Haz 25

“SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR”

SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR”

Hatırlar mısınız bilmem?

Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkım projelerinden biri olan çözüm süreci döneminde AKP’li Bülent Arınç, böbürlene böbürlene, “Çözüm süreci ile dağa çıkışlar daha nitelikli bir hale geldi” demişti.

“PKK silah bırakacak, analar ağlamayacak” diye pazarlanan bir süreç, dönemin hükümetinin en ağır isimlerinden biri tarafından bölücü terör örgütüne nitelik kazandırmakla övülüyordu…

Bu sözleri duyunca, “Şimdi ne yapmam gerekiyor” diye düşünmüştüm. Bir vatandaş olarak “sevinmem mi gerekiyor acaba” demiştim kendi kendime.

Çünkü Arınç, ağzı kulaklarında yaptığı bu açıklamasıyla, askerimizi, polisimizi, sivil vatandaşlarımızı artık nitelikli teröristlerin şehit edeceğini bir müjde gibi söylüyordu…

Yeniden şehitlerin gelmeye başladığı sonraki süreçte kaleme aldığım bir yazımda ise Arınç’a, “Bu şehitlerimizi nitelikli teröristler mi yoksa niteliksiz teröristler mi öldürdü?” diye sormuştum…

Aradan zaman geçti…

AKP iktidarının nitelik kazandırdığı başka şeyler de oldu.

Malum, hem işsiz sayısında hem de üniversiteli işsiz oranında olmak üzere iki kulvardan dünya liderliğine oynuyoruz.

Sağ olsun sayın iktidar sahipleri, işsizler ordumuza da nitelik kazandırdılar, kazandırıyorlar…

Peki diplomalı işsizler arasında son dönemde atağa kalkanların eczalık fakültesi mezunları olduğunu biliyor musunuz?

Bilin! Bilin ama nedenini daha iyi bilin…

Nedeni, eczacılık fakültesi sayısının plansızca artırılması, dolayısı ile de öğrenci ve mezun sayısında bir enflasyonun oluşması değil sadece…

Türkiye’de artık her 6 eczacıdan biri işsiz. Ancak madalyonun bir başka yüzü var ki, “Şimdi Suriyeli olmak vardı” dedirtiyor.

Çünkü SGK, eczacılık fakültesinden mezun olmuş bu ülkenin kendi evlatları ile yapmadığı anlaşmayı Suriyeli eczacılar ile yapıyor…

Edindiğim bilgilere göre, sadece İstanbul’da 200 civarında Suriyeli eczacı var ve hepsi SGK ile anlaşmalı.

Peki ne yapıyor Suriyeli eczaneler biliyor musunuz?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuş, turp gibi sağlam Suriyelilerin üzerine ilaç yazdırıp o ilaçları Suriye’ye satıyor!

Hem de en pahalı ilaçları satıyorlar…

Bir ilaç ile iki kuş vuruyorlar sizin anlayacağınız. O ilacın hem SGK’dan ödemesini alıyorlar hem de o ilacı kaçak olarak soktukları Suriye’den para akışı sağlıyorlar…

Yani Suriyeli eczacılar Suriye ile ilaç ticareti yapabilsinler diye, SGK Türk halkının parasını onlara ödüyor.

Ne karlı ticaret ama!

Türk halkına, “Muhacir, ümmet” diye yutturulmaya çalışanlar, sığındıkları devletin bütçesini hortumluyor.

İŞTE O ECZANELERDEN BİRİ

Söz konusu Suriyeli eczacılardan biri İstanbul Fatih’te bulunuyor. Hatta bir hekimimizi de canından bezdirmiş durumdalar…

Olay şu; İstanbul’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir hastanede görev yapan bir doktorumuz kirada oturduğu sitede konut kredisi çekerek bir daire satın alıyor.

Satın aldığı dairede kiracaı olarak karı-koca eczacı olan Suriyeli bir aile oturuyor.

Doktor, Suriyeli aileye kiracı oldukları evde kendisinin oturacağını, zira kendisinin kiradan kurtulmak için bu evi aldığını ve tapuda üzerine başka bir konut olmadığına dair bir ihtarname çekiyor ama sonuç alamıyor.

Üstüne tahliye davası açıyor.

Sen misin satın aldığın evde oturmak isteyen!

Suriyeli aile ve bu ailenin aynı sitede oturan erkek kardeşleri, doktorun yolunu keserek tehditler savuruyor. “Sen sonunu hazırladın” diyorlar…

Doktor ve ailesi, suç duyurusunda bulunuyor, uzaklaştırma istiyor ama savcılık “Kovuşturmaya yer olmadığına” dair bir karar veriyor.

Tahliye davası da, mahkemenin evi satın alan doktoru ‘samimi’ bulmaması ile sonuçlanıyor. Yani “Türk milleti adına” karar vermekle yetkili mahkeme, “Suriyeliler adına” karar veriyor.

Bizim doktor ise, halen oturmak zorunda kaldığı daireye 8 bin TL kira, satın alıp oturamadığı evine de ayda 12 bin TL kredi ödemeyi sürdürüyor.

Peki bizim doktorumuzun satın aldığı evi gasp eden bu Suriyeli aile kim? 7 yıl önce Türkiye’ye gelmişler, vatandaşlık almışlar.

Üstelik Türkçe ad ve soyadı almışlar…

Ardından da kolayca eczacılık denkliği alıp İstanbul’un ünlü bir hastanesinin karşısında eczanelerini açmışlar. Yani suyun başında!

Eczaneyi açtıktan sonra da yazlıklarını, lüks arabalarını almışlar.
Evin ilk sahibi, Suriyeli bu aileye tehditleri ve şüpheli hareketleri nedeniyle evi satmamış.

Şimdi şu soruları soralım;
Suriye’den devlet otoritesinin kaybolduğu bir dönemde ülkemize gelip eczacı olduklarını beyan eden bu aile kolayca eczacılık denkliğini nasıl alabiliyor?

Esad yönetimi ile ilişkiler kopmuşken, Suriye’de gerçekten eczacı oldukları nasıl teyid edildi?

Bu aile, evlerini satın alan doktorun haklı tahliye talebine rağmen nasıl oluyor da mahkemeyi kazanabiliyor?

Doktorumuzun ve ailesinin can güvenliği olmadığı halde, Suriyeli aile hakkında nasıl uzaklaştırma kararı verilmiyor?

Yoksa Suriye ile ilaç ticaretinin odağında olmalarından kaynaklı arkalarında bir güç mü var?

İstanbul Eczacılar Odası’nın bu eczaneden haberi var mı?

SGK soyulduğunun farkında mı?

Alıntı: Fatih Ergin

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | “SURİYELİLER SGK’YI HORTUMLUYOR” için yorumlar kapalı
Haz 24

ALTIN SÖZLER

ALTIN SÖZLER

* “Milli güç” unsurları: 1. Coğrafya, 2. Doğal kaynaklar, 3. Endüstriyel kapasite, 4. Askeri hazırlık, 5. Nüfus, 6. Milli karakter, 7. Manevi değerler, 8. Diplomasinin kalitesi ve 9. Hükümetin kalitesi.” Hans Morgenthau

* “Okumasını bilirsen her insanın bir kitap olduğunu göreceksin.” W. E. Channing

* “Hep merak etmişimdir, Bir gemeral emir verdiği neferden daha mı akıllı ve yeteneklidir. Bir müdür, her gün on kere azarladığı kapıcıdan daha mı dürüst ve namusludur?” Dostoyevski

* “Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”  William Shakespeare

* “Zeki insanları işe alıp, sonra onlara ne yapacağını söylemek bana mantıklı gelmiyor. Biz zeki insanları işe alırız ki, onlar bize ne yapacağımızı söylesinler.” Steve Jobs

* “Şiir bir dil işidir “ Valery.

* “Şiir aslında yaşanmış deneylerin bir sonucudur…” Raine Marie Rilke

* “Fikirlerinizin esiri olmayın. Siz fikirlerinizin sahibisiniz. Fikirler değişebilir, gelişebilir, kendinizi geliştireceksiniz. Dolayısı ile fikirleriniz de değişecek” Namık Kemal

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , , , , | ALTIN SÖZLER için yorumlar kapalı
Haz 23

ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ

ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Ve şöyle devam ediyor:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

Madde 34’te bahsi geçen şekil, şart ve usuller ise 2911 numaralı kanun ile belirleniyordu.

Burada işler biraz karışıyor, tek tek gidelim…

Kanunun 3’üncü maddesinde Anayasa’da belirtilen hak, “Herkes, önceden izin almaksızın, bu kanun hükümlerine göre, silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüş düzenleme hakkına sahiptir.” denilerek destekleniyor.

Çelişkiler yumağı bu maddeden sonra başlıyor…

Anayasada hak tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesine ve kısıtlanmasına gerekçe olarak sunulan kanun maddelerinden bir kaçı şöyle:

“MADDE 7. —Toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan başlanamaz.

Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar saat 23.00’e kadar sürebilir.

MADDE 10. — Toplantı yapılabilmesi için, toplantının yapılmasından en az yetmiş iki saat önce ve çalışma saatleri içinde, düzenleme kurulunun tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.

MADDE 17. — Bölge valisi, vali veya kaymakam, kamu düzenini ciddi şekilde bozacak olayların çıkması veya milli güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana niteliklerini yok etmek amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile belirli bir toplantıyı yasaklayabilir veya iki ayı aşmamak üzere erteleyebilir.

MADDE 19. — Bölge valisi, kamu düzenini ciddî şekilde bozacak olayların çıkması veya Millî Güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana niteliklerini yok etmek amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde veya devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile bölgeye dahil illerin birinde veya bir kaçında veya bir ilin bir veya bir kaç ilçesinde bütün toplantıları üç ayı geçmemek üzere yasaklayabilir.

MADDE 30. — Yapılmakta olan toplantı veya yürüyüşte huzur ve sükûnu bozmak maksadıyla tehdit veya hakaret veya saldırı veya mukavemette bulunanlar veya başka bir suretle huzur ve sükûnun bozulmasına sebebiyet verenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç teşkil etmediği takdirde, bir ya da altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmi bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.

MADDE 32. — Kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşlere silahsız olarak katılanlar emir ve ihtardan sonra kendiliğinden dağılmazlar ve hükümet kuvvetleri tarafından zorla dağıtılırlarsa, bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin liradan otuz bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır”

Hal böyle olunca Anayasa ile uygulama usulünü belirleyen kanun maddeleri arasındaki çelişkiyi eski Cumhuriyet Savcısı Ruşen Gültekin ve Anayasal hakların uygulanabilirliği için verdiği mücadele ile tanınan Avukat Doğan Erkan ile konuştum.

“ANAYASAYA AYKIRI KANUN YAPMIŞLAR”

Eski Cumhuriyet Savcısı Ruşen Gültekin, hiç kimseye haber vermeksizin şiddete dayalı olmadan her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının Anayasa ile verildiğini ancak şekil, şart ve usulleri belirleyen 2911 nolu kanunun Anayasaya aykırı olduğunun altını çizerek başladı anlatmaya:

“Anayasaya aykırı kanun yapmışlar. ‘Kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu sağlığı’ der kanun. Mesela LGBT’lilerin Taksim’e yürüyüşü ya da bir siyasi partinin Taksim’e yürüyüşü hangi kamu düzenini bozuyor? Hangi kamu sağlığını bozuyor? Nedir bunun tehlikesi? Oysa orada valinin tek bir görevi vardır: Yürüyüşe gelen insanların güvenliğini sağlamak. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını layıkı ile yapmalarına izin vermek. Dolayısı ile bu gösterilere verilmeyen her izin için görevde olduğum dönemde gelen itirazlar üzerine toplantı ve gösteri yürüyüşüne izin vermeyen valiliğin kararını iptal ederdik. Yargı bağımsızlığı kalmadığı için bu artık yargı denetimine tabi edildi.

Polis emre göre ‘Dağılın’ uyarısı yapıyor insanlar da hakları olduğunu düşünerek dağılmıyorlar. Fakat görünen hukuk açısından burada bir yasak var, valilik kararı var ve polis de bunu uygulamak zorunda. Ve o andan itibaren polisin hareketine engel olduğun her anda TCK 265 anlamında ‘görevliye direnme’ suçu işliyorsun ve burada gözaltına alınıyorsun. Ve Emir kanunu yasal.

‘BUNLAR YASAL AMA MEŞRU DEĞİL’

Burada tartışmamız gereken yasallık ve meşruluk arasındaki sınır nedir? Bunların hepsi yasal ama meşru değil, Anayasaya aykırı olduğu için.”

‘2911 NUMARALI KANUNUN TAMAMEN KALDIRILMALI’

Avukat Doğan Erkan ise 2911 numaralı kanunun tamamen kaldırılması gerektiğini ve kanunun Anayasa’nın kriterine uymadığını belirtti:

“2001 yılında bir değişiklik yapıldı. Anayasa barışçıl gösteriyi silahsız ve saldırısız olarak ele alır ve bunu da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nden alır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de buna ‘barışçıl gösteri’ der. Her ikisi de aynı şeyi ifade eder.

‘Silahsız ve saldırısız her gösteri önceden izin almaksızın yapılabilir’

Bu da Anayasa’mızın düzenlemesidir.

Buna rağmen 2911 numaralı kanun, ‘Şu eylemler kanuna aykırı eylemlerdir’ diyor ve bir sürü şekli unsuru kanuna aykırı kabul ediyor.

‘Barışçıllık’ kriterine yani Anayasa’nın kriterine uymamış oluyor…

Önceden başvuru yapılmadan gerçekleştirilen gösteriler, havanın kararmasından sonra yapılan gösteriler, kamu kurumlarının müştemilatı, parklar, yollar…

Bunların hepsini baştan kanuna aykırı sayıyor. Kanuna aykırı eylemde de 2911 sayılı yasanın 32’nci maddesi şöyle bir yetki veriyor kolluğa:

‘Kanuna aykırı eylemde kolluk ‘dağılın’ ikazında bulunur. Dağılmazsa yakalama yapar, dağıtır.’

‘KANUNA AYKIRILIK HALLERİ ANAYASAL DEĞİL’

Peki bu kanuna aykırılık halleri Anayasal mı?

Değil.

Bizim başvurularımız sonucunda Anayasa Mahkemesi üç tane maddeyi iptal etti. Bunlar da cümleyi dolandırıp tekrar yasaya soktular. Bunlardan bir tanesi, genel yollarda gösteri yürüyüşü yapılması kanuna aykırı sayılıyordu.

Oysa ki Avrupa’daki savaş karşıtı yürüyüşleri gibi büyük gösteri yürüyüşlerinde büyük meydanlar, bulvarlar tutulur ki o gün barış isteği hayatı durdurur.

Genel yollar kanuna aykırı kabul ediliyordu, bunu iptal ettirdik.

Yurttaşların günlük yaşamını aksatmak da kanuna aykırı kabul ediliyordu, biz bunu da iptal ettirdik.

Tabii polis, ‘Kanuna aykırı dağılın’ demiyor.

‘İzinsiz toplandınız dağılın.’ diyor. Halbuki Anayasa bu hakkı tanıyor.

Biz bunu da kaldırttık ancak daha sonra hükümet tasarısı ‘hayatı önemli ölçüde aksatmak’ yasaya aykırıdır diyerek tekrar koydu. Oradaki ‘önemli ölçü’yü belirleyecek olan kolluğun keyfi ya da valinin, bakanın siyasi emri oluyor ne yazık ki.

‘2911 NOLU KANUN DEMOKRATİK DEĞİLDİR’

Gezi eylemlerinden sonra o zamanki kamu başdenetçisi bir rapor yayımlamıştı.

O zaman ‘2911 nolu kanun çağın ihtiyacını karşılamaktan uzaktır, demokratik değildir, bir gösteri ve toplanma kanunu çıkmalıdır’ denmişti.

Bu durumun gerçekliği şöyle; bağımsız hakimler 2911’e bakmıyor, Anayasa dikkate alınarak yargılamada beraat veriliyor.

Pratikte beraat alıyoruz. Alamasak bile Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin onlarca kararı var.

En önemlilerinden bir tanesi Taksim 1 Mayıs yasağıdır. Her gözaltından sonra davalar açılır. Anayasa Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ‘1 Mayıs Taksim’de kutlanır tabi ki, barışçıl gösteridir bu’ der ve ihlal verir. Sonra devlet tazminat öder. Polislerin gözaltılarından sonra Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi tazminata mahkûm eder.

ERDOĞAN: PARASI NEYSE ÖDERİZ

Ancak zamanında Tayyip Erdoğan ‘Neyse parası öderiz’ demişti ve bunlar uygulanmaya devam ediliyor. Sonuç olarak 2911 nolu kanun tamamen kaldırılıp demokratik bir gösteri kanunu yürürlüğe konulmalıdır. Ayrıca gözaltına alınan yurttaş için Anayasa Mahkemesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tazminata hükmettiğinde o ceza kolluğa rücu edilmelidir. O zaman kolluk bu kadar orantısız kuvvet uygulayamaz.”

Avukat Doğan Erkan edilen mücadeleyi, olması gerekeni ve olanı böyle anlatırken Erdoğan birkaç gün önce umutları kutulara hapsedenlere, “Ülkemizdeki en büyük sıkıntı gayretli bir muhalefetin olmayışı” diye seslendi.

Güler misin ağlar mısın(?)

Geride kalan seçimlerin sorumluluğunu almaksızın yerel seçimlere doğru pozisyon alan muhalefetin sözüne kulak asar mısınız bilinmez ama…

Birileri “kutu da kutu” derken Anayasa değişikliği sesleri daha da yükselmeye başladı.

Bir şeyler yapmalı…

Şimdiye kadar Yaşar Yaşamaz kabul edilen bazı anayasal hakların geleceği, iktidarın bile ‘muhalefetsizlikten’ yakındığı bu ortamda şansa kadere bırakılmamalı.

‘Tarihi’ denen lakırtıları tarihe gömmeli ve Yaşar’a derhal sahip çıkmalı…

Alıntı: Büşra İlasan

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | ANAYASA’NIN 34’ÜNCÜ MADDESİ için yorumlar kapalı
Haz 22

ANNE ELİ

ANNE ELİ


Akademik açıdan mükemmel bir genç, büyük bir şirkette yönetici pozisyonuna başvurmaya gitti. İlk görüşme iyi geçmişti. Sonra üst düzey yönetici ile görüşmeye sıra geldiğinde, yönetici öz geçmişten gencin akademik başarılarının, ortaokuldan lisansüstü araştırmaya kadar her bilginin mükemmel olduğunu görünce sordu.
– “Okulda burs aldınız mı?”
– “Hayır Efendim!”
– “Peki, okul masraflarınızı babanız mı ödedi?”
– “Babam bir yaşındayken vefat etti, dedi genç adam. Okul masraflarımı ödeyen annemdi”
– “Annen nerede çalıştı?”
– “Annem, çamaşırcılık ve ev temizliği yapar efendim, dedi genç.
– “Anladım dedi yönetici. Bana ellerini bir gösterir misin?”
Genç adam şaşkın düzgün ve kusursuz ellerini yöneticiye uzattı.
– Yönetici “Annene daha önce yaptığı işlerde hiç yardım ettin mi?” Diye sordu bu kez.
– “Hayır… Annem her zaman daha fazla kitap okumamı ve iyi bir eğitim için çabalamamı istedi. Ayrıca annem benden çok daha hızlı çamaşır yıkayabilir ”.
Yönetici “Bir isteğim var, dedi. Bugün evine geri döndüğünde, git ve annenin ellerine bak, sonra da yarın sabah gel beni gör ”.
Genç işe alınma şansının yüksek olduğunu hissediyordu. Geri döndüğünde, mutlu bir şekilde annesine sarıldı. Kadın tam olarak ne oldu anlamamıştı ama kendini bir garip ama çok mutlu hissetti. Delikanlı annesinin ellerini avuçlarına aldı. O eller ne kadar da kırışık, çatlak ve çürük içindeydi. Bazı çürüklere dokunduğunda kadın elini geri çekiyordu çünkü canı yanıyordu. Bunu ilk kez fark ettiği için gencin gözleri doldu ve içi acıyla burkuldu. Annesinin ellerini defalarca koklayarak sevgiyle öptü.
Bu ellerdeki morluklar onun mezuniyeti, akademik üstünlüğü ve geleceği için ödediği bedellerin karşılığıydı. Sofrayı o gece kendisi hazırladı, uzun uzun annesi ile sohbet etti ve yatmasına yardım etti. Ardından evi toparlayıp, kalan çamaşırların tamamını yıkadıktan sonra yorgun bir şekilde yattı. Ertesi sabah, tekrar yöneticinin karşısındaydı.
Yönetici gencin gözlerindeki hüznü, acıyı hemen fark etmişti.
– “Dün evinde ne yaptığını ve ne öğrendiğini bana söyleyebilir misin?”
-“Annemi ne kadar ihmal ettiğimi gördüm. Onunla uzun uzun sohbet ettim, sofrayı kurdum, evi temizledim ve kalan tüm kıyafetleri de yıkadım” dedi.

Yönetici; “Şimdi bana Lütfen duygularını söyle” deyince;
Delikanlı başı öne eğik sıraladı.
1-Takdirin ne demek olduğunu şimdi biliyorum. Annem olmasaydı bugün başarılı olamazdım.
2-Tek başına bir şeyler başarmanın ne kadar zor olduğunu, birlikten kuvvet doğacağını çok iyi anladım
3- Aile ilişkisinin önemini, değerini ve takdir edilmesi gerektiğini anladım ”
Yönetici “İşte bu benim yöneticim olmak için aradığım şey, dedi.
Başkalarının yardımını takdir edebilecek, başkaları ile iş yaparken, onların çektiklerini de anlayabilecek ve hayattaki tek hedefi olarak parayı ortaya koymayacak birini işe almak istiyorum ve İşi alındınız”.
Kim ki sevdiklerinin sağladığı rahatlığı, onların başarıları için harcadığı zorlukları anlamıyor, görmezden geliyorsa, hayattaki zorluğun mücadelenin ne olduğunu asla anlamayacak ve çok da başarılı bir geleceği olamayacaktır…

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | ANNE ELİ için yorumlar kapalı
Haz 21

FENTANİL KULLANMIŞ GİBİ OLMAK

FENTANİL KULLANMIŞ GİBİ OLMAK

Fentanil, anestezide kullanılan bir uyuşturucudur. ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA), 2022’de tüm Amerikalıları öldürebilecek kadar fentanil ele geçirildiğini açıkladı.

DEA’ya göre, bu yılki operasyonlarda ele geçirilen fentanil miktarı 379 milyon doz.

İki miligramlık bir dozun ölümcül olabileceği belirtiliyor.

ABD’li yetkililer, eroinden 50-100 kat daha güçlü olan fentanili, ülke için en ölümcül uyuşturucu tehdidi olarak görüyor.

DEA, fentanilin büyük bölümünün Meksika’dan geldiğini söylüyor.

***

ABD, Meksika sınırını geçerek gelen 6 milyon sığınmacıdan ve onlarla birlikte ülkeye giren fentanilden ciddi bir rahatsızlık duyuyor. ABD’nin nüfusu 332 milyon, ülkeye giren yabancı oranı yüzde iki… Türkiye’nin nüfusu 85 milyon; ülkeye giren yabancı oranı yüzde 15…

Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar ve Sudanlılar derken Prof. Dr. Ümit Özdağ‘a göre yabancı sayısı 13 milyona ulaştı. Yanlarında fetanil yok ama Türkiye’nin nüfus yapısını değiştirdiler. Bu da milletin ve devletin bekâsını tehlikeye attı…

Sebep ne?

Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül liderliğindeki AKP iktidarının Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanlığını sürdürerek, ABD önderliğinde Suriye’de iç savaş çıkmasını ve bu ülkeden milyonlarca insanın Türkiye’ye sürülmesini sağlaması…

Öyle ki Suriye devletine karşı savaşacak militanlar Türkiye’de eğitildi. Sığınmacı akını başlayacağı bilindiği için çadır kent kurmak amacıyla 1.5 milyon çadır siparişi de verildi. Türkiye depreme ise 100 bin çadırla yakalandı ve Kızılay çadır sattı!

***

Şimdi millet, doğrudan kendi varlığına, ülkesine ve devletine kasteden böyle bir uygulamayı sahneye koyanları azletme şansına sahiptir! Kim ne kadar oy çalarsa çalsın veya mükerrer oy kullanırsa kullansın, “millet, kendi kaderine sahip çıkmak isterse” bütün bu oyunları boşa çıkaracak güce sahiptir.

Yoksa fentanil kullanmış gibi olacak…

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , , | FENTANİL KULLANMIŞ GİBİ OLMAK için yorumlar kapalı
Haz 19

SABAHIN SAHİBİ VAR…

SABAHIN SAHİBİ VAR…

Kral demircinin güzel karısına tutulmuş. Kara kara düşünürmüş. Dalkavukları,
— Efendim, demirciyi astırın, karısı size kalsın.
Bunun üzerine kral demirciyi çağırıp “yarına kadar 1000 tane çivi yapmazsan şafakta asılacaksın” demiş.
Bir günde 1000 çivinin yapılamayacağını bilen demirci hiçbir endişe duymadan çivi yapmaya başlamış.
Yakınları ağlayıp sızlarken o çalışmaya devam etmiş.
Kaygısızlığını hatırlatanlara da “sabahın sahibi var” demiş.
Şafak sökmeye yakın saraydan bir adam koşarak gelmiş.
Adamı gören yakınları daha fazla ağlamaya başlamış.
Adam herkesi susturmuş. Çivi yapmayı sürdürmüş.
Gün ağarırken saraydan biri gelmiş, demirciye seslenmiş.
“Ne kadar çivi yaptıysan hemen ver” demiş.
“Kral öldü, tabutuna çakacağız”…

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , | SABAHIN SAHİBİ VAR… için yorumlar kapalı
Haz 18

BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

Dünya var olduğu günden beri ilk Peygamber Adem Aleyhisselamdan bugüne kadar fedakârlık, sevgi, saygı, sabır, metanet, cesaret, azim, dürüstlük, güzellik, hak ve hukuk kavramları ile bütünleşen, vatan için, bayrak için canını feda eden aziz şehitlerimiz ve babaları ile birlikte bir çınar heybetiyle koruyan, kollayan bütün babaların “Babalar Günü” kutlu olsun

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN için yorumlar kapalı
Haz 17

MEHMET ŞİMŞEK HANGİ YEMİNİNİ TUTACAK?

MEHMET ŞİMŞEK HANGİ YEMİNİNİ TUTACAK?

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek İngiliz vatandaşı olurken, Britanya krallığına bağlılık yemini etmiş ve şöyle demişti.

“Ben Mehmet Şimşek, samimi ve doğrulukla deklare ederim ki, İngiliz vatandaşı olduğumda Majesteleri Kraliçe 2. Elizabeth’e ve varislerine(bugün kral Charles) bağlı kalıp yolunda ilerleyeceğim… Birleşik Krallığa bağlılığımı sunarım… İngiliz vatandaşı olarak görevlerimi ve sorumluluklarımı yerine getireceğime yemin ederim.”

Mehmet Şimşek yarın da Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına ilişkin and içecek.

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Alıntı: Yeniçağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , | MEHMET ŞİMŞEK HANGİ YEMİNİNİ TUTACAK? için yorumlar kapalı
Haz 16

YALAN DÜNYA

YALAN DÜNYA

* * *

Bu yalan dünyanın kahpe düzeni

Gülmek istesen de güldürmüyor ki…

Bir mücevher gibi saklı gizemi

Bilmek istesen de bildirmiyor ki…

* * *

Hatsizce sevdirir cananı, canı

İnsanı mest eder şafağı, tanı

Sırla dolu içi, dışı her yanı

Bulmak istesen de buldurmuyor ki…

* * *

Yaşatmadı bir an beni sorunsuz

Olmuyor onunla, hem de ne onsuz

Altını, gümüşü, zümrüdü sonsuz

Almak istesen de aldırmıyor ki…

* * *

Öveni, söveni sağır duymuyor

Sevmek istiyorsun akıl koymuyor

Öyle bir dünya ki cana doymuyor

Kalmak istesen de kaldırmıyor ki…

* * *

Sakın ha, başına çorap örmeyin!

Adı yalan dünya hiç çok görmeyin

Cilvesine kanıp gönül vermeyin

Ölmek istesen de öldürmüyor ki…

* * *

Kenan Şahbaz

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | YALAN DÜNYA için yorumlar kapalı
Haz 15

BOZKURT ÖZGÜRLÜĞÜN SİMGESİDİR

BOZKURT ÖZGÜRLÜĞÜN SİMGESİDİR

Türklerin Gök Tanrı inancını aslında hiç bırakmadıklarını ve
kabul ettikleri dinler içerisine sindirmek suretiyle
hep devam ettirdiklerini söylemek mümkündür.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Bakü’de Ebulfeyz Elçibey’in düzenlediği mitingde bir milyon Türk, Alparslan Türkeş’i “Bozkurt” işaretiyle selamladı.
Rahmetli Türkeş bu işareti Bakü’de ilk defa gördüğünde sordu:
“Bu ne?” diye Elçibey’e, Hanım Halilova’ya…
“Efendim bu, kurt işareti” dedi.
Orada görülen bu işaret daha sonra Türkiye’ye de geldi.
Aslında bu sembol Türk hakanları tarafından başarı anlamına gelen bir zafer işaretidir.
Batıya göç eden Hun, Kıpçak, Peçenek Türkleri aynı zamanda bu işareti “soy belirtir” olarak yani “Ben Türküm” mânâsında da kullanmışlardır.
Öyle ki bu sembole İranlı Şair Firdevs’inin Şeyhname’sinde de rastlanmaktadır.
Türk kadınların minyatürünün yer aldığı bu eserde Bozkurt işareti yapan kadınlar resmedilmiştir.
Bozkurt işaretinin, İslamiyet öncesi Göktürk döneminde ve diğer Türk devletlerinde Türk hakanlarının zafer işareti olduğu, mağaralarda bulunan 6.yüzyıla ait Türk hakanı heykeli ile apaçık anlaşılmıştır.
Kurt motifinin Türk destanları bağlamında Türk diliyle yapılan ilk değerlendirmelerini
M. Fuad Köprülü, Çin kaynaklarında yer alan Göktürk menşe efsanelerini aktararak;
“… Bütün bu ayinler, Tu-kiielerin kendilerini Kurt nesli saydıklarını, yani kurdu kendileri için bir Ongun/Totem bildiklerini göstermektedir.
Oğuz Destanında da mühim bir mevkii olan Kurd’un Tu-kiie menkıbelerinde bu kadar ehemmiyet kazanması işte bundan dolayıdır”
 şeklinde belirtmektedir.
Uygur, Göktürk destanlarından ve Oğuz Destanı’ndan örnekler vererek kurdun mahiyetini açıklamaya çalışan Nihat Sami Banarlı “Türkler, anayurtlarının bu müthiş varlığına önce Tanrı diye tapmışlar, sonra kendilerinin bozkurt soyundan geldiklerine, böylelikle birer bozkurt olduklarına inanmışlardır.” demektedir.
Türk destanlarının atla birlikte en önemli unsurlarından biri olduğu düşünülen kurdun türeyişi sağlayan kurt (ata-kurt, ana-kurt), kurtarıcı kurt, cetlerine yardım eden ruh ve kılavuz kurt vasıfları ile görüldüğü görüşü araştırmacıların müştereklerindendir.
“Türeme, soyu yok olmaktan kurtarma ve kılavuzluk etme” bağlamında Türk kök efsaneleri ve destanlarında yoruma dahi ihtiyaç duymayacak açıklıkta yer alan bu motifin, temel ortak özelliği tanrısallığıdır.
Adının “Bozkurt” oluşu da bu tanrısallığın en açık delilidir. Bozkurt, gök yeleli kurt, gökkurt gibi adlandırmalarda “boz” veya “gök” nitelemeleri, gök bağlamında renk teşbihi olduğu gibi,
aynı zamanda tanrısallık nitelemesidir.
Göktürk hakanlığının bağımsızlık alâmeti olan bayrağında görülen kurt, bağımsızlığına düşkün olması ve esir edildiğinde kendini boğarak öldürmesiyle tanınmaktadır.
Ayrıca kurt, liderlik ve yol göstericilik vasfı olan bir hayvandır. Türk hakanları, milletinin esaret karşısındaki tavrını ve bağımsızlığına düşkün oluşunu kurdun karakteri ile bir tutmuş ve
kendilerini bu hayvanın temsil edeceğini düşünmüşlerdir.
Eski Çin tarihnamesi Chou Shu; Türklerin bir kurttan türediklerini unutmak istemedikleri için
tuğlarında altın kurt başlarını taşıdıklarını, Kağanın korunmasıyla görevli olanlara da “f’uli” yani “böri” dendiğini bildirir.
Bu bilgi daha sonraki Çin kaynaklarında da vardır. Göktürklerde tuğların ve bayrakların tepesinde yer alarak bir devlet sembolü haline gelen kurt; Türklerin yaratılış efsanelerine kahramanlık etmiş,
soylarının tükenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalan Türk boylarının kurtarıcısı olmuş, onlara rehberlik ve kılavuzluk etmiştir.
Bu soy devam ettiren-kılavuzluk sağlayan kurt genel itibariyle erkek kurt olmak ile birlikte dişi kurt da olabilmektedir.
Ele geçen en eski dişi kurt/kurt ana motifli destan Vusunlar’a aittir.
Nitekim Millî Mücadele döneminde kendisinde bozkurt ruhu bulan Türk milleti;
onun esir edilemeyişini, azmini ve kararlılığını, zor koşullara karşı direncini benimsemiştir.
Dönemin aydınları, yazarları ve sanatkârlarının eserlerinde bozkurt temasını etkili bir şekilde işlemiş olması dikkate şayandır.
Batılılarca “bozkurt” olarak tanımlanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu unvanı fazlasıyla hak etmiş ve asırlar öncesine gönderme yaparcasına Türk tefekkürünün bu önemli sembolünü
her fırsatta yaşatmaya gayret etmiştir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarından Atatürk’ün vefatına kadar yoğun bir biçimde işlenen bozkurt motifi, devletin resmi kurumlarından sosyal hayata kadar yurdun tüm sathında kendine yer bulmuştur.
Atatürk’ün vefatının ardından bozkurt, Atatürk dönemindeki yükselişini devam ettirememiş ve kademeli olarak silinmiştir.
1944 Irkçılık-Turancılık
 davasına giden sürecin öncesinde yayınlanan Türkçü içerikli yayınlar,
millî şef hükûmetince engellenmiş ve bozkurt bir tabu niteliğine bürünmüştür.
Ancak pulların, paraların ve amblemlerin üzerinden silinmek suretiyle geri plana itilmeye çalışılan bozkurt simgesi, Türk milletinin bilinçaltında manevi olarak kuvvetli bir yükselişe geçmiş ve
1950’de Kore’de,
1974’te Kıbrıs’ta,
1992’de Karabağ’da
 Türk askerleri tarafından kullanılmıştır.
Bozkurt simgesi Türk’ün simgesidir. Bir siyasi oluşumun prangası altına alınamaz.
Benim gözümde özgürlük işareti neyse Bozkurt işareti de aynen odur.
Bozkurt barışın simgesidir, Bozkurt Türk’ün özgürlüğüdür, özgürlüğünün simgesidir.

Alıntı: Erdem Avşar

Posted in Yazılarım | Tagged , , , , , , , , | BOZKURT ÖZGÜRLÜĞÜN SİMGESİDİR için yorumlar kapalı