Baş eğmek, diz çökmek yakışmaz Türk’e, Adalete doyar girdiğim ülke, Atam, Mete Han’dan ta Atatürk’e, Türk’üm, ecdadımı candan sayarım! Türk olmaktan sonsuz şeref duyarım!
ACI AMA GERÇEK
1860’da Osmanlı Ülkesine Japonya’dan bir ekip inceleme yaparak bir rapor yazmış. Raporda “Bunlar aralarında Fransızca konuşuyorlar, bu devlet dağılır diye raporlarına not düşerler. Şimdi gelen Japonlar da şu anda da İngilizceden dolayı dağılır diyorlar.”
Amerika’daki Türk dernekleri bültenlerini Türkçe olarak yayınlardı. Bu derneklerin birleşerek bir federasyon olmaları sağlandı. Bir zaman sonra Amerika’daki Türk Büyük Elçiliği bu federasyona bundan sonra yazışmalarınızı İngilizce emri verir. Artık toplantılar, konuşmalar, yazışmalar, bültenler İngilizce yapılır.
Yine Almanya’da Nasrettin Hoca Haftası dolayısıyla bir kutlama yapılır. O.D.T.Ü’ den
bir, iki genç profesör ile Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, T.C. Konsolosu, Türk katılımcılar, dinleyiciler ve bir de Japon Türkiyatçı bir kadın bulunmaktadır. Japon Türkiyatçı kürsüde Nasrettin Hoca’yı Türkçe anlatmaktadır. Öndeki Baş Konsolos mosmor olur ve kadının yanına yaklaşır, “ İngilizce anlatınız” der. Kadın afallar, şaşırır. Gel de, Türk dinleyicilere Nasrettin Hoca’yı İngilizce anlat, hem de Almanya’da diye düşünür. Kadın isteksiz ve tereddütlü İngilizce konuşmaya başlar. Nasrettin Hoca’nın hikâyesini anlatmayı sıra gelince Japon nezaketine rağmen kızarak “Yahu Nasrettin Hoca hikâyesi İngilizce anlatılır mı? Diyerek Türkçe olarak anlatmaya devam eder. Baş Konsolos kahrolur. O.D.T.Ü’den gelenler ise İngilizce konuşma yaparlar.
Türkiye, Habur sınır kapısını açık tutarak ve Kuzey Irak’ı inşa ederek, Kerkük petrollerinin Barzani’nin denetimine girmesine ses çıkarmayarak Barzani’ye kardeşin kardeşe yapmayacağını yapmaktadır. Türkiye, Barzani’den bu dostluğun karşılığını almakta mıdır? PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırıları Barzani’nin “benim bölgem” dediği Kuzey Irak’ın Türkiye sınırındaki 5-25 kilometre derinliğindeki bir alandan kaynaklanmaktadır.
Eğer Barzani, Kandil ve diğer PKK kamplarının ulaşım, silah, ilaç ve gıda ihtiyacını keser ise PKK’nın Kuzey Irak’ta barında şansı yoktur. Şimdi bu soruların cevabını arayalım.
1) Barzani, bu kamplara karşı her hangi bir askeri harekatta bulunmakta, bu kamplardan Türkiye’ye saldırı olmasını engellemeye çalışmakta mıdır? Hayır. 2) Barzani bu kamplara lojistik destek gitmesini engellemeye çalışmakta mıdır? Hayır.
3) Barzani Kandil ile bu kamplar arasındaki iletişimi kırmaya çalışmakta mıdır? Hayır.
4) Barzani Kandil’in cephane, silah, gıda ve ilaç desteğini kesmeye çalışmakta mıdır? Hayır.
5) Barzani, PKK’ya silah ve cephane satmakta mıdır? Evet, KDP, PKK’ya Rusya’dan temin ettiği silahları üzerine kâr payı koyarak satar.
6) Barzani, PKK’ya gıda satar mı? Evet. Barzani, PKK kamplarının bütün gıda ihtiyacını parası karşılığında karşılar. PKK’ya dinamit ve diğer patlayıcı maddeler, el bombaları da Barzani tarafından temin edilir. Barzani, PKK’lıları Hakkari kırsalında kışın terör eylemi yapabilmeleri için kışlık kamuflaj kıyafetleri temin etmektedir.
7) Barzani, PKK’nın hastane malzemesi ve ilaç ihtiyacını karşılar mı? Evet. Barzani PKK’nın bütün hastane malzemeleri ve ilaç ihtiyacını karşılamaktadır. Örneğin Kuzey Irak’ta Çemço bölgesinde Seedan Köyü yakınlarındaki mağaranın içindeki PKK’ya ait hastanenin bütün malzeme ihtiyacı KDP tarafından karşılanmaktadır. Yaralı PKK’lılar, KDP’ye ait araçlarla KDP’nin Mahmur, Zaho ve Kerkük’teki hastanelerinden tedavi görür.
Barzani bütün bu yardımları karşılığında PKK’dan 20-25 milyon dolarlık bir ödeme almaktadır. Bütün bu bilgiler ve daha fazlası Türk Devletinin bilgisi dahilindedir. Buna rağmen RTE, AKP’nin Genel Kurulu’na Barzani’yi dost diye davet etmiştir. Dışişleri Bakanı tarafından da Mesut Ağabey diyerek kucaklanan Barzani, Türk askerine, polisine, korucusuna ve vatandaşlarına karşı sıkılan her kurşunu temin edilmektedir. Türkiye, Barzani bölgesini inşa ederken, Mesut Barzani, Büyük Kürdistan Projesi’nin Türkiye ayağında PKK’yı Türkiye’yi yıpratmak, hırpalamak, yormak ve teslim almak amacı ile yıllardan buyana kullanmaktadır. Mesut Barzani bu amacına büyük ölçüde ulaşmıştır. 1 Eylül 2013’te Başbakan Erdoğan’ın PKK ile müzakereler çerçevesinde oluşturulan bir “demokrasi paketi” açıklayacağı ifade edilmektedir. Paketin içeriği ile ilgili yapılan açıklamalardan paketin içinde PKK’ya verilen tavizlerin üzerinin türban ile örtülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Ancak üstü ne ile örtülmeye çalışılır ise çalışılsın, Türk Milleti yıpranacak, Barzani Büyük Kürdistan hedefine yaklaşacaktır.
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=27825
* Merhamet her vakit intikamdan daha asildir. Yiğitlik intikam almakta değil, tahammül göstermektedir.
* Olacaksan ya uçurum ol ya dağ, ne içine düşebilsinler ölümü göze almadan, ne tepene çıkabilsinler…
* Yanlış insanlara iyi ki varsın dedik. Hüznümüz ondandır.
* Uzak ve imkânsız gözüken bir yer, bir anda yakın ve mümkün olabilir.
* Sizdeki üç şeyi görebilen insanlara güvenin. Gülüşünüzün arkasındaki kederi, öfkenizin ardındaki sevgiyi, sessizliğinizin ardındaki nedeni…
* Bugünkü aklım olsaydı dün yaptıklarımı yapmazdım.
Ama dün yaptıklarımı yapmasaydım bugünkü aklım olmazdı.
* Kötü bir haberim var. Bugün iyi niyetimin son kullanma tarihiydi. Artık her şey adamına göre…
* Her geminin tek kaptanı olur. Gerisi mürettebattır. Her kalbin de tek sahibi olur. Gerisi teferruattır.
* “Sana ihtiyacım var” dediğiniz kişi; “niçin” diyorsa gelmez. “Ne zaman” diyorsa gönülsüz gelir. “Neredesin” diyorsa mutlaka gelir…
* Aslında bazen hayatına girenleri düşünmeyi bir kenara bırakıp kimlerin çıkması gerektiğini düşünmek gerek. İnsanlar onlar için ne yaptığınızı anlamazlar… Siz yapmayı bırakana kadar…
* Mutlu olamıyoruz çünkü başkalarına verdiğimiz değeri kendimize vermiyoruz…
ABD’nin “uluslararası hukuk ve insan hakları” konusunda “sorumluluktan kaçmamaya” karar verdiğinde yaptıklarını “kısaca” hatırlatayım, “ahlaki” hükmü size bırakayım:
* 1953: “Ülkesinin petrollerini millileştirmek” gibi küresel bir suç(!) işleyen Muhammed Musaddık Theodore Roosevelt’in yeğeni CIA Orta Doğu Şefi Kermit Roosevelt’in yönettiği “Ajax Operasyonu”yla son derece “uluslararası hukuk”a uygun şekilde “vatana ihanet”le suçlandı ve ölümüne kadar hapsedildi…
* 1978: CIA eliyle kurulan SAVAK, meydanlara dökülen yüzlerce İranlıyı, yine son derece “uluslararası hukuk”a ve “insan haklarına” uygun şekilde demokratik demokratik öldürdü…
* Aynı yıl: ABD’nin Büyük İngiliz Oyunu’ndan devşirdiği “Carter Doktrini” çerçevesinde oluşturulan “kriz yayı” o denli “hak ve hukuk” yanlısı idi ki, Orta Doğu’yu “ABD ileri karakoluna” çevirdi. Sırf İran’da bir günde 165 kişi idam edildi, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Meclis Üyeleri de dahil yine sırf İran’da 10 bin kişi hayatını kaybetti. “Basra Körfezi bölgesinde kontrol sağlamak için başka bir dış gücün her girişimi ABD’nin hayati çıkarlarına saldırı olarak anlaşılacak ve askeri güç kullanımı dahil her yolla püskürtülecekti” ama yanlış anlamayın sırf “uluslararası hukuk” ve “insan hakları” nı korumak için yani!
***
* 1993, 1996, 1998, 2001: ABD Irak’a karşı “insan hakları”nı “havadan” korumaya karar verdi; “uluslararası hukuk”a uygun şekilde -masumları ayırt edici sensörleri vardı kullandıkları toplu imha silahlarının demek ki- bomba yağdırdı…
* 2003: “Ahlaki sorumluluk” alanını genişletip havadan sonra karadan da “insan hakları” ve “uluslararası hukuk” aşkına üzerine düşeni yerine getirdi: Milyonlarca ölü, milyonlarca sakat, milyonlarca göçmen, milyonlarca öksüz, binlerce tutsak…
* ABD’nin 5 yılda 2 trilyon dolar harcadığı Irak ve Afganistan’da doğan bebeklerin yarıya yakını hâlâ yetersiz beslenme ve kullanılan kimyasallardan kaynaklanan hastalıklar sebebiyle ölümle burun buruna, çocukların çoğu için okul hâlâ hayal, bebekler hâlâ ölüyor ama olsun “insan hakları” dimdik ayakta!
* Eski iş birlikçisi Saddam Hüseyin, hakkındaki davalardan bir kısmı sürerken, karar beklenmeden idam edildi; aklımız ermez “uluslararası hukuk” başka bir şey, vardır bir bildiği tabii!
* Amerikan paralı askerlerinden kurulu Blackwater’ın saldırılarında ölenlerin cesetlerinin hemen hepsinde sarı renkte sıvı tespit edildi; kimyasal olacak değil ya canııım, vücutlarını kaplayan o irini andıran şey kesin Iraklı kanıydı. “Beyaz adam”ınkiyle aynı renk olmayacak elbette Orta Doğulunun kanı!
* 2004: Felluce’de yüzlerce kadın ve çocuğa “ahlaki sorumlulukları” gereği tecavüz etti Amerikan askerleri.
***
* CIA, “uluslararası hukuk”a katkı sağlamak adına Afganistan’daki eroin üretiminin başındaki Gulbeddin Hikmetyar liderliğindeki “Mücahidin” koalisyonuna 3.5 milyar dolar verdi!
* Pakistan’da Ziya-ül Hak, uçağına yerleştirilen sinir gazı muhtevalı mangoların patlatıldığı “hukuki” suikastla “demokratik yollardan” etkisizleştirildi.
* 1967: Saygon’da başlatılan Fenix Operasyonu kapsamında 60 bin sivil gayet “insani” biçimde katledildi.
* My Lai’de 504 Vietnamlı süngülenerek, ırzlarına geçilerek, diri diri yakılarak “insan hakları”nı zinhar çiğnememeye özen gösterilen bir vahşetin kurbanı oldu.
* Yarbay Gerald Morse’un “327 ölü istiyorum” emri aslında sadece “Tiger Force” film repliklerindendi, hiç yaşanmadı!
* Üzerine 100 bin ton bomba yağdırılan Kamboçya’da toprağı halı gibi örten (carpet bombing) bombalar iç dekorasyon malzemesiydi, zinhar “uluslararası hukuk”a aykırı bir “soykırım” suçu yoktu.
* Hele ki o 90 bin insanın öldüğü Hiroşima, 74 bin kişinin hayatını kaybettiği Nagazaki yok mu, atom bombası kullanmak bütün “uluslararası hukuk” kitaplarına göre ABD’ye haktı!
* ABD eliyle kurulan cunta, Guatemala’da 140 bin insanı napalm bombalarıyla toplu halde yaktı. Hayatta kalanlar açlıktan ölsün diye tarlaları, mahsülleri yağmalandı, direnen köylülerin tırnak aralarına bomba parçaları yerleştirildi ki “insan hakları”nın kıymetini bilsinler!
Yugoslavya’yı, Küba’yı, Şili’yi, Hawai’yi, 70 milyon Kızılderili’ye uyguladıkları “hak ve hukuk”u, 1977’den 1981’e kadar “Yeşil Kuşak” belasına kanına girdikleri evlatlarınızı, evlatlarımızı söylemiyorum bile…
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=27934
Bir Türk, bir Fransız, bir de İngiliz trenle yolculuk ediyorlarmış. Trende ki odaları sıcaklaşınca Fransız pencereyi açmış ve içeri bir tane sinek girmiş,Fransız hünerini göstermek için kılıcını çektiğiyle sineğe bir tane vurmuş ve sinek ortadan ikiye ayrılmış diğerleri hayretle bakarken,Fransız cebinden kartvizit çıkartmış ve İngiliz’le bizim Türk’e vermiş, kartvizitte” Fransa’nın en iyi kılıç ustası” yazıyormuş. Bunu gören İngiliz hemen pencereyi açmış ve içeri bir tane daha sinek girmiş. Hemen okunu çekmiş bir fırlatmış sinek duvara yapışmış, cebinden kartvizitini çıkartmış “İngiltere’nin en usta okçusu”.Tabi Türk altta kalır mı? Hemen pencereyi açmış içeri bir tane daha sinek girmiş bizim Türk cebinden bıçağı çıkarttığı gibi sineğe fırlatmış, sinek yere düşmüş ve vızıldayarak birkaç kez dönmüş, az sonra yerden kalkmış, uçmuş. Bunu gören İngiliz’le, Fransız basmış kahkahayı. Bizim Türk cebinden kartvizitini çıkartmış ve İngiliz’le Fransız’a vermiş. “fenni sünnetçi Remzi”
AJAX… İran petrollerini millîleştirdiği için devrilmesi gereken Musaddık’a CIA ve MI-6 ortaklığında yapılan operasyonun adı… İran’ın iki yıl önce iktidara gelen 73 yaşındaki hasta ama bir o kadar vatansever ve milliyetçi Başbakanı darbeyle devrilecek, dünyada topraklarından petrol çıkıp da bu serveti kendi halkına paylaştırmayı aklından geçiren rejimlere güçlü bir mesaj verilecekti…
19 Ağustos 1953’te Başbakan Musaddık’ı devirerek, petrolün millileştirilmesini durduran bu darbe, operasyonda görev alan bir çok ajanın yazdığı kitaplara, bazı filmlere konu olmuş, yıllar sonra Madeleine Albrigth, Clinton ve son olarak Obama tarafından bu darbedeki ‘Amerikan rolü’ bir nevi itiraf edilmişti… Son nokta, geçtiğimiz hafta Ulusal Güvenlik Arşivi’nin internet sitesinde, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası çerçevesinde yayınlanan belgeyle kondu… Buna göre CIA, Musaddık’ın Başbakanlığındaki Ulusal Cephe hükûmetinin devrilmesine yol açan askerî darbeyi düzenlediğini, bunu ABD dış politikası çerçevesinde yaptığını kabul etti…
20. yüzyılın başından itibaren İran petrolleri, İngiliz petrol şirketi Anglo-Iranian Oil Company’nin tekelindeydi… Bu şirket bugünkü BP’nin atasıydı… 1951’deki seçimlerden zaferle çıkan Musaddık, 1952’de İran petrollerini millîleştirdi… İran halkı, özellikle milliyetçiler bu hamleye büyük destek verdi… Komünist TUDEH de Ulusal Cephe Hükûmeti’nin yanındaydı… Ama bu hamle, dürüstlüğüyle bilinen, maaş almayan, hediye kabul etmeyen Musaddık için sonun başlangıcıydı…
Önce Musaddık hükûmetini ekonomik alanda sıkıştırmak için uluslararası bankacılık sistemi ‘malî boykot’ başlattı… Bunu İran petrollerinin uluslararası pazarını kapatma ile İran ekonomisini daraltma aşamaları takip etti ve halkın hükûmete tepki koyması için uygun zemin oluşturuldu… Millîleştirilen petrol şirketlerindeki teknik elemanları çekme/kaçırma olayları ve petrol tesislerine yönelik sabotajlar birbirini takip etmeye başladı…
Sonra CIA’nın klasik yöntemleri devreye girdi!.. Uluslararası ve ulusal medya kullanılarak yapılacak güçlü bir propaganda, ‘meşru zemin’ oluşturmanın ilk şartıydı… Şah Rıza Pehlevî’yle işbirliği yapmak, Meclis üyelerine, üst düzey askerlere ve sokak gösterilerini organize etmeleri için bazı mollalara para dağıtmak gibi eylemler sonuç verecekti…
Bir anda patlayan sokak gösterilerinde 500’e yakın insan öldü… Artık darbe için şartlar olgunlaşmıştı… Başta ‘Nazi iş birlikçiliği’nden sicilli Zahidî olmak üzere satın alınmış generaller darbeyi yapacak, Musaddık ve çalışma arkadaşları tutuklanacak, üç gün önce kaçan Şah, 19 Ağustos 1953’te İran’a geri dönecekti… Ve halkının refahı için çalışan Musaddık, ‘vatana ihanet’ten yargılanıp, üç yıl hücrede tutulduktan sonra geçtiği ev hapsindeyken hayata gözlerini yumacaktı…
Darbeyle İran petrolleri İran halkının elinden ‘kurtarılmış’tı!.. Ama Anglo-Iranian Oil Company ‘tekel’ değildi, operasyon ortakları petrolün de ortaklarıydı artık, Socony Mobil’den Royal Dutch Shell’e kadar… Musaddık tarafından millîleştirildikten sonra İran Millî Petrol Şirketi’ne dönüşen isme, darbeciler de dokunmamış, fakat İran’ın petroldeki payı nispeten artmakla birlikte, yapı yine uluslararası petrol şebekelerinin kontrolündeydi ve bu durum 1979’a dek sürecekti…
1973’te Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la görüşmek üzere geldiği Ankara’da otel odasında şüpheli bir ölümle hayatı son bulan yazar Raif Karadağ, petrol ve uluslararası egemen siyaset arasındaki kirli ilişkileri kaleme aldığı tarihî eseri Petrol Fırtınası’nda bugün daha net ortaya çıkan gerçekleri yazmıştı aslında… CIA 60 yıl sonra kabul ediyor darbeyi organize ettiğini…
Ajax… Darbecilerin ‘halk ayaklanması, sokak gösterileri ve karşılıklı çatışmalar’ organize ederek, doymak bilmeyen sömürgeciliklerine yeni kapılar açmalarına tipik bir örnek olan Musaddık operasyonuna verdikleri isim, Truva’yı işgale giden Akha ordusunun güçlü karakteri…
Ve Orta Doğu… Ancak 60 yıl sonra resmen itiraf edilen müdahalelerin ezik coğrafyası…
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=27915
Süslediler yalan yanlış meydanı
Dalkavuklar sarmış sağ, sol, dört yanı
Haksızlığın, yolsuzluğun sultanı
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Sakın kapılmayın kararsızlığa
Çare bulur hemen parasızlığa
Son vermediler şu pervasızlığa
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Bitmez sayenizde gam ile keder
Milleti canından, malından eder
Her gelen heybeyi doldurur gider
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Aynı haller namerdinde, merdinde
Alışkanlık toplumun her ferdinde
Gelenler köşeyi dönme derdinde
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Millet “ak” diyorsa onlar “kara” der
Düşürmeyin sakın bizi dara der
“Hizmet şöyle dursun derdim para der”
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Açık vermiş hesapları tutmamış
Müdürüne kanunu okutmamış
“Depozito” demiş millet yutmamış
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Vatandaş diyor ki olmaz bu paha
Mahkemeye koştuk yine bir daha
Sabır için dua ettik Allah’a (cc)
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
Bir kez adaletle tokuşmadılar
Doğruyla göz göze bakışmadılar
Reislik şanına yakışmadılar
Çağdaşlaşamadı bizim reisler!
14.11.1991
KOAH’dan (Kronik Tıkayıcı Akciğer Hastalığı) ölümler Türkiye’de 3. sırada
KOAH’ta olguların yüzde 85’inin nedeni sigaradan kaynaklanıyor. 20 yılda günde bir paket ya da 10 yıl günde 2 paket içenlerin KOAH’a yakalanma riski ise oldukça yüksek
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ayşegül Karalezli, Kronik Tıkayıcı Akciğer Hastalığı’nın (KOAH) akciğerlerdeki hava yollarının daralmasına bağlı soluk alıp verme sırasında hava akımının kısıtlanması ile kendini gösteren, sadece akciğerleri değil tüm vücudu etkileyen sistemik bir rahatsızlık olduğunu söyledi.
Yüzde 163 arttı
Karalezli, KOAH’dan ölümlerin dünyada tüm ölümler arasında 4., Türkiye’de ise 3. sırada yer aldığını, birçok hastalığın son 20-30 yılda önemli ölçüde azalırken KOAH’da yüzde 163 artış gerçekleştiğini dile getirdi. Doçent Dr. Ayşegül Karalezli şöyle devam etti: “20 yıl günde bir paket ya da 10 yıl günde 2 paket içenlerin KOAH’a yakalanma riski oldukça yüksektir. Pasif sigara içimi KOAH gelişme riskini artırır. Haftada 40 saatten fazla ve 5 yıl süreyle pasif sigara içimi ile KOAH oranının yüzde 50 arttığı tespit edilmiştir.”