Nis 01

BÜTÜN ENGELLERİ AŞAN SEVGİDİR

BÜTÜN ENGELLERİ AŞAN SEVGİDİR

Yaratan aşkına canı hor görme

Nabızda yürekte atan sevgidir

Bir gönle, bir kalbe hiç duvar örme

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Her canlıya yedek can gibidir o

Yürekte, damarda kan gibidir o

Şafağa çıkaran tan gibidir o

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Her türlü övgüyü hak eder sevgi

Huzuru dostluğu çok eder sevgi

Tüm kötülükleri yok eder sevgi

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Bir deryadır sevgi sarar her şeyi

Mayası çok güçlü karar her şeyi

Radarlar hiç kalır tarar her şeyi

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Coşkun bir şelale her cana akar

Saf, temiz, dupduru hep candan bakar

O, gönül gülüdür mis gibi kokar

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Cennet Kevser’inden içerek gelir

Engel nedir bilmez uçarak gelir

Çevreye mutluluk saçarak gelir

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Hiç kimseyi küçük ya da hor görmez

Kimsenin başına bir çorap örmez

Hak edenin bile defterin dürmez

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Gönül kilidini açan değil mi?

Ruha mutluluğu saçan değil mi?

Öfke, kibir, zulüm kaçan değil mi?

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Gönüllerde açan nadide bir gül

Ona tutulunca şakır her bülbül

Her yanı cennete çeviren ödül

Bütün engelleri aşan sevgidir

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | BÜTÜN ENGELLERİ AŞAN SEVGİDİR için yorumlar kapalı
Mar 30

TEOKRASİ RİSKİ

TEOKRASİ RİSKİ

Teokrasi, dine dayalı yönetim biçimidir. Devlet işlerinin dini temellere dayandırıldığı bir sistemdir. Osmanlı’da teokrasi vardı.

Türkiye’de teokrasiye karşı direnç var. Nedeni Türkiye’nin 200 yıldır Batı eksenli olması ve Batı laikliğini, Batı yaşam tarzını görmüş olmasıdır.

Ama bazı rahatsız edici olaylar da yaşanıyor. Söz gelimi; Mahir Ünal, Meclis’te AKP adına hareket eden AKP grup başkan vekili idi. Ünal “Kültür devrimi olarak cumhuriyet bizim alfabemizi, dilimizi, bütün düşünmemizi yok etmiştir” diye konuşmuştu.

KHÜ, Türkiye Eğilimleri-2020 Kantitatif Araştırma Raporu’nda; Türk halkının siyasi yelpazedeki yerini tespit etmek için yapılan ankette “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusuna verilen cevaplar içinde kendisini siyasal İslamcı olarak tanımlayanların oranı yüzde 8,9’dur. Bu kesimin siyasi iktidar üstünde etkisi yüksektir.

Geçmiş ve bugünkü deneyimler gösteriyor ki; teokrasi bir ülkenin devamı huzuru ve refahı için en büyük sorundur.

Bu durumu biz objektif olarak değerlendiremeyebiliriz. Bu alanda çalışma yapanlardan, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, Ulusların Düşüşü‘nde, Ortadoğu’nun yoksul kalmasını da Osmanlı İmparatorluğu’nun şeriat düzenine bağlıyor “Neolitik çağda Dünyaya öncülük eden Ortadoğu’ydu. İlk şehirler bugünkü Irak’ta ortaya çıkmıştı. Demir ilk kez Türkiye’de eritildi. Ortadoğu, Ortaçağ’a kadar teknolojik bakımdan dinamik bir bölgeydi. Ortadoğu’yu fakirleştiren coğrafyası değildi. Nedeni Osmanlı İmparatorluğunun kurumsal mirasıdır.” Aslında Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, İslam’da geri kalmışlığı dine değil, kurumlara bağlıyor. Ancak şeriat düzeninde kurumlar da dinsel kurumlardır.

III. Selim, Nizâm-ı Cedîd (Yeni Düzen) hareketini başlattı ve fakat yeniçeri isyanı, Kabakçı Mustafa Paşa isyanı patlak verdi. III. Selim öldürüldü. Düşünebiliyor musunuz? Dünyada İslam’ın başı olarak bir halife dine zarar vermekle suçlanıyor ve öldürülüyor.

Birinci Mahmud, 1826’da ilmiyeyi yanına çekerek Yeniçeri Ocağı’nı yok etti. Bu büyük bir olaydı. Batılılaşma hareketi esas bu noktada başladı. Padişahın adı gavur padişaha çıkmıştı.

Abdülhamit de ümmeti tutkal olarak düşünmüş ve fakat hem İslam olmayanlar, hem de önce İslam Araplar İngilizlerle iş birliği yaparak isyan etmiştir.

Eğer Osmanlı şeriat düzeninde olmasaydı, böyle bir tarihî çöküş yaşamazdı.

Türkiye’de de 12 Eylül 2010 referandumunda bazı solcular ve liberaller Anayasa değişikliği paketine “Yetmez ama evet” diye oy verdiler. Bu gibiler Türkiye’de bugünkü otokrasinin yolunun açılmasına yardım ettiler. Eminim ki bugün onlar da pişmandırlar.

Dinin siyasi alanda bir araç olarak kullanılması, aynı zamanda dine de zarar veriyor.

Alıntı: Esfender Korkmaz

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | TEOKRASİ RİSKİ için yorumlar kapalı
Mar 29

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Fikirler ve devrimler sanatla yayılır.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk

* “Savaşın başında yaptığınız hata, savaşın sonuna kadar peşinizi bırakmaz” İsmet Paşa (İnönü)

* “Elinde silahı olan, yüzü sana dönük düşman yenilmiş düşman değildir!” Fevzi Paşa (Çakmak)

* “Aynı şeyleri tekrar yaşayıp da sonuçlarına şaşmak aşırı saflık işaretidir.” Einstein: 

* “Kendini önemsemek insanı ağırlaştırır, hantal ve mağrur yapar. Bilge kişi olmak için insanın hafif ve akıcı olması gerekir.” don Juan

* “ ‘Ben sorumlu bir insanım’ diyen kişi, önce içinde yaşadığı toplumun gerçeklerini algılamaktan sorumlu olduğunu bilmek durumundadır.” Doğan Cüceloğlu

* “İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.” İbn-i Sina 

* “Artık herhangi bir hayale kucak açmayacak kadar yorgunum…” Cemil Meriç

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Mar 28

TÜRKİYE’NİN AZGIN AZINLIĞI: TARİKATLAR

TÜRKİYE’NİN AZGIN AZINLIĞI: TARİKATLAR

Halkın çoğunluğunun tarikatlara bakışı nasıl?
Bu sorunun cevabını bulmak için Metropol’ün araştırmasına dönelim…
“Çocuğunuzu cemaat veya tarikatların öğrenci yurtlarına verir misiniz” sorusuna katılımcıların yüzde 81,5’i “asla” yanıtını verdi. Parti bazında incelendiğinde çocuğunu asla bu yurtlara vermeyeceğini söyleyenlerin oranı AKP içinde yüzde 71.
“Cemaat ve tarikatların öğrenci yurdu işletmelerini doğru buluyor musunuz?” sorusuna ise katılımcıların yüzde 80,4’ü “Hayır, doğru değil” yanıtını vermiş. AKP içinde bu oran ise yüzde 67,3.
MetroPOLL’ün Ağustos 2022 tarihli araştırmasında ise halkın yalnızca yüzde 4,3’ü cemaat ve tarikat mensubu.
Aynı araştırmada halkın yüzde 72,8’i tarikat ve cemaatlerin siyasette etkin olmasını tehlikeli bulurken, yüzde 55,4’ü ise tarikat ve cemaatlerin devlette kadrolaştıklarını düşünüyor.
MetroPOLL’ün Ekim 2021’de yaptığı araştırmada ise “Cemaat ve tarikatların öğrenci yurtları işletmesini doğru buluyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 80,4’ü “doğru bulmuyorum” yanıtını verdi.
Bir başka araştırma ise Aksoy Araştırma’nın Aralık 2021 tarihli araştırması.
Araştırmada katılımcılara “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı siz olsaydınız, ülkede faaliyet gösteren tarikatlara yönelik hangisini uygulardınız?” sorusu yöneltildi.
Bu soruya, yüzde 42,6 “tamamen kapatırdım” yanıtını verirken, yüzde 39,6 “çok sıkı denetim yapardım” yanıtını verdi. Yüzde 14,3 “rutin denetim yapardım” derken, sadece yüzde 3,4 “tamamen serbest bırakırdım” dedi.
Tüm siyasi parti seçmenlerinde ağırlıklı görüş olarak tarikatları “tamamen kapatırdım” veya “çok sıkı denetim yapardım” dikkat çekerken; tamamen serbest bırakılması görüşü en yüksek AKP seçmeninde görüldü.
Bu oran ise AKP seçmeni arasında sadece yüzde 7,7 olarak gerçekleşti.

20 yılda her alanda at koşturmaları, toplumun çoğunluğunun kendileriyle aynı düşünce yapısına sahip olduğuna inandırmış olabilir onları…
Ancak herhangi bir önlem alınmazsa etkilerini çok daha fazla artıracakları ise başka buz gibi bir gerçek…

Alıntı: Oğuz Ok

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | TÜRKİYE’NİN AZGIN AZINLIĞI: TARİKATLAR için yorumlar kapalı
Mar 27

“SEN NE UĞURSUZ KADINSIN!”

“SEN NE UĞURSUZ KADINSIN!”

Adam komadadır. Yanında ise karısı… Adam’ın gözleri nemli, kısık sesiyle karısına doğru bakar ve konuşmaya başlar:
“İlk işten kovulduğum zaman yanımda idin. İflas ettiğim gün oradaydın. Vurulduğum zaman ilk gözümü açtığımda seni gördüm. Trafik kazası geçirdiğimde hastanede hep başucumdaydın…
Karısı takdir edilmenin mutluluğunda tabi.
“Şimdi komadayım yine başucumdasın. Sonunda anladım ama, çok geç oldu; yahu sen ne uğursuz kadınsın!”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , , | “SEN NE UĞURSUZ KADINSIN!” için yorumlar kapalı
Mar 26

“DEVLET NEREDE?”

“DEVLET NEREDE?”

50-60 yıl FETÖ’cülere semirttikten sonra 15 Temmuz’daki işgal girişimine kadar neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Liyakat dedikçe, önce sadakat diyerek işi ehliyetsizlere teslim ettiğinde neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Mafyaya kol olup, güvenlik güçlerinin içinde kök saldığında neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Devletin en yüksek memuru, yedi sülalesini devlet kadrolarına fütursuzca soktuğunda nerdeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Hakyolcusu, Menzilcisi, ocusu bucusu yargıda, TSK’da, güvenlik bürokrasisinde örgütlendiğinde neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Deprem olduğu anda borsayı kapatmayıp, 3 gün boyunca “yağmaya” ses çıkartmazken neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Depremde çöken Hatay havalimanını kimler yapmış acaba, bağlantıları neymiş diye sormayı akıl edemezken neredeyse şimdi de orada…
Devlet nerede?
Koro halinde, Balyoz deyip, Ergenekon deyip, Askeri Casusluk deyip yüzlerce vatan evladını hapse atılırken alkışladığınızda neredeyse şimdi de orada
Devlet nerede?
Nuh’un köpekleri diye fütursuzca bizi hedef alan Hilal Kaplan, devletin TRT’sinde yönetim kurulu üyeliğine sessizce devam ederken neredeyse şimdi de orada…
Oysaki…
Bir fotoğrafa bakıyorum. Hemşirelerin kucağında uçağın içinde hastaneye götürülen minik bebeler görüyorum.
Devlet orada…
Bir görüntü izliyorum, Mehmetçiğin kucağında bir kız çocuğu, enkazdan henüz çıkmış.
Devlet orada…
Gece gündüz demeden afet bölgesinde çırpınan polisi, askeri, itfaiyeciyi görüyorum…
Devlet orada…
Bakanlar, bürokratlar, milletvekilleri, askerler, polisler, sağlık ekipleri, itfaiyeciler..
Devlet orada…
Afet bölgesinde hepsi bir çaba peşinde…
Sadece o kadar mı?
Hala
Gabar’da, dağda, kırsal da teröristlerin peşinde
Ayaklarına taş değmesin…
Peki, neden herkes aynı soruyu soruyor; “Devlet nerede?”
Kimse gücenmesin, sormak hakları değil mi?
Neden göremiyor insanlar devleti?
Bunun yanıtını bir düşünseniz…
En azından bundan sonra
…”

Alıntı: Toygun Atilla

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | “DEVLET NEREDE?” için yorumlar kapalı
Mar 25

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR’DAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DERSİ!

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR’DAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DERSİ!

“Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, (1878-1942) büyük bir tefsir âlimidir. Atatürk, 1926’da kendisine Kur’an’ı Türkçe tefsir etmesi görevini verdi. Bu görevi verirken Kur’an’ı bozacaksın, tahrif edeceksin, eğip bükeceksin, bazı ayetleri çıkarıp ekleyeceksin falan demedi, bunu aklının ucundan bile geçirmedi. Velev ki böyle bir dayatmada bulunsaydı bile Elmalılı Hamdi Yazır, bu türden siyasi dayatmalara boyun eğecek bir âlim değildi..!

Yani Atatürk’ün niyeti dinde reform yapmak değil, dini halkın asıl kaynağından doğru biçimde öğrenmesini sağlamaktır..!

Atatürk istedi ki Türkler, sahanın en iyi âlimi ve otoritesi olan Elmalılı’nın kaleminden kitapları olan Kur’an’ı anlasınlar ve öğrensinler….

Böylece Hâk Dini Kur’an Dili (Kuran’ı Kerim’in Türkçe Tefsiri) kitabı çıktı ve Atatürk’ün emriyle 1935 yılında matbaa’ya verildi… Atatürk’ün Elmalılı’ya yazdırdığı bu tefsir, günümüzde bile önde gelen İslam âlimleri tarafından da hâlâ en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir…

Bu tefsirin önsözünde şu ifadeler yer alır:

“Ben halis Anadolulu Öz Oğuz, Yazır Türkü’yüm. On beş yaşında İstanbul’a geldim. Ne Arabistan’a gittim ne Türkistan’a. Ne İran’ı gördüm ne Frengistan’ı. Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim…!

Yazır’ın Kayı, Kınık, Bayındır, Eymir, Avşar gibi büyük Oğuz kabilelerinden biri olduğunu da Divan-ı Lügati’t-Türk’ten öğrendim…!

İran’da çıkan yünden, Avrupa’da bükülen ipten, Türk tezgâhında dokunan halıyı Türk malı tanıdım. Bir binanın mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olması lâzım değildir diye işittim. Afrika madenlerinden çıkmış altının üzerinde bir Türk sikkesi gördüğüm zaman ona Afrika’nın değil, bizim altınımız dedim…

Ruhî-i Bağdadî’nin: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler…”

(Ey hoca sanma ki senden altın ve gümüş isterler… Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.)

sözünü duyduğum vakit bunu Türkçe’den başka bir lisanın edebiyatına kaydedemediğim gibi Türkçe’nin en güzel sözlerinden tanımakta tereddüt etmedim..” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hâk Dini Kur’an Dili Mukaddimesi)

Bu ifadeler Elmalılı’nın son derece milliyetçi ve istiklalci bir Türk âlimi olduğunu gösteriyor…

Bugün İslamcılık adına Türk’üm demenin neredeyse günah kabul edildiği bu ortamda en büyük tefsir âliminin göğsünü gere gere “ben Türk’üm” demesi ne kadar önemli ve anlamlı hale geldi!

“Her şeyi bu vatanda öğrendim”, diyerek aslında yüzde yüz yerli ve millî bir İslam âlimi oluşuna vurgu yapıyor…

Yani Arapçı ya da İran’cı Müslüman değil, Anadolu Türk Müslümanıyım diyor…

Bu da önemli, zira bugün İslamcı, cemaatçi, tarikatçı çevreler, öz be öz Türk halkını Arapçı ya da İrancı bir İslam anlayışıyla avlayarak milliyet ruhlarını, Türklüklerini iğdiş ediyorlar..

Tarihini, soyunu sopunu, kimliğini, neliğini, Divanü Lügati’t-Türk gibi öz Türk kaynaklarından öğrendiğini söylemesi de son derece önemli ve dikkate değer….

Zira Türk kaynaklarını okumanın ya da ciddi kaynak olarak kullanmanın şovenlikle, ırkçılıkla, kavmiyetçilikle suçlandığı bu zamanda böylesine milliyetçi bir Türk tavrı, Türk çocuklarına cesaret ve güven veriyor…

Malzemenin, kaynakların, yabancı ülkelerden gelmesi önemli değil, o ham malzemenin Türk ruhuna, milliyet şuuruna ve Türk zekâsına göre terkip edilip millî bir sentezle ürüne dönüştürülmesini önemsemesi de bugün için anlamlı….!

Doğudan, batıdan, oradan buradan bilgi, eşya ve değişik türde malzeme alabiliriz, bunda bir sakınca yok. Ama onları Türk milliyeti ruhuna göre özgün bir senteze dönüştürüp ondan Türk’e özgü bir ürün elde etmek önemlidir.

Elmalılı’nın bu milliyet ruh ve şuuru bugünkü Türk gençliğine ve özellikle İslamcı geçinen milliyetsiz mankurt Türklere çok lazım”

Ruhu Şad olsun.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , | ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR’DAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DERSİ! için yorumlar kapalı
Mar 24

AFAD, TANAP’ın konteyner kentlerini ne yaptı?

AFAD, TANAP’ın konteyner kentlerini ne yaptı?

Son depremde Kızılay’daki olumsuzlukların üzerine adeta tüy dikildi. Canım kardeşim Murat Ağırel‘in sayesinde Kızılay’ın çadır sattığını, yurt dışından gelen battaniye paralarının nereye gittiğinin bilinmediği gibi birçok olay patladı. Etrafı koku sardı. Halen istifa yok. Hesap vermek de yok!

Bütün bu rezaletlerin arasında bir de AFAD krizi var ki, ört ki ölem… Canım memleketimde bütün kurumlar Saraya bağlı iken AFAD İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Yani Süleyman Soylu’ya. Üzerinden bir ay geçmesine rağmen her yönüyle sınıfta kalan AFAD’tan tek istifa yok. Japonya’da olsak yüzlerce harakiri olurdu.

Geçtiğimiz gün KRT’de açıkladım. AFAD’ın TANAP Projesi’nden hibe edilen tatil köylerini aratmayan tesisleri ne yaptığı da meçhul.

TANAP’ın önce ne anlama geldiğini hatırlatalım. Azerbaycan doğal gazını Avrupa’ya taşıyan boru hatlarının adı. Üstelik Türkiye olarak üretmediğimiz bu gazın ücretini belirlemek ve pazarlamak gibi stratejik konumumuz var. Bu projenin ayrıcalığından dolayı ülkemizin deneyimli inşaat şirketleri ortaklık oluşturdu. Tam 8 merkezde şantiyeler kuruldu. Kars, Erzurum (Pasinler), Sivas-Hafik, Yozgat, Ankara-Polatlı, Eskişehir-İnönü, Bursa-Gönen’de kurulan şantiyelerle dünya standartları üzerinde kamplar oluşturuldu. Prefabrik ve konteynerlerden oluşan ofislerin bulunduğu karargâh binaları inşa edildi. Alt yapı hazırlandı, yangın söndürme sistemlerinden tutun da 100 bin kişilik ilçeye yetecek jeneratörlerden, her merkeze ikişer tane yerleştirildi. Ve ikişer yemekhane, tam donanımlı mutfak, çamaşırhane, 2 tane çok büyük  gazino dinlenme alanı. Spor salonları kapalıda tüm aletler, açıkta halı saha spor alanı tenis de oynanıyor. Yatakhaneler ki prefabrik ve konteynerli odalarda televizyonlar bile vardı. Atık su temizleme sistemi de kurulmuştu. Reviri, doktoru, hemşiresi sağlık teknisyeni mevcuttu. Marketi vardı. Kazan dairesi olduğu için 24 saat sıcak su temin ediliyordu. Yakıt istasyonu, mazot, benzin, LPG servisi yapılıyor. Araçların bakım ve onarım atölyeleri ve ambarları mevcuttu.

Değerli okuyucularım, bu tesisleri bizzat gördüm. Hepsinde güvenlik konusunda görev yapan emekli asker arkadaşlarım vardı. Adı geçen 8 büyük şantiye tesislerinin bazılarında 1500-3000 arasında personel çalışıyordu. Toplamda 10 bin personelin barındığı tesislerde deprem gibi olağanüstü durumlarda 30-40 bin insanımızın barındırılması söz konusudur.

Peki, ne oldu bu tesisler?

Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan Başbakanı ve diğer zevat ile açılışı yapıldıktan sonra bu tesisler tek kuruş alınmadan AFAD’a devredildi. Bir tesisi ise Adalet Bakanlığı’nın Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün talebi ile Kadınlar Açık Cezaevi Tesislerine dönüştürüldü. Geriye kaldı 7… Sahi bunlar afet durumunda devreye sokulmuyorsa nereye gitti? Yoksa iktidar mensuplarının “Hobi Bahçeleri”ne mi dönüştürüldü? Bazı tarikat ve cemaatlerin tesisleri haline mi getirildi? Malumunuz AKP sayesinde Karadeniz’de “Yayla turizmi gelişti!” Arap ülkelerine siteler yapılıyor. Oraya mı transfer edildi?

Alıntı: Yavuz S. Demirağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , | AFAD, TANAP’ın konteyner kentlerini ne yaptı? için yorumlar kapalı
Mar 23

RAMAZAN’A MERHABA

RAMAZAN’A MERHABA

Recep ile Şaban’ı

Üç ayları bil tanı

On bir ayın sultanı

Ramazana merhaba

* * *

Güzele alıştıran

Küsleri barıştıran

Allah’a yaklaştıran

Ramazana merhaba

* * *

Güzel göz, güzel bakış

Kula işlenmiş nakış

Bu ayda ulvî akış

Ramazana merhaba

* * *

Aşk ile ağlandığı

Sevaplar sağlandığı

Şeytanın bağlandığı

Ramazana merhaba

* * *

Bu ay rahmet ayıdır

Hepsi otuz sayıdır

Müminlerin payıdır

Ramazana merhaba

* * *

İnsanı arlandıran

Kalpleri nurlandıran

Dilleri ballandıran

Ramazana merhaba

* * *

Kuran’ın son bulduğu

Gönüllerin yunduğu

Rabbin rahmet sunduğu

Ramazana merhaba

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | RAMAZAN’A MERHABA için yorumlar kapalı
Mar 22

Dostoyevski ve Türk düşmanlığı. Kitaplarını kimler neden sansürledi?

Dostoyevski ve Türk düşmanlığı. Kitaplarını kimler neden sansürledi?

Türkiye’de Dostoyevski’yi bilmeyen biri var mıdır?
İlkokul öğrencisinden, eline kitap almamış bir kişiye kadar herkesin bir kulak aşinalığı vardır bu isme.
Peki, Dostoyevski’nin büyük bir Türk düşmanı olduğunu bilen var mıdır?
Varsa kaç kişidir?..
Dostoyevski Ruslar için sevilebilir; kendisine hürmet olunabilir; fakat Türkler için nefrete yakın bir hisle düşünülmelidir; çünkü dehşetli bir Slâvcı, bir Türk düşmanıdır.
Evet Dostoyevski siyasete karıştığı dönemlerde yazdığı makalelerinde ve kaleme aldığı kitaplarında Türk düşmanlığını açıkça dile getirmiş ve Türkler için akla hayale gelmeyen iftiralarda bulunmuştur.
Türk ve İslam karşıtlığı Dostoyevski’nin Ölü Bir Evden Hatıralar romanında, hayatının son yıllarında kaleme aldığı Karamazov Kardeşler ve 1873-1881 yılları arasındaki günlüklerinin toplandığı Bir Yazarın Günlüğü adlı eserlerinde karşımıza çıkar.
Dostoyevski, otobiyografik bir özellik taşıyan Ölü Bir Evden Hatıralar’da (1862) Sibirya’daki hapishanede karşılaştığı bir Tatar Türk’ünden bahseder. Gazin adındaki bu Tatar, romanda korkunç bir bebek katili olarak tanıtılır. Zevk için çocukları öldüren Gazin, cezaevinin en güçlü mahkûmu olmasının yanı sıra herkesin kendisinden çekindiği iğrenç ve tiksindirici bir adamdır.
“Ayrıca, onun bir zamanlar sırf eğlence olsun diye, küçük çocukları kesmekten hoşlandığını da söylüyorlardı: Küçük çocuğu uygun bir yere götürüyormuş, önce korkutuyormuş çocukcağızı, işkence ediyormuş, zavallı yavrucağız korkutmanın, dehşete düşürmenin yeterince tadını çıkardıktan sonra yavaş yavaş, hiç acele etmeden, büyük haz duyarak kesiyormuş onu.”
(Dostoyevski, Ölü Bir Evden Hatıralar, (çev: Ergin Altay), İletişim Yay., 2. Baskı)
Karamazov Kardeşler’in “Baş Kaldırma” bölümünde (5. Kitap 4. Bölüm)
İvan Fydoroviç Moskova’da bir Bulgar’dan Türkler hakkında duyduklarını anlatır.
“Bulgaristan’da Slavların başkaldıracağından korkan Türkler her tarafı yakıp yıkar ve kadınların zorla ırzına geçerler.
Çocukları öldürür, suçluları kulaklarından tahta perdelere çivileyip sabaha kadar öyle bırakır ve sabah da asarlar.
Hamile kadınların karınlarına hançerle vurarak anne karnındaki çocukları öldürürler, memedeki çocukları annelerinin gözünün önünde
havaya atıp alttan süngülerler, çocukları biraz eğlendirip güldürürler ve çocuğun en sevinçli olduğu anda tabancayla öldürürler.”
Türk düşmanlığı Dostoyevski, en büyük ve en önemli eseri gösterilen Karamazov Kardeşler’in her satırına işlenmiştir.
Bir Yazarın Günlüğü’nde, Dostoyevski’nin aşırı derecede Türk ve İslam düşmanı olduğu ve Rus halkını Türkler aleyhine kışkırttığı görülür.
Dostoyevski, Türkleri sevip onlara hak veren ve olaylara daha rasyonel ve hümanist bakan Rus aydınlarını da amansızca eleştirir.
Tolstoy ve Levin’in yanı sıra siyasal Panslavizmin ideologlarından biri olan Nikolay Yakovlevich Danilevsky de bu eleştirilerden nasibini alan isimler arasında yer alır.
Dostoyevski, İstanbul’un yönetiminin mutlaka Rusya’ya ait olması gerektiğini savunur ve şu satırları kaleme alır:
“İstanbul bizim olmalıdır, evet İstanbul Ruslar tarafından fethedilecektir, Türklerden bize sonsuza dek geçecektir.
Kısacası, sadece bize ait olmalıdır, sahip olduktan sonra biz bu kente Slavları ve sonra kimi istiyorsak onları sokacağız.
İstanbul’a, Boğazlara ve körfezlere sadece Rusya sahip olacaktır.
İstanbul’da bir ordu ve filo bulundurulacak, kaleler, tabyalar inşa edilecektir…”
Bu satırları yazan Dostoyevski, Türklerin İstanbul ve Anadolu’dan çıkarılıp
Asya steplerine sürülmesini, halifeliğin kaba kuvvetle ve siyasal olarak değil de akıllıca hareket edilerek ortadan kaldırılmasını, Ortodoks Hıristiyan inancının İstanbul’da yayılmasını, İstanbul’u ele geçirdikten sonra Türklerin ve Müslümanların silah taşımasının yasaklanmasını ve Ayasofya’nın patrik tarafından kutsanıp kiliseye çevrilmesini teklif eder.
Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü’nde; Türkleri fanatik, barbar, zalim ve gaddar olarak görürken İslamiyet’i vahşet dini, Osmanlı Devleti’ni de “hasta adam” olarak niteler.
Türklerin Slav halklara çeşitli işkenceler yaptıklarını, esirlerin kulaklarını ve çeşitli organlarını kestiklerini, kadınların ırzına geçtiklerini ve hançerle delik deşik ettiklerini, erkeklerin derilerini yüzdüklerini, küçük çocukların bir kısmını bacakla- rından ikiye ayırdıklarını, bir kısmını da süngülediklerini, gözlerini oyup kazığa oturttukla-rını ve annelerinin gözleri önünde çocukların hatta kundaktaki bebeklerin parmaklarını keserek acı çektirerek öldürdüklerini söyler.
Rusların ise Avrupa halklarından bile daha medeni olduklarını, Türkleri yendikleri zaman onlara aynı şekilde karşılık vermediklerini, hatta Rus askerlerin tayınlarını Türk esirlerle paylaştıklarını savunur.
Dostoyevski yine bir başka makalesinde Türkler hakkında bütün kinlerini, iftiralarla döküyor: “Bu yalancı, rezil millet irtikap ettiği canavarlıkları inkâr ediyor.
Padişahın vükelâsı askerlerinin esir ve yaralılara işkence etmediklerini iddia ediyor. Çünkü Kur’an bu gibi hareketi men’ edermiş.
Ve biz hâlâ bu müfteriz hayvanlara insanca muamele ediyoruz. Artık zavallı çocukların gözlerini oymalarına devam etmelerini bırakmamalı. Denâetlerine tekrar başlayabilmek arzusunu onlardan tamamiyle ref’ etmeli, Türklerle bir an evvel işi bitirmelidir.”
Stefan Zweig, Dostoyevski’nin bir Orta Çağ rahibi kadar bağnaz ve dünyayı Rus emperyalizminin boyunduruğu altına sokacak kadar Panslavist bir milliyetçi olduğunu söyler.
Eserlerinde Türkler hakkında gerçekdışı ve abartılı birçok ey söylemesine rağmen Dostoyevski, Türk edebiyatında her zaman dünya edebiyatının önemli bir yazarı olarak görülmüş ve takdir edilmiştir.
Batıda özellikle Avrupa’da Dostoyevski aleyhinde yazılan yazıların onda biri, Türk edebiyatında yoktur.
İngiliz, Fransız ve Alman akademisyen ve yazarlar Dostoyevski’nin politik ve dinî fikirlerini yazarın ölümünün hemen ardından çok şiddetli bir şekilde eletirmişlerdir.
Fakat Türk edebiyatında ve basınında onun hakkında olumsuz neredeyse ciddi hiçbir yazı çıkmamıştır.
Kemal Tahir, Cemil Meriç, Nuri Pakdil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Orhan Pamuk gibi Türk Edebiyatı’nın önemli isimleri Dostoyevski ve romanlarına hayranlıkta yarış halindedir.
Üstelik bazı kitapları, Türkçede sansürlenmiş biçimde yayınlanıyor.
Piyasada satılan Karamazov Kardeşler’in 12 ayrı yayınevinden çıkmış 12 ayrı çevirisi mevcut ve bunlardan 10’unda Dostoyevski’nin kahramanlarından birine söylettiği, Türkler’le ilgili bazı skandal cümleler ise sansürlenmiş.
Yani Türk okuru bu önemli romanı yıllardır sansürlenmiş halde okuyor. Kimi Türkler kelimesini tamamen çıkarmış. Kimi Türkler yerine “bu adamlar” demeyi uygun bulmuş.
Kimi Türk ve “öldürme” noktasında bir problem görmemiş, ama “tecavüz” cümlelerini çıkarmış.
Kimileri ise toptan çözümü tercih etmiş ve toplu imha yaparak yukarıdaki paragrafı tamamen sansürlemiş.
İletişim, Can, Sosyal, Cem, Morpa, MEB, Oda, Timaş, Antik, İskele, Engin adlı yayınevlerinden çıkan Karamazov Kardeşler’de, ilgili bölüm tahrifata uğramış.
Sadece Öteki ve Alfa Yayınları, bu bölüme sansür uygulamamış. Muhtemel ihtimal, amaç sadece para kazanmak satışların düşmesini engellemek ya da “Başımıza bir iş gelir” gayesi ile bir otosansür söz konusu kitaplarda.
Türk’e bu kadar düşman bir yazarın eserleri Türkiye’de başköşeye oturtulmuş yıllarca ve öyle de olacak gibi!..
Türk halkı bilinçten, bilgiden uzak yaşamaya devam ediyor.
Halbuki, Cumhuriyetin kurtarıcısı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk,Millî Eğitimin hedeflerini Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine 1 Mart 1922’de şöyle izah etmişti:
“Efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, an’anât-ı milliyesine düşman olan bütün anâsırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”
Atatürk, “Eğitim işlerinde mutlaka başarıya ulaşmak” lüzumuna işaret ederek,“Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur” demişti…
Kurtuluş hiçbir siyasi harekette değildir, Kurtuluş her zaman Türklüktedir…

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | Dostoyevski ve Türk düşmanlığı. Kitaplarını kimler neden sansürledi? için yorumlar kapalı