Eyl 23

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (2)

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (2) Yahya Kemal [Beyatlı]

Üsküp o kadar eski ve o kadar Türk’tü ki İstanbul’dan ve Selanik’ten gelen yeni kelimeleri,  yeni eşyayı, hatta yeni şarkıları alafranga telakkî ederdi. Balık suyu idrak etmediği gibi, Üsküp de Türklüğünü idrak etmiyordu, bütün Türk şehirleri gibi kendine sadece Müslüman diyordu.  Maamafih yanında kardeş unsur olan Arnavutlar vardı. Arnavutlar Rumeli’nin son senelerinde yâr ü ağyârca itibarda idiler. Sultan Ahdülhamid Arnavutları seviyordu, nazlarını çekiyordu, hatırlarını sayıyordu. O zaman milletin bu gözde oğulları Üsküp’te gerek hükûmetten, gerekse halktan, Avrupalıların gördüğü imtiyazlı muameleyi görürlerdi; İstanbullular alafrangaya özendikleri gibi, Üsküplüler de Arnavutluk’a özenmeye başladılar; bu dağlı kavmin siyasî itibarından başka kisvesi, silâhı, lehçesi de cazibeliydi. Cahil İstanbullu da Üsküp’ü bir Arnavut şehri zannediyordu; hâlâ da öyle zannedenler vardır. Bu tuhaf fıkra bu bahsi güzel tenvîr eder: Bundan yirmi sene evvel Üsküp halkı belediye reisini, Vali Hâfız Mehmed Paşa’yı istememek dâiyesiyle bir ihtilâl çıkarmış, Midhat Paşa’nın ihtilâlci hocalarından İdris Hoca’nın peşine takılarak Sultan Murad Camiine kapatmıştı; Yıldız bu ihtilâlden ürkmüş, Üsküp’ü Arnavutluk’un merkezi sandığı için -sonraları sadrazam olan- Hakkı Bey’i, Mahmud Esad Efendi’yi ve daha birkaç Bâbıâli siyasîsini heyet hâlinde göndermişti. Hakkı Bey Üsküp’e gelmiş, padişah nâmına, eşrafı davet etmiş, nasihate koyulmuş; lâkin dikkat etmiş ki, bu eşraf Türkçe konuşuyor da Arnavutça bilmiyor, isyanda çizmeden yukarıya çıkmıyor; Üsküplülerin Arnavut olmadıklarının farkına varmış ve derhâl hiddetlenmiş: “Biz de sizi Arnavut zannediyorduk, çıkınız buradan!” diye kovmuş.
Üsküplüler Arnavut olmadıklarına yanıyorlardı; Avusturya gibi bazı devletler Üsküp’ü Arnavut görmek ve göstermekte menfaattardılar; zaten biz de öyle biliyorduk. Her büyük şehrimizde olduğu gibi burada da leylî ve neharî bir idadî mektebi vardı. Bu mektepte Arnavutlar, Karadağlılar meccanî tahsil görürlerdi. Bir Türk’ün ücretle bile yerleşmesi güç olurdu. Arnavutlar, bugünkü felâketlerini hazırlayan o Kanunî devrinde Üsküplülere, kendilerinin tortusu bir unsur nazariyle bakarlardı.
Arnavutluk’un ikbâli gitgide Arnavut milliyet nazariyesini doğurdu: Yeni Arnavut elifbâsı, siyah kartallı bayrak, büyük Arnavut devletinin hudutları alttan alta fikirlere yerleşiyordu. Bu heves yalnız Arnavutları değil, Kosova’da beş asırdan beri yerleşmiş fatih Türklerin çocuklarını da sardı.
Eski Türk beylerinin, ağalarının, esnafının çocukları Başkım kulüplerine yazıldılar, kendi kanlarına sövmenin lezzetini aldılar. Bu hevâ vü hevesin ateşini düşman yakmıştı, İstanbul da bu ateşin üzerine barutla yürüyordu. Lâkin bu hep bildiğimiz sergüzeşti burada açmayalım.
Rumeli faciasından sonra Türk devletinin çekilişine yâr ağladı, hatta zaman zaman ağyâr da teessüf ediyor; bunu hep biliyoruz. Lâkin ben dün bu bağrı yananlardan bir gençle görüştüm.
Bu genç samimî ve sıcak sesle dedi ki: “Meğerse Rumeli’nin en asil, en metin, en hâlis unsuru Türk’müş!…” Bunu nasıl anladığını sordum. Cevap verdi: “Son on üç senenin tecrübesiyle… Rumeli’de Türk hâkimiyetinin yerine geçen unsurlar hâkimiyet sıfatına liyâkat kazanamadılar, lâkin mahkûm unsurların liyâkatleri bu münasebetle daha ziyade ortaya çıktı. Devlet Rumeli’ye hâkimken Türk’ün esâmesi okunmazdı. Bilhassa Arnavut kardeşlerimizin millî faziletleri dillerde destandı. İslâmda asil unsur varsa Arnavut’tu. Arnavut cesurdu, hürdü, azimkârdı, Nuh der peygamber demezdi cinsi, dini, millî izzet-i nefsi, hakkı uğrunda pervâsızca can verirdi. Türk hâkimiyeti devrinde Arnavut’un bütün bu destan olan meziyetlerine sonraları Avrupalılar da daha ziyade revnak verdiler, dediler ki: Arnavut Asya’dan değil Avrupa’dandır, Turanlı değil Arya’dır. Türk’ü Avrupa’da tutan Amavut’tur. Avrupalılar böyle bir sıfatla Arnavutları pehpehlediler. Sarayın gözdesi, milletin gözbebeği olan Arnavutlar medeniyetin bu iltifatlarıyla da mest oldular. Türk idaresi zamanında Başkım cereyanı türedi. Kosova’nın, Manastır’ın an-asıl Türk olup da Türklüğünü unutan unsurlarından nice kimse kendilerini Başkım cereyanına bıraktılar. Sonra Rumeli parçalandı. Müslümanlar mahkûm vaziyete düştüler. Bu geçen onüç sene mahkûmlar için yaman bir imtihan devriymiş. Türkler hâkimiyetleri zamanındaki tevazulu vaziyetlerini mahkûmiyetlerinde de muhafaza ettiler, yalnız devrin değişişi Arnavutları pek ziyade söndürdü. Sırp hâkimiyeti altında yaşayabilmek için bir cemaat tesânüdü göstermek lâzım geliyordu. Arnavut kardeşlerimiz yazık ki, bu kadarcık bir tesânüdü bile göstermediler. Son intihabât iyi bir mihenkti. Türkler kırbaç, sopa, dipçik altında kalan en ücra köylerde bile azimlerinden şaşmadılar, re’ylerini yine Müslüman kutusuna attılar. Arnavutlar bilakis dağıldılar, hâkimlerinin millî rekabeti karşısında derlenip toplanamadılar, son çareleri olan re’ylerini millî muarızları olan fırkalara verdiler. Bu küçük bir misal. Lâkin böyle küçük misaller çok. Zaman geçtikçe meydana çıkıyor ki o tumturaktan, alâyişten, böbürlenmekten âzâde yaşayan Türk milliyeti demirden bir kitleymiş. Türk memleketinin asıl sırrı Türk’deymiş. Arnavut’u, Çerkez’i, Kürt’ü, hâkim ve metin bir millet kitlesi eden Türk mayasıymış. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çıkan netice ispat etti ki Türk bu devletin Müslüman unsurlarını birleştirmek için Allah tarafından bir mevhibe imiş. O giderse Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiş.  Bugün Arnavutlar ne bir ordu, ne bir müessese, ne bir idare şebekesi vücuda getirebiliyorlar. Bir zaman Türk idaresinde ferdî kabiliyetle o kadar büyük adamlar yetiştiren bu unsur, kendi başına kalınca şaşırdı. Arnavutluk’ta âciz, Sırbistan’daysa irade-i cüz’iyesine bile sahip değil. Onüç senede Türk’ün büyük bir millet ol-duğunu anladık, zaman geçtikçe daha ziyade anlayacağız zannediyorum. Uyandık, lâkin karanlıkta uyandık…” dedi.

Kaynak: Yahya Kemal, “Karanlıkta Uyanan Biri”, Dergâh, S. 15, C. II, 20 Kasım 1921

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , , | KARANLIKTA UYANAN BİRİ (2) için yorumlar kapalı
Eyl 21

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (1)

KARANLIKTA UYANAN BİRİ (1) Yahya Kemal [Beyatlı]


Üsküp eşrafından bir gençle görüştüm. Bu genç Rumeli’yi fetheden ilk Türklerin torunlarındandı. Humbaracızâdeler adıyla anılan ailesi Fatih devrinde Üsküp toprağına kök salmış, o toprakta büyük bir meşe gibi kocamış, ayrı ayrı hanedan dalları vermiş eski bir aileydi. Üsküp şehrinin ortasında akan Serava kenarında köhne konaklarda otururdu. Cedlerinden kalma çiftliklerden başka İshak Paşa gibi İstanbul fethinde surların üstüne Anadolu askeriyle yürümüş olan bir paşanın; İsa Bey gibi bütün Tuna ve Sava boylarını fethetmiş bir beyin evkafına mütevelliydi. Konağının herhangi penceresinden baksa bu cedlerin cami, medrese ve imaretlerinin kurşunlu kubbelerini görürdü.
Üsküp son zamanlara kadar ilk asırlardaki çeşnisini tamamıyla muhafaza etmiş bir Türk şehriydi. Murad-ı Sânî devrinin canlı bir resmi gibiydi. Halk hâlâ o lehçeyle konuşur, o türlü esvaplar giyer, o devirdeki gibi yaşardı. İhtiyarlarının kıllı göğüsleri kışın bile açık, çorap görmeyen ayaklarında uzun kırmızı yemeniler, ellerinde kol kalınlığında kısa kiraz çubuklar, omuzlarında cepkenler, bellerinde geniş kuşaklar, bacaklarında çuha çakşırlar, kaşları gözlerini ve bıyıkları ağızlarını örtecek kadar gürdü. Seciyeleri ve sıhhatleri demir gibi olan bu ihtiyarları gören bir İstanbullu, Naimâ Tarihi’nin sahifelerinden fırlamış zannederdi. Bu şehrin gençleri de çakşırlı, fermeneli, gençliğin atılganlığıyla bıçak ve tüfek oyunu oynar, tambura çalar ve türkü söyler, âdeta bir Yeniçeri Ortası’nı andırırdı; kadınları kırmızı canfesten şalvar ve bürümcük gömlek giyerler, boyunlarına sıra sıra Mahmudiyeler takarlar, ellerinin ve ayaklarının parmaklarını kınasız bırakmazlardı.
Bu şehir Fatih devrinin ruhanî bir mezarlığıydı. Her köşesinde bir evliya yatardı. Halkı rivayet ederdi ki ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahut da Üsküp’te; ulemâ henüz bu bahsi halledememiş. Lâkin Üsküp’ün evliyaları hep cengâverdiler. Türbelerinin duvarlarında bir insanın taşıyamayacağı kadar ağır ve büyük paslı kılıçlar, kalkanlar, zincirler asılı dururdu. Bukağılı Baba’nın başı ucunda düşman zindanından taşıdığı bukağılar vardı. Kale içinde yatan Cafer Baba’nın kabri gülleden bir duvarla örülüydü: Düşman Üsküp’ü sardığı zaman topa tutmuş, Cafer Baba da şehrin üstüne düşürülen gülleleri daha havadayken elma tutar gibi eliyle tutar, üst üste yığar, kabrinin etrafına gülleden bir duvar örermiş. Gazi Baba, etrafında binlerce gazi ile bir tepede yatardı. Kandil geceleri Gazi Baba semti bir mum şehrâyini hâlinde görünürdü. Haydar Baba’nın türbesi Kosova Meydan Muharebesinin yolu üzerindeydi. Fakat bu şehrin bin bir evliyasını sayamayacağım.
Tanzimat bu şehrin yanına bir hükûmet konağı kurmuş, lâkin ahlâkına, seciyesine, zihnine nüfuz edememişti. Yine beyler ayrı, ağalar ayrı, halk ayrıydı. Bey kanından olmayan biri bey unvanını takınmaktan utanırdı. Üsküplüler Bey unvanını fuzûlî takınan İstanbullu memurlara inadına efendi derlerdi.
İstanbul’un fethinde kanını döktükten sonra Haliç kenarında “Üsküplü” mahallesini kurmakla İstanbul’a ilk Türk mayasını veren bu şehir, o zamanlar bir medeniyet merkeziymiş; âlimler, şairler, münşîler yetiştirmiş, Selâtin camilerine benzer camilerle, medreselerle, tekkelerle, bedestenlerle, çarşılarla bezenmiş. Maamafih medeniyeti yıkılmaktan ziyade bir göl gibi durmuştu. Çarşısı, kazzâzları, bezzâzları, haffâfları, hallâçları, bakırcıları, kuyumcuları, silâhçılarıyla olduğu gibi duruyor, çalışıyor ve işliyordu. Çırak, kalfa ve ustaların sıfatları, mevkileri, kıyafetleri eskisi gibiydi.

Kaynak: Yahya Kemal, “Karanlıkta Uyanan Biri”, Dergâh, S. 15, C. II, 20 Kasım 1921

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , | KARANLIKTA UYANAN BİRİ (1) için yorumlar kapalı
Eyl 19

SENİ GÖRMEK(=SENİ SEVMEK)

SENİ GÖRMEK (=SENİ SEVMEK)

* * *

Şahlanan duygulara bir gem vurulur mu hiç?

Çağlıyorken gönüller söyle durulur mu hiç?

Uzman mısın, ustaca bu kalp vurulur mu hiç?

Hasret duyan yüreğin samimi soruşu bu

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Sevginin sonsuzluğa taşıdığı sanıyla

Unutulmaz demlerin özlem dolu anıyla

Gönüller dünyasının şafağıyla tanıyla

Sevgi kadifesinin yüreği ovuşu bu!..

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Yüce sevgi değil mi bu evreni hep tutan?

Hakiki sevgilerdir cana sonsuz can katan

Durmaksızın her vakit bir ömür boyu atan

Bedenlerde her kalbin sevgiyle vuruşu bu!..

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Sevgiyi gören gönül sanki buharlaşıyor

O buhurdan sevgiyle gönül dağlar aşıyor

Şaşıyor gönül gözüm, hem yüreğim şaşıyor

Tomurcuğun çiçeğe, meyveye duruşu bu!..

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Kandan, kinden, kibirden sevgi ile kaçılır

Orda, kötülük olmaz güzellikler saçılır

Bir sevginin dünyası bir evrene açılır

Sonsuza dek açılan sevginin ağuşu bu!..

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Sevgiyi hiç tatmayan beden, gönül ezilir

Sevgiler görünmez ki ancak yalnız sezilir

Sevginin dünyasında huzur ile gezilir

Sevginin rahmet ile kalplere yağışı bu!..

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Hasrete görmek yetmez, koklamak ta gerekir

Asırlık duyguları şoklamak ta gerekir

Bunlar yetmezse gönül okşamak ta gerekir

Gönüller sultanının hasreti boğuşu bu…

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Hiç çok görme güzelim şaha kalktı duygular

Aşıklar maşukunu elbette çok arzular

Seven tüm gönüllerde yok olmalı kaygılar

Sevilenin sevene ödülü, bağışı bu…

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Ayrılıkla, hasretle zorla öpüştü gönül

O vakit sensizlikle her an görüştü gönül

Bir özlem celladının eline düştü gönül

Hiç de adil olmayan mahkeme duruşu bu

Seni görmek (=Seni sevmek) güzelim güneşin doğuşu bu!..

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , , , | SENİ GÖRMEK(=SENİ SEVMEK) için yorumlar kapalı
Eyl 17

İÇİMİZDEKİ SIRPLAR

İÇİMİZDEKİ SIRPLAR

Kadın Voleybol takımımız Dünya şampiyonluğundan sonra Avrupa şampiyonluğunu da kazandı.

Hepimizi bu eşsiz başarı ile gururlandırdı.

Daha gurur verici olan şampiyonluktan sonra takımın prim konusunda takındığı tavırdır.

Federasyon başkanı soruyor:

Ne isterseniz isteyin bütün özel talepleriniz karşılanacak

Takım kaptanı Eda cevap veriyor:

“Atatürk’ün sporcu kızları, ülkesi adına kazandıkları başarıyı pazarlık konusu yapmaz. Ne prim ister, ne de başka özel bir şey. 85 milyona yaşattığımız mutluluk bize yeter..” (umarım bazı siyasiler bu asil duruştan ders çıkarırlar her şeyi pazarlık konusu yapmazlar!)

Bu tok gözlülük, bu asil davranış en az şampiyonluk kadar değerlidir.

Biz futbol maçlarında yapılan prim kavgalarını da biliyoruz. Hâlbuki ay- yıldızlı formayı giyen bir sporcu için en büyük prim, o formayı giyme şerefine ermektir. Binlerce, on binlerce sporcu milli olma, ülkeyi temsil etme hayali kurar. Bu o kadar büyük bir onurdur ki, ülkenizi temsil eden bir bayrak olursunuz.

Kendi adıma bu büyük başarıyı amasız mamasız kutluyor, takımımızın her ferdine Koç’undan masörüne, malzemecisinden yardımcılarına kadar tek tek teşekkür ediyorum. Türk kadınının çalışınca ne ve neler yapabileceğini dünya âleme gösterdiler.

Gelin görün ki, bundan rahatsız olanlar da var. Olaylara bakmak, başarıyı görmek yerine sporcuların özel alanlarına girerek röntgencilik yapanlar oldu. Bu başarı hikayesinin toplumda yarattığı birlik rolünü görmezden geldiler. Yunan-Sırp sempatisi tekrar sökün etti. Tarikatların, cemaatlerin, vakıfların bir kısmındaki yüz kızartıcı çirkinliklerin üstünü örtenler birden bire ahlak polisliğine soyundular. Çocuğu tecavüze uğrayan ailelere, “bir defa ile bir şey olmaz” diyen bakanı görmeyenler bir sporcunun hayatı üzerinden kazanılan zaferi anlamsızlaştırmaya, lekelemeye çalıştılar.

Hep kendime sorarım bazılarının kafası niye hep belden aşağı çalışır diye. Birinin o alanla ilgili bir zaafı veya kompleksi varsa hep dikkatini oraya çevirir. Kafaları hep pantolonlarının içindedir. Bu aslında aynada kendini görmektir.

Oysa biz bugün bunları konuşmamalı zaferimizin tadını çıkarmalıydık.

Kendi takımına düşmanlık yapan herhalde başka bir topluluk yoktur.

Yandaşın hastalığı İslam’ı, ahlakı hep başkalarında araması, kendinde olan çürümeyi görmemesidir. Birileri de bunların bu tavrına bakarak çok dindar oldukları zehabına kapılabilir. Oysa mesele İslam veya ahlak değildir. Mesele gösteriştir, bu ülkenin başarılarından rahatsız olmaktır. Türkü sevmemektir. Eğer ahlaki bir duyarlılık söz konusu olsaydı önce her alanda yaygınlaşan rüşvetten, yolsuzluktan, hırsızlıktan, adaletsizlikten şikâyet etmeleri gerekirdi. 17-25 Aralık ne kadar FETÖ’nün kumpası ise o kadar da AKP’nin bir çıkar işbirlikçisi olduğunun ortaya çıkmasıdır. Namustan, ardan bahsedenler önce bu kamusal günahlara bakmalı. Bir kişinin zaafı sadece bir kişiye zarar verir, ama sosyal suç, sosyal günah dediğimiz eylemler milyonlara zarar verir. Siz milyonlara zarar verdiniz, milyonları çürüttünüz, devleti devlet olmaktan çıkardınız. Önce aynaya bakın, sonra konuşun.

Kutsal değerler bir ülkenin milletini birleştirir bütünleştirir birbirine sevdirir kamplaştırmaz ayrıştırmaz düşman etmez.

Alıntı: İsmail Türk

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | İÇİMİZDEKİ SIRPLAR için yorumlar kapalı
Eyl 15

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ulu Tanrı! Namussuz bir tek Türk yaratacağına, yık dünyayı daha iyi!” Oğuz Kağan

* “Ruh yaşlı doğar fakat gençleşir; hayatın komedisi bu. Vücut da genç doğar gitgide yaşlanır. Bu da hayatın trajedisi.” Oscar Wilde

* “Bir ülkeye diktatörlüğü,  diktatörler değil ona boyun eğenler getirir.” Bülent Ecevit

* “Sadece devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette, hiç bir söze inanmayın.” Ali Şeriati

* “Bileği güçlü bir kişiyi yıkar, bilgisi güçlü bin kişiyi.” Emir Timur

* “Tehlike gelmeden görenlere Abdal, geldiğinde görenlere Aptal, gelse de görmeyenlere Ahmak denir.” Atasözü

* “  Kimse bir başkasını yargılayabilecek kadar kusursuz değildir ama kendinde bu hakkı görebilecek kadar hadsizdir.” Carl Gustav Juna

* “Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez. Çok konuşmak da, çok şey bildiğini göstermez.” Hacı Bektaşi Veli

* “Türkiye hasta! Ahlaken hasta, düşünce olarak hasta ve eylem olarak hasta! Gerçekten hasta!” Aziz Nesin

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Eyl 13

“MİLLET 30 AĞUSTOS’TAN SIKILDI.”

“MİLLET 30 AĞUSTOS’TAN SIKILDI.”

HalkTV’de kendisine tarihçi diyen adamdan skandal sözler: Millet 30 Ağustos’tan sıkıldı.

Sözde Tarihçi Ahmet Kuyaş’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Halk Tv’ye konuk oldu. İnsanların 30 Ağustos kutlamalarından sıkıldığını söyleyen Kuyaş, “3 ayda bir İstiklal Marşı dinliyoruz. Bayrak töreni, İstiklal Marşı bilmem ne? Yüzyıl sonra hala bunu gürültüyle kutlamak” dedi. Kim bu hadsizlere prim veriyor?

Tarihçi Ahmet Kuyaş’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Halk TV’ye konuk oldu.

Kuyaş, yaptığı açıklamalarla dikkatleri üzerine çekti.

insanların Büyük Taarruz’un ardından gelen zaferin yıl dönümünü kutlamaktan sıkıldığını söyledi.

Kuyaş şu ifadeleri kullandı:

“Belki artık insanlar bu işlerden sıkıldı. Bayrak töreni, İstiklal Marşı bilmem ne. Yüz yıl sonra hala bunu kutlamak…” diyen Kuyaş, “Nasıl ilk başladığında 29 Mayıs İstanbul’un alınmasını her sene böyle gürültüyle kutlanması konusunda epey espriler üretilmişti. Galiba biraz bu da oluyor. Türkiye bunları kanıksadı. Bayrak töreni, günün anlam ve önemini belirten konuşmalar falan bunlar bir takım insanları sıkıyor olabilir. “

Kuyaş, kendisine ‘Sizi sıkıyor mu?’ diye sorulsa ‘Evet’ yanıtını vereceğini ifade etti.

“SIKILIYORSANIZ GİTMEZDİNİZ”

Bu cevabı eleştiren Arslan, Kuyaş’a şu yanıtı verdi:

“Neden? Her ülkenin tarihinde kilometre taşları vardır. O kilometre taşlarında çocuklar bayraklarla sokaklara dökülür, geçit alayları, fener alayları yapılır. Eskiden stadyumlarda kutlamalar olurdu. Sıkılıyorsanız gitmezdiniz. Sanki normalmiş gibi.”

“3 AYDA BİR HABİRE İSTİKLAL MARŞI DİNLİYORUZ”

“Bu benim fikrim; katılırsınız katılmazsınız ama tekrar edeceğim” diyen Kuyaş şöyle devam etti:

“1920 ve 1930’larda bu lazımdı. Çünkü bir ulus yaratmamız lazımdı. Siz 101 yıl falan diyorsunuz ya, Türkiye bir ulus devlet olarak henüz çok genç. O zaman çocuktu. Bunlara ihtiyaç vardı. Çünkü bayramlarla insanlara belirli bir tarihi anlatıyorsunuz. Herkes okula gitmiyor. Unutmayın, Cumhuriyet ilan edildiği zaman Türkiye’de okuma yazma oranı %8. Böyle ulus olunmaz. O bayramlar o işe yaradı. Dünyanın her yerinde zaten bayramlar bu işe yaramıştır zamanında. Bugün ise artık 3 ayda bir sürekli bayram kutlayıp habire İstiklal Marşı dinlemek.”

“SEYİRCİLERİMİZDEN TEPKİLER GELİYOR”

Bu konuşmanın ardından seyircilerin tepki gösterdiğini belirten Ayşenur Arslan seyircilerin tepki gösterdiğini şu ifadelerle duyurdu:

“Hiç almadığım kadar mesaj alıyorum. Özellikle sizin sözlerinize de eleştiriler oluyor. Hanımefendiler, beyefendiler biz karşılıklı zaten bugünkü Türkiye’nin tablosuna da uygun bir biçimde farklı görüşlerle bir tartışma içindeyiz. Ben bunun faydalı olduğu kanaatindeyim.”

Kaynak: Yeniçağ Gazetesi

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | “MİLLET 30 AĞUSTOS’TAN SIKILDI.” için yorumlar kapalı
Eyl 11

ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇIYORSUN…

ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇIYORSUN…

Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur, ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam…

Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak;

“Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider.

Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz. Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer.

Bu sefer komşusu; “Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz. ‘ demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince,

Hoca komşusuna doğru döner ve;

“Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , | ALLAH’IN RAHMETİNDEN KAÇIYORSUN… için yorumlar kapalı
Eyl 09

İZMİR’İN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞ GÜNÜ KUTLU OLSUN

İZMİR’İN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞ GÜNÜ KUTLU OLSUN

Cumhuriyet’in kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde silah arkadaşları ile birlikte 9 Eylül 1922 günü İzmir’i düşman işgalinden kurtardı.

9 Eylül 1922, İzmir’in kurtuluşu olarak tarihe kazındı. Türk ordusu, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde silah arkadaşları ile birlikte 9 Eylül 1922 günü İzmir’i düşman işgalinden kurtardı. Sakarya Meydan Muharebesi ile başlayan Türk ordusunun zaferleri Yunan askerlerinin denize dökülmesi ile son buldu.

İzmir Hükûmet Konağı’na Türk bayrağını göndere çeken ilk komutan Yüzbaşı Şerafettin’di.

“Altın ve kıymetli taşlarla işlemeli kılıç, Atatürk tarafından 15 Eylül’de Şerafettin Beye verilmiştir.”

1- YÜZBAŞI ŞERAFETTİN İZMİR: İzmir’e ilk giren komutan olan Yüzbaşı Şerafettin Bey, Mustafa Kemal tarafından, kurtuluştan iki gün sonra kendisine verilen ‘İzmir’ adını, Soyadı Kanunundan sonra, soyadı olarak almıştır

2- Yaşamının son yıllarında felç geçirmiş, her 9 Eylül’de, İstanbul’da yaşadığı evinin penceresine astırdığı Türk Bayrağına bakarak huzur bulmuştur. İzmirliler tarafından kendisine verilmek istenen evi, “Benim yaptığım bir vatan hizmetiydi” diyerek reddetmiştir

3- Buhara Cumhuriyetinden biri Atatürk’e, ikincisi İnönü’ye hediye, üçüncüsü İzmir’e giren ilk komutana verilmek üzere gönderilen altın ve kıymetli taşlarla işlemeli kılıç, Atatürk tarafından 15 Eylül’de Şerafettin Beye verilmiştir

4- Bu kılıç, Yüzbaşı Şerafettin’in eşi Siret Hanım tarafından, İzmir’de açılması planlanan İnkılap Müzesine konulması için İstanbul Valiliğine verilmişse de, maalesef kaybolmuş ve tüm aramalara karşın bulunamamıştır.

5- Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, İzmir’e ilk giren Yüzbaşı Şerafettin Bey ile Kurtuluş Savaşına katılan, adları bilinen ve bilinmeyen tüm kahramanları saygıyla ve minnetle anıyoruz.

6- Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun. Kadifekale, Konak ve diğer yerlere dikilen Bayrağımızı sonsuza dek indirmemek bizim sorumluluğumuzdur.

İzmir’in kurtuluşu kutlu olsun…

Ne mutlu Türk’üm diyene!

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | İZMİR’İN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞ GÜNÜ KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
Eyl 05

ARAP ASKERLER ÇANAKKALE’DE TÜRK ASKERİNİ ARKADAN VURDU

ARAP ASKERLER ÇANAKKALE’DE TÜRK ASKERİNİ ARKADAN VURDU

Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu Çanakkale Savaşı ile ilgili dikkat çeken bir bilgi paylaştı.

Sosyal medya hesabından paylaşım yapan Babüroğlu, Arap Alayı’nın Çanakkale’de Türk askerini nasıl arkadan vurduğunu açıkladı.

Kolordu Kurmay Başkanı Albay Fahrettin Altay’ın anlatısını paylaşan Babüroğlu’nun paylaşımında Arap erlerinin savaş zamanı Alaydan kaçtıkları çadıra saklandıkları ve nargile içtikleri bilgisi var.

Ayrıca bu Alay emrinin de 27înci Alay’a arkadan ateş ettikleri ve kayıp verdirdikleri ortaya çıktı.

27’inci Alay Komutanı Yarbay Şefik Aker ise Arap Alayı ile ilgili şunları aktarmış:

Bu Arap askeri yerine bunlarla değiştirilen Türk erleri olsaydı gündüz sarsılan ANZAC daha o gece vapurlarına çekilmek zorunda kalırlardı.

Babüroğlu paylaştığı alıntının üstüne is şu not düştü:

Çanakkale Muharebeleri’nde dağılan, kaçan 77’nci Alay…

Mustafa Kemal hiç yanılmadı…

Öte yandan konuyla ilgili bir kullanıcını yorumuna cevap veren Babüroğlu, “Çanakkale’de Mustafa Kemal’in, Fahrettin Altay’ın, Şefik Aker’in anıları bu yönde. Diğer cephelerde de benzer durum var. Ancak, genelleme yapmamakta yarar var.” ifadelerini kullandı.

Alıntı: Naim Babüroğlu

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , | ARAP ASKERLER ÇANAKKALE’DE TÜRK ASKERİNİ ARKADAN VURDU için yorumlar kapalı
Eyl 03

İŞTE PKK’NIN İŞBİRLİĞİ YAPTIĞI TERÖR ÖRGÜTLERİ

İŞTE PKK’NIN İŞBİRLİĞ YAPTIĞI TERÖR ÖRGÜTLERİ:

(Terörist T.A 11 yıldır terör örgütü PKK bünyesinde veya PKK ile yakın işbirliği içinde 20 silahlı örgütü anlattı.)

1- YPG: PKK/KCK’nın Suriye topraklarında 2011 yılında kurduğu silahlı terör örgütü. İsmi ‘Yekineyen Parastina Gel-Halk Savunma Birimleri’dir. YPG Komutanı Mahmut Berhadan’dır.

2- YPJ: YPG’nin kadın kuruluşudur. İsmi ‘Yekineyen Parastina Jin-Kadın Koruma Birimleri’dir. 2012 yılında kuruldu. Başında Beritan Dersim var.

3- Selçuklular Tugayı: Münbiç bölgesinde. SDG (Suriye Demokratik Güçleri) bünyesinde, YPG ile ittifak halindedir. 2013 yılında kuruldu.

4- Kuzey Güneş Taburu: Münbiç, Rakka ve Haseke’de aktif. Kuruluş tarihleri Nisan 2014. SDG içinde yer alıyor.

5- Anti Terör Birimleri (Yekineyen Anti Terör): YPG içinde sıkı eğitimden geçirilmiş örgüt üyelerinden oluşur. 2014’te kuruldu. ABD özel kuvvetleri eğitim veriyor. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarında TSK’ya karşı çatışmalara girdiler.

6- Asayiş Özel Kuvvetleri (Hezin Asayişa Teybet): 2016’da kuruldu. YPG’nin asayiş birimidir.

7- Kürt Cephesi (Jabhat Al-Akrad ve Eniya Kurdan): Ağustos 2016’da kuruldu. Halep ve Rakka’da etkin. SDG bünyesinde bulunuyor.

8- Süryani Askeri Konseyi (MFS-Mawtbo Fulhoyo Suryoyo): Ocak 2013’te kuruldu. Suriye’nin kuzey hattındaki silahlı terör örgütüdür. Barış Pınarı, Zeytin Dalı’nda Mehmetçik’e karşı çatışmalara katıldı.

9- Rakka Devrimciler Tugayı (Liwa Thuwwar Ar-Raqqah): Eylül 2012’de Rakka’da kuruldu. Ayn İsa ve Rakka’da aktif. Barış Pınarı ve Zeytin Dalı harekatlarında YPG ile birlikte Mehmetçik’e karşı savaştı.

10- Devrimciler Ordusu (Jayş Al-Thuwwa): Mayıs 2015’te kuruldu. Araplar, Kürtler ve Türkmenlerden oluşuyor. Barış Pınarı, Zeytin Dalı operasyonlarında TSK’ya karşı çatışmalara girdi.

11- Rojava İç Güvenlik Güçleri (Asayişa Rojava): 2012 yılında kuruldu. YPG’nin sözde polis teşkilatıdır.

12- Habur Muhafızları (Khabour Mawtba): 2012 yılında kuruldu. Asurluların çoğunlukta bulunduğu Haseke’de ve Habur Vadisi’nde kuruldu. Süryanilerden oluşuyor. YPG terör örgütü ile müttefik. Bulunduğu bölgelerde Mehmetçik’e karşı savaşıyor.

13- Deyrizor Askeri Konseyi: 2016 yılında kuruldu. Çoğunluğu Araplardan oluşur. Deyrizor, Rakka ve Haseke’de etkin. YPG terör örgütü ile müttefiktir. Bulunduğu bölgelerde Mehmetçik ile çatışmalaa giriyor.

14- Uluslararası Özgürlük Taburu (Tabura Azadiya Internasyonal): 2015 yılında Rasulayn’da kuruldu. Solcu yabancı savaşçılardan oluşan bir gruptur. Barış Pınarı Harekatı, Zeytin Dalı ve Pençe-Kilit’te TSK’ya karşı savaştı ve savaşmaya devam ediyor.

15- Toplumsal Savunma Güçleri (Hezen Parastina Civaki): 2015 yılında Afrin’de kuruldu. Doğrudan YPG’ye bağlı. Kırsal kesimdeki yerel güçlerden oluşuyor.

16- Toplumsal Savunma Güçleri (Hezen Parastina Jin): Kadın teröristlerin birimi.

17- Menbiç Askeri Şurası (MMC): 2016 yılında Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajında başta ‘Kuzey Güneş Taburu’ olmak üzere SDG’deki birkaç grup tarafından kuruldu. YPG’nin sorumluluğunda ancak ABD ve Fransa gibi yabancı ülkelerin hizmetindedir.

18- Cesurların Kuvvetleri (Al-Sanadid Kuvvetleri): Tilhemis bölgesinde konuşlu. 2013 yılında DEAŞ’a karşı savaşmak için kuruldu. YPG terör örgütü ile sıkı ittifak halinde. Kendilerine ‘kızıl ölümün yürüyüşçüleri’ diyorlar. TSK’ya karşı da çatışmalara giriyor.

19- Ulusal Savunma Kuvvetleri (Quwat Ad-Difa Al-Watani): 2012 yılında Suriye ordusunun yarı zamanlı gönüllü bileşeni olarak örgütlendi. “Golan Alayı”, “Kuneytra Şahinleri Tugayı” ve “Al-Shaitat Kabilesi Milisleri” birimleri vardır. İran, Rusya ve YPG ile müttefiktir. ÖSO ve TSK’ya karşı savaşıyor.

20- Süryani Güvenlik Polisi (Mawtbo D’Sutoro Suryoyo): 2012 yılında kuruldu. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda Hıristiyan Süryani bölgelerin sözde polis birimi. YPG’nin bazı kontrol noktalarını tutuyor.

Alıntı: Yeniçağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | İŞTE PKK’NIN İŞBİRLİĞİ YAPTIĞI TERÖR ÖRGÜTLERİ için yorumlar kapalı