Tem 27

LAFTER EĞRİSİ

LAFTER EĞRİSİ

1377 yılında İbn Haldun tarafından kaleme alınan Mukaddime adlı eserde şunu der: Vergi oranları artarsa belli bir noktadan sonra elde edilen hasılat düşer. Aynı zamanda üretim miktarı da geriler zira artan vergilere katlanmak zorlaştıkça girişimciler üretimden çekilir. İbn Haldun’un bu tespitini Arthur Laffer isimli ekonmist ‘Laffer Eğrisi’ olarak literatüre sokmuşsa da bizler kaynağı İbn Haldun

Posted in Hikayeler | Tagged , , , | LAFTER EĞRİSİ için yorumlar kapalı
Tem 26

NERELERDESİNİZ BOK BÖCEKLERİ?

NERELERDESİNİZ BOK BÖCEKLERİ?

Olympos antik Yunanca “ulu dağ” demek.

Tanrıların dağı.

Mitolojiye göre 12 Tanrı bu dağda yaşadı.

Hep kutsal sayıldı.

Ege ve Akdeniz kıyılarında birçok Olympos dağı var.

Bunlardan biri de Antalya’da.

Kurban Bayramı tatilinde Antalya’da Olympos dağı doldu taştı.

Hani “iğne atsan yere düşmez” denildiği gibi.

Tatil bitti, insanlar döndü, geride çöp dağları kaldı.

Her yer çöp.

Çocuk bezinden, boklu iç çamaşırına kadar her şeyi atmışlar.

Ormanların içi, deniz kıyıları, dere yatakları her yer çöplük.

Belediye çöp arabaları günde 6 tur yapıyor, çöpleri bitiremiyor.

Bu görüntüler sadece Olympos’tan değil, Türkiye’nin her yerinden.

Tatilcilerin gittiği her yer pislik içinde.

Datça da.

Pis bir milletiz.

Vatanını çok sevdiğini söyleyen ama vatanını çöplük gibi kullanan bir milletiz.

“Temizlik imandan gelir” deyip, konakladığı yeri çöplüğe çeviren bir milletiz.

Dikkat edin, doğada yaşayan hayvanlar pislediği yerin üstünü öter.

Biz hayvanlar kadar doğaya saygılı olmayan bir milletiz.

Eğitimsizliğin, kuralsızlığın ve denetimsizliğin sonucu bu.

Başta antik Mısır olmak üzere birçok eski uygarlıkta bok böcekleri “Scarabaeus” kutsaldır.

Gördüğümüzde tiksindiğimiz, bazılarımızın öldürmek istediğini bu böcekler aslında dünyamızı temizleyen çöpçülerdir.

Bir yerde bok böceği azsa, orada pislik ve kokuşma artar. Parazitler ve hastalıklar daha kolay yayılır.

Bok böcekleri azsa toprağın verimi düşer, bitkiler azotu gerektiği şekilde alamazlar.

Bok böcekleri olmazsa, dışkıyı bütün etçil hayvanların tüketeceği protein şekline çevirecek hayvan kalmaz.

Nerelerdesiniz bok böcekleri?

Gelin insanoğluna temizliği öğretin.

Alıntı: Sedat Kaya

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , | NERELERDESİNİZ BOK BÖCEKLERİ? için yorumlar kapalı
Tem 24

MİLLÎ DEVLETİ TASFİYE PROJESİ VE SAHİPLERİ!

MİLLÎ DEVLETİ TASFİYE PROJESİ VE SAHİPLERİ!

Dönemin Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner, 80’inci kuruluş yıldönümü dolayısıyla 2007 yılında bir mesaj yayınlamıştı.

Taner mesajda, özetle şu görüşleri savunuyordu:

“Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.

Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir.”

***

Bizim o zaman ortaya koyduğumuz görüş, “Türkiye’nin ulus devlet yapısına en büyük tehdit devletin kendi kurumlarını yöneten kişilerden gelmektedir. Federasyon tartışması ve ‘Türk dediğin nedir ki?’ lafları ile ulus devlet yapısını sarsmaya başlayan Turgut Özal, bu ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Ulus devletin temeli olan Türk kimliğini değiştirmeye çalışan Tayyip Erdoğan, halen Başbakandır ve Cumhurbaşkanı olmaya hazırlanmaktadır.

Türkiye’yi etnik ve dini ayırımlarla bölmek isteyen Avrupa Birliği’ne giriş, devlet politikası olarak ilan edilmiştir!

MİT Müsteşarı, bankalarını, madenlerini, haberleşme ve enerji sistemlerini Rio Tinto ve Citibank’a ve onlar üzerinden İngiliz İstihbarat Servisi MI6’ya devreden bir ülkenin nasıl kusursuz dış politika izleyeceğini ve caydırıcı bir askerî yapılanmayı geliştireceğini de açıklayabilir mi?” şeklindeydi…

***

Millî İstihbarat Teşkilatı eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Habertürk gazetesine konuştu ve 2010 yılında, AKP iktidarının uygulamakta olduğu Kürt açılımı projesinin bir MİT operasyonu olduğunu söyledi.

Aynı dönemde Dışişleri Bakanlığı, yurt dışında görev yapan 200’e yakın büyükelçiyi beş günlük beyin fırtınası için Ankara’da topladı ve sonra da Güneydoğu’ya götürdü.

Aslı Aydıntaşbaş’ın Milliyet’te verdiği bilgiye göre beyin fırtınasının en ilginç seansı, “MİT Müsteşarı Emre Taner ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Kürt sorunu ve demokratik açılımla ilgili ard arda yaptığı sunum” oldu.

***

Türkiye Cumhuriyeti devletinin temeli Türk kimliğidir. Oysa AKP’nin grup başkan vekili, yine o dönemde, “Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. İşte bu, sorunu çözer.” demişti.

Küresel güçlerin Türkiye’yi dönüştürmek istediği “Türk,-Arap-Kürt federasyonu” veya PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ın öngördüğü konfederasyonun alt yapısı, Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesi ile oluşturulmaya başlandı. Milyonlarca Suriyeli ve ardından ABD’nin kendi Taliban’a teslim ettiği Afganistan’ın askerleri, Türkiye’ye gönderildi. Buna Pakistanlılar ve Afrikalılar da eklendi. Sınırlardan geçişler devam ediyor.

Her şey tamam olmaya yakın, “Yeni bir Anayasa” ile ulus devletin ortadan kaldırılması planlanıyor…

Siyasi partiler ve seçimler, bu hedefe göre kurgulandı. Devletin içinde direnecek olanları da Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarla tasfiye ettiler zaten.

***

Bu şartlarda kimin bakan olduğunun hiçbir önemi yok. Bütün hesaplar, sahte dincilik, sahte milliyetçilik, sahte solculuk ve danışıklı siyasi dövüşlerle uyuttukları Türklerin elinden, devletlerini almaya dayalı. Gidişatı durdurma ihtimali olmayan dernekleri bile kontrol altına aldılar ama yine de öngöremedikleri bir olay veya bir skandal her şeyi bozacak diye endişe içindeler! Durum budur.

Çözüm, neler olup bittiğinin halk tarafından doğru anlaşılmasına bağlıdır. Bu da her zaman mümkündür…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | MİLLÎ DEVLETİ TASFİYE PROJESİ VE SAHİPLERİ! için yorumlar kapalı
Tem 23

ALLAH AŞK VERSİN

ALLAH AŞK VERSİN

* * *

Bu gönül aklıma meydan okuyor

İstiyor ki her vakitte gül dersin

Nefis; nazar, benlik, fitne sokuyor

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Görünmüyor iyi, kötü gözüme

Uymuyor aklımın hiçbir sözüme

Köle, tutsak olmuş arsız özüme

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Velakin aşk ise gönülde konu

Yaşarım her vakit, her anda onu

Dilerim meçhule gitmesin sonu

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Delice tavrını önlemem lazım

Kapkara sevdayı mimlemem lazım

Bu hoyrat gönlümü gemlemem lazım

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Kınamayın beni sevgili dostlar

Nice aşk yüzünden yüzüldü postlar

Tükenmez düşmanlık, tükenmez kastlar

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Aşkın şarabından içmeyen bilmez

Titrer yürekleri ihmale gelmez

Görünüşe kanma, zalim hiç gülmez

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Aşk ki; bu Allah’ın sonsuz hikmeti

Engin gönüllere eşsiz rahmeti

Her gönül çekemez böyle zahmeti

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Bir başka yaşıyor aşk ile gönül

Kendinden geçiyor meşk ile gönül

Istırap çekiyor zevk ile gönül

Allah her kuluna çokça aşk versin

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , | ALLAH AŞK VERSİN için yorumlar kapalı
Tem 22

ATATÜRK: “EY ARKADAŞLAR! TANRI BİRDİR, BÜYÜKTÜR…”

ATATÜRK: “EY ARKADAŞLAR! TANRI BİRDİR, BÜYÜKTÜR…”

30 Ekim 1922 günüydü…

Müslüman olduğundan ve Hz. Muhammed’den övgüyle söz ederdi. Peygamber’den bahsederken, genellikle “Cenab’ı Peygamber”, “Peygamber Efendimiz”, “Fahr’i Kâinat Efendimiz” ve onun dönemi söz konusu olduğu zaman da “Peygamberimiz zaman-ı saadetlerinde” diyerek söze başlardı…

Meclis’te saltanatın kaldırılması görüşmeleri vardı. Kürsüye çıktı, Hz. Peygamber’den sonra gelen Raşit halifelerin devlet başkanlığına seçilme usullerine değindi ve konuşmanın bir bölümünde gecenin Mevlit Kandili’ne isabet ettiğini hatırlatarak sözlerini sürdürdü:

“Bugün o gündür, gerçek şudur ki Arabi tarihlerinde bu akşam doğum gününün yıldönümüne rastlıyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür.”

Salonda Hep bir ağızdan “İnşallah!” sesleri yükseldi.

Hz. Muhammed’in peygamber oluşundaki hikmetten söz etti sözlerini sürdürdü:

“Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. İlahi adaletin tecelli ettiğine bakarak diyebiliriz ki insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir, beşeriyetin çocukluk ve gençlik devridir.

İkinci devir, beşeriyetin rüşt ve kemal devridir. Beşeriyetin, birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi, yakından maddi vasıtalarla kendisiyle iştigal edilmeyi istilzam eder. Allah, kullarının lazım olan nokta-i tekâmüle vüsülüne kadar, içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla, iştigali, lazime-i ulühiyetten addeylemiştir

Onlara Hz. Âdem aleyhisselamdan itibaren mazbut ve gayr-ı mazbut bildirilen ve bildirilmeyen namütenahi denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat peygamberimiz (sav) vasıtasıyla en son dinin ve medeniyetin hakikatlerini verdikten sonra artık beşeriyetle bilvasıta temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. Beşeriyetin derece-i idrak, tenevvür ve tekemmülü, her kulun doğrudan doğruya ilhamat-ı ilahiye ile temas kabiliyetine vasıl olduğunu kabul buyurmuştur. Ve bu sebepledir ki Cenab-ı Peygamber, Hatemü’l Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitab-ı Ekmel’dir.”

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığını, yeni bir Türkiye Devleti’nin doğduğunu, Anayasa’yla, egemenlik hakkının, milletin olduğunu belirten bir önerge hazırlandı. Sekseni aşkın vekil imzaladı.

Önerge okundu. Karşı çıkanlar oldu. Mersin Vekili Albay Salâhattin Bey, İzmir Vekili Ziya Hurşit o grubun ateşli savunuculuğunu yaptı. Meclis, 31 Ekim 1922 günü toplanmadı. Hakları Savunma Grubu toplantısı yapıldı. Osmanlı egemenliğinin kaldırılmasının kesinlikle gerekli olduğunu vekillere bir kez daha anlattı.

Ve gün gelip çattı. Takvim yaprakları 1 Kasım 1922 gününü gösteriyordu. Meclis kürsüsüne çıktı. İslam ve Türk tarihinden söz ederek halifelikle sultanlığın ayrılabileceğini, ulusal egemenlik makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihsel olaylara dayanarak açıkladı. Ortam gergindi. Konuyla ilgili üç komisyon kuruldu.

Anayasa, Diyanet İşleri ve Adalet. Komisyonlar iki farklı görüştekileri aynı fikir çatısı altında buluşturacaktı. Diyanet İşleri encümeni hararetle halifeliğin sultanlıktan ayrılmayacağını savundu.

Gazi ve kendi gibi düşünenler karşı grubun konuşmalarını dinliyordu. Tartışmaların anlamsız olduğuna kanaat getirdiği sırada Karma Komisyon başkanından söz isteyerek, önündeki sıranın üstüne çıktı ve yüksek sesle görüşünü dillendirdi:

“Efendim, egemenlik hiç kimse tarafından hiç kimseye, bilim gereğidir diye; görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, güçle, kuvvetle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğini, ele geçirmişlerdi; bu sarkıntılıklarını altı yüzyıldan bu yana sürdürmüşlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu saldırganlara ‘Artık yeter!’ diyerek, egemenliğini, ayaklanarak kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; ‘Millete egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız?’ sorunu değildir. Sorun zaten olup bitti durumuna gelmiş gerçeği açıklamaktan başka bir şey değildir.

Bu, ne olursa olsun, yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes bunu doğal karşılarsa, bence uygun olur. Yoksa gerçek yine yöntemine göre saptanacaktır. Ama belki birtakım kafalar kesilecektir!”

Salona derin bir sessizlik çöktü. Konuşmasını aynı ses tonunda sürdürdü:

“İşin din bilimi yönüne gelince, hoca efendiler hiç kaygılanıp üzülmesinler…”

Ankara vekili Hoca Mustafa, “Affedersiniz efendim” diyerek söz istedi:

“Biz konuyu başka görüş açısından ele alıyorduk; açıklamalarınız bizi aydınlattı. Karma Komisyon’ca sorun çözümlenmiştir…”

Kanun önergesi çabucak yazıldı. İkinci birleşimde okundu. Ad okuyarak oya sunulması önerisi üzerine kürsüye çıkarak konuşmasını yaptı.

“Buna gerek yoktur, memleket ve milletin bağımsızlığını sonsuza kadar koruyacak ilkeleri yüce Meclis’in, oybirliğiyle kabul edeceğini sanırım?”

Salondan “Oya konulsun!” sesleri yükseldi. Başkan oya koydu, önerge oybirliğiyle kabul edildi.

Yalnız, cılız bir ses işitildi:

“Ben muhalifim…”

O ses, “Söz yok!” sesleriyle boğuldu.

Osmanlı saltanatı artık bitmişti.

Alıntı: Yaşar Gürsoy

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , , | ATATÜRK: “EY ARKADAŞLAR! TANRI BİRDİR, BÜYÜKTÜR…” için yorumlar kapalı
Tem 21

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Ben Türkiye‘ siz Cennet’e bile girmem…” Rauf Denktaş

* “Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür” Sun Tzu

* “Zor diyorsun. Zor olacak ki, imtihan olsun.” Mevlana

* “Ben her şeyden önce Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum böyle öleceğim.” Mustafa Kemal Atatürk

* “Öğrenilmesi gereken ilk dil tatlı dildir” Barış Manço

* “Hepiniz Türk’sünüz” Gene D. Maclock

* “Sevgi isteyen kişi suçları bağışlar, Olayı diline dolayansa can dostları ayırır” Tevrat-Mezmunlar

* “İzm’ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” Cemil Meriç

* “Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi bir insana verecek kadar aptal olmayız.” Bernard Adenaur

* “Gerçek bir lider takipçilerini kendi kişiliğinin otoritesinden uzaklaştırarak kanunların gerçek otoritesinin tanınmasına yönlendirmelidir. Kendilerini putlaştıran liderler ve makamlar, Tanrı ile alay ederler.” Dietrich Bonhoeffer

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Tem 20

TÜRKİYE’DE DİN ANLAYIŞI

TÜRKİYE’DE DİN ANLAYIŞI

Kur’an’ın anladığı manada din, Allah’ın insanoğluna, mutlu ve huzurlu yaşaması için tuttuğu bir ışıktır. Bu ışık, peygamberler aracılığıyla gönderilmiştir. Ne yazık ki insanoğlu dini, egoist hesapları ve iştahları ile yozlaştırmakta ve Allah’ın iradesinin dışına çekerek kendisini mutlu eden bir kurum olmaktan çıkarmaktadır. Kur’an bize gösteriyor ki, ilahi iradenin dışına çekilerek insan nefsinin hesaplarına uydurulan din, mutluluk yolu olmaktan çıkarak bir kahır ve kavga ocağına dönüşmektedir.

Hz. Muhammed’in vefatının hemen ardından, onun tebliğ ettiği mesaja yönelik saptırmalar başlamış ve bunlar zaman içinde yoğunlaşarak Kur’an’la bazı konularda çelişen sanki yeni bir din şeklinde vücut bulmuştur. Kur’an’ın getirdiği İslam dininin karşısına dikilmiş, rakip bir görüntüde olan bu oluşumu tarihi, kültürel sürecin ortaya çıkarttığı örfler ile hiçbir esasa dayanmayan hurafelerin şekillendirdiği söylenebilir.

Günümüzde İslam dünyasında, o arada Türkiye’de, bir kısım çevrelerce sahnelenen söz konusu oluşumun gerçek Kur’an diniyle ilişkisinin yüzde kaç olduğu sorusu sık sık sorulmaktadır.

Bu kültürel ve hurafeye dayalı oluşumun, ülkemiz ve insanımız üzerindeki tarihsel kin ve iştahları tatmin etmek ve Türkiye’yi yıkıma götürmek için iç ve dış bazı mihraklar tarafından aleyhimizde kullanılan bir numaralı kurum halinde işletildiği görülmektedir. Aynı dini kabul etmiş olan insanlar, çeşitli oyunlarla “inananlar inanmayanlar” diye bölünmek suretiyle bir kavganın içine itilmektedirler. Kısacası, insanımızın bin yılı aşkın bir süre canlabaşla hizmet ettiği din, aleyhimizde bir yıkım aracı olarak kullanılmaktadır.

Yazının tamamı “İslâm Gerçeği” kitabının “Önsöz”ündendir

.

Kitap, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi yayını. 3. bs., 117 s.

Baskı tarihleri ve baskı sayıları da verilmiş: 1’nci baskı Ocak 1995 40.000, 2’nci baskı Şubat 1995 25.000, 3’ncü baskı Mart 1995 15.000 adet.

Kitabın takdim yazısı dönemin İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu’nun.

Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ak Parti’den iki dönem milletvekilliği ve Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanlığı yaptı.

Kitapta imzaları olan ilâhiyatçı ilim adamlarımız:

Prof. Dr. Hüseyin Atay, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr. Beyza Bilgin, Prof. Dr. Rami Ayas, Dr. Arif Güneş, Dr. Hasan Elik.

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | TÜRKİYE’DE DİN ANLAYIŞI için yorumlar kapalı
Tem 19

YA TUTARSA

YA TUTARSA

Nasreddin Hoca bir gün gölün kıyısına gider. Elinde koca bir kaşık yoğurdu da yanına almış.

Nasreddin Hoca, kaşığındaki yoğurdu göle sokmuş ve yoğurdu göle boşaltmış.

O sırada köylülerden biri onu görmüş ve şaşkınlıkla:

– Hoca ne yapıyorsun, diye sormuş.

Hoca gülümseyerek:

– Gölü mayalıyorum, ne yapayım, demiş.

Adam, Hoca’ya bakmış ve kahkaha atarak:

– Ne diyorsun be Hoca, çıldırmış olmalısın. Koskoca göl hiç maya tutar mı?, demiş.

Hoca gülümsemesini hiç bozmadan:

– Peki ama ya tutarsa, demiş.

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | YA TUTARSA için yorumlar kapalı
Tem 18

SİRİUS’UN, (EYAMPUR’UN) LANETİ VE CEHENNEM SICAKLARI:

SİRİUS’UN (EYAMPUR’UN) LANETİ VE CEHENNEM SICAKLARI:

Meteoroloji uyarıyor; Türkiye kavrulacak.

Sirius gökyüzünün en parlak yıldızlarından biri.
Antik Yunanlılar koydu bu ismi.
Sirius “kavurucu” demekti.
Türkler Akyıldız adını verdiler ona, Araplar Şir’a.
Tarih boyu hemen hemen tüm kültürde kutsandı Sirius.
Bazı bölgelerde Tanrı kabul edildi, bazılarında cehennemin bekçisi.
Binlerce yıl Sirius kuzey yarım kürede Temmuz ayında doğuyor.
Yani bugünlerde.
Ve onun doğuşuyla birlikte aşırı sıcaklar ve yangınlar başlıyor.
Romalılar bu döneme Sirius’un Köpek Takımyıldızı’nda olması nedeniyle “köpekyıldızının günleri” anlamını taşıyan “Dies Caniculares” adını verdiler.
Yüzlerce yıl sıcaktan ve yangınlardan kurtulabilmek için binlerce kahverengi köpek kurban ettiler.
Ama MS 64’te böyle bir Temmuz sıcağında Roma’nın o tarihi yangında kül olmasını önleyemediler.

Tıpkı Efesliler’in M.Ö. 356 yılının 21 Temmuzunda, dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın tamamen yanmasını önleyemedikleri gibi.
Sirius’un Temmuz ayında doğmasıyla başlayan bu aşırı sıcak dönem diğer Avrupa kültürlerini de etkiledi.
İngilizler “Dogdays”, Almanlar “Hundstage”, İspanyollar “Dia de Perros”, Amerikalılar ‘Dog Day Afternoon’ dediler.
Araplar da “eyyâmu’l-kelb”
Köpek günleri, Sirius günleri yani.
Osmanlılar ise çok sıcak günler anlamına gelen “Eyyam-ı Bahur”

Çin kültüründe de sevilmezdi Sirius, çünkü cehennemi hatırlatırdı. Antik Çinlilerin köpekleri katlettikleri festival yine Sirius ile ilişkiliydi.

*. *. *

İçinde bulunduğumuz ay “Temmuz”un ismi Dumuzi’den geliyor.
Dumuzi Sümerler’in Çoban Tanrısı’ydı.
Sümer mitolojisine göre Dumuzi Bereket Tanrıçası İnnana ile yaşadığı aşk gerekçesiyle diğer tanrılar tarafından cezalandırıldı, yeraltına cehenneme gönderildi.
Sümerliler Dumuzi’nin her yıl bu dönem yeryüzüne çıktığına ve beraberinde cehennem sıcağını ve ateşini yanında getirdiğine inanırdı.
Dumuzi ismi Mezopotamya ve ortadoğu kültürlerinde zamanla Dumuzid, Tammuz, Tamuz ve Temmuz olarak benimsendi.

*. *. *

Temmuz’un ortasındayız.
Sirius gökyüzünde doğdu.
Dumuzi yeraltından çıktı.
Binlerce yıllık döngü devam ediyor.
Aşırı sıcaklar ve yangınlar dünyayı sarmış durumda.
Meteoroloji uyardı.
Türkiye bu hafta aşırı sıcaklardan kavrulacak.
Özellikle Antalya, Aydın ve Manisa bölgelerinde termometreler 45 derecenin üstüne çıkacak.
Eski kültürler bize önemli mesajlar bıraktılar.
Bunları “aman canım mitoloji” diyerek küçümsemek yerine dikkate almak gerekiyor.
Aşırı sıcaklara ve yangınlara karşı tedbirli olalım.

Alıntı: Sedat Kaya

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | SİRİUS’UN, (EYAMPUR’UN) LANETİ VE CEHENNEM SICAKLARI: için yorumlar kapalı
Tem 17

GUGUK KUŞU VE BAL KILAVUZU KUŞU

GUGUK KUŞU İLE BAL KILAVUZU KUŞU

En tehlikeli…
En sinsi kuş türleridir.
Gözüne kestirdiği yuvanın etrafında dolanır, saksağan yuvası, ispinoz yuvası, ötleğen yuvası fark etmez, yabancı türlerin yumurtlamasını, kuluçkaya yatmasını bekler, uygun zamanı kollar, hedef aldığı yuva boş bırakıldığında, anında gelir, kaşla göz arasında kendi yumurtasını onun yerine yerleştirir, pırrr, gider.

Bal kılavuzu kuşu da uygun bir yuvaya aynı şekilde yumurtasını bırakır gider.
Yuvanın sahibi geri döndüğünde kendisinden olmayan yumurtanın monte edildiğini fark etmez, kuluçkaya yatmaya devam eder.
Guguk yavrusu, kendisini oraya monte eden annesi kadar tehlikeli, annesi kadar sinsidir. Hangi yuvaya bırakılırsa bırakılsın, kabuğunu öbür yumurtalardan en az bir gün önce kırar, bir gün önce doğar.
Ve doğar doğmaz…
Uygun zamanı kollar, yuva boş bırakıldığında, ittirir kaktırır, öbür yumurtaları yuvadan dışarı atar.
Böylece… Yuvanın gerçek evlatları imha edilir, guguk yavrusu kendisine ait olmayan yuvanın tek mirasçısı olur.

Kandırdığı, yuvasına yerleştiği ana’nın şefkatini, fedakârlığını, besleme, koruma kollama, büyütme içgüdüsünü sömürmeye başlar.
Vahametin farkında olmayan zavallı ana besler, besler, besler… Guguk yavrusu, kendisini besleyen Ana’dan daha iri hale gelir.
Artık işi bitmiştir.
Yuvaya ihtiyacı kalmamıştır.
Yuvayı dağıtır ve gider.

Bal kılavuzu yavrusu ise doğar doğmaz yuvadaki diğer yavrulardan farklı ve çengelli gagası ile üvey kardeşleri olan bütün yavruları çatal gagası ile yaralayıp öldürür.
Hiç bir şeyin farkında olmayan zavallı ana besler, besler, besler… Bal kılavuzu yavrusu, kendisini besleyen ana’dan kadar olur.
Artık yetişkin hale gelmiştir uçar gider.


Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | GUGUK KUŞU VE BAL KILAVUZU KUŞU için yorumlar kapalı