Eyl 29

TUZ HAKKI

TUZ HAKKI

Hüsrev-i Nuşirevan ava gitmiş, kebap yapıyorlar. Fakat tuz yok. Kullar köye gidip oradan tuz getirecekler.

Hüsrev: “Tuzun bedelini doğru dürüst ödeyin” der.

Maiyeti, “O kadar tuzdan ne olacak” der.

Hükümdar Nuşirevan: “Melik köylünün bağından bir elma koparıp yese, kullar arkadan gelip bütün ağacı devirir” diye karşılık verir.

Tuz hakkı ödenmelidir” der.

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , | TUZ HAKKI için yorumlar kapalı
Eyl 28

YURT DIŞINDA YAŞAYAN TÜRKLERE İKAMETİNİ SİLDİR BASKISI

YURT DIŞINDA YAŞAYAN TÜRKLERE İKAMETİNİ SİLDİR BASKISI                       

Kanlıca’da, eşi yıllar önce vefat etmiş olan bir kadın, evinin bitişiğindeki boş arsayı, arsa sahibinin ısrarı üzerine satın alır. Arsanın üzerindeki tarihi yalı, eski sahibinin üzerindeyken yıllar önce yanmıştır. Vatandaş, bu arsayı, tarihi yalının resmini bulan ve yeniden inşa ettirmek isteyen oğluna satar.

Alım-satım vergisi olarak her iki taraftan da on birer bin lira vergi alınır. Anne, daha sonra tarihi eserleri canlandırmak amaçlı arsa alım satımlarından vergi alınmadığını öğrenir ve hem kendisi hem de umumi vekâletname aldığı oğlu adına itirazda bulunur. Kendisinin ödediği vergi, bıktırıcı işlemlerden sonra iade edilir. Oğlu adına ödenen para ise dokuz bin altı yüz lira genel sağlık sigortası prim borcu olduğu gerekçesiyle geri verilmez.

Anne, para peşinde değildir ama oğlunun İsviçre’de doktor olduğunu, orada sigortalı olarak yıllardır çalıştığını, kızının da yurt dışında sigortalı olduğunu, çifte sigortanın da yasal olarak mümkün olmadığını dolayısıyla bu primin hangi esasa dayanarak tespit edildiğini sorar.

2008 yılında çıkarılan ama uygulaması ertelenen ve 2012’de yürürlüğe konan Sosyal Güvenlik Reformu gereği, Türkiye’de ikâmetgâhı bulunan herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığını, oğlunun ve kızının da Kanlıca’daki evde ikametleri göründüğünü, dolayısıyla, onların da genel sağlık sigortası kapsamına alındığını ve gelir durumlarına göre sigorta prim borcu tahakkuk ettirildiğini bildirirler. 

***

Anne, oğlunun ve kızının ikametgâhı olarak görünen kendi adresine hiçbir tebligat yapılmadığını, bu itibarla gelir durumu araştırması yapılmadan prim hesaplanamayacağını, her ikisinin de yurt dışında yaşadığı ve orada sigortalı olarak çalıştığı halde Türkiye’de de sigorta kapsamına alınmalarının yasaya uygun olmadığını söyler ama verginin iadesi için oğlunun ikâmetinin silinmesi gerektiğini bunun için de matbu evrakı imzalaması gerektiğini ifade ederler.    

Annede, vekâlet olduğu için evrakı imzalamasına izin verirler ama bu defa paranın postaneye oğlu adına yatırılacağını söylerler!

***

Anne özetle diyor ki, “Askerlik yapmak için Türkiye’ye gelen oğlumdan, yanlışlıkla kestikleri sağlık sigortası primini iade ermek için ikametgâhını sildirmesi isteniyor. Askerlik yaptırdığınız kişinin ikametini nasıl silersiniz? Yurt dışında sağlık sigortası olan milyonlarca vatandaşın yüzde kaçına Türkiye’de ikametleri göründüğü için genel sağlık sigorta primi kesilmektedir? Böyle hukuk dışı yollarla para toplamak, devletin itibarını düşürmez mi? Ayrıca devlet, Suriyelilere ikâmet veriyor ve dolayısıyla onlara da genel sağlık sigortası kapsamına alıyor. Ödeyecek mali durumları olmadığı için Suriyelilerin primlerini devlet ödüyor?

Devlet, Türk vatandaşlarını yani Türkleri, ikametgâh sildirmeye mecbur ediyor ama Suriyelilere ikamet veriyor, sağlık sigortası primini de kendisi ödüyor? Bu nasıl bir uygulamadır? Türk vatandaşı olmak, Türkiye’de cezalandırılmayı gerektiren bir durum mudur? Bu garabeti yazın lütfen…”

Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | YURT DIŞINDA YAŞAYAN TÜRKLERE İKAMETİNİ SİLDİR BASKISI için yorumlar kapalı
Eyl 27

BEDENİMDE CAN GİBİ

BEDENİMDE CAN GİBİ

 

Hayal mi görüyorum

Bir ışık huzmesi mi kollarımla sardığım?

Mutluluğun burnu dibinde

Duyguların nasibi

Suların ay ışığıyla

Öpüştüğü an gibi…

 

Yoksa rüyada mıyım?

Erguvanlarla dolu etrafım

Yıldızları avuçluyorum sahi

Alevlenir içimdeki hislerim

Tıpkı yanardağ lavları

Tıpkı kan gibi…

 

Hiç bitmesin dilerim

Mahşerde de isterim

Gözlerinle gözlerimi öpüşün

Her şey olabildiğince doğal ve tabi

Her halin, her tavrın, gülüşün

Hele bana gelişin

Bedenimde can gibi…

Bedenimde can gibi…

 

Kenanm ŞAHBAZ

 

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , | BEDENİMDE CAN GİBİ için yorumlar kapalı
Eyl 26

KIBRIS DESTANI SONRASI YUNANİSTAN MAHKEMESİNDEN TARİHİ KARAR

KIBRIS DESTANI SONRASI YUNANİSTAN MAHKEMESİNDEN TARİHİ KARAR

Yunanistan’da Türkiye’nin mahkûm edilmesi için bir dava açıldı.

Yunan Temyiz Mahkemesi cuntacılar hakkındaki dava sonunda 21 Mart 1979 günü 2558/79 sayılı şu tarihi kararı verdi:

“Zürih ve Londra andlaşmalarına göre Kıbrıs’a yapılan Türk askeri müdahalesi yasaldır.

Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir.

Esas suçlular darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de bu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır.”

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | KIBRIS DESTANI SONRASI YUNANİSTAN MAHKEMESİNDEN TARİHİ KARAR için yorumlar kapalı
Eyl 25

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Yeteneklerimiz -bülbül gibi- dışarıda ötüyor!” İlber Ortaylı

* “Gerektiğinde tersine işlemeyen kutsal bir âdet yoktur. (…) Bu bir anlamda ‘zıttına dönüş’ (Enantiodromie) durumudur” Jung

* “Borçsuz yoksulluk, özgürlüktür.” İran Atasözü

* “Aynaya pek az bakan, kusurlarını pek az görür.” Cenap Şahabettin

* “Ben daima onurumu, temsil ettiğim halkımın onurunu korumayı bildim.” Nursultan Nazarbayev       

* “Hiçbir kul, Allah katında, O’nun rızasını gözeterek öfkesini yutmasından daha faziletli bir lokma yutmuş değildir .” Hz. Muhammed

* “Baş, dil ile tartılır.”  Türk Atasözü

* “Söz, davranışın yakın akrabasıdır.” Eflatun                                                                                                                                  

* “El elden kalmaz, dil dilden kalmaz.” Türk Atasözü                                                                                                 

* “Köleliğin en kötüsü, kendi nefsine köle olmaktır.” La Fontaine                                                                           

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Eyl 24

MHP: Nereden Nereye?

MHP: Nereden Nereye?

 

Daha karantina cezaevindeyken gelen ilk mektuplardan birisi, gazeteciliği bıraksa da benim gözümde hala çok iyi bir gazeteci olan Fatma Orhan’a aitti.

Sevgili Fatma’nın 17 Haziran (tutukluluğumun 5. günü) tarihli mektubu şu satırlarla başlıyordu:

“Seninle Sadi Somuncuoğlu’nun Basın Müşavirliği dönemimizde tanışmıştık. Çok heyecanlı ve samimi halinle sanki yıllardır tanıyormuş gibi yakın hissetmiştim. O dönemde parti içi bir çekişme olmuş ve Sadi Bey Genel Başkan adayı olmuştu. O parti için mevcut Genel Başkan’a rakip çıkmak ‘Partiye ihanet’ sayılıyordu. Sadi Bey’e inanılmaz saldırılar oldu. Hem fiziki hem sözel. Fiziki saldırılardan birinde sen tam Sadi Bey’in önünde durdun. Bütün o saldırı boyunca hiç kımıldamadın. Senin Sadi Bey’in önünde hiç kımıldamadan direnişin, beni inan çok etkiledi. Cesaret ve kararlılık. İnandığın ve güvendiğin birine gözünü kırpmadan siper oldun, korudun. Sadi Bey o hareket içinde, o hareketin ‘kamuoyuna yansıyan kültürüne’ hiç benzemeyen biriydi zaten. Senin o durumdaki cesaretin hala gözümün önünden ve aklımdan silinmiyor.”

Hafızası biraz yanıltsa da Fatma’nın söz ettiği olay 20 yıl önce, 25 Nisan 2000 gecesi TBMM Şeref Kapısı’nın önünde yaşanan bir saldırıydı.

DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinde MHP’nin önemli isimlerinden Sadi Somuncuoğlu Devlet Bakanı, ben de kendisinin basın müşaviri idim.

Konu Genel Başkanlık adaylığı değil, Cumhurbaşkanlığı adaylığıydı. Merhum Ecevit, Bahçeli ve Mesut Yılmaz, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı adayı yapılmasına karar vermişti. İşte bu karar o dönem 2. büyük parti olan MHP’de ciddi rahatsızlığa yol açmıştı. Çok sayıda milletvekili, ‘ağabey’ dedikleri Somuncuoğlu’na gelip Meclis Başkanlığı’nın ardından Cumhurbaşkanlığı iddiasından da vazgeçmenin ve MHP’nin bir aday çıkarmamasının kabul edilemez olduğunu anlatıyordu. Tepkili milletvekillerinden birisi de Cemal Enginyurt’tu.

Partideki bu nabız üzerine Somuncuoğlu, Bahçeli ile görüşüp en azından koalisyon ortaklarından birinin ya da vazgeçmesi ihtimaline karşı dönemin MHP’li Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun aday gösterilmesini teklif etti. Ancak Bahçeli kabul etmedi. Bunun üzerine MHP’yi adaysız bırakmamak adına başvuru süresinin bitimine dakikalar kala Somuncuoğlu’nun adaylık dilekçesini vermek üzere Meclis’e gittik. Araçlarımızdan indiğimizde bir anda etrafımız MHP’li milletvekilleri tarafından sarıldı. Önce korumalar tartaklandı, ardından Somuncuoğlu’nun üzerine yüründü. İşte tam o anda ben Somuncuoğlu’yla ona saldırmak isteyen Cemal Enginyurt’un arasına girerek bir rezaleti önlemeye çalıştım. Gece 00.00’da yaşanan bu saldırıyı da tüm Türkiye televizyonlardan naklen izledi.

Saldırının gerekçesi, Somuncuoğlu’nun “töre”ye aykırı hareket etmesiydi. Oysa sadece ve sadece bir anayasal hakkını kullanıp partisinin itibarını kurtarmaya çalışmıştı.

Tabii dilekçeyi veremedik. Bakan Bey’le benim arabama binip Ayrancı kapısından yeniden Meclis’e girdik. Güvenilir birisi ile dilekçeyi TBMM Genel Sekreteri’ne ulaştırdık. Sonrasında aynı milletvekilleri Genel Sekreter’in odasını basıp Somuncuoğlu’nun dilekçesini yırttı, faksla dilekçenin fotokopisini göndermek durumunda kaldık.

Bitmedi, bu olaydan sonra Somuncuoğlu önce bakanlıktan azledildi, ardından da MHP’den ihracına karar verildi.

Peki saldırıda ön planda olan milletvekillerinden Cemal Enginyurt ve Ahmet Ersoy hakkında ne işlem yapıldı?

Disiplin soruşturması sonucunda partiden 2 yıl uzaklaştırılmaları kararlaştırıldı; ama bu karar kamuoyuna açıklanmadı. Çünkü Enginyurt kendisine bir ceza verilmesi halinde daha sert tepkiler ortaya koyacağını söylemişti.

Nitekim zamanla o soruşturma ve kararı unutturuldu.

Ancak korumaların darp edilmesiyle ilgili davalar açıldı. Onların sonucunu da kısaca aktarayım. İki milletvekilinin Somuncuoğlu’nun 2 koruma polisine o günün parasıyla toplam 10 milyar 500 milyon TL tazminat ödemesine parar verildi.

Açılan ceza davasında ise Cemal Enginyurt, “siyasi hürriyeti tahdit, görevli memurlara cebir ve şiddet, tehdit ve mukavement ile kamu malına zarar verme” suçlarından 20 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Yargıtay’ın onamasından sonra Ekim 2009’da Esenboğa Havaalanı’nda yakalanan Enginyurt, Kalecik Cezaevi’ne kondu. Kaç ay yattı, bilmiyorum.

AKP’yi Eleştirdiği İçin İhraç, Öyle Mi?

Türk demokrasi tarihine her anlamda kara bir leke olarak geçen bu olayı anlatmamın sebebi mi? Tesadüf, Fatman’nın o mektubundan 1 ay sonra MHP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un yeniden ihracı gündeme geldi.

AKP’li bazı isimleri eleştiriyordu. Son olarak Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin fındıkta rekolteyi yüksek açıklamasıyla fiyatın düşük tutulmasının hedeflendiğini belirtip, şunları söyledi:

“Tarım bakanı ne istiyorsun sen bizden? Niye davet etmiyorsun bizi? AK Partililer niye çağırmıyorsunuz bizi. Ne yaptık size? Muhafet mi ettik? Her yerde savunuyoruz, her yerde anlatıyoruz. Cumhur İttifakından başka bir şey söylemiyoruz. Biz her söze başladığımızda Sayın Cumhurbaşkanı diye başlıyoruz. Ama bu arkadaşlar bizi yok sayıyorlar. Her yerde yok sayıyorlar. Belediyelerde, sokakta, siyasette yok sayıyorlar. En son bugün tarım bakanı… Biz anlatamıyor muyuz projeleri. Muhalefet mi ettik size? Bakan üreticiye ihanet etmiştir. Allah’ın aslanı olsa üreticinin hakkını yedirmem.”

İşte bu sözlerden sonra MHP Enginyurt’u kesin ihraç talebi ile Disiplin Kurulu’na sevketti. Grup Başkanvekili Erkan Akçay ihraç talebinin gerekçesinin, “Enginyurt’un basına açıklamaları”olduğunu duyurdu.

Enginyurt da Twitter hesabından, “Fındık üreticisinin hakkını savunmak, vatanı savunmak gibidir. Fındıkta oynanan oyunlara karşı durmanın bedeli ağır da olsa, bu bedeli ödemek Ordulular adına şereftir. Şerefin tavizi olmaz. MHP, vazgeçilmez sevdamdır.” mesajını paylaştı.

Sonuçta Enginyurt MHP’den ihraç edildi.

Şuraya geleceğim;

Yıl 2000; koalisyon hükümeti çok önemseniyordu ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda merhum Ecevit’e söz verilmişti. Bu yüzden anayasal hakkını kullanan MHP’li bir bakan, MHP milletvekillerinin fiziki saldırısına maruz kaldı. Saldıranlar değil, saldırıya uğrayan ihraç edildi.

Yıl 2020; AKP ile Cumhur İttifakı’na çok önem veriliyor. Bu nedenle de fındık üreticisine sahip çıkan, kendi ifadesiyle bir anlamda “vatan savunması” yapan aynı milletvekili, sırf AKP’li bakanı eleştirdiği için partiden atılıyor.

Yorum yok!.. Sadece şunu hatırlatayım:

2002’de bir yaz günü bir yaylada, “Erken seçime gidilsin”diyerek yoluna çok önemli bir bakanın tereddütsüz feda edildiği merhum Ecevit ve hükümetinin ipini çeken de yine MHP olmuştu.

Hayırdır inşallah!..

Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…

Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | MHP: Nereden Nereye? için yorumlar kapalı
Eyl 23

DENİZLİ HOROZU

DENİZLİ HOROZU

“Denizli’de araştırma yapmak için kamp kuran bir grup üniversite öğrencisi, kamp yakınına tüneyen bir Denizli horozunun sabahın erken saatlerinde yüksek sesle ötmesinden çok rahatsız olmuşlar…
Sabahın köründe ortaya çıkan horoz, önce dikleniyor, sonra dakikalarca ötüyormuş…
Tabii ekipte ne uyku ne de huzur bırakmıyormuş…
Sonunda sabırlar tükenmiş…
Susturmak için başlamışlar horozu kovalamaya… Horoz önde.. Gençler peşinde…
Mahalle arasına dalmışlar… Kovalamacayı gören, fakat bir anlam veremeyen yaşlı dede, seslenmiş:
– Hey, evlatlar!.. Bu zavallı horozu niye ürkütüyorsunuz?..
– Dede, sabahın köründe ötmeye başlıyor, kampı ayağa kaldırıyor. O yüzden başını keseceğiz!..
– Yazıktır evladım yapmayın!.. demiş ihtiyar, bırakın, ben onun sesini keserim, bir daha da rahatsız etmez sizi…
Gençler bunun üzerine kovalamayı bırakmışlar.
Ertesi sabah, hafif “gak – guk” sesleri dışında horozdan kayda değer hiçbir ses çıkmadığını görünce de şaşırıp dedeye koşmuşlar:
– Yahu dede, ne yaptın da bu horozun sesini kestin?..
İhtiyar gülmüş:
– Kıçına zeytinyağı sürdüm. Horoz kabararak ötmeye yeltendiğinde, gerisi tutmuyor ki kuvvet alsın… Ancak “gak – guk” edebiliyor…
Kıssadan hisse:
Arkan sağlamsa, istediğin kadar kabarır, diklenir, sözünü dinletirsin.
Arkan bir gevşemeye görsün, ancak “gak-guk” edersin.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , | DENİZLİ HOROZU için yorumlar kapalı
Eyl 22

YOKSA VİRÜS AK PARTİ’Lİ Mİ?

YOKSA VİRÜS AK PARTİ’Lİ Mİ?

COVİD 19 virüsü Türkiye’de görüldüğü günden itibaren hijyen, temas, maske, mesafe konusunda vatandaş her dakika uyarılırken, 65 yaş ve üzeri evlerinden dışarı çıkarılmazken, umreciler elini kolunu sallaya sallaya evlerine gitti. Sonrasında çevresinde çok kişiye virüs bulaştırdı. Virüsle mücadele devam ettiği sürece sağlık çalışanların özveri ile çalışmaları hepimizi memnun etmiş ancak sağlık çalışanlarının çalışma ortamı iyileştirilmedi. Kurallara uymayan vatandaşlara ceza yazıldı.  Bütün bunlar “Bilim Kurulu” kararının olup olmadığı öğrenilemedi.

Dünya üzerindeki pek çok devlet vatandaşının kayıplarını karşılamak için çeşitli yardımlar yaptığı halde geçim derdiyle uğraşan vatandaşa “Biz bize yeteriz” sloganıyla medyada banka hesapları yayınlanarak para yardımları istendi hem de mesaj yoluyla DİB marifetiyle 10 TL yardım istendi.

Virüsün yayılmasının hız kazandığı iddia edildiği zamanda Ayasofya’nın açılışı yapıldı, 15 Temmuz hain girişim telin edildi. Malazgirt Zaferi kutlamaları bile yapılabildi. Sanki çok önemsizmiş gibi 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinlikleri yasaklandı. Kadınların şiddete karşı yaptığı yürüyüşlere izin verilmedi. Fakat Giresun’da AK Parti’nin yaptığı miting aklımızı başımızdan almaya yetti hijyen (sağlığa uygunluk), temas, maske, mesafe hiç ama hiç önemsenmedi. Ak Parti’nin bu kadar cesaret ve ciddiyetle bunları yaptı. Muhalefete ve vatandaşlara hiç bir etkinlik (bakanlık ve valilik kararları ile) yaptırılmadı. Milli bayramlar bile yasaklandı. YOKSA VİRÜS AK PARTİ’li mi?

Posted in Gündem | Tagged , , , | YOKSA VİRÜS AK PARTİ’Lİ Mİ? için yorumlar kapalı
Eyl 21

“Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim…”

“Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim…”

 

Türkeş’in ortaokul yıllarındaki sınıf arkadaşıdır Ahmet Munis Bey anlatıyor:

“Ortaokuldayız. Müdürümüzün tayini çıkmıştı, nereye gitti bilmiyoruz?

Yerine yeni bir İngiliz müdür geldi. Çam yarması gibi derler ya, işte öyle bir İngiliz. Sınıfa girdiği gün bizi şöyle bir iyice süzdü, süzdü, sonra gözü dolabın üzerindeki ipe asılı Atatürk’ün resmine takıldı… Yüzü buruştu, rengi değişti…

Çam yarması İngiliz Müdür dişlerini sıkarak bize döndü, eli ile Atatürk’ün resmini işaret ederek, ‘Çabuk şu resmi indirin’ diye bağırdı.

Hepimiz uyuşmuş gibiydik. Kimse yerinden kımıldayamıyordu. İngiliz Müdür aynı cümleyi üç defa tekrarladı fakat Atatürk’ün resmini indirmek için yerinden kıpırdayan bir Türk evladı olmadı.

‘İndirin şu resmi’ cümlesini son defa tekrarlayınca Türkeş kalktı ve İngiliz’e bağırdı:

– Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim…

İngiliz müdür öfkeden kıpkırmızı olmuştu. O çam yarması vücuduyla yay gibi fırlayarak bir sandalyeye çıktı ve ipi kopardı ki, daha inmesine fırsat kalmadan Türkeş yerinden fırladı sandalyeyi hızla iterek İngiliz’i yere düşürdü. Sonra bize döndü,

– Çabuk olun, tutun ayaklarından diye bağırdı.

Biz de söyleneni yaptık, müdürü karga tulumba Türkeş’le tutarak pencereden aşağı savuruverdik…”

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , | “Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim…” için yorumlar kapalı
Eyl 20

12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?..

12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?..

 

Ülkedeki cinayetler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül sabahı yönetime el koymasıyla bıçak gibi kesildi…

Ordu yönetime el koydu ve 1982 Anayasası çıkarıldı ama “ihtilal“in sonuçları dehşet vericiydi;

7 bin kişi için idam cezası istenmiş, 517 kişiye idam cezası verilmişti…

650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 50 kişi idam edilmiş ve 171 kişi de işkenceden ölmüştü…

Bugün darbenin üzerinden tam 40 yıl geçti ancak 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sağ sol- çatışmasını ve sosyoekonomik karmaşayı bitirmek için uygulansa da, hem rejimin gidişatında hem de sosyo politik ortamda tahribatlar yaratmaktan öteye gidemedi…

Sağcının da solcunun da cezaevlerinde işkence gördüğü 12 Eylül sonrasında, devletin sözde anarşizmi bastırmak için uyguladığı yöntemler bir yandan ayrılıkçı terörü, diğer yandan dinci yapılanmaları da öne çıkartarak, Türkiye’yi 12 Eylül öncesinden çok daha karanlık bir döneme sürüklemekten öteye gitmedi…

Ne kadar tuhaf değil mi; DHKP-C gibi örgütlerin de ortaya çıktığı 12 Eylül sonrasında, PKK gibi onbinlerce insanın ölümüne yol açan ayrılıkçı şiddetin unsurları da palazlandı…

Apocular” adlı grubun 1970’lerin sonlarında başlattığı ayrılıkçı hareket askeri darbenin üzerinden 4 yıl geçmemişken tarihin en büyük terör grubunu ortaya çıkardı ve Türkiye 1984’ten bu yana geçen 36 yıllık sürede PKK terörünün sarsıntısından halen kurtulamadı…

Teröre karşı terör!..

Ne kadar ilginç değil mi, 12 Eylül’ün hemen öncesinde Suriye’ye kaçan Öcalan ve yandaşları PKK gibi tarihin en büyük terör örgütlerinden birini ortaya çıkartırken, bunun tam karşısında, yani örgütü enterne etmek için piyasaya sürülen dinci örgütler de devletin uyguladığı hatalı bir stratejinin ürünüydü…

Devletin PKK’ya karşı helikopterlerden Kur’an ayetleri atmaya başladığı dönemde, İran yanlısı Hizbullah’ın Mardin, Batman, Diyarbakır gibi kentlerde kitabevlerini kullanarak ortaya çıkarılması, bu örgütün en az 500 eylemine rağmen tek militanının yakalanmaması, dönemin MİT başkanı Teoman Koman’ın Hizbullahçıları neredeyse “iyi çocuklar” olarak nitelendirmesi, Türkiye’de laik rejimi hedef alan bir taarruzu da günümüze miras bıraktı…

İşte “İslami Hareket” adlı örgütün ardından palazlanan Hizbullah bir yandan kendi içindeki fraksiyonları temizlerken, diğer yandan da PKK’nın etkin olduğu Diyarbakır, Urfa, Mardin, Hakkari gibi kentlerde Kürt gençlerini katlederken, yıllar sonra da 20 bin kişilik askeri güce ulaşarak Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile 5 polis memurunu şehit edince, 12 Eylül’ün bıraktığı mirasın ne kadar tehlikeli bir hal aldığı bir kez daha ortaya çıktı…

Ve PKK ile mücadele ettikleri iddiasıyla göz yumulan Hizbullah’ın; örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de öldürülmesiyle önemli ölçüde dağıtılması, buradan kaçan militanların önce El Kaide, sonra IŞİD içinde faaliyet göstermesi, bu grupların 15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’daki 4 intihar saldırısında 60’dan fazla yurttaşı öldürmesi ve örgütlerin eylemlerinde 20’den fazla güvenlik görevlisinin şehit olması da 12 Eylül’ün göz yumduğu sahte “Ilımlı İslam” projesinin şiddete dönüşmesinin vahim örnekleriydi…

Evet; 12 Eylül, sadece laik rejimi hedef alan dinci terörü miras bırakmadı… Ne yazık ki daha beteri de vardı…

İhtilal kimi besledi?..

Sağ- sol çatışmasını bitirme hedefi ile yapılan 12 Eylül darbesinin hataları sadece idamların, cezaevindeki işkencelerin ve faili meçhullerin acı sonuçlarını ortaya bırakmadı…

PKK’nın ayrılıkçı şiddeti neredeyse Türk-Kürt çatışması yaratmayı planlarken, dinci terör örgütlerine militan yetiştiren kaçak medreseler, dergahlar, tarikat-cemaat evleri de bir süre sonra laik rejimin önünde devasa bir tehdit haline geldi…

Ne yazık ki 12 Eylül ürünü ANAP’ın Nakşi yöneticilerinin tarikat ve cemaatlere göz yumması, Erbakan’ın iktidarı döneminde tarikat liderlerinin başbakanlık konutunda ağırlanması, diğer yandan da tüm bunlar içerisinde en tehlikeli yapı haline gelen Fethullah Gülen cemaatinin son 10 yıl içerisinde AKP eliyle palazlandırılması da, ihtilal sonrasının rejimin üzerine bir kaos olarak bıraktığı sinsi tezgahın sonuçlarıydı…

Evet; bugün 12 Eylül askeri darbesinin 40. yıl dönümü…

Darbeye gerekçe olan “kardeş kavgası“, yani sağ-sol çatışmasının önlenmesi iddiası ne kadar etkili oldu bilinmez ama askeri müdahale Türkiye’nin demokrasi tarihine sadece faili meçhuller, işkenceler ve idamlar bırakmadı, Atatürk’ün sağlam temeller üzerine kurduğu laik cumhuriyeti hedef alan gerici çetelerinin hegemonyasını da büyüttü…

Ne tuhaf ki, 12 Eylül sonrası palazlanan Fethullahçılar darbe ortamında göstermelik operasyonlarla enterne edilmeye çalışılırken, yıllar sonra kendilerini palazlandıran AKP’ye, yani devlete darbe yapacak kadar da büyütüldüler…

En acısı da, her fırsatta çeşitli kesimlerin laik cumhuriyeti korumasını bekledikleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse üçte birinin 12 Eylül sonrası palazlanan Fethullahçıların müritleri olduğunun ortaya çıkması…

Söyler misiniz; ihtilalden 40 yıl sonra aşağıdaki soru haksız mıydı?

12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?..

Yanıtını biz verelim; Laik cumhuriyete!..

Alıntı: Mehmet Faraç

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | 12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?.. için yorumlar kapalı