutmak nedir?

Orduya siyaset karıştırmak nedir?

Bütün bunlar devlet işlerine fesat karıştırmak değil midir?

Alıntı: A.Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | DEVLET İŞLERİNE FESAT KARIŞTIRMAK için yorumlar kapalı
Oca 17

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Hiçbir özgür kişi, kendi denklerinin hukuken geçerli bir hükmü ya da ülke yasalarının gerektirdiği durumlar dışında tutuklanamaz, hapse atılamaz, mallarından ve yasal haklarından yoksun bırakılamaz, sürgüne gönderilemez ya da hiçbir biçimde zarara uğratılamaz; biz (kral olarak) ona saldırmayacağımız gibi, kimseyi de üzerine saldırtmayacağız” 1215’te İngiltere Magna Carta Libertatum Yasası, Madde 39

* “İnsanların birbirine güvenmediği yerde, olumlu sonuç alınamaz.” Thomas Hobbes

* “Bilinçlenmiş bireylerin sayısı çoğaldıkça, toplum daha bilinçli algılayıp, düşünüp, daha bilinçli davranmaya başlar” Thrasymachus

* “Sizler, hepiniz geleceğin bir gülü ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizlersiniz.” M. Kemal Atatürk

* “Farkındalık oluşturmadan, farkında olunacak bir değer oluşamaz.” Doğan Cüceloğlu

* “İnsanların yapılan önerilere eleştirel bakmadan uydukları her yerde trans vardır. Bu anlamda hipnotik ve uyanık durumlar arasında fark yoktur. Eğer bir kişi, başka birinin dediğini süreçlemeden, eleştirmeden olduğu gibi kabul edip yapıyorsa, orada trans vardır. Birinin dediğinden yeteri kadar etkilenerek onun dediğini yapmak hipnozun etkisi altında olmakla aynı şeydir.” Weitzenhoffer

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Oca 16

SİYASİ ARENADA PARALELLİK

SİYASİ ARENADA PARALELLİK

Siyasi arenada da paralel bir durum var…

Ali Babacan ve partisinden gelen “Anayasa’daki Türk tanımını kaldıracağız, ana dillerde eğitimi Anayasal hâle getireceğiz” söylemleri büyük tepkiyle karşılanınca, sanki “Andımız”ı ilkokullardan kaldıran, tabelalardaki T.C.’yi ve dağlardaki “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını sildiren ve yıllarca “Türk” yerine “Türkiyeli” kavramını kabul ettirmeye çalışan başkasıymış gibi Tayyip Erdoğan, şimdi Türklüğe sahip çıkan bir söylem kullanmaya başladı…

Erdoğan aynen şöyle dedi: “Türkiye’yi ve Türk milletini, birilerinin ayak oyunlarına, ihtiraslarına, yüksek gerilim hattına mahkûm etmemekte kararlıyız. Türk bayrağından, Türk kavramından nefret edenlerle mücadelemizin süreceği bir seçimi yaşayacağımızı şimdiden söylüyorum. Onlar ne yaparsa yapsın, biz işimize bakıyor, usta bir satranç oyuncusu maharetiyle demokrasi ve kalkınma hamlelerimizi tek tek hayata geçiriyoruz.”

Oysa Erdoğan, “Çözüm Süreci”nde, “Kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın. Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.” diyordu.

Abdullah Gül de “Ne mutlu Türk’üm diyene sözünü dağlara taşlara yazdılar. Bu ilkelliktir ve aşılacaktır” diye konuşuyordu…

Halen Cumhurbaşkanı Hukuk Başdanışmanı olan Mehmet Uçum, Anayasa değişikliklerinin yeterli olmadığını her fırsatta vurguluyor ve “Dışlayıcı ve baskıcı Türk Milleti’nden ‘kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye Milleti’ne geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur.” diyor…

AKP Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı da yeni anayasa için komisyon kurulduğunda, “Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız. Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. İşte bu, sorunu çözer” demişti.

AKP’nin bir dönem İstanbul İl Başkanı olan Aziz Babuşçu da “AKP sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diye konuşmuştu.

***

Şimdi ne oldu da Erdoğan“Türk bayrağından, Türk kavramından nefret edenlerle mücadelemizin süreceği bir seçimi yaşayacağımızı şimdiden söylüyorum.” diyor?

Aslında Erdoğan‘ın bu cümlesinde sorunun cevabı da var; Türklük kavramına “seçim süreci boyunca” sahip çıkacaklarını söylüyor…

Seçimden sonra ne olacak? “Türkiye Yüzyılı”nda Türklük var mı? Türklük üzerinden siyasi satranç oynadıktan, piyonlar kullanılıp atıldıktan sonra siyasi ümmetçiliğe devam mı edilecek?

Alıntı: Yeniçağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | SİYASİ ARENADA PARALELLİK için yorumlar kapalı
Oca 15

BEŞ KURUŞLUK TOKAT

BEŞ KURUŞ

Nasrettin Hoca yolda yürürken, biri ensesine öyle bir vurmuş ki, nerdeyse yere düşecekmiş, hiddetle dönüp bakmış; karşısında tanımadığı genç bir adam. Nasrettin Hoca sormuş:

– “Ne cüretle vuruyorsun!..”

– “Özür dilerim hocam, sizi birine benzettim, küçük bir hata yaptım, ama siz pireyi deve yaptınız.

– “Yürü o zaman, kadıya gidiyoruz!”

Gitmişler kadıya, ikisini de dinleyen kadı efendi, Nasrettin Hoca’ya vuran gencin akrabasıymış. Kadı efendi, Nasrettin Hoca’yı yumuşatıp, akrabasını kurtarmaya çalışmış:

– “Hoca, hislerini anlıyorum. Bu durumda herkes aynı şeyi hissederdi. Şimdi bu genç adam kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?”

Nasrettin Hoca ısrar etmiş:

– “Olmaz, mahkeme yapılsın.”

Kadı efendi, bunun üzerine akrabası olan genç adama dönüp kararını vermiş:

– “Ceza olarak Nasrettin Hoca’ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!..”

Nasrettin Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini beklemiş. Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, ama genç adam ortalıkta gözükmüyormuş.

Mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekleyen Nasrettin Hoca, kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirdikten sonra demiş ki:

– “Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!..”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | BEŞ KURUŞLUK TOKAT için yorumlar kapalı
Oca 14

TOPLERONE DAVASI

TOPLERONE DAVASI

 

Mona Sahlin, bir gün markette alışverişi sırasında İsveç’te çok sevilen Toblerone çikolatasını gördü. Hemen sepetine koydu ve alacaklarını ile birlikte kasaya yöneldi. Birçok İsveçli gibi o da kredi kartı kullanmaktaydı, cüzdanından kartını çıkarttı ve aldıklarını ödeyip çıktı.

1995’te İsveçli Expressen gazetesi Sahlin’in aldığı Toblerone çikolatasını kendi hesabından değil devletin ona devlet harcamalarında verdiği kartla yaptığını yazdı

Sahlin, kendine emanet edilen kamu kaynağını yerinde kullanmadığı için Başsavcı Jan Danielson’un başkanlığında soruşturuldu.

Bir kutu Toblerone çikolatası, parti başkanlığı hatta Başbakanlık için adı anılan İsveç’in en genç siyasisinin hayatını değiştirdi. Hakkındaki suçlamalardan 1996 yılında aklandı. Kamuoyunda bu davaya Toblerone Davası (Tobleroneaffären) denildi.

Mona Sahlin, kendisine kamu kaynağı olarak emanet edilen devletin kredi kartıyla yaptığı kişisel harcamalarının tutarını geri ödemekle kalmadı 15000 kron ilave bir ödeme yaparak verdiği zararı karşıladı.

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | TOPLERONE DAVASI için yorumlar kapalı
Oca 13

90 YAŞINDA HARBİYELİ BİR KOMANDO

 90 YAŞINDA HARBİYELİ BİR KOMANDO

“Cuma günü şanlı yuva Harbiye’de bir konferansa katıldım. Konferans Harbiye’nin en büyük salonu Atatürk Amfisindeydi. Konferansın onur konuğu da tam 90 yaşında (1932 doğumlu) bir komando, bir kahraman, bir komutan, bir Kıbrıs ve Kore gazisiydi: Emekli Tuğgeneral Cemal Eruç.

Kıbrıs Barış Harekâtını anlatacaktı.

Yanlış saymadıysam amfide 960-980 Harbiyeli vardı. Serbest saat olmasına rağmen yüzlercesi koşup gelmişti. Bir de Kıbrıs gazileriyle biz vardık.

Sunumunu yaparken oturması için komutanımıza bir masa hazırlamışlardı. Sonuçta 90 yaşındaki bir adam kürsüde konferans vermezdi, veremezdi. Kabul etmedi iyi mi!

‘Ben Harbiyeliyim. Harbiyelilere saygısızlık edemem. Harbiyeliliğime, komandoluğuma, komutanlığıma halel getiremem.’

Ayakta konuşmaya başladı. ‘Doğduğum yere geldim’ dedi en başta. ‘Ruhumla Harbiyeliyim hâlâ, Harbiyelilere konuşuyorum. Hayatımın en mutlu ve en heyecanlı gününü yaşıyorum.’

Sonra anlattıkça anlattı. Savaşı, savaşını, çatışmalarını, muhakemelerini, derslerini, kavgalarını, acılarını, isyanlarını, silah arkadaşlarını, yaralarını o 90’lık çınar tam 2 saat boyunca Harbiyelilere anlattı. Heyecanla dinledik biz de ibretle, ama hiç uyanmadan!

Oysa o arada bir duraklıyor, nefesini toparlıyordu.

Ayakta 2 saati aştığında söyleyecekleri bitmemişti, ama artık o yetmedi. Hâlâ anlamamıştık, ama gözlerimizin önünde ayaktayken bayıldı belli ki. Ve Bin Harbiyelinin önünde, bir kurşun gibi, bir kurşun komando gibi “koca bir küt sesiyle” çarptı yere…

Taş gibi. Düştü kaldı öylece…

Ancak o zaman anlayacaktık. Koştu herkes. Kaldırdık. Yakasını bağrını açtık, ambulans geldi, doktorlar yetişti. Aklı başına geldiği o an; “Devam edeceğim” dedi, “Beni bırakın.”

‘Olmaz komutanım.’ Bir cedelleşme, ikna etme etmeye çalışma. ‘Olmaz’ dedi, kestirip attı, ‘Yarım bırakmam.’

“Komutanım bari masaya oturun.”

‘Masaya da oturmam’ dedi, sonra da asıl diyeceğini dedi sessizce, ruhundakini: ‘Ağaçlar ayakta ölür aslanım.’

O an bir şey anladık biz. O mecaliyle, takatiyle değil, ruhuyla, iradesiyle ayakta duruyordu ve inancıyla, mukavemetiyle bir başka ders veriyordu. Bilinçle değil hem de yaşayarak…

Yalnız ne inattı şu doktorlar, şu emir dinlemez subaylar. ‘Oturun’ deyin duruyorlardı. Israrlara dayanamadı sonunda. Zoraki masanın başına gitti, ama yine de oturmadı masaya. Masanın başında ve hâlâ ayakta. Ve dedi ki en başta; “Harbiyeliler yarıda kestiğim için özür dilerim!”

Alkış sesinin çok nadir duyulduğu Atatürk Amfisinde bir alkış koptu ki, sormayın. Yıkıldı ortalık dakikalarca.

Ayakta devam etme azmindeydi hâlâ.

“Komutanım oturun.”

En sonunda doktorların sözünü dinledi de oturdu koltuğun en ucuna, hâlâ ayakta duruyormuşçasına. Hürmet ediyor, saygı gösteriyordu Harbiyelisine.

Doktorlar sıkma diş. Ve o, devam etti öylece.

Bitikti ama… Yorgundu, solgundu, nefesi, sesi kesiliyordu ara ara, yavaş yavaş, sessiz sessiz konuşuyordu. Yere başını çarpmıştı, beti benzi atmıştı, ama bırakmıyordu, yılmıyordu, yıkılmıyordu, sözünün sonuna ulaşmaya çalışıyordu.

Diyeceğini dedi ve bitirdi en sonunda.

Bitirmeden önce de dedi ki; ‘Harbiyeli ruhu musallaya kadar içimizde yanacak genç Harbiyeliler. En büyük Harbiyeli Atatürk’le aynı sıraları, aynı ruhu taşıyoruz. Bu ruh içimizde sönmez bir ateştir. Ne mutlu Harbiyeli olana. Ne mutlu Türk’üm diyene.’

Çok ciğerden söylemişti be! Yine koptu ortalık.

Kapanış konuşmaları, şilt takdimi filan yapılacaktı, ama sıkma diş, söz dinlemez sağlıkçılar, apar topar revire doğru yola çıkardılar.

Gittim yetiştim arkasından, öptüm elini; “Komutanım geçmiş olsun.”

“Böyle olmadı be Abdullah.”

Harbiyeliye her şeyi anlatamadığı için efkârlıydı. Yere vurduğu kafasını filan takmıyordu. Sonuçta o komandoydu. Mermiye kafa atan adam kafayı yere vurmaktan korkar mıydı? Yılmazdı. İki savaş görmüş, omzundan, bacağından mermi yemiş adam bundan yılar mıydı?

“Asıl böyle oldu komutanım. Genç Harbiyeli asıl bu tanık olduklarından sonra anlatılanları unutmayacak.”

***

Sonrası yine hengâme. GATA’ya götürmüşler. Bütün gün koşturmuşlar. Gece yarılarına kadar. Bir de oralarda yormuşlar. Tetkikler, tahliller, emarlar, tomografiler filan.

İyiymiş şükür. Demişler ki; ‘Kaya gibisin komutanım! Ama dinlenmen gerek.’

İşte böyle…

Allah iyiliğinizi arttırsın komutanım.”

Değerli okurlarım,

Dün konuştuğum Eruç komutanım dedi ki;

– “GATA’da tüm kontrollerim yapıldı, sağlıklıyım.”

Ne mutlu bana ki; Cemal Eruç’tan eğitim alan Türk komandosuyum.

Alıntı:

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , | 90 YAŞINDA HARBİYELİ BİR KOMANDO için yorumlar kapalı
Oca 12

“BİR ÜLKEDE DEVLET VARSA MAFYA YOKTUR, MAFYA VARSA DEVLET YOKTUR” Cahar Dudayev

“BİR ÜLKEDE DEVLET VARSA MAFYA YOKTUR, MAFYA VARSA DEVLET YOKTUR” Cahar Dudayev

Yeniçağ Gazetesi yazarı Arslan Bulut, bugünkü yazısında Sinan Ateş cinayeti üzerinden “devlet-mafya” ilişkisine değindi. Bulut, Cehar Dudayev’in “Bir ülkede devlet varsa mafya yoktur, mafya varsa devlet yoktur, yani mafya varsa devlet mafyadır.” sözünü hatırlattı.

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayetinde iki özel harekât polisinin kullanılmış olmasının suikast kadar vahim olduğunun altını çizen Bulut, “Devletin ne durumda düşürüldüğünün göstergesi.” dedi.

“Bu olayda kimse suç ve cezaların şahsiliği ilkesine sığınamaz.” diyen Arslan Bulut, şöyle devam etti: “Emniyet Teşkilatı’nın emrinde olması gereken iki kişi, nasıl olur da bir çeteye koruma sağlar? İki polis, Ateş’i öldüren tetikçiyi İstanbul’dan Ankara’ya transporter araçla getirmekle suçlandı. Tanık ifadeleri var, kamera kayıtları var…”

Bulut’un “Siyasi cinayette polis kullanmak!” başlıklı bugünkü yazısının ilgili kısmı şöyle:

“Dikkat ederseniz, kimse bu duruma şaşırmadı! Bu satırların yazıldığı saatlere kadar, haber veren gazeteciler dışında üzerinde duran da olmadı!

İşin daha da garip tarafı, bu olayın siyasi sorumluları, ‘İBB’ye terörist aldınız’ diye belediye başkanı hakkında soruşturma başlatanlardır.

Demokratik bir ülkede, siyasi bir cinayete polis karışsa hükümet istifa eder ama Türkiye’de hükümet yoktur. Sadece bir kişi vardır!

***
Sinan Ateş cinayetinde iki polis kullanılması, olayın bir çeteye ihale edildiğinin delillerinden biridir. Aslında siyasilerin, toplumsal muhalefeti bastırmak için çete beslemesi yeni bir durum değildir. Konuyu geçmişte de çok inceledim. Meselâ ‘Devletin kabadayısı’ başlıklı, 10 Ekim 2010 tarihli yazımda şu tespitleri yaptım:

‘İstanbul’da bir zamanlar gerçek kabadayılar vardı. Onların kabadayılığı yüreklerinden ve bileklerinden kaynaklanıyordu. Sonra devlet kabadayıları türedi! Devletin çeşitli güvenlik birimlerinde bulunan bazı kişiler, gerçekten bileği ve yüreği sağlam gençleri devşirerek, kendi hukuk dışı emellerinde, organize suç örgütlerinde kullanmak için kadrolu devlet kabadayısı haline getirdi. Başlangıçta bu durum bilinmiyordu. Fakat zaman içinde olaylar yargı aşamasında aydınlatılınca, görüldü ki kabadayı bilinenlerin tamamı, devletin kabadayısı imiş!

Devletin gücünü kullanarak yapılan kabadayılık, zayıflığın işaretidir. Rahmetli Cehar Dudayev, kendisine Moskova’daki Çeçen mafyası sorulduğunda, ‘Bir ülkede devlet varsa mafya yoktur, mafya varsa devlet yoktur, yani mafya varsa devlet mafyadır’ demişti.’

Bir ülkede siyasi bir cinayete iki polis kullanılması nedir peki?”

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | “BİR ÜLKEDE DEVLET VARSA MAFYA YOKTUR, MAFYA VARSA DEVLET YOKTUR” Cahar Dudayev için yorumlar kapalı