
Kızgın yanardağlar gibi alevim
Kutsal değerlerle beslenen devim İnsanlık, adalet benim görevim Tarihte örneği yeterince bol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Kara cahil kısrağını küstürüp Baharlardan güzel hava estirip Gel gönlümün zincirini kestirip Hürriyet, hürriyet, irademe dol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Hiç güzel hislere dalamıyorum Kendimi huzura salamıyorum Şaşırdım yolumu bulamıyorum Edepsiz medyanın saçlarını yol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Saptırmayın yanlış yola siz beni Sevgilerle dolu tutun gündemi Arsızlık azıya almadan gemi Düşün, çalış, sen de gayret et, bol bol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Gövdemi bir adım sürüyemem ki, Düşüncemi boşa kürüyemem ki, Göremem, tutamam, yürüyemem ki, Haydi, bir el uzat yahut ta bir kol! Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Dillerde hep “eğerlerle, meğerler” Tefeciye düşmüş millî değerler Vatan kokusuyla dolsun ciğerler Vatana sahip çık, ne demek sağ, sol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol! Yeter artık deyip ayılmak için Şu dünya yüzüne yayılmak için Asırlar boyunca sayılmak için Bulmalısın elbet hakiki bir yol Gözlerim, ellerim, ayaklarım ol!
Necip Türk milleti, bu medyayla senin işin gerçekten çok zor. Senin pirinçleri ayıklaman pösteki (kesilen hayvan derisi) tüylerini saymaya benziyor.(K.Ş.)
Yeniçağ gazetesinden Muhsin Küçük günümüz medyasının yaptıklarından bir kısmını şöyle dile getiriyor.(
Meselâ Nâzım Hikmet’in Türkiye’den Rusya’ya kaçarak orada ölmesi, onlara göre Türkiye Cumhûriyeti için bir yüz karasıdır, fakat İstiklâl Marşımızın şâiri Mehmet Akif’in Mısır’a gitmek mecbûriyetini duyması ve orada on bir yıl yaşamış olması gurbet romantizmine düşkünlüğündendir!
Meselâ gazeteci ve Milliyet gazetesinin başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi bu devlet ve toplum için bir nâmus lekesidir fakat Ortadoğu gazetesinin milliyetçi-ülkücü başyazarı İsmail Gerçeksöz’ün öldürülmesi sıradan bir cinâyettir. Abdi İpekçi onlarca caddeye, parka, spor salonuna adı verilerek mânen yaşatılması gereken çok önemli bir kişidir, İsmail Gerçeksöz ise ölüm yıl dönümlerinde bile adını anmaya değmez, sıradan(!) biridir!
Meselâ Türk milliyetçisi Avukat Kemal Kerinçsiz’in beş yıldır içeride olması hukuk devleti olmanın gereğidir fakat KCK’lı avukatların tutuklu olarak yargılanmaları insan hakları ihlâlidir!
Sâhip çıktıklarını hepsi de gerçekten seviyor olsalar bâri!
Çoğunun yaptığı, hesapları ve menfaatleri gereğince maktûl ve mağdur sömürücülüğünden ibâret.
*“İnsanlık, cehaletin sakin vadisinde mesut yaşıyordu.” H. Willem Van Loon
*“Arûs-ı devleti nâdâna akd eyler felek ammâ//Eger bin cân ile dânâ ederse rağbet el vermez.” Divan şairi Zuhûrî
(Anlamı:“Felek, mutluluk gelinini cahile nikâhlar, ama onu bin can ile bilgin istese, vermez.”)
* “Çocuklarım; size emrediyorum; kumandaya itaat edin ve üzerime kurşun sıkınız! Yalnız çehreme hürmet gösteriniz” . Kendisine ateş edemeyen askeri müfrezeye seslenişi ve böylece kurşuna dizilmiştir. Napolyon’un mareşallerinden Ney
* “Alçaklıkla zor kullanma arasında bir seçme yapmak gerekirse, zor kullanmayı seçin, derim… Benim beslediğim sakin cesaret, öldürmeden ölmek cesaretidir… Şerefsizliğine alçakça seyirci kalmaktansa, Hindistan’ın şerefini korumak için silaha sarılmasını yeğlerim elbet.” Gandhi
* “Darağacına gururla, korkusuz ve sizi aşağılayarak çıkıyorum. Ölümüm kızgın bir alev gibi daha bir çok yüreği ateşleyecek. Muzaffer olarak ölüyorum. Ölümüm zaferimdir.” Ukraynalı anarşist Matrena Prisiazhuik
* Boş kaplar çok ses çıkarır. “Susmak bazen en güzel şiirden daha manalıdır.” Adülhak Hamid
İstanbul’a gelen bir köylü, kuyumcu dükkânının önünde durmuş, vitrinini inceliyormuş. Kuyumcu biraz da köylünün kıyafetinden dolayı aşağılayarak:
─ Ne bakıyorsun öyle hemşerim? Demiş.
─ Hiç. Sizin dükkânda ne sattığınızı merak ettim. Adam alay edercesine cevap verir:
─ Biz eşek kafası satıyoruz.
Adam:
─Allah versin. İşleriniz iyi gidiyora benziyor.
Kuyumcu:
─Nereden bildin iyi gittiğini?
Adam cevaplar:
─Baksana, koskoca dükkânda seninkinden başka kalmamış da ondan!
Yıl 1936, aylardan da kasımdır. 136 deveden oluşan bir kervan, yükünü Antalya’dan alarak yola çıkmıştı; Konya’ya doğru yol alıyordu.
Kızılay’ın Adana Yedinci İmdat Ekibi’nin kervanıydı. Çadır, yatak, yorgan, giyecek ve un, Konya’daki depolara ulaştırılacaktı. Develere yüklenmiş denklerin üzerinde “Türkiye Kızılay Cemiyeti” yazılıydı, cemiyetin sembolü kırmızı ay işareti de vardı.
Torosları aşmaya çalışırlarken birkaç el silah sesi duyuldu. Yüze yakın atlı eşkıya, ellerinde silahları olduğu halde kervanı çevirmişlerdi. Eşkıya başı öne doğru çıkıp sorar:
-Nereden geliyorsunuz?
Ona ekip başı cevap verir:
-Antalya’dan geliyoruz.
-Yolculuk nereye?
-Konya’ya…
-Yükünüzde ne var?
Eşkıya başı, cevap almaya gerek görmeden develerden birine yanaşır.
Elde edecekleri ganimeti çok merak ediyordu. Deveye yüklü dengin üzerindeki kırmızı ay resmini görünce duraklar.
Okuma yazması yoktu ama Kızılay’ın sembolünü tanımıştır.
Adamlarına döndü, bağırır.
-Silahlarınızı indirin. Bu, tüccar malı değil, Kızılay Cemiyeti’nin malı. Kızılay’ın malına dokunulmaz. Yürüyün, gidiyoruz, der
Atını tepeye, ağaçların arasına doğru sürer. Arkasından adamları da giderler ve gözden kaybolurlar.
Kervan, yoluna devam eder.
(Eğitimci yazar Hasan Kallimci, “Ben bu tarihî hatırayı, Dr. Orhan Yeniaras’ın yazdığı, İstanbul’da basılan Kızılay Tarihine Giriş adlı kitabından aldım” diyor ve ekliyor:
“Bu nasıl eşkıyalıktır?” diyenler, inanmazlarsa o kitabı temin ederek bakabilirler.
İnanmamakta da haklıdırlar, çünkü öyle bir zaman içindeyiz ki, 1936 yılının eşkıyasını bile arar olduk…)
Sıra, sıra dertler bitmez ağrısı
Hani, nerde mutluluğun çağrısı
Birçoğunu adam sandım doğrusu
Utanan, sıkılan yüz bulamadım
Tüm vicdanlar birer, birer bağlanmış
Para ile makam, mevki sağlanmış
Türk’e sahip çıkan gözler bağlanmış
Gerçekleri gören göz bulamadım
Aç kaldım, süründüm, verdim hep destek
Bencillikten başka görmedim istek
Her zamanı inceleyince tek, tek
Hiç doğrudan yana söz bulamadım
Kan sülüklerini vatandan sürdüm
Cumhuriyet kozasını ben ördüm
Pek çok kafaları bağımlı gördüm
Hiç birinde asil öz bulamadım
Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesine bağlı Kazan köyüne atanmıştı… Mutluydu, hem öğretmenliği çok seviyordu hem de çok istediği Doğu’ya gidip çocuklara ders verme hayali gerçekleşmişti…
Görev yerinde iki gün kaldıktan sonra evini götürmek için memleketine geri geldi… Eşine “İsterseniz siz gelmeyin. Orada şartlar zor, köyde su yok, lojmana tamirat lâzım” dedi… Ama eşi kabul etmedi, “Sait sen neredeysen, ben ve kızım yanındayız” cevabını verdi… Gittiler, şartlar zor olsa da mutluydular…
29 Eylül 1994 akşamı, yemeklerini yemişler, kızlarıyla oynuyorlardı… Köyde su olmadığı için pis sulardan dolayı tifoya yakalanan Aklime Hanım aynı zamanda hamileydi… İlaç kullandığından ayakta duramadığı için, Sait öğretmen eşinden ve kızından yatmalarını istedi…
Aklime Hanım uykudayken kapının çok sert vurulduğunu duydu ve kalktı… Kapıyı açan eşinin karşısında, ellerinde telsizler de bulunan silahlı iki kişi vardı… İçeri girip oturdular… Aklime Hanım “Adamlar kızımızı görünce bize bir şey yapmazlar” düşüncesiyle kızını uykusundan kaldırıp tuvalete götürdü…
Silahlı kişiler Sait öğretmene “Bizi kapıya kadar geçirir misin?” dediler… Öğretmen ve eşi balkona çıkınca, adamlar “Dışarının lambasını söndürün, evinizden çıktığımızı kimse görmesin” diye seslendiler… Kapılarındaki köpeğin kendilerini ısırmaması için ona ekmek vermelerini söylediler… Ardından “Hoca gel, sana da bir şey diyeceğiz” diyerek öğretmeni çağırdılar…
Hanımın hiç aklına gelmemişti iyi kalpli eşini öldürecekleri… Birden kurşun seslerini ve o sesleri takip eden eşinin “Aklime” diye bağırışını duydu… Yerde can çekişen eşine doğru koşup ona sarıldı ve “Beni de öldürün” diye haykırdı… Ortalıkta kimse kalmamıştı, Sait öğretmen o hâliyle “Korkma, ben yaşıyorum” dercesine hanımına işaret yapıyordu…
Aklime Hanım başındaki yazmayı eşinin sağ göğsüne bastırıyordu kanamayı durdurmak için… Bir yandan “Ölme ne olur, çocuğunu gör” diye bağırırken, diğer yandan Azrail gelmesin diye Allah’a yalvarıyordu…
Birden eve döndü, el fenerini aldı ve yardım istemek için köye koştu… Kimse kapısını açmıyor, yardım etmiyordu… Köylüler onu kovuyorlar, “Git, başımıza belâ mısın?” diyorlardı… Eşinin yanına geri döndüğünde kızı “Ne oldu anne, neden bağırıyorsun?” diye soruyor, o tekrar köye yardım istemeye gittiğinde zavallı kızı koşup eve giriyordu…
Çaresizlik içinde çırpınıyor, köylülere “Köyün erkekleri gençleri korkuyorsa, bari kadınlar yardım etsin” diye yalvarırken, kadınlara zarar vermezler diye düşünüyordu… “Bana bir şey yapmadılar, size de yapmazlar” diyor ve onların çocuklarına eğitim amacıyla burada bulunan eşi için “Bari bir at arabası verin, eşimi şehire tedaviye götüreyim” şeklinde adeta yakarıyordu…
Baktı ki kimse yardım etmeyecek, ağır yaralı eşinin yanına döndü… Başını dizinin üzerine koydu… Onun can vermek üzere olduğunu görünce dudaklarını suyla ıslattı, kelime-i şehadet getirtti… Başının altına bir minder koydu, üstünü örttü…
En sonunda köy muhtarının kardeşi geldi ve “Ölmüş kızım, kalk gidelim bize” dedi… Teröristlerin geri gelip, kendisine ve kızına kötülük yapmalarından korktuğu için muhtarın kardeşinin evine sığındı… Şu satırlar Aklime Korkmaz’ın Gökkubbe’ye yazdığı mektuptan: “Evimizin köye uzak olmasından başka, aramızda bir de dere vardı. Dörtbuçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömüldüm, köylülerden yardım istedim. Ben ki köylülerin vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler feryadımdan korkup kaçıyorlardı.”
Sait öğretmen şehit oldu, eşi Aklime Hanım ise iki evlâdı için yaşıyor… Bu ülkede öğretmenler katledildi… Silahsız ve savunmasızlardı… Kimisi bayrak direğine Türk bayrağını çekmekte ısrar ettiği için o direğe asıldı, kimisi öğrencilerinin önünde vuruldu, kimisi telle boğuldu… Diyarbakır Hantepe’de lojmanlarından alınıp katledilen dört öğretmenden ikisi yeni nişanlanmıştı…
*Servet Avcı Yeniçağ
Şu anda benim gibi bütün vatandaşların dişlerini gıcırdatmakta olduklarını seziyorum. Yıllardır “Roj TV”nin yayınından rahtsızlığımızı dile getiriyor ve yayına müsaade eden ülkelere kızıyorduk. Ülkemizdeki mevcut TV yayınları da bu günlerde adeta BDP’nin, onun uzantısı KCK’nın ve hatta terör örgütünün reklamını yapıyorlar Onlarsız haber programı seyredemez olduk. Uluslar arası suç şebekesinin üst düzey yetkililerinin, Avrupa’da ve dünyanın her yerinde krallar gibi gezdiklerini, hayatlarına devam ettiklerini, hiçbir yayın kuruluşu bunları vermiyor. Medyanın da desteğiyle terör örgütü elebaşının “namaz kıldığından, barış meleği” olduğundan dem vuruluyor. 12 Eylül öncesinde terörden tutuklananlara “İşkence yapıldığından, işkenceye uğrayanların da dağa çıkmak zorunda kaldığından bahsediliyor. Sanki birileri emir “almış gibi” doludizgin teröristlerin af edilmesi ile ilgili olarak af propagandası yapıyor. Hatta Cuma vaazında bile affın nimetlerinden bahsediliyor. Bütün bunlar tesadüf müdür sizce… Oysa “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır “ güzel sözü ise hiç kimsenin aklına bile gelmiyor.
12 Eylül öncesinde “haklara özgürlük, ala rızgari, biji rızgari, vb. diyenlere karşı bu vatanın bölünmemesi, Türk bayrağının gönderde dalgalanması, İstiklâl Marşı’nın söylenmesi için canını ortaya koyan yiğitler hiç ama hiç hatırlanmıyor. Onlara yapılan işkencelerden hiç bahsedilmiyor. Bu vicdanlar, nasıl vicdan? Bu yüzler, nasıl yüz? Ismarlama mıdır yoksa?
Hiç eylem yapmamış, Teröristler haricinde kimseyi öldürmemiş, ama terörle ölümüne mücadele etmiş generalleri, subayları, erleri “terörist” olarak gösterirken, gerçek teröristler ise masum gösterilmeye çalışılıyor.
Türkiye’ye zarar veren terör örgütünün uluslar arası bir terör örgütü olduğu bilindiği halde her ne hikmetse destek verenlere ses edemiyoruz. Ancak bütün özel ve resmi kurum ve kuruluşların ileri gelenlerini hazır ol vaziyetinde sıraya diziyor, fırçalıyoruz. İleri demokrasimiz(!) sağ olsun!
Sanki bir yerlerde bir şeyler planlanıyor, sonra uygulanıyor, bizler de “AA… AAAAA!” diye seyretmek zorunda bırakılıyoruz.
Necip Türk Milleti niyetiniz güzel, hakça olsun, ideallerinizin ışığı hiç sönmesin! Hakkımızda hayırlısı olsun. Hoşça kalın.
Bildiğimiz “Yani’ye” birde “Kâni” dediler…
Kürtleri öldürünce nerde, hani? Dediler…
Bebekleri katletti o an “cani” dediler…
Büyüğümüz(!) açıkladı. Namaz bile kılarmış…
Şimdi “barış meleği”, o bir fani dediler…
YASAKLARI KALKAN 67 KİTAP, 16 YAYIN
Polisin, yasak olmaya devam etmesini istediği ancak yasaklarının kalktığı kitaplar şunlar:
Komünist Manifesto (1968), Mahir Çayan Toplu Yazılar (1978), Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi – Abdullah Öcalan (1999), 12 Eylül Faşizmi PKK Direnişi – Abdullah Öcalan (1996), Barışa Doğru Roma Konuşmaları – Abdullah Öcalan 1996Dersim Türküleri (1993), Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi – İsmail Beşikçi (1992), Mamak Zulüm Kalesi – Zihni Açba (1991), Devrimci Saflarda Proletaryanın Demokrasi Anlayışını Egemen Kılma (1980), Devrimciler Ne İçin Savaşıyor (1981), Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Gençlik Seçmeler (1978), Enternasyonalist Son Kavga (1992), Kaldıraç – 5 sayı (1994-95), Özgür Yılmaz Güney – Şeyhmus Güzel (1996), Sosyalizmin İki Ruhu (1999), TİİKP Davası Savunma (1974), TİİKP Savunmasında Köylü Meselesi (1974), TİİKP Savunmasında Milli Mesele (1974), TDKP Programı (1980), Türkiye Devrimi Kürdistan Devrimidir- Sinan Durmaz (1994), Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası (1974), Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin Siyasi Çizgisi MK Raporu Tüzük Programı (1980), Yalanları Parçalayan Ulucanlar Katliamı (1999), Yaşasın Çorum Silahlı Antifaşist Halk Direnişi (1980), Haklar ve Özgürlükler Cephesi Halk Anayasası Taslağı (2007), Ashab-u Uhdud – Zeynep Buruçerdi (1982), Çağdaş Tagutların İslam Gerçeğini Saptırma Çabalarına Reddiye – Ahmet Kılıçkaya (2000), Cihat-Murtaza-Mutahhari Bütün Eserleri (2000), Çilenin Böylesi-Hüseyin Üzmez (1984), Demokrasi Küfür Nizamıdır (2003), Dabbetül Arz Haykırıyor (2005), Demokrasi Risalesi – Yaşar Kaplan (1985), Gerçek İslam Dinini Kimler Bozdu (1971), Ham İmam Humeyni (2000), Hizbi Kitleleşme (2003), Hizbut Tahrir (2003), Hizbut Tahrir Mefhumları (2003), Hizbut Tahrir ve Hilafet (2000), Hür Düşünce Mektebi – Ali Şeriati (1989), İmam Humeyni İslama Davet (2000), İnsan Tanrı Dinler ve Alevilik – Hüseyin Gazi Metin (2000), İslam Anayasası (1985), İslam Anlayışımız Üzerine Makaleler – Osman Kayaer (2000), İslam Devleti (2003), İslam Nizamı (2003), İslami Şahsiyetler (2003), İslam Şeriatı (1984), İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler – Fehim Şinasi (2000), İslama Davet – Ahmet El Mahmut (2000), İslamda Ekonomik Sistem -Takiyudden En Nephani (2003), İslamda İçtimai Nizam, İslamda Kadın Erkek İlişkileri – Takiyuddin En Nephani (2003), İslamda Maliye – Abdülkerim Zellum (2003), İslamda Yönetim Nizamı – Takiyuddin En Nephani (2000), İslamda Yönetim Sistemi – Abdül Kadim Zellum (2000), İslamın Hareket Metodu 2 cilt – Abdurrahman el Muhacır (2003), Kıvrak Zeka – Takiyuddin En Nephani (2000), Nebevi Hareket Metodu – Muhammed Gadban (2003), Brifingteki İrtica (1998), Başkaldırının Koşulları (1992), Devrimci Doğu Kültür Ocakları (1970), Kurtuluş İçin İleri AYÖD Gençlik Harekatı (1976), Kürdistan Bağımsızlık Mücadelesinin Yılmaz Savaşcısı.
ÖCALAN POSTERLERİ DE ÖZGÜR
AFİŞ: “30 Mart – 17 Nisan Şehitlerimizi Anıyor Önderimizi Selamlıyor Umudu Büyütüyoruz – Halk Cephesi” – Arka Yüzü “Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Cephe Saflarında Birleşin”,
* “2 Temmuz 93′te 35 Aydın Diri Diri Yakıldı. Sorumlusu Sermaye Devlettir. Unutmadık, Unutturmayacağız. Katliamların hesabını İşçi ve Emekçiler Soracak”
GAZETE: Atılım – 5 Eylül 2009, Üniversiteli Cephe
BİLDİRİ: “Bağımsız Demokratik Sosyalist Türkiye’yi Yaratmak İçin Sözümüz Var-Halk Cephesi” (Bildiri) “Ezilenlerin Sosyalist Platformu”, (Bildiri) “Haklar ve Özgürlükler Cephesi”
DERGİ: “Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş” (6 sayı), İslam Devleti Hilafet, Köklü Değişim, Kurani Mücahede, Atılımda Yurtsever Gençlik, Genç Bakış – Abdullah Öcalan posterleri.
*sözcü.com