1890 yılında ilk Türkmen Meclisini kuran Filistin Türkmenleri için 1918’de I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle değişim zamanı gelmişti.
Emeviler döneminde Maveraünnehir’e yapılan akınlar sonucu Türkistan’dan getirilen binlerce asker sayesinde Türkler ilk kez Filistin dolaylarında görülmeye başlanırken Abbasiler döneminde de bu durum artarak devam etmiş, ayrıca Abbasilerin İslam ordusuna almaya başladığı Türk savaşçılar da burada iskan edilmeye başlamıştır.
O dönemde Biladü’ş-Şam ve Filistin Mısırlı Şii Fatımilerin yönetimi altındaydı. Ekonomik, siyasi ve askeri nedenlerle zayıflayan Fatımi gücü, 11. yüzyılın ortalarına gelindiğinde (Hicri 5. yüzyıl) gerilemeye başlamıştı. Bu gerilemenin başlıca nedenleri arasında, başta büyük Tay’a kabilesinin Filistin’e göçü ve Biladü’ş-Şam sınırlarında yaşayan Bedevi Arap kabilelerinin ayaklanmaları ve saldırıları vardı. Fatımi devleti Filistin’de düzen ve güvenliği sağlayamayınca, Fatımilerin Şam’daki lideri Bedir el-Cemalî, Doğu Anadolu ve Kuzey Şam’a ulaşan Türkmenlerden yardım istedi. “Nâvekiyye” adı bazen kaynaklarda Türkmen ile anlamdaş olarak bulunur. Kelime, Türkmen kabile grupları veya Türkmen toplumsal grupları olması muhtemeldir.
Bedir el-Cemâlî’nin yardım istediği Türkmenler yahut Nâvekiyyeler Sultan Alp Arslan’ın (1063-1072) yönetimindeki Selçuklu ordusunun resmi bir parçası değillerdi. Hatta kaynaklar da, Alp Arslan’ın kendisine isyan eden kardeşi İbrahîm’in emirlerine itaat eden bu kişileri kovaladığı ve binlercesini öldürdüğü belirtmiştir.
Bedir el-Cemâlî’nin yardım çağrısına olumlu karşılık veren 6.000 ila 12.000 Türkmen savaşçı, Reis Atsız’ın komutası altındaydı. Bunlar 1071’de Biladü’ş-Şam’ın tamamında hakimiyet kurmayı başararak Arap Bedevilerin halka yönelik saldırganlığını sınırlandırdılar. Bölgede nispeten kısa bir süre için sükûnet ve güvenlik hüküm sürdü.
Atsız, Biladü’ş-Şam ve Filistin’in iç bölgelerini kontrolü altına almayı başardı. Ancak Fatımi yönetiminde kalan Şam ve Filistin kıyılarını ele geçiremedi. Bedir el-Cemali’nin Filistin’den çıkarılmasının hemen ardından Mısır, Türkmenlerin karşısında kaybettiklerini geri almak için Biladü’ş-Şam’a dönmeye hazırlandı. Bölgedeki Türkmen varlığını tehdit eden tehlikeyle karşı karşıya kalan Atsız, Selçuklu sultanından destek ister, sultan da bunu kabul eder ve kardeşi Tutuş komutasında bir ordu gönderir. Fakat Tutuş, Atsız’la Şam’da karşılaştığında onu yakalar ve kendisine gösterilen saygıya riayet etmediği bahanesiyle astırır (Atsız, Tutuş’u karşılaması ve uygun bir şekilde ağırlaması için Şam’dan fazla uzaklaşmamıştı). Böylece Filistin ve Biladü’ş-Şam’ın büyük bölümünde Selçuklu egemenliği resmen kurulmuş olur.
1088 yılından başlayarak artık kalıcı biçimde Hayfa bölgesindeki Mansi köyüne yerleştirilen Türkmen boyları, Akka ve Filistin kıyılarında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Mensup oldukları ve aynı adı taşıdıkları aşirete nispetle “Türkmen Araplar” olarak adlandırılmışlardır. Musul Atabeyi Emir Zeyneddin Yusuf ve Nureddin Mahmud Zengi döneminde de bölgeye Türkmen akını devam etti.
Haçlılara karşı Cihat bayrağını açan ilk mücahit Türkmen , Halep Emirliğinden yola çıkan Sultan Nureddin Zengi olmuştur. Zengi’den sonra onun sarayında yetişen Yusuf cihat bayrağını almıştır. Yusuf, kendine Selahaddin Eyyubi lakabını seçmiş ve “Allah’tan başka İlah yoktur” bayrağını kaldırarak Müslümanları cihada davet etmiştir. Bu davete en büyük komutanı, yakın arkadaşı ve eniştesi Muzaffereddin Begtekin Koçak evet demiş ve emrinde bir Türkmen ordusu toplamıştır. İşte Selahaddin Eyyubi ile birlikte Kudüs harbine katılan binlerce kişilik bu ordu, kutsal beldenin fethinde önemli rol oynadı.
Selahaddin Eyyübi ,savaşçılarıyla birlikte Doğu Filistin’e hareket ederek Hatin düzlüğünde karargahını kurmuş ve Haçlılarla 5 Haziran 1187 tarihinde yaptığı savaşta büyük bir zafer kazanmıştır. Irak’taki Erbil Emirliği ile iletişim kurarak önce Ali Küçük komutasında olan bir Türkmen ordusunun ve sonra yine de Erbil Emirliğinden Zeyneddin Yusuf komutanlığındaki diğer bir Türkmen ordusunun kendisine katılmasını temin eden Selahaddin Eyyübi ,bu ordular 20 Eylül 1187 tarihinde Kudüs şehrini kuşatmış ve 14 gün süren kuşatma neticesinde Kudüs’ü teslim almıştır.
1516’da Mercidabık ve 1517 Rıdaniye savaşları sonrası Suriye, Lübnan ve Filistin toprakları Osmanlı Devleti’ne geçti. Yavuz Sultan Selim, Memlük Devleti’ne son vererek Kızıldeniz üzerinden Baharat Yolu’na sahip olmak ve Hac yolunun güvenliğini sağlamak amaçlı, bölgeye yakın Sancaklardan Türkmen aşiretlerini yol boyunca iskan etti.
Anadolu’dan Filistin’e iskan edilen aşiretler arasında Yörük ve Türkmen aşiretleri önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu, bu göçleri teşvik ederek bölgede tarım ve hayvancılığı geliştirmeyi, aynı zamanda stratejik noktaları güçlendirmeyi amaçlamıştır. Özellikle Halep, Maraş, Adana ve Konya gibi bölgelerden gelen Türkmen aşiretleri, Filistin’in farklı bölgelerine yerleşmişlerdir.
1890 yılında ilk Türkmen Meclisini kuran Filistin Türkmenleri için 1918’de I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle değişim zamanı gelmişti. Artık çadırlarını bırakıp taş ve kilden yapılmış, hatta süslü taştan yapılmış evlere yerleşen Filistin Türkmenleri, göçebelikten yerleşik hayata geçiş yapmış oldu.
1920’lerin başında bir dizi köy kuran Filistin Türkmenleri, bununla birlikte toprak ve hayvanların kolektif yönetiminden özel mülkiyet sistemine ve çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesine geçtiler. Kayseriye Türkmenlerine gelince, çoğunluk uzun süre Bedevi çadırlarında yaşamaya devam ettiler. 1948 yılına kadar pek önemi olmayan küçük bir köy olarak devam eden Karkur köyü dışında ev ya da köy inşa etmemişlerdir.
1.Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle kurulan İngiliz Mandası’na (1917-1948) ve Siyonizm’e karşı ülkeyi özgürleştirmek için başta 1936 devrimi olmak üzere Filistinlilerin İngiliz hükümetine karşı tüm ayaklanma ve devrimlerinde yer alan Türkmenlerin yaşadığı şehirler de diğer Filistin şehirleri gibi 1948 yılına gelindiğinde Siyonist saldırılara maruz kalmıştır.
Yine 1967 işgaline karşı Türkmenler de Filistin Halkı ile birlikte direnişe katılmıştır.
Öte yandan, İsrail’in 2002 yılında Cenin kampını işgali ve halka karşı katliam başlatması sırasında yüzlerce şehit ve yaralı arasında kamptaki en büyük nüfus grubu olan “Türkmen Araplar” aşiretinin çok sayıda üyesi de bulunuyordu. Sadece İsrail’in Cenin Kampı katliamında 600’den fazla Türkmen katledilmiştir.
Kendine Cebelü’n -nâr yani Ateş Dağı olarak adlandırılan Nablus’u yurt olarak edinen Filistin Türkmenlerinin en ünlü aileleri ise Türk, Bayrakdar, Batnıcı, Çorbacı, Garbavi ve Terzi aileleridir.
Türkmenlerin ayrıca kadrosu ve liderliği olan kendilerine özgü Aksa Şehitleri isimli bir askeri örgütleri de bulunmaktadır. Bu örgüt, Siyonistlerin saldırılarına karşı Cenin kampını korumak amacıyla bu kampın içinde sürekli olarak üs kurmuşlardır. Batı Şaria Türkmenlerinin sayısı 50 – 60 bini bulmaktadır.
Filistin’de Türk soyadları çoğunlukla “ci” harfiyle biter (örneğin, el-Batnici ve al-Şurbaci); yaygın isimler arasında ise El-Garbavi, Terzi, Türk, Birkder, Cukmadar, Rıdvan, Casir ve el-Cemasi bulunur.
Yazar Uğur Utkan