Ara 23

İLLUMİNATİ’NİN 13 ÜYESİNDEN BİRİ…

İLLUMİNATİ’NİN 13 ÜYESİNDEN BİRİ…

Gizli örgüt İlluminati’nin 13 üyesinden biri olduğu öne sürülen Rothschild Ailesi’nin Osmanlı Padişahları ile para ilişkileri gün yüzüne çıkartıldı. Tarihçi Doç. Dr.Sezai Balcı ile Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu ikilisi tarafından Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerin gün yüzüne çıkartılmasıyla hazırlanan “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu” başlıklı çalışmada, Yahudi kökenli Rothschild Ailesi’nin Osmanlı padişahları ile olan gizli ilişkilerine ışık tutuluyor.

Rothschild Ailesi ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk temas, 2. Mahmut döneminde başlamış. Bu ilişki 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan itibaren kesintisiz devam ediyor. Osmanlı, Temmuz 1853’te 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek, 50 milyon kapsül satın alırken, bu silahlar için Rothschildler’e 10 milyon 514 bin 976 kuruşluk ödeme yapıldığı Maliye Nezareti’nin orijinal nüshalarında yer alıyor. Kitapta; Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Tuna kalelerindeki Türk ordusuna gerekli olan finansmanın Avusturyalı Stametz-Şirketi üzerinden, Rothschild Ailesi tarafından üstlenildiği, Rothschildler’in temsilcisi Nathaniel de Rothschild’in, 1834’te Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne ödeyeceği tazminatı teslim etmek için İstanbul’a gelip Sultan II. Mahmut’la görüştüğü, Rothschild Ailesi’nden borç alınması için yapılan girişimlere Prens Metternich’in destek sağladığı da belgelerle ortaya konuluyor.

Faiz oranı yüzde 4

Dikkat çeken bölümlerden birini ise 2. Abdülhamid’in Rothschild Ailesi’nden iki kez borç aldığına dair belgeler oluşturuyor. 1891’de alınan 6 milyon 316 bin 920 sterlin tutarındaki borcun faizi belgelerde yüzde 4 olarak belirtiliyor. Söz konusu geri ödeme süresinin 60 yıl olarak tanzim edildiği arşivlere yansımış. 2. Abdülhamid tarafından 1894’te alınan ikinci borç tutarı ise 8 milyon 212 bin 340 sterlin. 61 yıl vadeli alınan borcun 15 Ekim 1955’e kadar geçerli olduğu, her yıl 329 bin 249 sterlin tutarındaki meblağın İngiltere Bankası’na ödeneceği belgelerde yer alıyor.

Türkiye ödedi

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden Rothschild borçları, Lozan Antlaşması gereğince Rothschild Ailesi’ne geri ödeniyor. Rothschild üyeleriyle görüşen Osmanlı hükümdarları 2. Mahmut, Abdülmecid ve 2. Abdülhamid aile üyelerine birçok defa nişan takdim ediyor. Ayrıca, 2. Abdülhamid zamanında Rothschildler’in, Filistin’de koloniler kurdukları, Abdülhamid’in Filistin’de yaşayan yerli ve yabancı Museviler’in toprak satın almalarına izin verdiği gün yüzüne çıkartılıyor.

Alıntı: Ozan Yılmaz

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | İLLUMİNATİ’NİN 13 ÜYESİNDEN BİRİ… için yorumlar kapalı
Ara 21

NARDUGAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

NARDUGAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Türklerde 21 Aralık’taki Nardugan Bayramı 21 Mart’ta Nevruz Bayramıyla tamamlanıyor. Peki, Nardugan ve Nevruz’un bağlantısı nedir? Neden Türk Dünyasının en büyük bayramıdır?

Türklerin yeniden doğuş bayramı olan ve Nardugan (Nartugan) denilen bayram 21 Aralık’ta başlıyor 21 Mart’ta Nevruz olarak tamamlanıyor. Çünkü 21 Mart ekinoksta (dönence) gece ve gündüz eşitleniyor. 21 Mart”ta bahar geliyor, doğa yeniden canlanıyor. İşte çam ağacı süslemelerinin önemi de buradan geliyor. Çünkü adına ”Hayatı Ağacı” deniyordu.

Türklerin Nardugan (yeniden doğuş) bayramı yüzyıllar sonra Hristiyanlar tarafından aparılarak 24 Aralık İsa’nın doğumu (Noel) olarak uyarlandı.
Oysa bu İsa’dan yüzyıllar öncesinden Orta Asya’da kutlanan bir Türk yeni yılı kutlama bayramıydı.
Hristiyanların simgesi Noel Baba olarak bilinen hikâyeleri de yine bir Türk geleneğinden aparıldı.

Çünkü Noel Baba denilen kişinin yaşadığı iddia edilen yıllardan yüzyıllar öncesinde Orta Asya’da ”Ayaz Ata” ve ”Kar kız” hikâyesi vardı.
Ayaz Ata Türk Mitolojisine göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden, garipleri sevindiren bir efsaneydi.
Dünyanın tanınmış Sümerologlarından Muazzez İlmiye Çığ da çam ağacı süslemelerinin Hristiyanlıktan yüzlerce yıl önce Türk geleneklerinde olduğunu defalarca açıklamıştı…

Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir ”akçam ağacı” bulunuyor. Buna ‘hayat ağacı’ deniliyor.
Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliyoruz.

Türklerde güneşin çok önemli olduğu biliniyor. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 21 Aralık’ta gece-gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle ‘akçam ağacı’ altında kutlanıyor.
Güneşin yeniden doğuşu, bir ”yeni doğum” olarak algılanıyor.

NARDUGAN BAYRAMI NEDİR?
(Nar=güneş, Tugan, dugan=doğan) Yani anlamı Doğan güneş. Türkler o dönem Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

‘ÇAM AĞACI SÜSLEMEK BİR TÜRK GELENEĞİ’
Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ da çam ağacı süslemelerinin Hıristiyanlıktan yüzlerce yıl önce Türk geleneklerinde olduğunu her seferinde vurguladı.
Çığ açıklamasında, “Gündüzün geceyi yendiği 21 Aralık’taki bayram Nar-Dugan, Orta Asya Türklerindendir.
Kutsal akçamdan aldıkları dala kurdeleliler dileklerini, isteklerini, yeni yıldan beklentilerini yazarlar.
İznik’te 325 yılında toplanan ilk evrensel Hıristiyan konseyi, Anadolu’daki çam ağacını alarak bugünkü kutlamalara getiriyor.

Oysa Akçam eski Türkler’de dünyanın merkezindeki kutsal yaşam ağacıdır. Anadolu halı ve kilim desenlerinde vardır.
Nardugan’da insanlar evlerini temizler, en iyi elbiselerini giyerdi. Ağacın etrafında dans edip şarkı söylerler, yaşlılar ziyaret edildi.
Aileler bir arada olur, özel yemekler yenirdi.
İnsanlığın koruyucusu Ülgen (Orta Asya’daki Türk inanışına göre Ülgen İyilik Tanrısıdır), uzun sakallı ve pelerinliydi.

İznik konsülü tarafından bugünkü Noel inancına çevrilmiştir.
İsa’nın yaşadığı topraklarda çam ağacı yetişmez.
Türklerin Avrupa’ya geçişi ile Hıristiyanlar tarafından alınmıştır.
Sonbaharda doğan İsa’nın doğumu için 25 Aralık tarihi birkaç asır sonra seçilmiştir” ifadelerini kullandı.

NOEL BABA DEĞİL, ”AYAZ ATA”
Ayaz Ata, Türk, Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazak ve Kırgız Türkleri’nde ve Türkmenlerde Soğuk Hanı olarak tanımlanmaktadır.
Mitolojilere göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden bir kahramandı…
Ayaz Ata ve Kar Kız…
Özbeklerde Ayoz Bobo,
Kırgızlarda Ayaz Ata
Kazaklarda Ayaz Ata
Azerbaycan Türklerinde Şahta Baba,
Tatarlarda Qış Babay,

Başkurtlarda Kış Babası olarak bilinir ve ‘Kar Kızı’ adında bir de kızı veya torunu vardır.
Nar Tugan güneşin doğum kutlamaları da İsa’nın doğum kutlamalarına Noel’e dönüşmüştür.
Noel kelimesi de Noio (yeni) ve Helios (güneş) kelimelerinden oluşmuştur.
Yani Nar Tugan’la özdeşdir.
Ülgen’in yerini, aynı onun gibi uzun kaftan, kürk başlı, kırmızı kuşak ve çizme giyen Pere Noel / Santa Klaus almıştır.
Oysa Orta Asya’daki Türk inanışına göre Ülgen İyilik Tanrısıdır.

AZERBAYCAN TÜRKLERİ DE 21 ARALIK’TAN 21 MART NEVRUZ’A ULAŞMAYI BÖYLE TARİF EDİYORLAR
Eski Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu, ünlü gazeteci İbrahim Nebioğlu 21 Aralık Nardugan ve 21 Mart Nevruz’u şöyle açıkladı:
Eski Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu, ünlü gazeteci İbrahim Nebioğlu 21 Aralık Nardugan ve 21 Mart Nevruz’u şöyle açıkladı:
“3 ay sonra Bayramdır, Novruz Bayramı.
Azerbaycan Türkleri için 21 Aralık’tan sonra
40 gün ‘Büyük Çile’(21 Aralık – 30 Ocak),
Sonra 20 gün ‘Küçük Çile’( 31 Ocak – 20 Şubat)
Ve ‘Ala Çile’ (20 Şubat – 20 Mart) 21 Mart’ta Nevruz olacak.

“Bu gün isə Qış fəslinin gəldiyini göstərən və 40 gün davam edən Böyük Çillə başlayır.
Mənim uşaqlığımda nənəmlə babamın Qazaxdan bizə qarpız göndərdiklərini xatırlayıram.
20 dekabr axşamı mütləq qarpız kəsilirdi bizdə.
Baxmayaraq ki, yaydan mühafizə edilən o qarpızın heç dadı olmurdu, amma bizimkilər çox sevinirdilər.
Böyük Çillənin gəlməsi Novruzun uzaqdan gələn ayaq sısləridir.
Çünki, Böyük Çillədən (21 dekabr-30 yanvar) sonra 20 gün sürəcək Kiçik Çillə (31 yanvar-20 fevral) və ən nəhayət Ala Çillə (20 fevral-20 mart) gəlir. 3 ay sonra Novruzdur…..)”

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , | NARDUGAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
Ara 19

GAZZE İMDAT DİYOR!

GAZZE İMDAT DİYOR!

Ya RAB!

Müslümanın sebil oldu kanları

Heba ediliyor bütün canları

Saldırır Haçlının cani conları

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Haşa, Hak yerine koyup başlıyor

Cahil din yobazı ilim dışlıyor

Dini kullanarak âlim taşlıyor

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

İnsanlık bu kadar arsız değildi

Katil, cani, hain, hırsız değildi

İlgisiz, sevgisiz, nursuz değildi

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Demokrasi deyip kan getirdiler

Dini kullanarak kin getirdiler

Meleğiz dediler cin getirdiler

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Artık yaşamaktan bıkan bıkana

Gayri insanlıktan çıkan çıkana

Gönül kabesini yıkan yıkana

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Habil’le, Kabil’in davası mı bu?

Yoksa nefislerin hevası mı bu?

Azgın kör Şeytan’ın havası mı bu?

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Bu çağda Ebrehe bir değil şimdi

Nice mahrem haller sır değil şimdi

Onursuz yaşamak kir değil şimdi

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Tüm filler demirden kan can alıyor

Kudurmuşlar yine bizi dalıyor

Yezit üstümüze katil salıyor

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Dört kitaba inanıp hep Seni andık

Bilirsin beşeriz şeytana kandık

Nemrut, Ebu Cehil tükendi sandık

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Aklımız, fikrimiz çağa yetmiyor

Bilgimiz, görgümüz hiç kar etmiyor

Bunca kan gözyaşı niye bitmiyor?

Ya RAB!

Bu yalan dünyada ya çok olacağız

Ya Ebabil gönder ya yok olacağız!

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , , , , , , | GAZZE İMDAT DİYOR! için yorumlar kapalı
Ara 17

YAHUDİ TEFECİLER’DEN BORÇ ALAN OSMANLI PADİŞAHLARI…

YAHUDİ TEFECİLER’DEN BORÇ ALAN OSMANLI PADİŞAHLARI…

Yıl: 1828–1829

Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturuyor.

Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.

Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok, buğday yok!

Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschild’e başvurur.

Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.

Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.

Yıl: 1834

Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.

Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi karalaştırılmıştır.

Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.

Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.

Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.

Yıl: 1853–1856

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.

Kırım Savaşı sürmektedir.

Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.

Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.

Rothschild aracı olur, Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.

Yıl: 1855

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.

Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.

Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.

Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.

Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.

Rothschild bu teminatlarla yetinmez. Çünkü Osmanlı devleti, aldığı buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.

İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.

Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.

Yıl: 1891

Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.

Hazinede para yoktur.

Bir kez daha banker Rothschild’e başvurulur.

Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.

Yıl: 1894

Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.

Hazine tam takırdır.

Borç için yine banker Rothschild’e başvurulur.

Rothschild, yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir.

Borcun geri ödeme süresi 61 yıldır.

Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar.

Tarih: 1 Kasım 1922

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son verdi,

Tarih: 17 Kasım 1922

Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçtı.

Tarih: 24 Temmuz 1923

Lozan Antlaşması imzalandı.

Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.

Bu borçlar arasında banker Rothschild’den alınmış borçlar da vardı.

Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rothschild’den alınmış olan borçlar Rothschild Ailesi’ne ödendi.

Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı. 2013 yılının kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.

Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden Doğan” Türk milleti ödedi.

Değerli Dostlar,

Bu yazının kısa özeti şudur:

Yıkılıp giden Osmanlı’nın 500 MİLYAR DOLAR borcunu, Osmanlı’nın aşağıladığı Türk halkı ödedi.

Bu gerçeği, Osmanlı palavralarıyla kandırılmak istenen halkımız, özellikle de gençlerimiz hiç akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Alıntı: Ozan Yılmaz

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , | YAHUDİ TEFECİLER’DEN BORÇ ALAN OSMANLI PADİŞAHLARI… için yorumlar kapalı
Ara 13

OPERASYONLAR NEDEN HEP ORDUDAN BAŞLAR

OPERASYONLAR NEDEN HEP ORDUDAN BAŞLAR

Atatürk döneminde Afganistan’ın başında olan, Türkiye’yi de ziyaret eden Emanullah Han‘ın kızı India, DW Türkçe konuştu ve 10 yıl tahtta kalan babasının neden Afganistan’ı modernleştirmeyi başaramadığını anlatırken “Atatürk, babama çok iyi bir tavsiyede bulunmuş. O da; Afganistan’ın güçlü bir orduya sahip olmasıydı. Ama babam belki de onu dinlemedi” dedi.

India, o dönemde Afgan ordusunun var olduğuna ancak Türk ordusu gibi güçlü olmadığına dikkat çekti.

***

Türk ordusu, tarih boyunca Türk Milleti’nin en önemli dayanağı olmuştur. Zaten ordu, millet demekti, millet de ordu…

İşte bu sebeple Ergenekon, Balyoz ve Askerî Casusluk gibi davalarla Türk ordusuna kumpas kurulmuş, sonunda mevcudu 270 bine düşürülmüş ve orman yangınlarına bile müdahale etmesi engellenmiştir!

Millî ordu, milletin bütün gençlerini, eşit şartlarda aynı çatı altında toplaması ve kaynaştırması bakımından, milletleşme sürecinin en önemli dayanağıdır. Atatürk, askerî amaçlar dışında tam da bu sebeple, Emanullah Han‘a güçlü bir ordu kurmasını tavsiye etmiş olabilir.

***

Şimdi, filmi geri saralım ve 2000’li yılların başına dönelim. Türk ordusuna, Ergenekon, Balyoz ve Askerî Casusluk adları altında operasyonlar düzenleneceğini, CIA’nın 1950’li yıllarda organize ettiği Gladio yapılanması çerçevesinde kurulan bir cemaatin, Türk ordusunun yönetim kademelerine kadar sızacağını, başarısız olacağı öngörülmüş bir darbe girişimi sonunda oluşturulan kamuoyu ile Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştirileceğini 2000’li yılların başında birisi yazmış veya konuşmuş olsa, ona ne denilirdi?

En azından “komplo teorisyeni” denilirdi değil mi? Oysa 2003 yılında, millî güçlerin fişlendiğini, ülke çapında bir tasfiye operasyonu hazırlandığını, bu sebeple herkesin çok dikkatli olması gerektiğini yazıyordum. Vasat insanlar, bu değerlendirmelerimi anlamıyordu!

Daha önce de 30 Mart 1998’de uyarmıştım:

“Türk Silâhlı Kuvvetleri aleyhine çeşitli iftiralar atılıyor. Bu propagandalar, sessiz ve derinden sürdürülüyor. Tıpkı hilafeti ele geçirmek isteyen Muaviye‘nin, Sıffin savaşında, Hz. Ali‘nin ordusunun kafasını karıştırmak için, kendi askerlerinin mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını geçirmesi gibi… Bugünkü insanlık düşmanları da başörtüsü gibi inancın sembolü sayılan bir kumaş parçasını, Türk halkını birbirine düşürmek, Türk Milleti’ni kendi evlatlarından oluşan ordusuna veya birbirine karşı kullanabilmek amacıyla, mızraklarının ucuna geçirmiştir. O zamanki mesele ile bugünkü arasında büyük benzerlikler vardır. Muaviye, iktidar istiyordu, halifeliği istiyordu! Ya şimdikiler ne istiyor zannediyoruz? Onlar da iktidar istiyor; halifelik isteyeni de var. Ama bunu Türk kimliğini yok ederek yapmaya kalkışıyorlar. Çünkü dışarıdan güdülüyorlar ve emperyalistler, Türk Milleti’ni ancak din maskesi ile çökertebileceklerini hesaplamışlar.

Türk Ordusu’na bu kinin sebebi nedir? Türk Silâhlı Kuvvetleri olmasa, bu ülkede İslâm yaşayabilir mi?

Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin içinde etkin oldukları propagandasıyla, toplumun direncini kırmaya, bütün güçleri kendi etraflarında toplamaya gayret eden irtica odakları da var. Demek ki, bu iş, gecikmeden, bir-iki ay içinde çözülmeli! Büyümesine fırsat verilmemeli! Türklüğü tanımayanların İslâm diye bir davası olabilir mi? Nereden öğrenmişler, sadece istihbarat örgütlerinin bildiği ‘Politik psikoloji’ yöntemlerini?”

Bu uyarıların gereği 1998’de yapılaydı, sonraki olaylar nasıl gelişirdi?

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | OPERASYONLAR NEDEN HEP ORDUDAN BAŞLAR için yorumlar kapalı
Ara 11

TUZ ATMA YARIŞI

TUZ ATMA YARIŞI

Eve misafir gelmiş. Eskiden ocaklar evin girişindeki “hayat” denilen salonda olurmuş. Evin kadını gelip ocağı yakmış, kuşganayı koymuş, pilav pişiriyormuş. Eliyle davlumbazın yanında asılı olan “tuz çantası”ndan bir koşam (tutam) tuz alıp, yemeğe atmış. Kadın dışarı çıkmış. Ardından evin erkeği gelip bir koşam tuz atmış, o gitmiş, evin kızı gelip bir koşam tuz atmış. Misafir bunlara bir anlam verememiş “oldu olacak bir koşam tuz da ben atayım” deyip, o da yemeğe tuz atmış.

Yemek pişip, sofraya geldiğinde evin keyvenisi kadın yemekten bir kaşık alınca çok tuzlu olduğunu anlamış. “Elimin kararı kaçtı bugünlerde, yemek hep tuzlu oluyor” demiş. Diğerleri birbirinin yüzüne bakmışlar, “benim de, benim de” demiş kız ile baba. Misafir dayanamamış “benim de” demiş.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , | TUZ ATMA YARIŞI için yorumlar kapalı
Ara 09

“TURAN YOLU”

“TURAN YOLU”

Türk Konseyi Zirvesi’nde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev‘in “Zengezur koridoru” ile ilgili konuşması, Türkiye’de pek duyurulmadı.
Karabağ’da savaşın bittiğini, sorunun tarihte kaldığını söyleyen Aliyev, şöyle dedi:
“Yeni fırsatlar oluştu. Bunların arasında en önemlisi ulaştırma fırsatlarıdır. Bugün Zengezur koridoru üzerinde aktif şekilde çalışıyoruz. Bir zamanlar Zengezur’un Azerbaycan’dan koparılarak Ermenistan’a birleştirilmesi Türk dünyasını coğrafi olarak parçalamıştı. Haritaya bakarsak, sanki vücudumuza hançer saplanmış, Türk dünyası parçalanmıştır. Tarihi Azerbaycan toprağı olan Zengezur şimdi Türk dünyasının birleştiricisi rolünü oynayacak. Çünkü Zengezur’dan geçen ulaşım, iletişim ve altyapı projeleri tüm Türk dünyasını birleştirecek ve Ermenistan dâhil diğer ülkeler için ek fırsatlar yaratacaktır. Ermenistan’ın şu anda müttefiki Rusya ile demir yolu bağlantısı bulunmamaktadır. Bu demir yolu bağlantısı Azerbaycan topraklarından kurulabilir. Ermenistan’ın komşusu İran ile demir yolu bağlantısı yoktur. Bu demir yolu Nahçıvan üzerinden sağlanabilir. Azerbaycan, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti üzerinden Türkiye’ye bağlanıyor, Orta Asya Avrupa ile bağlanıyor. Yani yeni bir ulaşım koridoru oluşuyor. Azerbaycan bu işe çoktan başladı. Ortak ülkelerin de bu fırsatları kullanacağına eminim.”
***
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Cengiz Tomar, Anadolu Ajansı için yazdığı “Türk Konseyi’nden Türk Birliği’ne” başlıklı analizinde şu bilgileri paylaştı:
“Zirvede gerçekleşen gelişmelerin en önemlisi, Türk dünyasının aksakalı Elbaşı Nursultan Nazarbayev’in 2019 yılındaki Bakü Zirvesi’nde yaptığı, konseyin adının ‘Türk Devletler Teşkilatı’ olması önerisinin diğer liderler tarafından kabul görmesi oldu.
Bu zirvenin çok önemli diğer kazanımlarından biri de Nazarbayev’in ‘Turan Koridoru’ teklifidir. Tıpkı tarihte Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan İpek Yolu projesi gibi bütün Türk dünyasını kara yoluyla da birbirine bağlayan Trans-Hazar Uluslararası Ulaşım Koridoru’nun adının, Turan Koridoru olması bu teklifle ortaya çıkmıştır
Şayet gelişmeler böyle devam ederse 2030-2040 vizyonunda özellikle ekonomi alanında iş birliği ve ortak pazar gibi konular gündeme gelebilir.”
***
Bilindiği gibi “Turan koridoru” kavramına Türkiye’de itirazlar olmuş, ırkçılıktan bahsedenler çıkmıştı. Bu mantığa göre Avrupa ülkeleri birleşince ırkçılık olmuyor ama Türk ülkeleri birlik kurunca ırkçılık hortluyor! Asıl bu bakışta Türk’e karşı bir ırkçılık var.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunları da bu ırkçılığa karşı “Turancılık Bildirgesi” yayınlamış ve “Türk uygarlığı; sömürgeci ve insanlığı yok sayan bir zihnin değil, insanlık değerlerini önceleyen bir düşüncenin ürünüdür Turan, bunalımda olan insanlık için de güvenli bir dünya sağlayacaktır.” demişti.
Dolayısıyla Turan koridoru, sadece Türklük için değil insanlık için de bir umuttur. Koridorun Rusya kontrolünde olması ise düşündürücüdür.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , | “TURAN YOLU” için yorumlar kapalı
Ara 08

KARBOĞAZI ZAFERİ KAHRAMANI GÜLEK  

KARBOĞAZI ZAFERİ KAHRAMANI GÜLEK                                                                                                                            

             Osmanlı İmparatorluğuI. Dünya Savaşı‘nı kaybetmiş, ordusu Mondros Ateşkes Antlaşması‘yla silahsız bırakılmıştı. Osmanlı askerleri terhis edildi fakat Anadolu‘da işgale karşı direnmek için Kuvâ-yi Milliye birlikleri oluştu. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan 47 gün sonra Fransızlar antlaşmayı ihlal ederek 17 Aralık 1918 tarihinde Mersin‘i, Güneybatı tarafını ise İtalyanlar işgal etti.

Fransızlar Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz ile bağlantısını kesmek üzerine Türk kuvvetlerinin yardım yolu olan Gülek Boğazı‘nı ilhak etmeye başladı. Gülek Boğazı’nın kontrol edilmeye çalışıldığını gören Kuvâ-yi Milliye kuvvetleri ve Fransızlar arasında çatışmalar başladı.

              Fransızlar Toros dağlarından geçen demiryolunu denetlemek için Pozantı‘da bir birlik konuşlandırmışlardı. ‘Pozantı Fransız Garnizon Komutanı’ “Verdün kahramanı” Binbaşı Menil’di. Bir bacağını Verdün’de kaybetmişti. Yardımcısı Georges Journois’di. (Journois daha sonra generalliğe kadar yükselecek ve İkinci Dünya savaşında çarpışacaktır.) Komutan Menil’in eşi ise Başhemşire olarak Pozantı güneyindeki Belemedik köyünde kurulmuş olan küçük sahra hastanesini yönetiyordu. Ancak Kuvai Milliye Pozantı’yı güneye bağlayan demiryolunu ele geçirince, Menil kuvvetleri kuşatılmış oldu ve Fransız kuvvetleri Adana Komutanı General Dufreux (Düfyo) emriyle uçaktan atılan pusulalarla Gülek Boğazı’nın tehlikeli olduğu, fakat Yayla Çukuru (Gülek), Namrun, Gözne üzerinden Mersin’e geçmesini, oradan Fransız gemilere alacaklarını bildirdiler. Bu emir üzerine Menil Pozantı’yı boşaltarak çekilmeye karar verdi. Sürpriz bir kaçış planlamıştı. Kaçış için 26 Mayıs 1920’yi 27 Mayıs 1920’ye bağlayan geceyi seçti. Fransız Taburu 9 subay, 696 er, 1 yaralı subay, 8 yaralı er, 4 süvari, 44 Rum ve Ermeni sivil, 39 Türk esirleri ile 10 ağır yaralıları olduğu halde Pozantı’dan ayrıldılar. Fransız taburunun bu yürüyüşü hızlı, sessiz gerçekleşiyordu Yanlarına Türkçe bilen Ermeni kılavuzları ile şoseyi takip ederek Tekir’e geldiler. Buradan Elmalı Boğazına doğru ilerlediler. Fakat yöredeki çobanlarla karşılaştılar. Bilgi almak, yol bulmak için yardım istediler. Binbaşı Menil’in aldığı bütün önlemlere boşa çıkmıştı. Çobanlık eden Kumcu Veli ve Yanık Hacca Güleklilere haber ulaştırmayı başardı. Genellikle Güleklilerden oluşan 44 kişiden 10 kişi artçı, geriye kalan 34 kişinin yarısı Kar Boğazı’nın Delmeli Mezarlık vadisinin batı kısmına, diğer yarısı doğu kısmına pusuya yattılar.

               28 Mayıs sabahı erken saatlerde pusuya yattıkları yerde sabırla Fransız kuvvetlerin gelmesini beklediler. Tamamı ateş hattına girmeden hiç kimse ateş etmedi. Bir atış sonrası çapraz ateş altına alınan yorgun Fransız kuvvetleri neye uğradıklarını şaşırdılar. Ağır silahlarını katırlara yükledikleri için ürken katırlar kaçınca hafif silahlarıyla kaldılar. Fransız kuvvetleri ağır kayıplar verdiler. Gülekliler Fransız kuvvetlerine teslim olma çağrısı yaptı. Türkçe bilen Ermeni tercüman Artin “Kumandan teslim olmayı kabul ediyor. Görüşme yapmak için içinizden rütbeli birisini ister” diye seslendi. O anda ateş kesildi.  Gülekli Kemal, yanında Fransızca bilen Albayrak müfrezesinden Besim Bey olduğu halde  Fransızların yanına kadar geldiler. Binbaşı Menil, yenilmişliğin ağırlığı acısıyla birlikte heyecanlı ve soğuk terler döküyordu.  Bir an için ayağa kalkarak “Olanları kabul ediyorum, içinizden rütbeli bir subay ile görüşmek, şartlarda anlaşmak isterim” dedi.  Kemal Bey, isteği kabul etti. Ancak rütbeli kumandanın  Panzin Çukurunda (Yayla Çukuru-Gülek) olduğunu orada görüşme yapılacağı üzerinde anlaşıldı. Gece saat 12.00’de  (28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece yarısı)  Panzın Çukurunda bir köy evinde kilimlerle düzenlenmiş bir salonda Fransız Binbaşı Menil, yanında Yüzbaşı Jousse ve tercümanı Artin olduğu halde  buluştular. Gelgez’deki pınar başında Türk’ün alicenaplığı ve hoşgörüsü ile karşılandılar. Sonra yer sofrası hazırlandı. Bulgur pilavı ayran, turşu ikramı yapıldı. Fransızlar zehirleniriz korkusuyla isteksiz davranınca önce     

             Güleklilerle birlikte komutanlar yemekten yediler. Bunu gören Fransız esirler de yemeklerden yemeğe başladılar.

            Daha sonra Çamalan Jandarma Komutanı Mehmet Tevfik ve Merkez Süvari Takım Komutanı Kemal ile aşağıdaki 10 maddeden oluşan anlaşmayı kabul ettiler.            

            1-Esirlerin hayatı ve bütün malları güvenlik altında bulundurulacak:

            2-Esirlerin iaşesi Türk hükümetine sağlanacak

            3-Esirlerin aileleri ile yapacakları mektuplaşmalara sansüre tabi tutulacak

            4-Esirlerin memleketlerinden gönderilen koliler muayeneden sonra esirlere verilecek

            5-Subaylar arasında milletler arası hukuka göre muamele yapılacak

            6-Hasta ve yaralılar Türk hastanelerinde tedavi altına alınacak

            7-Daha önce Belemedik’te esir alınan ve halen orada bulunan Bayan Menil, Fransız komutanına teslim edilecek

            8-Türk vatandaşı olduğu halde Fransızlarla işbirliği yapan Ermenilere kanunun emrettiği şekilde muamele yapılacak

            9-Binbaşı Menil’in kılıcı kendisinde bırakılacak

            10-Silah ve teçhizat teslimi yapıldıktan sonra tabur eratı kendisine gösterilen yerde istirahat edecek ve daha sonra hükümetçe gösterilen kamplara gönderilecek.

            Menil, özellikle Bu protokol imzalandıktan sonra Menil askerlerine hitaben şu konuşmayı yaptı:

“Fransız hükümetinin, bizim Pozantı’da mahsur bulunduğumuz sırada iki defa Kavaklı han şosesini bir defa da şimendifer hattını takiben göndermek istediği imdat kuvvetlerinin, Pozantı’ya ilerlemek için yaptığı taarruz muvaffak olamadı. Tayyare vasıtası ile gönderdikleri talimatta, Bizim kurtulabilmemizi kendi idaremize terk ederek,  Pozantı’dan huruç hareketi yapmamızı, gönderdikleri krokide gösterdikleri yolu takiben  Namrun – Gözne istikametine hareketle Mersin civarına vardığımızda deniz toplarının himayesinde bizi içeri yani Mersin’e alabileceklerini ve şose yolunu katiyen takip etmememizi, çünkü Kavaklı han ile Çamalan arasında 15.000 kişilik Türk kuvvetleri bulunduğunu bildiriyordu. Biz de pusuya düşürüldüğümüz zamana kadar vazifemizi tamamen ve harfiyen yaptık. Ne yapalım ki talih bize yardım etmedi. Vazifenizi çok iyi ifa ettiğinizden dolayı hepinizin ellerinden sıkmak isterim. Fakat şimdi buna ne sizin ne de benim vaktim müsait değil. Yine de şerefli Türk ordusuna teslim olduğumuzdan dolayı müteselliyim. Hayatımız taht-ı emniyete alınmıştır.”

Ayrıca “Savaş hatırası kılıcımı almayın, askerlerimin de silahlarına dokunmayın” diyordu.  

Kılıcının kendisinde kalması ancak askerlerin savaş kuralları gereğince silahlarının alınacağı, güvenliklerinin sağlanacağı hususunda anlaşıldı. Hazırlanan  anlaşma şartlarını belirten yazılı kâğıt üzerine imzalar atıldı. 29 Ağustos 1920 Cumartesi günü Binbaşı Menil ve Fransız esirlerin silahlar teslim alındı.

             Karboğazı Baskını, Çukurova’nın kurtuluşunda bir dönüm noktasıdır. Ankara Anlaşması‘nın temelini oluşturması yönüyle çok önemlidir. Kesin Türk zaferiyle sonuçlanan çatışmada, Fransız kuvvetleri 200’ün üzerinde kayıp verdiler. 100’ü yaralı olmak üzere 650 er ve 1 Binbaşı 23 subay esir alındı. Fransız esirleri Bucaklı Hasan Ağa Bucak köyüne götürdü. Bu önemli başarılarının ardından olayın kahramanlarına Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Devamlı başarılarınızı tebrik eder, size ve kahraman Kuvâ-yi Milliyemize selam ve teşekkür ederim. ” telgrafı iletildi ve Karboğazı kahramanı Gülekliler tebrik edildi.

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , | KARBOĞAZI ZAFERİ KAHRAMANI GÜLEK   için yorumlar kapalı
Ara 07

ATEŞ BUNLARIN HANGİSİNDEDİR? ÇAKMAKTAŞI, KAV, ÇAKMAK.

ATEŞ BUNLARIN HANGİSİNDEDİR? ÇAKMAKTAŞI, KAV, ÇAKMAK.

Bir şahıs Kâbe’ye gitmek üzere kâfile ile birlikte yola çıkar. Bir müddet gittikten sonra her nasılsa kâfileden ayrılır, yolunu kaybeder. Akşam olunca bir yere konar. Açlık bir taraftan, soğuk bir taraftan, perişan olmuştur. Bari bir ateş yakayım der. Kavlığında çakmaktaşı, kav ve çakmak vardır, çıkarır ve ateş bunun hangisindedir acaba diye düşünür. Hepsine ayrı ayrı kendisine ateş vermesi için yalvarır, ama nâfile…

Sonunda üçünü (çakmak taşı, kav ve çakmak) bir araya getirerek ateşi yakar

Kaynak: Âşık Paşa’nın (ö. 1333) “Garibnâme”

Posted in Hikayeler | Tagged , , | ATEŞ BUNLARIN HANGİSİNDEDİR? ÇAKMAKTAŞI, KAV, ÇAKMAK. için yorumlar kapalı
Ara 05

“POSTMODERN SULTANİZM”

“POSTMODERN SULTANİZM”

CHP İstanbul Milletvekili Fethi Açıkel’in, “Kutsal Mazlumluk’tan, Makyevelist Despotizme” adlı kitabından.

Açıkel Türkiye’nin ve AKP iktidarının çeyrek asırlık dönüşümünü bilimsel olarak ortaya koyuyor.

Önemli tespitler içeren kitabın çarpıcı satırlarını şöyle özetledim:

“AKP, Türkiye’yi maalesef iktidarda kalabilmek için otoriterleşen ve her türlü Makyavelizm’i, kayırmacılığı, inkârcılığı ve fırsatçılığı siyasal iktidarının kuralı haline getiren, son derece sofistike hukuki ve yüksek teknolojik araçları kullanarak, bir az gelişmiş ülke haline sürükledi.

Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına girerken Türkiye’yi kalkınma, demokrasi ve uluslararası itibar göstergelerinin tümünde otuz-kırk basamak geriletti.

Dünyanın başka hiçbir coğrafyasında bu kadar hızlı ve bu kadar çok boyutlu krizler aynı anda yaşanmıyor.”

AKP’nin OHAL ve darbe koşullarında Türkiye’ye empoze ettiği, aynı anda yaşanan bu beş büyük ve derin kriz ise şunlardır:

*Devletin kurumsallık krizi,

*Demokrasi krizi,

*Dış açık ve dış borç krizi,

*Diplomasi krizi,

*Değerler krizi.

Bu çoklu krizler, Türkiye’yi her türden boyunduruğa ve bağımlılığa maruz bırakan, Türkiye’nin kurumlarını, kurullarını tasfiye ve felç eden tek kişilik hükûmet sisteminin maalesef kaçınılmaz bir sonucudur.

AKP’nin yoz popülizminin neden olduğu, bu eşzamanlı ve beş katmanlı krizi açıklamak gerekirse:

Bu krizlerden birincisi, en çarpıcı ve en derin olanı;

-Türkiye’nin, kamu geleneğini, bürokrasi birikimini ve liyakatli kamu insan kaynakları yetiştirme kültürünü yerle bir eden devlet krizidir.

Bu devlet krizi, Türkiye’yi devlet öncesi aile veya kabile konfederasyonları gibi birincil yakınlık bağlarına tabi kılan, adeta kurumsal kapasitesini ve kamu bürokrasisini iç savaş ya da darbeler sonucu yitirmiş olması nedeniyle zafiyet içine düşen bir kurumsal buhran görüntüsüdür.

Türkiye’nin kurumsal yıkımını izleyen ikinci kriz;

-Demokrasizleştirme, anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma krizidir. AKP’nin kutuplaştırıcı otoriter popülizmi, Türkiye’nin iniş çıkışlarıyla yaklaşık yüz elli yıl süren parlamenter ve çoğulcu demokrasi deneyimini kesintiye uğratmıştır.

AKP’nin neden olduğu üçüncü derin kriz;

-Tüm kalkınmacı geleneklerini yıkan ve kendi yeterlilik, dışa bağımlılık krizlerine neden olan Türkiye’nin dış açık ve dış borç krizidir.

AKP’nin ortaya çıkardığı krizlerin dördüncü ekseni;

-Dış politika krizidir. AKP dış politikasındaki dogmatik sapmayı takip eden ikinci sapma ise, diplomasinin keyfî ve şahsileşmiş bir niteliğe bürünmesidir.

AKP’nin Türkiye’de inşa ettiği otoriter ve yoz popülizminin neden olduğu beşinci büyük kriz;

-Değerler krizidir.

İktidara geldiği ilk günden bu tarafa siyasal liberalizmden muhafazakâr demokrasiye, pan-İhvanizmden otoriter Avrasyacılığa kadar siyasal spektrumda bulunan neredeyse bütün ideolojileri ve bütün kavramları kullanıp suistimal eden AKP, sadece Türk demokrasi tarihinin referans aldığı siyasal değerleri ve ilkeleri değil, toplumumuzun ve kamu hayatımızın üzerinde yükselip önem atfettiği kurucu değerleri de sarsmıştır.”

Bu kitap sayesinde AKP iktidarındaki Türkiye’nin savruluş hikâyesine tanıklık edeceksiniz.

“Lider-Parti-Devlet” özdeşliğinin kurulduğunu Açıkel, kitapta vurgularken yazılarımda bu vurguyu da sık sık kullandığımı anımsarsınız.

Açıkel, Türkiye’nin rejimini şöyle tanımlıyor:

-“Siyasi kabilecilik”

Ve Açıkel kitabında 15 Temmuz’un sonucu olarak ortaya çıkan sonucu “üç narsist çember” olarak şöyle söylüyor:

-Postmodern Sultanın Üç bedeni: Şahsım, Zümrem, Devletim.

-Sonuç; Postmodern Sultanizm

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | “POSTMODERN SULTANİZM” için yorumlar kapalı