Oca 25

Parayı Veren Düdüğü Çalar

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir gün Nasrettin Hoca pazara giderken çocuklar etrafını almışlar. Hepsi birer düdük ısmarlamış, ama para veren olmamış.

 

Hoca çocukların tümüne olumlu cevap vermiş:

 

– Peki, olur…

 

Çocuklardan yalnız biri, elinde para olduğu halde, Hoca’ya şunları söylemiş:

 

– Şu parayla bana bir düdük getirir misin ?

 

Hoca akşama doğru pazardan dönmüş. Yolunu bekleyen çocuklar hemen

 

Hoca’nın etrafını sararak düdüklerini istemişler.

 

Nasrettin Hoca, cebinden bir düdük çıkarıp kendisine para veren çocuğa uzatmış.

 

Ötekileri bağırmaya başlamışlar:

 

– Ya bizim düdükler nerede ?

 

Hoca’nın cevabı kısa ve anlamlı olmuş:

 

– Parayı veren düdüğü çalar.
Posted in Fıkralar | Parayı Veren Düdüğü Çalar için yorumlar kapalı
Oca 24

Kadı Karakuşi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yençağ Gazetesi yazarı İsrafil K KUMBASAR kadı Karakuşi’yi ne güzel yazmış. Buyrun birlikte okuyalım.
 
Bir zamanlar Kahire’de bir hırsız gözüne kestirdiği bir eve dalarak yükte hafif, pahada ağır her ne var ise bir torbaya doldurur.
Balkondan atlayıp kaçmak isterken, aniden kopan bir tahta parçasına ayağı takılarak aşağıya yuvarlanır.
Soluğu kendine has hükümleri ile bilinen meşhur kadı Karakuşi’nin huzurunda alır.
– “Efendim, ben geçimimi hırsızlıktan sağlayan biriyim. Dün bir eve girip bir şeyler çaldım. Balkondan atlarken, gevşek tahtaya basıp aşağıya düştüm, ayağım kırıldı. Ev sahibinden şikayetçiyim.”
Karakuşi, hemen zaptiyelere seslenir:
– “Derhal ev sahibini bulup getirin.”
* * *
Biraz sonra ev sahibi huzura çıkarılır.
Karakuşi, ev sahibine gözlerini diker:
– “Bre densiz, neden evinin balkonunu gevşek yaparsın da şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın. Bunun hükmü nedir bilir misin?”
Eli ayağı birbirine dolaşan ev sahibi, kendince durumu izah etmeye çalışır:
– “Efendim, bu benim değil, kesinlikle marangozun hatasıdır. Ben ona parasını tam ödedim. Fakat o işini eksik yapmış, bitirmeden bırakıp gitmiş.”
Karakuşi, yeniden zaptiyelere döner:
– “Bana derhal marangozu getirin.”
* * *
Çok geçmez, marangoz huzurdadır.
Karakuşi, bu kez marangoza çıkışır.
– “Bre melun, bu adem sana parasını ödediği halde neden işini doğru dürüst yapmaz da, şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın?”
Başına gelecekleri anlayan marangoz, kıvrak zekası ile hemen itiraz eder:
– “Efendim, benim bir suçum yok. Yolda üzerinde parlak elbise bulunan bir kadın geçiyordu. Güzelliğine o kadar kapıldım ki çiviyi çakmayı unutmuşum.”
Karakuşi, zaptiyelere ellerini çırpar:
– “Bana derhal şu kadını getirin.”
* * *
Kısa bir süre sonunda kadın bulunur.
Karakuşi, bir kadına, bir üzerindeki parlak kumaşlı elbiseye bakarak kükrer:
– “Bre kadın, neden böyle güzelliğini teşhir edersin de, şu marangozun işine engel olur, şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın?”
Kadın, bir kendisine, bir kadıya baktıktan sonra paçayı yırtacak formülü bulur:
– “Efendim, benim güzelliğim Allah’tan geliyor. Ama üzerimdeki parlak elbiseyi diken terzidir. Eğer o elbiseyi çekici yapmışsa benim suçum ne?”
Karakuşi, bir kez daha buyruğu verir:
– “Bana derhal şu terziyi getirin.”
* * *
Terzi apar topar yüce huzura getirilir.
Karakuşi, bu kez terziye kalayı basar:
– “Bre düzenbaz, neden böyle elbiseler dikersin de, şu marangozun işine engel olur, şu zavallı adamın hayatını tehlikeye atarsın.”
Önce eli ayağı titreyen terzi, kem küm ettikten sonra topu kumaş boyacısına atar:
– “Efendim, diktiğim elbiselerin hiçbiri de dikkat çekmez. O elbiseye o çekici rengi veren kumaş boyacısıdır. Asıl suçlu odur.”
Karakuşi, zaptiyelere doğru haykırır:
– “Bana derhal şu boyacıyı getirin.”
* * *
Karakuşi, küplere binmiş vaziyettedir:
– “Bre kefere, neden kumaşları çekici renklere boyarsın da, şu marangozun işine engel olur, şu adamın hayatını tehlikeye atarsın?”
Boyacı, ileri sürecek bir mazeret bulamayınca Karakuşi, hışımla ayağa kalkar:
– “Bu adamı hemen asın. İbret-i alem için cesedini iki gün boyunca teşhir edin.”
Ne olup bittiğini anlayamayan boyacı idam sehpasına çıkarılır. Fakat boyu sehpaya göre çok uzundur. Cellatlar, vaziyeti Kadı hazretlerine bildirirler.
Karakuşi, meşhur hükmünü verir:
– “Ne yani, suç cezasız mı kalacak? O zaman kısa boylu birini bulun ve onu asın.”

 

Posted in Hikayeler | Kadı Karakuşi için yorumlar kapalı
Oca 22

Baykuşlar Tünedi…

                                

  
 
 
Kaygısız yaşamak ah ne güzeldi!
Hangi eğitimden geçip de geldi
Bir mermi hızıyla göğsümü deldi
Baykuşlar tünedi öz yurdumuza…

 

Bir yağdanlık bulmuş herkes kendine
Esir olduk etiketli fendine
Nasıl yapılsın iş dengi dengine
Baykuşlar tünedi öz yurdumuza…

 

Bilin karanlıklar zifiri, koyu
Belli yarınımız bir dipsiz kuyu
Söyleyin ne kaldı çıkmadık suyu?
Baykuşlar tünedi öz yurdumuza…

 

Gözümüze baka baka yalanı,
Söylüyorlar yapmak için talanı
Ayarlayıp onu, bunu, falanı
Baykuşlar tünedi öz yurdumuza…

 

Bilinçsizce ele verir talkını
Bu iştah ne, yutmak için salkımı
Bezdirdiler candan, maldan halkımı
Baykuşlar tünedi öz yurdumuza…

 

28.11.1991
Posted in Şiirlerim | Baykuşlar Tünedi… için yorumlar kapalı
Oca 21

İpin Ucu

 

 

 

 

 

 

 

 

Vaktiyle medreseden icazetname alan mollalardan birisi, memleketi olan Bursa camilerinden birine imam tayin olmuş. Vazifeye başladığı hafta, ilk Cuma hutbesini okuyacak olması kendisini biraz heyecanlandırmış olsa gerek, minbere çıkmadan evvel eski arkadaşlarından, kıdemli birisiyle anlaşmış;
—Azizim, demiş. Ben minbere çıkarken ayak bileğime bir ip bağlayacağım. Sen de gelip minberin dibine otur, beni kontrol et. Eğer heyecanla yanlış bir kelam edecek, bir yeri hatalı okuyacak olursam ipi çekerek beni ikaz edersin. Ben hemen durumu anlar, hatamı düzeltirim.
—Dediklerini yaparlar ve genç imam minbere çıkar Diğeri de uygun bir yere mevzilenir. Hamdele, salvele derken tam hutbe metnine gelinir ve imam “Kâle’n-Nebî (Resulullah buyurur ki)…” diye başlar. O sırada cemaatten biri, kendisine oturacak yer ararken yanlışlıkla ipe takılmasın mı?!.. İmam şaşırdığını sanarak okuyuşunu değiştirir ve “Kıyle’n Nebî…” der. Bu sefer arkadaşı onun yanlış olduğunu işitip ipi çeker. İmam yine değiştirir ve “Kûle… Derken, artık cemaat gülmeye başlamıştır. Genç imam, önce ne yapacağını bilmez. Bakar ki başka okuma şekli de kalmamış, üstelik dost bildiği arkadaşı kendisine oyun oynadığını zannederek içerlemiştir.
_ “Ey cemaat-i Müslimin! Ben de biliyorum ki ‘Kâle’n-Nebî ’ idi ve size çok güzel şeyler anlatacaktım. Ne yapayım ki; ipin ucu pu..t elinde… Varın doğrusunu ondan sorun, deyip minberden iner.
*İskender Pala’nın “İki Dirhem Bir Çekirdek” adlı kitabından
Posted in Hikayeler | İpin Ucu için yorumlar kapalı
Oca 20

Bazı Siyasetçilerden Sözler

* “Kurtuluş Savaşında Yunanlılarla savaşmadık” AKP Ordu Milletvekili İhsan Şener, 28 Kasım 2011 tarihinde TBMM.

 

* “İÇERİDE PAŞA PAŞA yatıyorlar.” Bülent Arınç

 

* “Bize ’Siz halen o Meclis’te ne yapıyorsunuz? İstifa edin gidin dağa’ diyorlar. Tabanın öyle bir söylemi var. Söylendiği zaman güldük. Ama bir duygunun ifadesidir.” Emine Ayna

 

* “Ben birey olarak Öcalan’ı önemsiyorum. Ben PKK’yı önemsiyorum. PKK bir tarihtir. Kimse bunu DTP’nin inkar etmesini de beklemesin.” Emine Ayna

 

*“Habur sürecini anlatırsam eğer, hükümet altında kalır.” Ahmet Türk

 

*“İstiklal Marşı’nın sözlerini değiştirelim” Perihan Mağden

 

*“Anayasa’nın değiştirilemez ilkeleri, başkent, rejim vs. gibi ” birilerinin tercihleri “ değişebilmeli, ” Ulu Önder Kültü “nden kurtulalım” Mustafa Akyol

 

*Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer millî devlete karşıdır.
Dinçer’in, 19-21 Mayıs 1995’te Sıvas’ta bir sempozyumdaki konuşması aynı yıl Bilgi ve Hikmet adlı bir dergide yayınlanmıştır. Dinçer bu konuşmasında, “Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerine İslam’la bütünleşmenin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu bulunduğunu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum”

 

Posted in Atasözleri Vecizeler | Bazı Siyasetçilerden Sözler için yorumlar kapalı
Oca 19

Bu Haber Doğru mu!?

Denktaş 2002 yılında feda edildi… (Yeniçağ Gazetesi Yazarı Ahmet TAKAN’ın Yaızsı)

Büyük Türk Mücahidi Rauf Denktaş’ı son yolculuğuna uğurladık. KKTC’de uğurlama törenleri sırasında en anlamlı konuşmayı Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu yaptı. Eroğlu, “O, İngiliz’in adamı değil, Kıbrıs Türkü’nün Mücahidi olmayı tercih etti” dedi.
Derviş Eroğlu’nun bu sözleri tarihe düşen kocaman bir başlık olarak kalacak. Herkesin ders alması ve hatta günümüzde “ne oluyor ne bitiyor”un da açık meali.
KKTC Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri beni 2002 yılının Ekim ayının sonlarına götürdü. AKP’yi tek başına iktidara getiren 3 Kasım seçimlerinin arifesindeydik. Abdullah Gül, AKP Genel Başkan Yardımcısıydı. Odamda otururken Abdullah Gül aradı, yanına gelmemi istedi. Odasına çıktığımda Gül telaş içerisindeydi. O zamanki İngiltere Büyükelçisi Peter Westmacott’un kendisini ziyaret edeceğini söyledi.
Telaşı anlayamamıştım. Önceden kararlaştırılan programlı bir ziyaret olup olmadığını sordum.
“Yeni telefon etti, yarım saate kalmaz burada olur” dedi. “Basına haber versek mi vermesek mi” diye sordu.
“Görüşmenin içeriğini bilmiyorsanız niye haber verelim. Görüşme sona ersin. Gerekirse bir açıklama yaparsınız” şeklindeki fikrimi söyledim..
Kafa işareti ile onayladı. Bir süre düşündü “O zaman görüşme başladığında sen güvendiğin bir-iki kişiye haber uçur. Çıkışı görüntülensin” dedi.
İngiliz Büyükelçi ile Abdullah Gül o zamanki AKP’nin genel merkezinde uzun bir görüşme yaptı. Westmacott sivil arabayla gelmişti. Çıkışta, kapıda gazetecilerle ve fotoğraf makineleri ile karşılaşınca çok şaşırmıştı.
Olaya şahit edilen gazeteciler tabii ki hemen başıma üşüşmüşlerdi. Odasına çıkıp Gül’e sordum; “Bir açıklama yapacak mısınız?” diye.
“Yok. Ama görüşme ile ilgili olarak; yaklaşık 1.5 saat sürdüğünü, İngiliz Büyükelçi’nin bana seçim tahminlerimi sorup, ’Seçim sonuçlarından nasıl bir tablo bekliyorsunuz’sorusunu yönelttiğini, benim de ’Biz birinci partiyiz. Bütün anketler bunu gösteriyor. Taraflı tarafsız bütün anketlerde bizim birinci parti olduğumuz görülüyor. Ancak biz seçimden tek başına iktidar bekliyoruz’cevabını verdiğimi gazetecilerin kulağına üfle” dedi.
Ben de aynen öyle yaptım.
Tamam, basın danışmanlığı görevimi yapmıştım ama Abdullah Gül’ün hâletiruhiyesine baktığımda ve görüşme süresine göre başka şeyler de olmuştu.
Baş başa kaldığımızda hemen sordum, “İngiliz ne istedi” diye.
“Kıbrıs” yanıtını aldığımda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
“Nasıl yani” diyebildim.
“Nasıl olacak. Kıbrıs’da çözümsüzlük istemiyorlar. Net bir şekilde anlattı” cevabını aldım.
Kafam darmadağın olmuştu…
“Adamların haklı olduğu noktalar var. Rauf Denktaş tüm çözümleri tıkıyor. Türkiye’nin ilk başta halletmesi gereken sorunu Kıbrıs’dır” diye ekledi.
“Yapmayın. Denktaş bu davadan feda edilebilir mi” diye sordum.
“Göreceksin bak. Tek başımıza iktidara geldiğimizde bu sorunu nasıl çözeceğiz. Başka çare de yok KKTC’nin Türkiye üzerindeki yükünü biliyor musun” dedi.
“Rauf Denktaş’ı ikna edemezsiniz” diyebildim.
“Ya uzlaşacak ya da kendisi bilir. O zaman gelince çaresine bakarız” şeklindeki cümle ile de sohbete son noktayı koydu.
Daha sonra seçimler yapıldı. AKP tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül, Başbakan oldu. Gerek AB görüşmelerinde gerekse diğer uluslararası platformlarda rahmetli Denktaş’ın nasıl sıkıştırıldığına gözlerimle şahit oldum. O zaman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Uğur Ziyal de “Ankara’nın talimatıyla” Denktaş’ı nasıl baskı altında tuttuğunu medyada anlattı.
Görünmeyenlerin dışında açıktan yapılanlara da zaten medya aracılığıyla sizler de şahit oldunuz.
2002 Ekim ayında yaşadığım bu olayın size ancak anlatılabilecek kadar özetini aktardım.
Bunu niye mi yaptım!…
Sizce bir sırrı açıklamak yakışık alır mı?
Emin olun!..
Rauf Denktaş’ın Allah’ın Rahmetine kavuştuğu günden beri bu iç muhasebeyi yapıyorum.
Derviş Eroğlu’nun alıntı yaptığım sözlerinden sonra bir Türk evladı olarak bu olayı tarihe not düşmezsem büyük vebal altında kalacağıma karar verdim. “Dilsiz şeytan” konumunda olmak istemiyorum.
YENİÇAĞ’ın dünkü “Mümkün olsa da imam, Denktaş’a sorabilse; Hakkını Helal Ettin mi?” manşeti beni daha da fazla cendereye soktu.
Belki de helalleşebilirim (kendi payıma) umuduyla bu yazıyı kaleme aldım.
İçimden geçenleri anladınız!…

 

Posted in Yazılarım | Bu Haber Doğru mu!? için yorumlar kapalı
Oca 18

Bir Ateist, Bir Hoca!

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında okuduktan sonra vatanına ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiçnkimse cevap veremediğinden dolayı canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük ilim sahibi olan köyün hocasına götürürler. Hoca ve delikanlının arasında geçen dialog şöyle devam eder.
Delikanlı:
-Kimsin sen? Sorularıma cevap verebilecek misin?
Hoca:
-Allah’ın bir kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap verebileceğim.
Delikanlı:
– Emin misin? Profesörler bile cevap veremedi bana.
Hoca:
– Allah’ın izniyle cevap vermeye çalışırım.
Delikanlı:
– 3 sorum var;
1. Allah yaşıyor mu? Öyle ise, şeklini bana göster.
2. Takdir (kader) nedir?
3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa neden cehenneme yollanıyor, cehennemde ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?
Bu arada, aniden bizim hocamız delikanlının başı üzerinde bir saksı kırar.
Delikanlı canı yana yana sorar;
-Neden sinirlendin ki?
Hoca:
-Sinirlenmedim. Bu benim üç soruna bir cevabım der.
Delikanlı:
-Hiçbir şey anlamadım.
Hoca:
-Nasıl hissetin kendini saksıyı başında kırınca?
Delikanlı:
-Tabii ki, fena bir acı hissettim.
Hoca:
-Yani, acının varlığına inanıyor musun?
Delikanlı:
-Evet.
Hoca: Bana bu acının şeklini göster o zaman!
Delikanlı: Gösteremem.
Hoca:
-Bu benim ilk cevabım. Herkes Allah’ın varlığını hisseder ama Allah’ı göremez.
Hoca:
– Dün gece rüyanda benim başında saksı kırdığımı gördün mü?
Delikanlı:
-Hayır.
Hoca:
-Bugün böyle bir şey ile karşılaşacağını hiç düşündün mü? Aklından geçti mi?
Delikanlı:
-Hayır.
Hoca:
-İşte bu takdir’dir (kader).
Hoca:
-Biz neyden yaratıldık? Topraktan yaratılmış değil miyiz?
Delikanlı:
-Evet böyle denir.
Hoca:
– E o zaman? Saksıda topraktan yapılmadı mı? Allah isterse ateşten yaratılan şeytanı ateşin içinde cezalandıramaz mı?

 

Posted in Hikayeler | Bir Ateist, Bir Hoca! için yorumlar kapalı
Oca 17

Merhum KKTC Cumhurbaşkanı R.Rauf Denktaş’tan

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
*“Limanlarımızda Türk savaş gemilerinin bulunması, varlığı, uçaklarımızın semalarımızda yaptığı gösteri, tatbikat hepimize güven vermiştir.”
* “Ümit ederim Rum, Yunan ikilisi, bu silahlanma yarışında Türkiye’yi geride bırakamayacağını anlamış ve silahlanma yarışı yapacaklarına, barış için yarışa başlarlar.”
* “Kıbrıs’ı Yunan yapmak için 55’ten 1958’e kadar uğraştılar.”
* “Türkiye faktörünü unuttular.”
* “Kıbrıs Türklerinin, en az kendileri kadar Kıbrıs’a bağlı olduğunu ka’le almadılar.”
* “Ortaklaşa bir cumhuriyet kurmak suretiyle Kıbrıs’ın taksimini önlediler. Böyle dengeli bir anlaşmayı bozarak, yeniden aynı hedefe yöneldiler. 1963’ten bugüne kadar 33 yıldır, yapmadıklarını bırakmadılar.”
* “Kazanamayacaklarını bilmeleri lazım.”
*“67’yi ve 1974’ü hatırlasınlar. Kıbrıs’ı, Türkiye Rum’a, Yunan’a vermez.”
* “Kıbrıs Türkü, Kıbrıs’ın verilmesine razı olmaz. Bunu denediler ve gördüler”.
* “Bunu deneyip gören insanlar, artık hadlerini bilmeli ve bu soykırımla Kıbrıs’ı Yunan yapacakları hesabından vazgeçmelidirler.”
* “Bizim güçlü oluşumuz, Türkiye’nin ilgisinin devam ettiği, meydanın boş olmadığı gibi gösteriler, bence barışa hizmettir.”
* “Allah kimseyi vatansız, bayraksız ve devletsiz bırakmasın!”
*“ Söyleyin Hıristofyas’a KKTC bağımsız bir cumhuriyettir.” (Ölüm döşeğinde söyledi)
Posted in Atasözleri Vecizeler | Merhum KKTC Cumhurbaşkanı R.Rauf Denktaş’tan için yorumlar kapalı
Oca 17

Atatürk Kimdir?

 

 

 

 

 

 

 

1976 yılında UNESCO, üyeleri bir öneriyle gelirler. Öneri paketindeki bir cümlede şöyle denilmektedir. “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim hakkı, isim babası Mustafa Kemal’dir.
Öneri; Mustafa Kemal’in 1981’de doğumunun 100. yılının, 152 ülkede aynı anda kutlanması öneridir. Oysa UNESCO’ya 52 ülke üyedir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mısınız?” diyerek bir çıkış yapar.
İsveç delegesinin bu kinayeli konuşmasına karşı, Rus delegesi ayağa fırlar, yumruğunu masaya vurur, toplantıya katılan 152 ülkenin delegelerine şöyle söyler;
“Genç delege arkadaşıma hatırlatmak isterim ki; ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir. Bırakın onu bir yıl anmayı, her ülke her problemlerimizde çare olarak aramalıyız.”
Sonra UNESCO’nun tarihinde ilk ve tek olarak, hiçbir olumsuz oy çıkmadan 152 ülke metne imza atar ve 27 Kasım 1978 tarihli UNESCO Genel Kurulu’nun kararında 1981 yılı “Dünyada ATATÜRK Yılı” olarak kabul edilir.
Daha sonra kararın imzalanacağı günde;
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mısınız?” diyen İsveç delegesi karar imzalanmadan önce kürsüye gelir ve şunları söyler.
“Ben ATATÜRK’ ü inceledim. Bütün ülkelerden özür diliyor, ilk imzayı ben atıyorum demiştir.
İşte o muhteşem belgede ayrıca şunlar yazılıdır.

 

ATATÜRK KİMDİR?
“Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş inkılâpçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.”

 

Posted in Yazılarım | Atatürk Kimdir? için yorumlar kapalı
Oca 16

Denktaş

 Ecdadına ve yüce Türk Milletine yakışır bir kahramanlık göstererek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kuran Cumhurbaşkanı Sayın R. Rauf Dektaş’a Allah’tan rahmet diler aziz hatırası önünde sonsuz saygı ile eğilirim. Ruhu şad olsun!
 
                  
       
 
 
 
 Hürriyet ateşi yanınca sönmez
Yükselen bu bayrak bir daha inmez
Denktaş’ı bilmeyen Kıbrıs’ı bilmez
Korkusuz, kahraman liderdi Denktaş!
 
Rum eşkıyasının kanlı baskını
Aklın, iradenin kırılsın kını
Atasından almış vatan aşkını
Kelle koltuğunda giderdi Denktaş!
 
Biter mi Haçlının asırlık kini
Darmadağın olur Rumların ini
Sultan Mehmet Handan alır dersini
Canı, kanı feda ederdi Denktaş!
 
 Türklüğü doğuştan kanında vardı
Yüreği de vatan için çarpardı
Fırsat verilseydi neler yapardı
Rum’u koyun gibi güderdi Denktaş!
 
 16.01.2012
Posted in Şiirlerim | Denktaş için yorumlar kapalı