Kas 09

ATATÜRK’ÜN BÜYÜK DÜŞÜNCESİ

ATATÜRK’ÜN BÜYÜK DÜŞÜNCESİ

Mustafa Kemal, Hatay’ı ilhakından önce Irak ve Suriye’deki bizden yana olanlara çeşitli mektuplar yolladı. Birlikte hareket edilmesi çağrısında bulundu. Hatta Teşkilatı Mahsusa kanalıyla birtakım önerilerde bulundu. İsteği ilk önce Irak ve Suriye’nin ayrı devletler oluşturması ve daha sonra bunlarla bir federasyon teşkil edilmesiydi. Bunun gerçekleşmesine sağlığındaki bozulma yüzünden imkân bulamadı.

Cumhurbaşkanının temposu öyle hızlıydı ki, tarihçiler dahi zorlanmaya başlamışlardı. 1931 yılı sonbaharında bir Yalova gezisinde sabahın dördüne doğru “Türk Tarihinin ana hatları” projesini yetiştirmek için Yusuf Akçura “Bu kadar kısa sürede bunu başarmak mümkün değildir. Geceleri geç vakitlere kadar burada münakaşalar yapıyor, gündüzleri de çetin incelemelerle çalışıyoruz. Bu kadar yorgunluğa dayanamıyoruz” diye yakınmıştı. Reisicumhurun yüzünü bu defa hüzün bürüdü “Sizlerle geçirdiğim bu saatler, benim için bir saadettir. Bu ilmi konuşmalar ruhumun yegâne gıdasıdır. Bunu görmüyor musunuz? Bunu anlamıyor musunuz? Bunu bana çok mu görüyorsunuz?” diye konuşmuş ve gözleri dolmuştu.

 

Alıntı

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , | ATATÜRK’ÜN BÜYÜK DÜŞÜNCESİ için yorumlar kapalı
Kas 08

“ADAM” OLAMAMIŞLARA…

“ADAM” OLAMAMIŞLARA…

 Deli raporu ile ortalığı bulandıran ağzı salya saçan biri  “Millî” şairimiz için;

-Hâlâ ‘Korkma’ diye başlıyorsun.. Neden korkacağım ulan p.. k.. Mehmet Akif serserinin teki.. Diyebiliyor Tek andımız İstişklal Marşı diyenlerden, Milli ve Yerli olanlardan tık yok

Kurtuluş Savaşımız için.. “Keşke Yunan galip gelseydi” dediği halde o savaş sonrası kurulan devletin kurumlarında görev yapanlar yine sessiz. Adeta bu ifadelerden memnun olmuşlar gibi…

 

“Mukaddes yol” nedir bilmeyen nasipsizin hedefinde başka “Millî” bir değerimiz vardı..

“Dayandı bu kahra, şevki sönmedi; Tuttuğu mukaddes yoldan dönmedi.” diyen bir inanç abidesi Ziya Gökalp vardı..

 

Bu mahlûkun hedefinde;

“Başka uluslar, çağdaş uygarlığa erişmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar..

Oysa Türklerin çağdaş uygarlığa erişmeleri için, yalnız geçmişlerine dönüp bakmaları yeter.”

Diyen o “Millî” efsane  Ziya Gökalp vardı..

Türk Millîyetçiliği’nin fikir babası Ziya Gökalp.. Diyarbakır Çermik’li Ziya Gökalp.. “Türkçülüğün Esasları”nı yazan Ziya Gökalp..

Gökalp hakkında söylediklerini içine sindiren yerli ve milliler “Türkçüler Ziya Gökalp’i adam sanırlar..” Demesine de sessiz kaldılar

Gen tohumu incelense Ziya Gökalp‘ten rahatsız olması normaldir..

Ziya Gökalp, Sultan Alparslan’ın Bizans elçisine verdiği dersi şöyle anlatır;

“Artık yeter!

Söyleme ey uğursuz tercüman!

Bir elçi olmasaydın, işin olurdu yaman..

Git, söyle Kayser’ine, “Hak, esirger dinini ;

Kolay değil fethetmek, arslanların inini.

İslamiyet, bir kızdır; bekçisi, Türk bir arslan!

Elinde dal kılıcı, bekler onu her zaman!”..

“Git, söyle Kayser’ine, biz sulhü çok severiz..

Lakin harbe girersek, insan değil, ejderiz!

İslamiyet güneştir, biz, onun kıvılcımı..

Yenmeden, kına sokmam, çekersem kılıcımı!

Git söyle Kayser’ine, ufukların süsüyüz!

Baykuştan pervamız yok, biz şahin sürüsüyüz!”

Ziya Gökalp‘ın “Türklüğüne” laf edenlere karşı, Gökalp’ın Malta’da sürgündeyken (Ali Kemal’in “Ziya Gökalp Kürttür” yazısına karşılık) yazdığı şu mısralar kurşundur.

“Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,

Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!

Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,

Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:

Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!

Türklük hadimine ‘Türk değil! ‘ diyen

Soyca Türk olsa da ‘piçtir’, Türk değil!”

 

Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy‘da bu ve benzeri hainler için “Yurduma alçakları uğratma” demiş Mehmet Akif Ersoy ile arkadaş olmayanlar yine sus pus…

“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın.

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”

 

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , | “ADAM” OLAMAMIŞLARA… için yorumlar kapalı
Kas 07

ATATÜRK DİYOR Kİ;

ATATÜRK DİYOR Kİ;

 

* “Milletler egemenliklerini, geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat edebilirler. Ve bu istibdat şahsi istibdattan daha öldürücü olabilir. (1923)

Devlet: “Siyasi kuvvetin meşru olabilmesi için devletin soyut egemenliği fiilen kime verilmelidir? İşte bu sorulara cevap veren demokrasi yönetimidir.” (1929)

*”Demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20’inci yüzyıl birçok despot hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür!

Hükümdarlık ve oligarşi, artık zamanı geçmiş geçici şekillerden başka bir nitelikte kabul edilemezler.”

* “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.

Hükümetler, millet ve memleketi idare ederler ve meclise karşı sorumludurlar.

Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilmiş meclistedir.

Millet adına her türlü kanunları o yapar. Hükümete güvenoyu verir veya düşürür.”

* “İnsan haklarına saygı göstermeyen devlet varoluşunun nedenini ve anlamını kaybeder

Kişisel hürriyeti düşünürken her kişinin ve nihayet bütün milletin ortak çıkarını gözetmek gerekir.

Bir başkasının hak ve hürriyeti ve milletin ortak çıkarı kişisel hürriyeti sınırlar. Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her türlü davranışta bulunmaktır.”

* “Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez

Fikrin serbest hareketi ise ancak kişinin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmasıyla mümkündür.”

*”Özgürlükten doğan bunalımlar ne kadar büyük olurlarsa olsun, hiçbir zaman fazla baskının sağladığı sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.

Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır.

Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.”

* “Bu memleket ve memleketin insanları daha çok zengin olmaya muhtaçtır ve hakkıdır.

Bundan dolayı onların servetine göz dikmeyeceğiz ve belki orta sınıf tüccarları da onların seviyesine çıkaracağız ve hep birlikte daha çok zengin olacağız.

İsteriz ki efendiler memleketimizde birçok milyoner ve milyarderler olsun. O zengin insanlar başlı başına bu memlekete bankalar, demiryolları, fabrikalar, şirketler ve sanayi müessesesi kursunlar.” (1923)

* “Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız.

Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir sistemdir.” (1921)

* “Adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmaya mecburuz.

Hükümet memlekette kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla yükümlüdür.

Adli siyasetimizde izlenecek amaç, öncelikle halkı yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır.

Adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmak zorunluluğundayız.” (1922)

* “Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için hiçbir kayıt ve şart yoktur.”

* “Osmanlı İmparatorluğunun düşüşü batıya karşı elde ettiği başarılardan çok boş bir gururla kendisini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.” (1923)

* “Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin kudret ve yüceliği karşısında çağdışı kalmış zihniyetlerle, ilkel, boş inançlarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir olmaya ve aşağılanmaya mahkûmdur.” (1925)

* “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.

Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

 

Kaynak: Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Cilt, Genelkurmay Yayınları-1983

Posted in Atasözleri Vecizeler | Tagged , , , , , , , | ATATÜRK DİYOR Kİ; için yorumlar kapalı
Kas 06

ABD BAŞKANI TRUMP “SEÇİLMİŞ” Mİ!!!???

ABD BAŞKANI TRUMP “SEÇİLMİŞ” Mİ!!!???

ABD Başkanı Trump, “büyük ve emsalsiz bilgeliğiyle(!)” yaptığı değerlendirmelerin sonucunda, şimşeği tutan Zeus gibi “sizi yok edeceğim” diye tehditler savurmaya başladı. “Bunun kafa iyice gitti” teşhisi koyanlar, göreve başladığı günden bu yana en çok maruz kaldığı “deli” yaftasını ısıtanlar olmuştu…

Yeniden başkan olmak istediği için bir an önce vaatlerini yerine getirmeye dönük adımlar atma mecburiyeti, başının üstünde sallanıp duran ve artık düştü düşecek haldeki “azledilme ihtimali” ve Trump‘ın pençesinde kıvrandığı “seçilmişlik sendromunu” da yabana atmamak lazım!

Seçmen oylarının çoğunluğunu almış olmak değil konu. Kast edilen“seçilmiş” ifadesi, kendini Tanrı’nın bir nevi “elçisi(!)” saymak anlamındadır; “oğlu”, “vekili”, “aracısı”

Hatırlarsanız; Trump, Çin hamlesini nasıl gerekçelendirmişti?

“Ben seçilmiş kişiyim!”

Bush’ da Irak’ın işgalini benze sözler sarf etmedi mi?

“Tanrı bana, George, Irak’a git ve zorbalığı bitir’ dedi…”

ABD’nin ilk başkan yardımcısı John Adams‘ın devletin kuruluşunda söylediklerine de bir göz atmakta yarar var.

– Amerika’nın kuruluşu, Tanrı’nın, hâlâ tutsaklık durumunda bulunan bütün insanlığı aydınlatıp zincirlerinden kurtarmak yolunda taşıdığı gizli iradenin bir tecellisinden ibarettir.

Trump‘ın “büyük ve emsalsiz bilgeliği(!)”yle aldığı kararlar, yaptıkları ve yapmadıkları da, bir yönüyle illaki bu misyonun yansımasından ibarettir! Her nevi densizliği, hadsizliği, cüretinin kaynağı buradan aldığı cesarettir.

Yoksa…

“Dini temeller üzerine inşa edilmiş bir siyasi cemaat”te “düşünmek”, “anlamak” “kavramak” gibi eylemler söz konusu olamayacağına göre, “akıl” emaresi aramak zaten başlı başına beyhude!

Trump, sözünü “Biz 7 bin mil ötedeyiz” diye bitirmiş. Bozuk saatler gibi günde iki defa doğruyu gösterebilmiş

Ne işiniz var ülkenizden kıtalar, okyanuslarca ötede!

Alıntı

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , , , , | ABD BAŞKANI TRUMP “SEÇİLMİŞ” Mİ!!!??? için yorumlar kapalı
Kas 05

KIYAN İNSAN DEĞİLDİR

KIYAN İNSAN DEĞİLDİR

 

Yaşama hakkı vardır, yaratılan her canın

Canların can gülüne kıyan insan değildir

Ayakları altında cennet varken ananın

Saçının bir teline kıyan insan değildir

 

Erkeğim diyen adam kadına el kaldırmaz

Sanki domuz neslinden burnundan kıl aldırmaz

Deccal bile kadına vahşi gibi saldırmaz

Saçının bir teline kıyan insan değildir.

 

Saka kuşu, bülbülün güzel dilidir kadın

Hem de Havva ananın nurlu elidir kadın

Bir ömür her hanenin gonca gülüdür kadın

Saçının bir teline kıyan insan değildir.

 

Dünyanın ilk katili Kabil’den hiç farkı yok

Canı Allah yarattı yok etmeye hakkı yok

Caninin, soyu sopu belki de bir ırkı yok

Saçının bir teline kıyan insan değildir.

 

Canideki bu ayar yamyamdaki ayar mı?

Anasını saymayan kadınını sayar mı?

Adam olan bir kişi karısına kıyar mı?

Saçının bir teline kıyan insan değildir

 

Annemiz, kızımızdır, eşimizdir kadınlar

Yaratılmış insanız dişimizdir kadınlar

Bir ömür korunacak kişimizdir kadınlar

Saçının bir teline kıyan insan değildir

 

Kenan ŞAHBAZ

 

Posted in Şiirlerim | Tagged , , , , , , | KIYAN İNSAN DEĞİLDİR için yorumlar kapalı
Kas 04

21. YÜZYILIN HASTALIĞI LYME..

 21. YÜZYILIN HASTALIĞI LYME..

Lyme hastalık ilim adamları tarafından 1980’li yılların başında ilk defa ABD’de Connecticut Eyaleti’nin Lyme Kasabası’nda tanımlandığı için bu isimle anılıyor.

İlk önce sadece basit bir romatizma olduğu düşünülürken, son 20 yılda diğer hastalıkları taklit ettiği ve sanıldığından daha yaygın olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden Lyme hastaları, genelde taklit ettiği diğer hastalıkların teşhisiyle yaşamak durumunda kalıyor. Geçmişte hastalığın sadece kenelerle yayıldığı düşünülürken günümüzde kan emen birçok canlı (bit, pire, sivrisinek, tahtakurusu, at sineği vb) ile ilerlediği anlaşılıyor. Hamilelik döneminde anneden bebeğe kan ve organ nakli yoluyla geçmesi de hastalıkla ilgili bilinmesi gereken önemli bir özellik olarak görülüyor.

Borrelia burgdorferi” spiroket bakterisinden kaynaklanan ve “İçimizdeki sessiz katil” olarak da nitelendirilen hastalık; kalp krizi, şizofreni, bipolar bozukluk, beyin tümörü, bazı kanser türleri, otizm, huzursuz bacak sendromu, ürtiker, haşimato tiroidi, alzheimer, parkinson, MS, ALS gibi kas hastalıkları ile çölyak gibi 365’den fazla pek çok hastalığı taklit ediyor.

Amerika’da 25 milyon, Çin’de 75 milyon Lyme hastası tespit edildiği, Almanya’da, her yıl yaklaşık 1 milyon kişinin Lyme hastalığına yakalandığı belirtiliyor.

Prof. Dr. Barbaros Çetin, “Son 10 yılda yapmış olduğum literatür çalışmalarına göre (110 akademik yayın) Türkiye’de yaklaşık 8-10 Milyon insanın Lyme taşıdığını tahmin ediyorum.” diyor.

Türkiye’de her yıl yaklaşık 2 milyon kişiye kene yapıştığı hâlde bu kişilerin ne kadarının LYME ve koenfeksiyonlarına yakalandığı bilinmiyor.

Prof. Dr. Barbaros Çetin, çağın hastalığıyla mücadele için Türkiye’de özellikle büyükşehirlerdeki tıp fakültelerinde Lyme araştırma merkezlerinin kurulmasının lüzumunu vurgulayarak, “Günümüzde genç doktorların Lyme hastalığına yönelmelerine ihtiyaç var, çünkü bu sorun artık dünya çapında bir salgına dönüşmüş durumda. Kamuoyunda ki farkındalığın artması için Sağlık Bakanlığı’nın bir an önce ‘Lyme Hastalığı ile Mücadele Eylem Planını’ hazırlaması ve hayata geçirmesi gerektiğini” belirtiyor.

Akla gelen soru: Lyme hastalığı tedavi edilebiliyor mu?

Prof. Dr. Barbaros Çetin, Lyme hastalığının tedavisinin olduğunu söylüyor ve ABD’de 30, Almanya’da ise 25 yıl önce kurulmuş LYME tedavi merkezleri olduğuna dikkat çekiyor.

Bu hastalıkla ilgilenen ilim adamlarımıza ön açmak ve destek vermek şart.

 

Alıntı: A.TEKİN

Posted in Gündem | Tagged , , , , | 21. YÜZYILIN HASTALIĞI LYME.. için yorumlar kapalı
Kas 03

BÜYÜK İSRAİL PROJESİ

BÜYÜK İSRAİL PROJESİ

ABD, Rusya ve Çin’in sessiz kalarak İsrail zulmüne destek vermesinin sebebi nedir? Bu sorunun cevabı verilmezse zulüm, Büyük İsrail devleti kurulana kadar devam eder! Sadece Filistin’de değil, Irak’ta, Suriye’de, Ürdün’de, İran’da, Mısır’da ve Türkiye’de kaos ortamı oluşturmak için kurulan örgütler, Büyük İsrail hedefi uğruna çalışmaya devam eder.

2003 yılı Şubat ayında konuyu Necmettin Erbakan dile getirirdi. Erbakan, Hıristiyan âleminin İsrail’in işgal politikalarına neden destek verdiğini, anlatırken şöyle demişti:

“Bush Yeni Hıristiyanlar mezhebine mensup… Yoğun bir çalışmayla, Amerika’da insanları belli bir inanca getiriyorlar. Bu inancın temelinde İsrail ile iş birliği yatıyor. Bunları asıl yürüten İsraillilerdir. Çünkü Amerika, İsrail’e istediği parayı vermiyor. Ama ‘İyi bir Hiristiyan olmak için kiliseme para ver’ derseniz veriyor. Nitekim aralarına karışan Amerikalı bir yazar, bunu kitap haline getirdi. O kitabı okuduğu zaman insan gerçekleri görüyor.

‘Tanrıyı Kadere Zorlamak’* kitabın adı… Yani onun manası şu, Hıristiyanlar, İsa Aleyhisselam tekrar yeryüzüne gelecek diye bekliyor. Siyonistler ise başka bir Mesih bekliyor. Sırf Hıristiyanları kendi maksatlarına yönelik kullanabilmek için, ‘Bizim beklediğimiz de aynı, İsa Aleyhisselamdır’ diyorlar. Takıyye yapıyorlar. ‘Ancak bizim dinimize göre, bunun yeryüzüne gelmesi için ön şartların yerine gelmesi lazım. Bu ön şartlar bildirilmiş. Bunun için Büyük İsrail kurulacak’ diyorlar… Bu tabii asırlardan beri söyledikleri bir sözdür. ‘Ve Arz-ı Mevud’a sahip olacağız. Süleyman Mabedi’ni yeniden yapacağız. Cenab-ı Hakk’ın asıl kulları biziz. Diğer kullar bize köle olarak yaratılmıştır’ diyorlar.

500 sene evvel İspanya’da, büyük bir hahamlar toplantısı yapıldı. ‘İsa Aleyhisselam’ın, (daha doğrusu onların söylediği Mesih’in), yeryüzüne gelmesi, Cenab-ı Hakk’ın takdirine mi bağlıdır, yoksa kullar olarak bizim bazı olayları hızlandırmamızla bu olay çabuklaşır mı?’ sorusunu ortaya attılar. ‘Biz ne kadar çabuk İsrail’de toplanırsak ne kadar çabuk Süleyman Mabedi’ni yaparsak, kurtarıcımız o kadar çabuk yeryüzüne gelecektir. Öyleyse bunları bir an evvel gerçekleştirelim’ dediler. Bu Amerikalı yazar da kitabın adını bunun için, ‘Tanrıyı Kadere Zorlamak’* koydu. Bütün bunlardan maksat, Amerikalıların, kendi kiliselerine yardım etmesini sağlamak, onlar ‘kendi kiliseme yardım ediyorum” diye düşünürken, o hanım yazarın ifade ettiği gibi asıl maksat İsrail’e mali imkân temin etmektir.”

İşte bugün Suriye’nin kuzeyi IŞİD diye bir örgüt kurularak boşaltılmışsa, yerine PKK/YPG yerleştirilmişse, Türkiye, hem ABD hem Rusya ile mutabakat imzalayıp, Sergey Lavrov‘un açıkladığı gibi Suriye’nin kuzeyindeki harekata yeniden başlama niyetinde olmadığı konusunda güvence vermişse işte sebebi budur!

YPG’ye 30 kilometre güneyde dokunulmazlık veren bu mutabakatlar, Türkiye’ye değil, Büyük İsrail projesine hizmet ediyor!

(*) Amerikalı kadın yazar Grace Hallsell’dir   Kitabı Türkiye’de “Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” adıyla yayınlandı.

 

 

Alıntı Yeniçağ

Posted in Gündem | Tagged , , , , , , | BÜYÜK İSRAİL PROJESİ için yorumlar kapalı
Kas 03

Var mısın bahse?

Var mısın bahse?

Köy kahvehanesinde akşamcılar toplanmışlar, kimi kağıt oynuyor, kimi de pinekliyordu. Kağıt oynayanlardan Cemal saatine bakarak; – Vay anasını saat 12 ye geliy… Habu saattan sonra kari bizi eve almaz, dedi. Kahvehanenin diğer köşesinde oturmuş olan Temel, selesinde sattığı elmaları Cemala göstererek, Cemal kardaşım, al haburadan bir okka elma, o zaman yengem seni eve alır, diye öneride bulundu. Cemal gülerek; Bilsam ki kari beni eve alacak, haçan bi okka değil, on okka elma bilem alırım. Temel’in soruna bakışı daha başkadır: Var misın bahse? Sen iki okka elmayi al baa ver, gideyim sizin eve, bak bakayım yengem beni eve aly mi, almay mi?

Posted in Fıkralar | Tagged , , , , , , | Var mısın bahse? için yorumlar kapalı
Kas 02

KARA SULARIMIZDAKİ PETROLÜ ÇALIYORLAR

KARA SULARIMIZDAKİ PETROLÜ ÇALIYORLAR

Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, Yunanistan’ın petrol hırsızlığına ve iktidarın buna göz yummasına sert tepki gösterirken önce tarihi gerçeklere ışık tuttu;

“İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra Londra’da düzenlenen Süfera Konferansı’nda 6 büyük devlet (Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya), Ege adaları konusundaki ortak kararlarını, 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a ve 14 Şubat 1914’te de Türkiye’ye birer nota ile bildirdiler. Karara göre, Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adası Türkiye’ye iade edildi, Yunan işgalindeki diğer Ege adaları ise silahlandırılmamak ve askeri amaçlarla kullanmamak şartıyla Yunanistan’a verildi. Yunanistan’a, adaların egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı verildi. Bu durum, konferans sırasında kayıt altına alınan İngiliz Kraliyet Ofisi Tutanakları’nda da açıkça görülmektedir. Ayrıca Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı‘nın 1986 basımlı, Doğu Ege Adaları’nın Askerden Arındırılmış Statüsü adlı kitabında ve Prof. Dr. Sevin Toluner‘in 2004 basımlı, Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları kitabında Yunanistan’a, Kuzey Ege adalarının egemenliği değil, sadece kullanma hakkının yani zilyetlik (possession) hakkının verildiği açıkça belirtilmiştir.

1923 Lozan Antlaşması’nın 12’nci maddesi ile 13 Şubat 1914 tarihli 6 büyük devlet kararı bir kez daha teyit edildi. Yunanistan’a, Kuzey Ege Adalarının egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı verildi. Kuzey Ege’de bulunan Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, İpsara, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının mülkiyeti ile deniz yetki alanları ve hava sahası Türkiye’nin egemenliğinde kaldı.

1923 Lozan Antlaşması’nın 13’üncü maddesi ile Yunanistan’ın adaları askeri maksatlarla kullanmayacağı kararlaştırıldı. Türk Hükümeti de askeri uçaklarının ve diğer hava araçlarının Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının üzerinden uçmayacağını taahhüt etti.

1923 Lozan Antlaşması’nın 12 ve 13’ncü maddelerine göre; Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, İpsara, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının mülkiyeti ile adaların karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Anılan adalarda ve adaların deniz yetki alanlarında bulunan petrol, doğal gaz, balık ve benzeri her türlü canlı/cansız varlıkların sahibi Türkiye’dir. Türk askeri uçakları, Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba ve İpsara adaları ile adaların karasuları üzerinden hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan uçabilir.

Yunanistan, Taşoz Adası’nın karasularında bulunan Türk petrolünü  gözümüzün içine baka baka çalarken AKP Hükümeti ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı damat Berat Albayrak olup bitenleri pişkince seyrediyor!..

 

 

 

Alıntı: Ahmet Takan

Posted in Gündem | Tagged , , , , , | KARA SULARIMIZDAKİ PETROLÜ ÇALIYORLAR için yorumlar kapalı
Kas 01

BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLAR…

BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLAR…
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. 
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.
Başka doktorlar çağrılır…Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.

Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.

İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. 
Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve 
gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran 
Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.
O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. 
Haftalarca hastanede kalınır,
onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.

Sonuç olarak:
Osman Efendiye teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan 
Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir,
ülkesine dönüp “dinlenmesi”, 
daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.

Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, 
Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,
adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der,
“Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın” 
Bir bakar, “Hah işte der.“Kıl dönmüş.” 
Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın 
çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran 
çığlığıyla odaya koşar.
Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve
cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,
kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir 
uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz 
ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.
Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

 

 

Alıntı:

Posted in Hikayeler | Tagged , , , , , , , , , | BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLAR… için yorumlar kapalı