Oca 30

Uygur Atasözleri

1011777_10151914344361242_96569373_n
 
 
 
 
 
 
 
 
   Eski Uygur Atasözleri 
   (Yime Türk Savında Bar) 

* “Erdemlig kişi erdini birle tüz ol,
Erdemsiz kişi etük içindeki ulyak birle tüz ol”
“Fazîletli insan cevherle birdir,
fazîletsiz insan çizme içindeki taban astarı ile birdir.”

* “Buyanlıg kişi burkanlare birle tüz ol
buyansız kişi buk bakır birle tüz ol”
“İyilik yapan insan burkanlarla birdir,
İyilik yapmayan insan boş bakır ile birdir.”

* “Kimnin tamırıyogun bolsar kanagı yinil”
“Kimin damarı kalın ise onun kan aldırması kolay olur.”

* “Er kutı belin suv kutı terin”
“Yiğidin değeri korku zamanında, suyun değeri derinliğinde”

* “Begimsinmeyük beg bolsar beltir sayu berge salur
Atakımsınmayuk atıg bulsar art sayu mayakayur”
“Bey olmayacak kimse bey olursa; her yol kavşağına sopa koyar; 

  Şöhrete lâyık olmayan kimse şöhret bulursa, her dağın sırtına işaret koyar.”

* “İt karı bolsar yatıp ürür”
“İt ihtiyarlarsa, yatıp havlar.”

* “Tagda öz yok say yazıda bel yok”
“Dağda düzlük olmaz, düzlük yerde bel olmaz.”

* “Yagmur yagsa kapun bolsun yabıngu kergek
Yavız kişi yakın kelse abıngu kergek”
“Yağmur yağarsa, kabın olsun, örtünmek gerek;
Kötü yakın gelirse gizlenmek gerek.”

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , | Uygur Atasözleri için yorumlar kapalı
Oca 29

“DAVUT BOYNUZU” (4)

 
israil-bayrağı-nb13753        396198-3-4-dba55
                                 İsrail Bayrağı                                                                                                 Davut Yıldızı
                                                                                 
DAVUT BOYNUZU (4)                                                                                                                                                                                                                              Davut’un ısrarı üzerine Kral kabul eder ve kendi giysilerini Davut’a verir; başına tunç miğfer takar, ona bir zırh giydirir. Davut giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalışır, ama bu giysilere alışık değildir. Zorlanınca, Kral’a; ‘Bunlarla yürüyemiyorum. Çünkü alışık değilim’ diyerek giysileri üzerinden çıkarır. Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçer. Bunları çoban dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistinli Golyat’a doğru ilerler. Bu sırada Filistinli de, önünde ‘Kalkan’ taşıyıcısı, Davut’a doğru ilerlemektedir. Davut’u tepeden tırnağa süzer. Kızıl saçlı, yakışıklı bir genç olduğu için onu küçümser. ‘Ben köpek miyim ki, üzerime değnekle geliyorsun?’ diyerek kendi ilahlarının adıyla Davut’u lanetler:
–  Bana gelsene! Bedenini gökteki kuşlara ve kırdaki hayvanlara yem edeceğim!
–  Ey Golyat. Sen kılıçla, mızrakla, palayla üzerime geliyorsun. Bense meydan okuduğun İsrail ordusunun Tanrısı adıyla senin üzerine geliyorum. Bugün Tanrı seni elime teslim edecek. Seni vurup başını gövdenden ayıracağım. Bugün Filistinli askerlerin leşlerini gökteki kuşlarla yerdeki hayvanlara yem edeceğim.
Golyat’la Davut dövüşmek için karşı karşıya gelir. Davut, elini dağarcığına sokup bir taş çıkarır ve sapanla fırlatır. Taş Golyat’ın tam alnına çarpıp saplanınca Filistinli dev yüzükoyun yere düşer. Davut hemen koşup üzerine çıkar, Golyat’ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürür ve başını keser. Golyat’ın öldüğünü gören Filistliler de kaçarlar. İsrailliler onları Gat’ın girişine, Ekron kapılarına kadar kovalar ve yakalayıp hepsini öldürürler ve sonra dönüp ordugahlarını yağmalarlar. Davut Dev Golyat’ı sapanla yenmiştir. Başını alıp Yeruşalim’e götürür, silahlarını da kendi çadırına koyar. Sonra kesik başı eline alıp Kral’ın huzuruna çıkar. Kral Saul Davut’a sorar:
–       Kimin oğlusun, delikanlı?
–       Kulun Beytlehemli İşay’ın oğluyum, diye karşılık verir(Eski Ahit/ Tanah/ 1. Samuel, Bölüm 17).
Yahudiler’in kutsal kitabı Tanah’ta anlatılan efsane işte budur. Yahudi kaynaklarına göre, Davut, ‘Goliat’ adlı deve karşı savaşırken, kendini koruyan kalkanın üzerine bir altıgen motifi işlenmişti. David İbranice’de üç harfle: Dalet-vav-dalet harfleriyle yazılır. Çok eski İbrani alfabesinde ise Dalet harfi Yunan alfabesindeki Delta’ya benzeyen küçük bir üçgen şekille yazılırdı. İki Dalet’in birleşmesi, yani iki üçgenin altıgen bir yıldız şeklinde çizilmesi Kral Davut’un adını temsil ediyordu. Bu şeklin Kral Davut’in sembolü olması mantıklı bir varsayımdır. Çünkü İbranice’de ‘Magen’ sözcüğü, savunma anlamındaki Lehagen/Hagana sözcüğüyle aynı köke sahiptir ve ‘savunucu, koruyucu’ anlamını taşır. Magen, ayrıca, koruyucu bir alet olan kalkana verilen bir addır. Buna göre, Magen David, ‘David’in kalkanı, David’in koruyucusu’ demektir(Sevinon, Türk Musevileri Cemiyeti).
 

(Devam edecek)

Kaynak:  Erdal Sarızeybek  Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları, araştırma, sayfa 200/207, Pozitif Yayınları, 2012.

 
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | “DAVUT BOYNUZU” (4) için yorumlar kapalı
Oca 28

MAVİ KÖŞK (KAÇAKÇININ KÖŞKÜ) 1

mavi_kosk_havuzdan_450x224_opt
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
MAVİ KÖŞK (KAÇAKÇININ KÖŞKÜ)  1
ÇAMLIBEL KIBRIS
 
MAVİ KÖŞK, İtalyan asıllı rum olan Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmıştır. İki kat üzerine on altı bölüm olarak inşa edilen köşk, 20. yy modern mimari teknikleri ile yapılmış olmasına karşın, doğu ve batı mimari üslupları ile Türk, Rum mimari özellikleri yanısıra İtalyan ve Akdeniz bölgesi mimari özellikleri taşımaktadır.Paulo Paolides 
Kıbrıs doğumlu olan Paolides italyan asıllı rumlardandır. Paolides Avukat olmasına karşın aslında Ortadoğunun en büyük silah tüccarıdır. Aynı zamanda dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Baş piskopos Makarios’un avukatıdır. Avukatlık mesleğini silah ticaretini gizlemek için kullanmıştır. Bu nedenle köşkü kimsenin dışarıdan göremeyeceği ancak hertarafa hakim bir mevkiye yaptırmıştır. Böylelikle köşkü silah dağıtım noktası olarak kullanabilecektir..

Sanat Düşkünü Paolides Paolides sanata düşkün bir kimse olarak evini birçok sanat eseri ile donatmıştır. Paha biçilmez tablolar, biblolar, içki dolapları, el işi iran halıları, ayrıca kendisine ait kara kalem çalışmalarıda bulunmakta ve evinde sergilemektedir. Bazı sanat eserlerini para karşılığı almış ancak bazı eserler kendisine hediye edilmiştir. Hediye edilen bu eserlerden bir taneside paha biçilemeyen meryem ana tablosudur. Kendisine fransız bir ressam tarafından 1971 yılında hediye edilmiştir. Ne amaçla hediye edildiği bilinmemektedir. Tablonun özelliği halesinin som altından elindeki tas ve gerdanlığın ise altın suyuna batırılarak resmedilmiş olmasındandır. Tablonun bir diğer özelliği ise odanın neresinden bakarsanız bakın elleri, dizleri ayak ucları ve gözlerinin size dönük olmasıdır.

Kaynak: http://kibrismavikosk.com/

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , | MAVİ KÖŞK (KAÇAKÇININ KÖŞKÜ) 1 için yorumlar kapalı
Oca 27

Büyük Türkçü Zeki Velidi Togan

zeki-velidi-togan-2014Büyük Türkçü Zeki Velidi Togan      
Büyük Türkçü Ord. Prof. Zeki Velidi Togan, 1970 yılının 26 Temmuz günü uçmağa varmıştı.
Kendisi ile, 1944 Türkçüler davasından üç yıl sonra, aynı davanın sanıklarından Prof. Hüseyin Namık Orkun’un Ankara Bahçelievler’deki evinde tanışmıştım. O büyük bir ilim adamı olduğu kadar, faal bir siyasi yaşantısı olan çok yönlü Türk soylu liderlerdendir. Türk tarihinin dünyadaki sayılı uzmanlarından biridir.
1950’li yıllarda Türk Milliyetçiler Derneği’nin tertiplediği, Türk Dünyası ile ilgili toplantılarda gençlere aktardığı bilgiler değişik ve çok yönlüdür. Bir toplantı vesilesi ile İstanbul’a geldiğimizde Hoca’yı Fatih civarındaki evinde ziyaret ettiğimizi ve Bükreş Üniversitesi tarih bölümünü bitirip doktorasını İstanbul’da veren eşi Nazmiye hanımın ve Kızları İsenbike ve oğulları Prof. Subidey ile de Hoca’dan zengin kütüphanesi hakkında iki oda dolusu kitapları ile gençlerin bilgilenmesini sağlamışlardır.
Zeki Velidi Togan 10 Aralık 1890 tarihinde Başkurdistan’ın Avulu köyünde köklü bir ailenin on çocuğundan birisi olarak dünyaya geldi ve Müslüman Türk örf ve adetleri içinde yetişti. Kültürlü bir ailenin çocuğu olan Zeki Velidi, Arapça, Farsça ve Rusça öğrenip hendese, Uluğ Beğ usulü astronomi, edebiyat ve belagat dersleri alıp her konudaki eserleri okuma şansına kavuştu. Babasının Medresesindeki kendi emeği ile açtığı kütüphaneyi de zenginleştirmeyi becerdi. Türk Dünyası’nın bütün neşriyatlarına ulaştı ve ilmi çalışmalar için Kazan’a gitti. Orada yerli ve yabancı eserlerle Türk Tarihi ile ilgili bütün eserleri okudu. Kazan Üniversitesi’nin Türk Tarih Cemiyeti üyesi oldu. Türkistan’a gidip, Ula’daki Osmaniye Medresesinde Türk tarihi ve edebiyatını okudu. Çarlık döneminde Kazanlıların Rus Meclisi Duma’daki baş temsilciliklerinin Petesburg’daki bürosunda görevlendirildiğinden, çok genç yaşta da siyasetin içine girdi.
1917 olaylarını yakından izlemiş ve Milli Başkent Hükümeti’nin Harbiye ve Dahiliye Bakanlığını yapmıştır. Lenin, Stalin ve Troçki ile uzun beraberliği olmuş fakat, anlaşmalara uymadıklarından araları açılmıştır.
Türkistan Milli Birliği’ni kurmak amacı ile, Asrahan’a, Bakü’ye, Türkmenistan’a geçip Enver Paşa ile görüştü. Sovyetlerin, Türkistan’a askeri kuvvet göndermeye başlamaları, Zeki Velidi’nin durumunu değiştirdi. Abdulkadir İnan’la beraber İran’a oradan Hindistan’a ve gemi ile Hicaz yoluyla İstanbul’a kadar geldiler. Vizeleri olmadığından Türkiye’ye giriş yapamayarak Marsilya yolu ile Paris’e ulaştılar. Berlin’de “Türkistan Milli Birliği”nin kongresini tertiplediler.
1925 yılında, T.C. eski Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur’un Berlin’e gelmesi ve Türkiye’ye dönmelerini teklif etmesi durumu değiştirdi ve Zeki Velidi Togan “Telif ve Tercüme Heyeti, azalığına tayin edilerek İstanbul’a yerleşti. Bakanlar Kurulu Kararı ile T.C. vatandaşı oldu. Hamdullah Suphi Tanrıöver’le işbirliği yaptı ve Büyük Bozkurt Atatürk’ü ziyaret etti.
1932 yılında tertiplenen “Türk Tarih Kongresi”ndeki konuşması yedi yıl yurt dışında kalmasına ve 1944 Türkçüler Davasında da onyedi ay hapis yatmasına sebep olmuştu.
Prof. Zeki Velidi Togan Hoca, Türk Bilimini ve Türk Tarihçiliğini dünya ölçüsünde temsil etmiş bir Türkçü ilim adamı olarak yaşamış ve 26 Temmuz 1970 de uçmağa vararak Karacaahmet’deki kabrine konulmuştur.
Nur içinde yatsın.
 
 
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN!
 
Kaynak: Sami Yavrucak 23.07.2009 Yeniçağ Gazetesi
Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , | Büyük Türkçü Zeki Velidi Togan için yorumlar kapalı
Oca 26

Nasreddin Hoca (1)

images
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nasreddin Hoca (1)
 
Nasreddin Hoca, Hazar Denizi’nin batısında olduğu gibi doğusundaki Türk boyları arasında da bilinmektedir.
Bugünkü araştırmalar doğrultusunda onun 1208 yılında Türkiye’nin Eski şehir ilinin Sivrihisar ilçesinin Hortu (Nasreddin Hoca) beldesinde doğdu ğu, 1236-37 tarihinde Konya ilinin Akşehir ilçesine göçtüğü ve orada 1284-85 tarihinde öldüğü kanaati yaygındır. Hazar Denizi’nin doğusunda ise Hoca’nın, Özbekistan’ın Buhara ilinin Şirini köyünden Şarmamat ve karısının duası sonucunda bir saksının içerisinde bulunduğu, 90 gün boyunca anne ve babasını aradıklarını bulamayınca da kendilerine evlat edindiklerinden söz edilmektedir.
Nasreddin Hoca Hazar Denizi’nin doğusundaki Türk boyları arasında Afandi, Apandi, Ependi, Koja Nasır gibi adlarla bilinmektedir.
Sovyetler Birliği döneminde Doğu Türkleri arasında yaşadığına inanılan Nasreddin Hoca’nın günümüzdeki değişim ve iletişim sonucunda Türkiyeli olduğu kabul görmeye başlamıştır.
Acaba Türkiyeli Nasreddin Hoca Orta Asya coğrafyaya nasıl gitti? Yine bu bölgede kendisi olmasa bile fıkraları günlük olaylara adapte edilerek yaşayan bir Nasreddin Hoca var mıdır? En önemlisi de Doğu Türklerinin ev sahipliği yapmak istedikleri Şirini köylü Nasreddin Hoca, Oğuz Kağan,Dede Korkut, Cengiz Han, Manas ve Köroğlu gibi mitolojik özelikleri öne çıkmış olan bir tip midir? 
 
(Cabbarov 1996: 47, Özkan 1999: 20, Fedakar 2009: 322, Sakaoğlu-Alptekin 2009: 61).
 
Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , , | Nasreddin Hoca (1) için yorumlar kapalı
Oca 25

Doğu Türkistan, Atatürk ve ‘tatlı su’ milliyetçileri!(1)

indirDoğu Türkistan, Atatürk ve ‘tatlı su’ milliyetçileri! (1)
 
TÜRKİSTAN, Türklerin ata yurdunun ortak adıdır.
Emperyalizm, ‘yerkürenin merkezi’ olarak kabul edilen uçsuz bucaksız Turan coğrafyasını ‘kontrol altında’ tutabilmek için önce ‘Doğu Türkistan’ ve ‘Batı Türkistan’ diye iki parçaya ayırdı.
Her Türk boyu ‘sanki ayrı birer milletmiş’ gibi, yeniden beş parçaya bölünen ata yurdu Batı Türkistan üzerinde ‘Kazakistan’, ‘Türkmenistan’, ‘Özbekistan’, ‘Kırgızistan’ ve ‘Tacikistan’ adı ile kurulan cumhuriyetler, komünist Sovyetler Birliği’ne bağlandı.
‘Çin Seddi’nin dışında kalan, yüzölçümü Türkiye’nin iki buçuk katına tekabül eden ve oldukça zengin ‘tabii kaynaklara’ sahip olan ata yurdu Doğu Türkistan ise, tek bir parça halinde komünist Çin Halk Cumhuriyeti’ne ilhak edildi.
Gün geldi, Sovyetler Birliği dağıldı.
Batı Türkistan üzerinde kurulan Türk Cumhuriyetleri, ‘esaret perdesini’ üzerlerinden atarak hürriyet ve istiklallerine kavuştu.
Ama, Doğu Türkistan hâlâ esaret altında.
* * *
Uygur Türklüğü, tarihte eşine benzerine rastlanmamış bir ‘Çin işkencesine’ tabi tutuluyor.
1949 yılında Doğu Türkistan’ı yeniden işgal eden Çin, Türklüğe ait ‘tarihi’ ve ‘kültürel’ eserleri yerle bir ettikten sonra, Türk nüfusunu ‘azınlığa’ düşürmek amacıyla bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye başladı.
Devlet imkanları ile ‘çekirge sürüsü’ gibi akın akın Doğu Türkistan’a sevkedilen Çinliler, neredeyse çoğunluğu ele geçirmek üzere.
Türkleri bölgeden uzaklaştırmak için sistemli bir şekilde uygulanan etnik temizlik, 1960’lı yıllardan sonra önce ‘nükleer soykırıma’, ardından ‘anne karnında soykırıma’ dönüştü.
Bölgede gerçekleştirilen nükleer denemeler yüzünden, gelecek 50 yıl içinde yüzbinlerce çocuk, ‘ölü’ veya ‘sakat’ dünyaya gelecek.
Türk kökenli ailelerin ‘ikiden fazla’ çocuk yapmasına müsaade edilmiyor, ‘izinsiz’ hamile kalan kadınlar, ‘zorunlu kürtaj merkezlerine’ sevkedilerek bebekleri alınıyor.
* * *
Adeta bir ‘açık hava hapishanesine’ dönüştürülen Doğu Türkistan’da Türklerin ‘kendi dillerini’ kullanmalarına, ‘kendi kültürlerini’ geliştirmelerine, ‘kendi okullarını’ açmalarına, ‘toplu ibadet yapmalarına’ kati surette izin verilmiyor.
‘Haklar’ ve ‘özgürlükler’ adına ortaya çıkanlar, ‘adi suçlu’ muamelesine tabi tutulup, stadyumlarda ‘toplu olarak’ infaz ediliyor.
İnfazlar, ‘başkalarına ibret olsun’ diye televizyonlardan ‘naklen’ yayınlanıyor.
Bütün hür dünya, adeta gözünü kulağını tıkamış bir şekilde, ‘alenen’ tatbik edilen ve gelmiş geçmiş ‘en cani’ zalimlere taş çıkartan zulmü sadece seyrediyor.
Bırakın dünyayı, Türk kamuoyunun bile çoğu kez ‘olup bitenlerden’ hiçbir haberi olmuyor.
Neden?
Çünkü, Doğu Türkistan’da zulme uğrayanlar, ‘Türk’ ve ‘Müslüman’.
Tibet halkı gibi ‘Budizme’ inanmıyorlar.
Ve Dalay Lama gibi bir liderleri yok.
(Devam edecek)
 
Kaynak: 09.07.2009 İsrafil K. Kumbasar  Yeniçağ Gazetesi
Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | Doğu Türkistan, Atatürk ve ‘tatlı su’ milliyetçileri!(1) için yorumlar kapalı
Oca 24

‘Leş Kargaları…!’

10516_n

 

 

 

 

 

 

 

‘Leş Kargaları…!’

Yüreğime, beynime virüs olup doldunuz

Dünyada akan kana kör ve sağır oldunuz

Masum bir güvercinin kanadını yoldunuz

Haydi, yürüyün ey ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

Bu âlemde can ve kan bir yalnız sizde mi var?

Her yeriniz maskeli, bir yalnız yüzde mi var?

Yüreği yakan ateş bir yalnız közde mi var?

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

Kandan, candan beslenen, vampirsiniz hepiniz

Yalnız karanlık değil, zifirsiniz hepiniz

Hiçbir yerden çıkmayan bir kirsiniz hepiniz

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

Binlerce insana siz atom atmadınız mı?

Petrol için insana insan satmadınız mı?

Kanı, kini, öfkeyi cana katmadınız mı?

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

Soysuzluğun alası genlerinizde mevcut

Hem boyda, yükseklikte, enlerinizde mevcut

Özünüz, sözünüzde, tenlerinizde mevcut

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

İnsanlığın özünü sökenler de sizsiniz

Dünyaya kan, kin, vahşet ekenler de sizsiniz

Timsah gözyaşlarını dökenler de sizsiniz

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 

İnsanlığın “i”sinden içinizde eser yok!

Yiğitlikten, mertlikten ‘piçinizde’ eser yok!

Erkekçe savaşmaya ‘kıçınızda’ eser yok!

Haydi, yürüyün ey, ‘leş kargaları’ yürüyün!

Leşlerinizi şimdi kaldırmaya yürüyün!

 11.01.2015

Kenan ŞAHBAZ

www.kenansahbaz.com

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | ‘Leş Kargaları…!’ için yorumlar kapalı
Oca 23

“DAVUT BOYNUZU” (3)

 
indir (2)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Golyat’ın taşıdığı Kalkan’ın bir figürü. 
 
 
“DAVUT BOYNUZU” (3)
O zamanlarda bu diyarlarda Davut adında biri yaşardı, Yahuda’nın Beytlehem Kenti’nden Efratlı İşay adında bir adamın oğluydu.
 İşay’ın sekiz oğlu vardı, üç büyük oğlu Kral’la birlikte bu savaşa katılmıştı. Davut en küçükleriydi ve babasının sürüsüne gütmek için Beytlehem’e gidip gelirdi. Bir gün İşay, oğlu Davut’a seslendi ve savaştaki ağabeylerine gidip bir bakmasını, halleri niceydi, öğrenmesini istedi:
– Kardeşlerin için şu kavrulmuş bir efa buğdayla on somun ekmeği al, çabucak ordugaha, kardeşlerinin yanına git. Şu on parça peyniri de birlik komutanına götür. Kardeşlerinin ne durumda olduğunu öğren ve iyi olduklarına ilişkin bir belirti getir. Kardeşlerin Saul ve öbür İsrailliler’le birlikte Ela Vadisi’nde Filistinliler’e karşı savaşıyorlar.
Ertesi sabah Davut erkenden kalktı, sürüyü bir çobana bıraktı ve erzakı alıp vakit geçirmeksizin yola koyuldu. Ordugaha vardığında İsrailliler bir tarafta, Filistinliler öte tarafta düzen almış savaşmak için bekliyorlardı.  Hemen getirdiklerini levazım görevlisine bıraktı, cepheye koştu ve kardeşlerinin yanına varıp onları selamladı. Davut onlarla konuşurken Golyat da Filistin cephesinden ileri çıkmış ve daha önce yaptığı gibi yine meydan okuyordu. Bu meydan okuma karşısında İsrailliler ise korkuyla önünden kaçışıyor ve birbirlerini cesaretlendirmek için çeşitli şayialar ortaya atıp konuşuyorlardı.
Gördüğü manzara karşısında Davut şaşkındı; bu dev adamın tek başına meydan çıkıp koca İsrail’e kafa tutuşuna ve buna karşılık İsrailliler’in de korkup kaçışmasına bir anlam verememişti. Kimdi bu Golyat! Davut öfkelendi ve tek başına bu devle savaşmak için hazırlanmaya başladı. Bu durumu öğrenen Kral Saul hemen onu çağırdı ve Davut düşüncelerini Kral’a anlattı:
– Bu Filistinli yüzünden kimse yılmasın! Ben kulun gidip onunla dövüşeceğim!
– Sen bu Filistinli’yle dövüşemezsin Davut. Çünkü daha gençsin, o ise gençliğinden beri savaşçıdır.
– Kralım. Bu kulun babasının sürüsünü güder. Bir aslan ya da ayı gelip sürüden bir kuzu kaçırınca, peşinden gidip ona saldırır, kuzuyu ağzından kurtarırım. Eğer aslan ya da ayı üzerime gelirse, boğazından tuttuğum gibi vurur öldürürüm. Kulun, aslan da ayı da öldürmüştür. Bu sünnetsiz Filistinli de onlar gibi olacak. Çünkü yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okudu. Beni aslanın, ayının pençesinden kurtaran Tanrı, bu Filistinli’nin elinden de kurtaracaktır.
 
(Devam edecek)
 

Kaynak:  Erdal Sarızeybek / Nil’den Fırat’a Devlet Oyunları, araştırma, sayfa 200/207, Pozitif Yayınları, 2012.

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | “DAVUT BOYNUZU” (3) için yorumlar kapalı
Oca 22

HADİSLERDE YAHUDİLER

hadis
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hadislerle Yahudiler
 
* “Yahudileri de Hıristiyanları da Allah kahretsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler. Arap topraklarında iki din bırakmayın.” (Beyheki)

* “Yahudileri Allah kahretsin, Allah onlara içi yağını haram edince, onu eritip sattılar ve parasını da yediler.” (Buhari,Müslim)

* “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed aleyhisselamın Allah’ın Resulü olduğuna, şehadet edinceye kadar Yahudilerle savaşın.” (Müslim)

* “Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Hatta taşlar bile, gizlenen Yahudi’yi “Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber verir.” (Buhari)

* “Kafir olan bir kavmi seven, onlarla dostluk kuran mümin, kıyamette o kafirlere haşrolur.” (Taberani)

* “Resullahın son sözlerinden biri, (Allah, Yahudi ve Hıristiyanları helak etsin. Arap topraklarında iki din kalmasın) idi.” (Beyheki)

* “İmanın temeli, Müslümanları sevmek ve kafirleri sevmemektir.” (İ.Ahmed)

* “Üç şey imanın lezzetini artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslüman’ı Allah rızası için sevmek, kafirleri
sevmemektir.” (Taberani)

* Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır:

 “Halife Ömer’e (Hıristiyan kâtibim çok işe yarıyor) dedim. “Niçin bir Müslüman kâtip almadın? (Ey müminler, Yahudi ve Hıristiyanları sevmeyin)
âyetini işitmedin mi sen?” dedi. Ben de, “Onu dini için değil, kâtipliği için aldım” dedim. “Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma” dedi. “Ama Basra’yı onunla idare ediyorum” dedim. “Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Derhal onu değiştir”dedi.” (3/55)
Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , | HADİSLERDE YAHUDİLER için yorumlar kapalı
Oca 21

Selefilik (3)

turklugun-yeni-dusmani-cihatci-selefilik
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Selefilik (3)
 
Selefîlik nedir?
Ayrıca bu adresten Selefilikle ilgili bilgi alabilir. Video:
http://www.izlevideo.net/vehhabilik-selefilik-mezhebi-039-nin-yanlis-itikadi-mutlaka-i–640404.html
                                                                                                                                               
Selefilik, İslâm’ı, yukarıda tanıttığımız Selef-i Salihîn’in anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasının vücut verdiği bir akımdır. İlk defa Mısır’da Cemaleddin Efganî ve öğrencisi Muhammed Abduh tarafından başlatılan “ İslâmî ıslah” hareketi, daha sonra Selefîlik adıyla anılan zümrenin doğmasına kaynaklık etmiştir.
Aşağı yukarı aynı dönemde bugünkü Suudi Arabistan’ın sınırları içinde bulunan Necid bölgesinde ortaya çıkan ve Mısır’daki hareket ile benzer söylemleri dillendiren Muhammed b. Abdilvehhab’ın yürüttüğü “ Vahhabîlik ” hareketine de daha sonra Selefîlik denmiştir.
Bu iki hareket arasında temelde önemli farklılıklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akım şu noktalarda birbirlerinden ayrılır:
1. İtikadî sahada Vahhabîler Kelâm mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu’l -Hasan el- Eş’arî Vahhabîler’e göre, saf İslâm akidesini kelamî deliller kullanmak ve aklı nakle (ayet ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Özellikle müteşabih [2] ayet ve hadislerin Allah Tealâ’nın şanına ve yüceliğine uygun olarak tevil edilmesine şiddetle itiraz eden Vahhabîler, tasavvufa da aynı şiddetle karşı çıkarlar.
Efganî – Abduh çizgisi ise itikadî sahada kelâm alimlerinin kullandığı metoda temelde itiraz etmez; Felsefe, mantık ve kelâm gibi ilimleri reddetmez ve müteşabih ayet ve hadislerin, Allah Tealâ ile mahlukat arasında benzerlik kurulmaması için tevil edilmesi taraftarıdır.
2. Vahhabîler, fıkhî mezhep olarak İbn Teymiyye ve öğrencisi İbnu’l -Kayyım’ın çizgisini izler. Diğer mezhepleri ise istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele … gibi delillere yer verdikleri için bid’atçilikle itham ederler.
Efganî – Abduh çizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fıkhî mezhepleri birleştirme eğilimindedir.
Aralarındaki ihtilafları kısaca zikrettiğimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklaşarak “Selefî” diye anılmışlardır. Ortaya çıkış döneminden günümüze doğru ilerledikçe, Selefîlik akımının içine başka görüşler de katılmıştır. Dolayısıyla “ Selefîlik ” dendiği zaman akla her ferdinin aynı şekilde düşündüğü homojen bir gruptan ziyade, aşağıda zikredeceğimiz görüşleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir.
 
Kaynak: http://selefilik.com/selefilik-hakkinda-genis-malumat/#sthash.p9BFb3PA.dpuf
Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , | Selefilik (3) için yorumlar kapalı