Ağu
06
*”Türkler öyle bir millettir ki, Hayatta bir tane bile kalsa devlet kurup intikamını alır.” [Adolf Hitler]
*“Allah’ın gülü dikenli yarattığına hayret edeceğiniz yerde, dikenler arasında gül yarattığına hayret ediniz.” Arabistan atasözü
*“İnsanlar idealleri için, hayvanlar ise menfaatleri için mücadele ederler.” Fransız sosyolog Gustave Le Bon
*“Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da dünyanın başkenti olmalıdır” (Fatih Sultan Mehmet)
*Ne ibrettir kızarmak bilmeyen çehren! Bırak kardeşim tahsili; git önce edep, hayâ öğren… Mehmet Akif ERSOY
Ağu
06
(GERÇEK HAYAT HİKAYESİ)
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serap ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap”ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir”e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-“Doktor bey” dedi. “Ben size dargınım.” “Niçin?” diye sordum.
-“Siz, dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH ı, ölümü, ahreti anlatmıyorsunuz?”
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. Onu üzmemeye çalışarak:
–“Doktora ulaşmak kolaydır” dedim. “Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın…”
Konuşmaya mecali olmadığından “Ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler “hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kala:
-“Doktor bey” dedi. “Ben ölürken ne söylemeliyim?”
-“Senin durumun çok özel” dedim. “Kelime-i Şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince “Muhammed”” (s.a.v) sana yeter.”
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap”a sürekli morfin yapıyor ve O”nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-“Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor.” dedi. “Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. “Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste “Muhammed” diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap”ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün Ona:
-“Hiç korkma!” dedim. “İğneyi vurdurabilirsin.”
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-“Doktor bey… Azrail bana nasıl görünecek?”
-“Kızım” dedim. “O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.”
Salı günü Serap”ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-“Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!” dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve “yataktan kalkması imkânsız” denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekât namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şahadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor beye söyleyin, dedi. Azrail, Onun söylediğinden de güzelmiş!…
[-Onk. Dr. Haluk Nurbaki den gerçek bir hatıra-]
Ağu
06
80’ine merdiven dayamış yaşlı babayla onu ziyarete gelen 45 yaşlarında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk çocuktan, havadan sudan bahsettikten sonra oğlu susmuş; ayrılma vaktinin geldiği davranışları göstermeye başlamış. O anda oturdukları yerin yanındaki pencereye bir karga gelmiş. Yaşlı baba kargayı görünce gülümsemiş. Biraz baktıktan sonra oğluna sormuş: “Bu ne oğlum?” Oğlu şaşkınlıkla; “O bir karga, baba!” demiş. Yaşlı baba kargaya bakarken oğluna tekrar sormuş:”Bu ne oğlum?” Oğlu biraz daha şaşkın bir halde: “Baba o bir karga!” Karga hala pencerede kendine has hareketler yapıyormuş. Yaşlı baba üçüncü kez oğluna: “Bu ne oğlum?”demiş. Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönüşmüş ve: “O bir karga baba, üç defadır soruyorsun! Beni işitmiyor musun?” Yaşlı baba sakin dördüncü defa oğluna sorunca oğlunun sabrı taşar sesini yükselterek sinirli bir şekilde: “Baba! Bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen sormaya devam ediyorsun! Sabrımı mı deniyorsun, baba?” Babası yüzünde tatlı bir gülümsemeyle yerinden kalkmış, içeri odaya gitmiş ve elinde bir hatıra defteri ile geri dönmüştür. Oturup defterin sayfalarını karıştırmış ve aradığını bulmuştur. Sevgiyle gülümsemesine devam ederken açmış olduğu sayfayı göstererek defteri oğluna uzatmış ve okumasını söylemiş. “Bugün üç yaşında minik yavrumla salondaki pencerenin yanındaki sedirde otururken pencereye bir karga kondu. Oğlum tam yirmi üç defa onun ne olduğunu sordu. Her soruşunda da sevgiyle, şefkatle sarılarak onun bir karga olduğunu söyledim. Bundan hiç rahatsızlık duymadım tam aksine onun masumca tekrar sorması benim içimi sevgiyle doldurmaktaydı.” “İşte oğlum sen benim dört defa sormamdan rahatsız oldun ama ben bir zamanlar senin yirmi üç defa sormandan mutluluk duymuştum. Neden kızıyorsun!” demiş.
*Genç Beyin Dergisi’nden
Ağu
06
Bir sorudur takılmıştı kafama
Hâlim arz eyledim yüksek makama
Bugün git yarın gel dediler bana
Birkaç gün dolaştı cepte dilekçe
x x x
Pek çoğu usandı ümidi kesti
Hatırlı, gönüllü rüzgârlar esti
Sırayı, kuyruğu çiğnedi geçti
Yine alta düştü dipte dilekçe
x x x
Ağır aksak dolaşmaktan bunaldım
Sayamadım kaç daireye vardım
Günlerce bekleyip bir haber aldım
Bir el buruşturmuş çöpte dilekçe
24.12.1985
Posted in Şiirlerim
|
Tagged Dilekçe
|