Ağu 22

DEMİRCİNİN İTİNE NE OLUYOR Kİ?

DEMİRCİNİN İTİNE NE OLUYOR Kİ?..
“Kurt kış günü dağda yiyecek bulamayınca kasabaya iner; fırından ekmek, kasaptan et, ağıldan koyun kapar karnını doyururmuş.
Yine bir gün kasabaya inmek zorunda kalmış. Çobanın köpeği, kasabın köpeği, fırıncının köpeği ve demircinin köpeği kurdun arkasından ürmeye başlamış…
Kurt kendi kendine demiş ki:
– Ağıldan koyun kaptım. Çobanın köpeği bana saldırabilir. Fırından ekmek yedim. Fırıncının köpeği saldırabilir. Kasaptan et yedim. Kasabın köpeği de saldırabilir… Yahu ben demircinin dükkânına girmedim, bir şeyini yemedim. Demircinin itine ne oluyor ki?..”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | DEMİRCİNİN İTİNE NE OLUYOR Kİ? için yorumlar kapalı
Ağu 21

OĞUZ’ DA ER TÜKENMEZ!

OĞUZ’ DA ER TÜKENMEZ!

Geçen hafta bir gece yarısı 16 üniversiteye yeni rektör ataması yapıldı… Gözler yine Türk milliyetçilerini aradı… Yine kimsecikler yoktu…

“Kamuda artık milliyetçiler söz sahibi” isimli şehir efsanesi bir kere daha çöktü… Çoğunlukla partili isimler tercih edilmişti ama koalisyonun büyük partisine mensup isimler!..

Aslında bu yeni bir durum değildi… Daha önceleri üniversitelerde seçim vardı ve seçim sonuçlarına göre YÖK, belirlediği üç ismi Cumhurbaşkanlığı’na gönderiyordu… Cumhurbaşkanı da içlerinden birini rektör olarak atıyordu…

Sonra sistem değişti, seçim kaldırıldı, Cumhurbaşkanı’na doğrudan atama yetkisi verildi… Daha önce temsilde zorlanan milliyetçi adaylar için kader pek değişmedi… Özellikle de büyük illerin büyük üniversitelerinde…

***

Milliyetçilerin kaderine Gazi Üniversitesi iyi bir örnekti… 2004’te Kadri Yamaç, 2012’de Süleyman Büyükberber ve 2016’da İbrahim Uslan…

Üçü de Gazi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı… Söz konusu seçimlerde üçü de Türk milliyetçisi olarak tanınan adayların sandıkta çok çok gerisinde kalmış olmalarına rağmen o koltuğa oturtuldu…

Kadri Yamaç’ı rektör olarak atayan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’di… Süleyman Büyükberber’i rektör olarak atayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü… İbrahim Uslan’ı rektör olarak atayan ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan…

Türk milliyetçilerine tercih edilen Kadri Yamaç ‘karışık ilişki’ durumundan gitti… Sandıktan beşinci sırada çıkmasına rağmen YÖK’ün ve Abdullah Gül’ün ‘tılsımlı dokunuş’uyla rektör olan Süleyman Küçükberber kelepçeyle gitti… Yine sandıktan dördüncü sıradakiyle eşit oy alarak çıkan ve ilk iki sıradaki ülkücü adaya tercih edilen Uslan da çok hoş gönderilmedi…

***

O vakit not düşmüştüm: Belli ki ülkücüler bu toprakların en sahipsiz, en yalnız ve en garip topluğu… Sanki sadece ülkenin ‘güvenlik doktrini’nin içinde bir yerleri var… ‘Savunmak’ ve ‘ölmek’ söz konusu olduğunda gözler hemen onları arıyor “Nerede bu ülkücüler?” diye… Oysa ‘yönetmek’ ve ‘imkânı adil paylaşmak’ denilince bir anda ‘en alttakiler’e dönüştürülüyorlar…

15 Temmuz akşamı Gölbaşı’nda Özel Harekât darbeci katillerce vuruldu… Mesleğin tabiatı gereği oradakiler milliyetçiydi elbette ve şehitlerin büyük çoğunluğu aynı zamanda ülkücüydü… Şehadet yine ülkücüye düşmüştü…

Farklı açıdan bakalım: O gün darbeciler, parayla, ekonomiyle, enerjiyle, imarla veya benzeriyle ilgili bir yeri vurmuş olsalardı, aynı oranda ülkücü şehit çıkar mıydı? Çıkmazdı elbette, çünkü ülkücüler ‘mevsime göre’ güvenlik ve adliye teşkilatında makbuldü ve oralarda değerlendirilmeliydi!.. Şehadete koşa koşa giden bir anlayışın ne işi olurdu ‘yönetme’yle, ekonomiyle, enerjiyle, imarla!..

Neden yüksek meblağlı işlere bakan bir üst kurul üyesinin cenazesinde ‘bozkurt’ işaretine rastlanmaz da, o işaret bir uzman çavuşun cenazesine düşer? Neden? Neden? Neden?

Ölmeye gelince aranır ülkücüler, yönetmeye gelince değil… İsterler ki, Türk milliyetçiliği hep ‘operasyonel’ olsun, hep orada kalsın… Hep ‘külfet‘i taşısın… Ölüm riski, diğerlerine göre yüksek olan mesleklere nasıl da kabul ediyorlar ülkücüleri değil mi? Hem de adaletli, adaletli!..

***

Yeni rektör atamaları bir şeyi değiştirmedi, o yarayı depreştirdi sadece… Gerçeği tekrar tescilledi, “Artık biz söz sahibiyiz” şeklindeki şehir efsanesine bir darbe daha vurdu…

Türk milliyetçiliğinin gerçekten söz gücünün arttığına inanan varsa “Âlemde şer, Oğuz’da er tükenmez” sözündeki ikinci bölümü “Oğuz’da saf tükenmez” şeklinde değiştirmemiz gerekecek bu gidişle…

 

Alıntı:  Servet AVCI

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | OĞUZ’ DA ER TÜKENMEZ! için yorumlar kapalı
Ağu 20

ALIM VE ARIF ARASINDAKİ FARK!

ALIM VE ARIF ARASINDAKİ FARK!

YA DA

BAZI INSAN’LARDAKI MUHAKEME EKSIKLIĞI

Ham insan, ilk akla geldiği gibi, fikri olgunluğa ulaşmamış eğitimsiz insan demek değildir..Ham’lık, eğitimli insanlar arasında da oldukça yaygındır.Bunların normal insalardan farkı, sorgulama mekanizmalarının  olmayışındandır..Doğru’yu yanlıştan ayırt  edemezler..Başkasının desteği olmadan kendi özgür iradeleri ile doğru bilgiyi öğrenmeleri mümkün değildir. Nakilci’dirler.Tabii oldukları yada Itimat ettikleri şahısların paketleyip draje hap haline getirdikleri yalan yanlış bilgileri afiyetle yutarlar..Hafızaları uzun cümleleri taşımaya müsait değildir.Ezberleri de, söylemleri de da kısa sloganlar halindedir..Inandıkları şeyh’in müridi, tuttukları partinin en fanatik taraftarı olurlar..Dini-dar kesimde oldukça yaygındırlar.Bunların en eğitimli alim’lerinin, politikacılarının, hatta  prof.larının hergün medya’ya yansıyan hezeyanlarını duydukça hayretten ağzımız açık kalıyor.Siyasete dönük mantıksız laflarına bakıp, “Yalan söylüyorlar, buna da kendi itikâtlarınca “Takiy’ye” yapıyorlar!” diyebiliriz ama, aynı hezeyanları siyaset dışında da yapıyorlar. Bunlar bu kadar yalancı olamazlar. Başka bir eksiklik, yada henüz adı tıbben konulmamış bir başka maraz’ları var bunların;

-Bir dini-dar prof.çıkıyor, “Nuh Aleyhisselam tufan esnasında oğluyla cep telefonu ile konuştu” diyor.

-Bir başka Dini-dar Prof, “1926 da Medeni Kanunla Sübyan evlilik yasaklandı, Elazığ depremi bu sebeple oldu” diyebiliyor.

-Bİr Dini-dar Prof..”Kristof Kolomb Amerikan Kıtasına ayak bastığında, Cami görmüş, ezan sesi duymuş diyor, En tepelerdeki dini-dar siyasetci de buna inanıp, Amerika kıta’sını ilk Islam alimleri keşfeti” diyebiliyor.

-Lozan Anlaşması’nın gizli maddeleri varmış, diyeninden, Kuvayi Milliye’ye muhalif olan birkaç aile’den dolayı M.Kemal Yozgat il’ini toptan cezalandırdı.Fabrika kurulmasını yasakladı” vs..daha neler, neler..Her gün medya’da şahit olduğumuz bu dini-dar’lardan eğitim ve makam seviyeleriyle ters orantılı yüzlerce uyduruk laflar.

Bunlar okuyup alim de olsalar, seçilip büyük makamlara da gelseler, ham’lıktan, cehaletten kurtulamıyorlar.

Bir yerde okumuştum..Ömer Seyfettin’den nakledilen bir gerçek hikaye;

-Birinci Dünya Harbi’nin devam ettiği seferberlik ve kıtlık yıllarında, ekmek karneyle dağıtılmakta, şeker ise piyasada yoktur..Ömer Seyfettin Istanbul Karaköy Lisesinde öğretmendir.Bir toplantıda Öğretmenler arasında, Alim’lik ve Arif’lik hakkında fikri tartışma çıkar.Ömer Seyfettin, “Ilim başka, irfan baska’dır.Alim başka, Arif başka”dır. “Ikisi aynı şeyler değildir” Dese de, tüm öğretmenler Alim’lerin(okumuş’ların)aynı zamanda Arif(irfan sahibi) olduklarını ısrarla iddia ederler..Ömer Seyfettin bu iddiasını ispatlamak amacıyla kafasından bir seneryo kurgular. Ertesi gün sabahı okula geldiğinde, kurduğu seneryo’yu icra eder.Öğretmenler odasında toplanmış öğretmenlere hitaben, “Arkadaşlar, Karaköy rıhtımına bir Avusturya şilebi yanaşmış, herkese koli’lerle bedava şeker dağıtıyor!” der..Tüm öğretmenler bu yalan habere inanıp, bedava şeker almak için rıhtıma koştururlar..Ama haberi duymasına rağmen okulun müstahdemi gitmez..Ömer Seyfettin Müstahdem’e, “Sen niye gitmiyorsun? diye sorduğunda, Müstahdem ,”Beyim, bende  duydum ama inanmadım.Savaş’taki Avusturyalı’lar kendi halk’ı dururken,Türkiye’ye niye şeker yardımı yapsınlar ki” der… Biraz’dan bedava şeker yalanına inanıp rıhtımdan elleri boş dönen öğretmenlere hitaben Ömer Seyfettin,” Gördünüz mü arkadaşlar, Alim’le, Arif arasındaki farkı? Siz alim’siniz ama duyduğunuz yalan haberi sorgulamadan inandınız, Ama okuma yazma bilmeyen müstahdem ise, duyduğuna inanmadı. Onu zihninde sorguladı, yalan bir haber olduğuna karar verdi.Işte Alim’le, Arif arasındaki fark budur.” Demiş..Bizim Dinî- dar okumuşlarda da eksik olan, irfan ve Arif’lik sanırım.

 

Alıntı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , | ALIM VE ARIF ARASINDAKİ FARK! için yorumlar kapalı
Ağu 19

YİNE Mİ “KANDIRILDIK”?

YİNE Mİ “KANDIRILDIK”?

9 Şubat 2016’daki tarihi değere sahip sorusunu TBMM’nin resmi tutanaklarından açıklayayım:

Bülent Kuşoğlu (Ankara) – “Sayın Bakan, konuşmamda belirttim; enerji zor bir konu, Türkiye için daha da zor.

Tabii dış politikayla da bağlantılı…

Dış politikayla bu kadar bağlantılı ve dışarıya da bu kadar enerji konusunda bağlıysak büyük sıkıntılar var demektir.

Ben özellikle Kıbrıs’taki bu doğal gaz meselesini sormak istiyorum.

Biz onu ihmal ettik senelerden beri…

Hâlbuki Türkmenistan’dan sonra galiba en büyük doğal gaz kaynakları o civarda var.

Onları İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanlılar ve Mısır birlikte işletmeye çalışıyorlar, biz devre dışı kaldık uzun zamandan beri.

Önemlidir, orada bir pay sahipliğimizin olması lazım.

Orada nasıl bir stratejiniz var?

Ben şimdiye kadar sizden önceki Sayın Bakana hep sorardım bunu, hiç cevap alamadım; bu konuda bir stratejimiz, bir politikamız sanki hiç yokmuş gibi davrandı.

Nasıl bir politikamız olacak bu konuyla ilgili çünkü dış politikayı da ilgilendiren çok önemli bir konu.”

Değerli okurlarım

Kuşoğlu, AKP’li eski enerji bakanlarına sorduğu ve yanıt alamadığı soruyu bu kez 4,5 yıl önce Berat Albayrak’a soruyor.

Şu cümleye şu uyarıya dikkat eder misiniz?

İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanlılar ve Mısır birlikte işletmeye çalışıyorlar, biz devre dışı kaldık uzun zamandan beri…”

Muhalefet daha ne yapsın? Türkiye’nin karşısında Doğu Akdeniz’in doğal kaynaklarının işletilmesi için 4 ülkenin işbirliği yaptığını söylüyor.

Devrin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın cevabını TBMM resmi tutanaklarından sunuyorum:

“Bülent Bey, zannediyorum siz demiştiniz “Ciddi bir rezerv var” diye. Orada çok ciddi bir rezerv şu an itibarıyla yok.  Büyük bir ihtimalle, henüz, birden fazla farklı resmî otoritenin onayladığı büyük bir rezervden bahsedilmiyor. Muhtemelen, birçok farklı kaynağın şu an itibarıyla ortaya koyduğu rezerv miktarı 1 trilyon metreküpün altında. Dünyada 4 büyük gaz üreticisi ve rezerve sahip ülkeden bahsediyorsak İran, Rusya, Türkmenistan ve Katar’dan bahsediyoruz. Yani, bu gaz rezervi çok önemli mi?”

Bülent Kuşoğlu: – Dünyada 2’nci büyük rezerv olduğu söylendi bir ara.

Berat Albayrak  (İstanbul) – “Söylenenler var ama ispatlanan, onaylanan uluslararası kriterde bir rakam yok ama ciddi bir gaz var mıdır, bu, Türkiye’ye bir alternatif midir, pazar oluşturabilir mi, Avrupa arz güvenliğiyle ilgili değerlendirilmesi gereken bir kaynak mıdır bilinmiyor…”

Değerli okurlarım,

Albayrak maalesef farkında değil, “… Birden fazla farklı resmî otoritenin onayladığı…” diye bir bilgi veriyor. AKP iktidarını, “Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz yok” diye anlaşılan kandırmışlar.

Değerli okurlarım,

Albayrak, 27 Kasım 2019 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanlığının 2020 yılı bütçesini sundu. TBMM resmi tutanaklarından sunuyorum:

“Size güzel bir haber vereceğim: 2020’lerde inşallah. Türkiye -birileri de üzülüyor ya bundan- gerek Doğu Akdeniz’de gerek Karadeniz’de kendi gemileriyle, kendi sismik datalarıyla, bunları yorumlayacak kendi yerli mühendisleriyle çok etkin ve güçlü bir saha çalışması içerisinde, inşallah. Çok net şunu ifade ediyorum: Türkiye, 2020’lerde bu anlamda da çok güzel haberlere uyanacak.”

CHP İzmir Milletvekili Bedri Serter, “Dalga geçiyor…” diye konuşunca, Albayrak özetle şunları söyledi:

“Ha, bu iş biraz biliyorsunuz matematik ve istatistik ama o istatistiğin, “probability”nin ihtimal oranı arttırdıkça ihtimal noktası da artıyor çünkü yüzde 100 diye bir husus yok. Datayı inceliyorsunuz, bir kuyu kazıyorsunuz, yanına şu bu; 1’inci kuyu, 2’nci kuyu, 10’uncu kuyu, 20’nci kuyu…

Türkiye bu noktada istikrarlı arama çalışmalarıyla gerek off-shore denizde gerek on-shore karada, 2 denizimizde de bu dönemdeki etkin süreçte ekonomisindeki bu güçlü iyileşmenin üzerine bir de inşallah bu pozitif neticeleri aldığında Allah’ın izniyle çok daha iyi bir noktaya gidecek.

İşin ekonomik ayağı ne kadar içinde, ne kadar dışında? Ben bu detaya çok girmeyeceğim…”

Değerli okurlarım,

Atı alan Üsküdar’ı geçti. Berat Bey, İnşallah, Maşallah politikasıyla görüş açıklıyor, “Yüzde 100 diye bir husus yok…” diyor “Güzel bir bilgi” diyor…

–   Kim kandırılıyor?

–   Kim devletin çıkarlarını ısrarla savunuyor?

 

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | YİNE Mİ “KANDIRILDIK”? için yorumlar kapalı
Ağu 18

KIZIYORUM!

KIZIYORUM!

 

Cennet gibi dünyayı bitirdik hep birlikte

O korkunç kıyameti getirdik hep birlikte

Ar, edebi, hayâyı yitirdik hep birlikte

Bunca zehirli tavrı derene kızıyorum!

 

Nasıl kızmayayım ki söyle ben bu âleme

Ham söz gelse de dile gelmiyor ki kaleme

Kinle dolmuş yürekler yakışmıyor âdeme

Zalimlerle bir olup durana kızıyorum!

 

Her aşa nane olup açmayın hiç yaremi

Dünyada canlıların elbet vardır haremi

Arsızlıkla savaştım, bulamadım çaremi

Bir kapıdan destursuz girene kızıyorum!

 

Mucize yaratılış kurumasın bu pınar

Bir insanlık yarası durmaksızın hep kanar

Akıl hazinesinden cimrilik eden yanar

Bu hayatı tersinden görene kızıyorum!

 

Çok sabırlıyım amma aslında her hususta

Şeytandan belge almış birileri bir kursta

Her konuyu bilen var, her konuda çok usta

Şanlı orduma kumpas kurana kızıyorum!

 

Ne olmuş bu insana her biri haddi aşmış?

Daha tavuk olmadan takalara ulaşmış

Şerefli mahlûk iken her pisliğe bulaşmış

Haine bu fırsatı verene kızıyorum!

 

Göz ve kulak ikidir iyi aylansın diye

Ağız birdir, dil birdir, bir kez söylensin diye

Rabbim nimetler vermiş insan soylansın diye

İtikadı, imanı yerene kızıyorum

 

Bu kadar haksızlığı Hak terazisi almaz

İnsan olan bir insan gaflete asla dalmaz

Saygısızlık ödülü verilse ödül kalmaz

Yanlışa doludizgin varana kızıyorum

 

Kötülüğe ram olup her yanını bürütmüş

Adaletten kaçarak hayatını çürütmüş

Şeytanca yaşayarak ne bulursa yürütmüş

İnsanları canice vurana kızıyorum

 

Kenan ŞAHBAZ

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , | KIZIYORUM! için yorumlar kapalı
Ağu 17

Başkasının Benliği ve Kimliğiyle Var Olmak!

Başkasının Benliği ve Kimliğiyle Var Olmak!

İnsanlar yaşam boyunca onaylanma ve sahiplenilme arzusu içindedirler.

*

Bu davranış bilinçli olabildiği gibi bilinç dışı da gelişir.

Bu kişiler, içinde bulundukları “yalnızlık” ve “önemsizlik” korkularından “benliklerini başkasına sunarak”  kurtulacakları yanılsamasını yaşarlar.

*

Bir bilinçaltı korku biçimindeki yalnızlık, güçsüzlük ve önemsizlik duygularının “sahipsizlik” ve “koruyucu bir güçten yoksunluk” ile de eş anlamlı olduğunu düşünüyorum.

*

Bu durumdaki insanlar fiziki ya da sosyal varlığını yok ederken, sahiplenildiklerini ve kendisinden daha büyük bir güç tarafından “kabul edildiklerini“, “tanındıklarını” ve “onaylandıklarını” sanırlar.

*

Rumen deneme yazarı ve ahlakçısı Cioran, Çürümenin Kitabı‘nda, insanların, kendilerini telef edenlere karşı tutumlarını ayrıntılı biçimde incelemektedir.

Cioran, Varlığının haklılığını kanıtlama” duygusunun, kitlelerde, şiddetli bir otoriteye uyma ihtiyacı doğurduğunu söyler.

Başkasının Benliği ve Kimliğiyle Var Olmak!

Hayatta, herhangi bir bilginin, kültürün, eserin, teknolojinin üreticisi olamayan insanlar, başkalarının esiri olmaya mahkûmdur.

Bu tür insanlar, yukarıdaki psikolojiyle “tabi olmaya” can atarlar.

*

Çünkü, dilleriyle ifade etme bilincinde (ve cesaretinde) olmasalar da, kendilerini gereksiz hissederler.

Heidegger’in “dasein” (okunuşu: dazayn) sözcüğüyle kavramsallaştırdığı “varoluş” çabasına girerler.

Varolmak, dünyada haklı bir yer işgal etmek anlamına gelmektedir.

*

“İnsanın onay arayışı”, benliğini (ruhunu) satıp köleleşmekle de sonuçlanabiliyor. “Kendini aldatan insanın” temel yanılgılarından biri köleliği özgürlük olarak algılamasıdır.

Sonuçta, kendiliğinden varolamayanlar, başkasının benliği ve kimliği altında, ona tabi olarak varolmaya çalışıyor.

*

Fromm’un deyişiyle, “Korkmuş birey, kendisini bağlayacak bir kimse ya da bir şey arar; artık kendi bireysel beni olmaya dayanamaz ve panik içinde ondan kurtulmaya, bu yükü, yani benliğini yok ederek yeniden güven duymaya çabalar.”

 

Alıntı: H.Cevizoğlu

Posted in Gündem | Tagged , , | Başkasının Benliği ve Kimliğiyle Var Olmak! için yorumlar kapalı
Ağu 16

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “İnsan, kendi milletinin mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır.

En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.

“Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?’ dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Zalimleri bağışlamak, yoksullara cefadır.” Sadi Şirazi

* “Durgun su, kir tutar.” A. Arthaber

* “Buğday ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok?” Türk Atasözü

* “İnsan sözünden hayvan yularından tutulur” Türk Atasözü

* “Ver Lefter’e yazsın deftere!” Türk sloganı

* “Haklarımız, görevlerimizi yerine getirdikçe artar.” Akif Cemil

* “İnsan özgür olmadan, mutlu olamaz.” Dante

* “Nerede olduğunu bilmeyince, saadeti aramamalı.” Rousseau

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Ağu 15

“En kötü altı kâbusum”

“En kötü altı kâbusum”

Washington Devlet Üniversitesi Biyokimya ve Temel Tıp Bilimleri Profesörü Martin L. Pall, 17 Aralık, 2019’da, elektromanyetik dalgaların insan vücuduna etkisi üzerinde bilimsel bir makale yayınlamıştı. Pall, “En kötü altı kâbusum” başlığı altında, şu uyarıları yapmıştı:

1-Hızlı ve geri döndürülemez bir çarpışma olursa, insan üremesi sıfıra yakın dereceye kadar düşebilir.

2-Kollektif beyin fonksiyonlarımız çökebilir.

3-Çok erken bir şekilde Alzheimer ve demanslar başlar.

4-Küresel çapta otizm ve hiperaktivite yaygınlaşır.

  1. İnsan gen havuzunda büyük bir bozulma meydana gelir.
  2. Bütün yaş aralıklarında ani kalp ölümleri gerçekleşir.

Görüldüğü gibi bahsedilen hastalıkların ortak özelliği sinir sistemini tahrip etmesi!

Sebepleri ise cıva, alüminyum ve elektromanyetik radyasyon!

Tıp dünyası, bu bilimsel iddiaları tartışamıyor bile…

Alıntı

 

Posted in Yazılarım | Tagged , , , | “En kötü altı kâbusum” için yorumlar kapalı
Ağu 14

MEZHEP FARKLILIĞI

MEZHEP FARKLILIĞI

Bir aslan, horoza dost olur ve horoza der ki; “Eğer başına bir sıkıntı gelirse ağaca çık ve ezan oku. Ben hemen gelirim.”

Bir gün horoz kendisine doğru gelen bir tilki görür ve hemen ağaca çıkar. Ezan okumaya başlar. Ezan bitince aşağıdan tilki; “zan bitti artık ağaçtan inde birlikte namaz kılalım” der.

Horoz: “Ben müezzinim az bekle imam gelecek. İmam gelince kılarız.”

O sırada tilki bir bakar ki, kendisine doğru bir aslan geliyor. Yavaş yavaş ters tarafa dönerek koşmaya başlar.

Ağacın üstündeki Horoz: “Beklesene imam geldi. Birlikte namaz kılacağız”

Tilki kaçarken cevap verir: “Kusura bakma bu imam bizim mezhepten değil”

Posted in Fıkralar | Tagged , , , | MEZHEP FARKLILIĞI için yorumlar kapalı
Ağu 13

Tabela adları ayrıntıdır; Türkçe yok ediliyor.

Tabela adları ayrıntıdırt; Türkçe yok ediliyor.

Türk Dil Kurumu, Batı dillerinden girmiş kelimelerin istilasına karşı bir rapor hazırlayıp Saray’a sunmuş. Keşke dilimizdeki uydurukçalar için de bir rapor hazırlasaydı. Reis, bu kelimelere karşı hassas. Nihad Sami Banarlı‘nın “Türkçenin Sırları” kitabını tavsiye etmişti. Fırsat bu fırsat.

Global dünyada başka dillerden kaçış yok. Ama kullanmanın da bir yeri var.

Özenti insanı özünden koparıyor. Hiç gereği yokken neden dükkân, hastahane, şirket adları yabancı dilden?

Türk Dil Kurumu kelime uydursun diye kurulmadı; dilimize sahip çıksın diye kuruldu. 12 Eylül öncesinde, uydurukçacılarla Türkçemize sahip çıkanlar arasında büyük kavgalar yaşandı. “Türkçü” diyeceğimiz isimler, dilimize yerleşmiş Arapça-Farsça kelimeler kalsın diyen Ömer Seyfettin çizgisinde yürürken, uydurukçacılar, kendilerince Türkçemizde yer tutmuş Arapça, Farsça kelimelere savaş açtılar. “Türkçü” olmadıkları hâlde Türkçü kesildiler. Masalımıza, destanımıza, şiirimize, atasözümüze, deyimimize mana yükleyen kelimeleri atarsan geriye ne kalır?!

“Ömer Seyfettin çizgisinde” dedim. Genç Kalemler‘de, Türk Yurdu‘nda 20. yüzyılın başında verilen mücadelelere girmeyeceğim. Ziya Gökalp‘ten teşvik gören Ömer Seyfettin‘in manifestosunu kolayca bulur okursunuz. (Biz de yayınladık: Ömer Seyfettin, Türk Ülküsü. Üç dil yazısı yanında, Vatan Yalnız Vatan, Yarınki Turan Devleti, Türkçülük Mefkûresi, Millî Tecrübelerden Çıkarılmış Amelî Siyaset kitapçıklarını Osmanlı yazısından açıklamalı aktardık. Bilge Kültür Sanat Yayınları).

En “Türkçü” kim? Nihal Atsız değil mi?! Ne diyor:

“Türkiye’de millî ülkünün hükümetler eliyle yok edilmesinden ve millî eğitimin başına uzun yıllar kozmopolit unsurların gelmesinden sonra kültürün bütün alanlarında olduğu gibi ‘dil’ de de bir yozlaşmanın ve soysuzlaşmanın başladığı bilinen, görülen bir gerçektir.

Türkçeyi Türkleştirmekle, Türkçeleştiriyoruz diye bozmanın birbirine karıştırıldığı zamanımızda, ortada görülen manzara aklın, mantığın ve bilginin safdışı edilmesidir.”(Ötüken, “Bozulan Türkçe”, S. 11, 30 Ekim 1968).

En “Türkçü” kim? Millî Kütüphane’nin kurucusu, eski Kültür Bakanlığı Müsteşarı Adnan Ötüken değil mi?! Ne diyor: (Orhan Seyfi Orhon‘dan naklediyorum.)

“Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ile Türk Dili İçin adlı kitaplar neşrediyordu. Size bunların 1968’de basılan ‘VI’ No.lu kitaptan ‘Bir garip hadise’ adlı yazısını alayım: / -İki üç sene önce ‘Rus ilimler akademisi’nden Türkolog profesör Komonov, dil kurumunun daveti üzerine Ankara’ya gelmiş, millî kütüphaneyi de ziyaret etmişti. Orada görüşmüştük. / Bu zatın esas vazifesi Rusya’da Türklerin dillerini bozmaktır. Muhtelif bölgelerdeki Türklerin birbirini anlamaz hale gelmeleri için çalışan teşkilâtın başındadır. / Komonov’un şu sözünü hiç unutmayacağım: / -Efendim, siz ‘millî kütüphane’ diyorsunuz. ‘Eser şart’ diyorsunuz. ‘Meselâ’ diyorsunuz. Artık bunlar eski Türkçedir. Sizde ne güzel yeni kelimeler var! / Kendisine şu cevabı verdim: /- Siz Rusya’daki Türklerin dilini kâfi derecede tahrip ediyor, bozuyorsunuz. Burada da mı bu işi yapmak istiyorsunuz?”(“Adnan Ötüken”, Son Havadis, 7 Mart 1972).

“Hecenin Beş Şairi” içinde sayılan ünlü şair ve yazar Orhan Seyfi Orhon‘un, “Adnan Ötüken‘in vefatı üzerine yazdığı yazısında, “Türk dilinin başına gelenler korkunçtur. Bugün Türk dili tahrip edilmektedir.” diyor.

O yıldan bu yıla ne değişti?

Türkçe bitik.

 

Alıntı: Arslan Tekin

Posted in Gündem | Tagged , , , | Tabela adları ayrıntıdır; Türkçe yok ediliyor. için yorumlar kapalı