Haz 21

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

21 HaziranDünya Müzik Günü

1582 – Japon daimyo Oda Nobunagasamuray hizmetkarı Akechi Mitsuhide tarafından zorla intihar ettirildi.

1788 – New HampshireABD Anayasasını onaylayarak 9. Eyalet olarak birliğe katıldı.

1813 – Britanyaİspanya ve Portekiz zaferi ile sonuçlanan Vitoria Muharebesi gerçekleşti.

1934 – Türkiye‘de Soyadı Kanunu kabul edildi.

1982 – ABD Başkanı Ronald Reagan‘a suikast teşebbüsünde bulunan John Hinckley, akli dengesi yerinde olmadığı için suçsuz bulundu.

Niccolò Machiavelli (Ö. 1527)

Machado (D. 1839)

Prens William (D. 1982)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Haz 21

BAKAN        

BAKAN 

Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti.
Ne yapsa makbule geçmiyor, basın hergün kendisiyle uğraşıyordu.Nihayet : 
-Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun, diye düşündü ve ilan etti :  
-Pazar günü saat 10’da bakan denizin üzerinden yürüyerek geçeceğim. 
Pazar sabahı saat 10’da tüm basın mensupları toplandılar orada.Bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başladı.Karşı kıyıya kadar da yürüdü geçti. Herkesin gözleri dehşetle açılmıştı. 
Fakat ertesi günü tüm gazetelerde şu başlık okundu : 
-Bakan yüzme bilmiyor!

Posted in Fıkralar | BAKAN         için yorumlar kapalı
Haz 20

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

20 Haziran:

451 – Romalı general Flavius Aetius önderliğinde Katalon Muharebesi gerçekleşti.

1631 – Küçük Murat Reis tarafından İrlanda’nın Baltimore kasabasında Baltimore Talanı yapıldı.

1987 – Mardin’in Pınarcık köyünde Pınarcık Katliamı gerçekleşti.

1990 – 5261 Eureka adı verilen ilk Mars trojanı asteroit, Palomar Gözlemevi’nde keşfedildi.

2001 – Pervez Müşerref, Pakistan cumhurbaşkanı oldu.

Jacques Offenbach (D. 1819)

Muazzez İlmiye Çığ (D. 1914)

Cahit Külebi (Ö. 1997)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Haz 20

TARİH ŞAHİTTİR

TARİH ŞAHİTTİR

En çok tartışılan konuların başında, Cumhuriyet kurulurken vatandaşlık tanımının “ırkçı” bir yaklaşımla anayasaya yazıldığı ve zorla herkesin TÜRK yapılmak istendiği anlatısıdır. Aslında temel mesele bu değildir. Anayasada vatandaşlığın TÜRK olarak tanınması hususu, amacından saptırılarak bölücülüğün ve siyasi İslamcılığın taraftar kazanmak için kullandıkları bir propagandadır.

Türklüğün anayasada yer almadığı Osmanlı’ya dönelim. Ne 1876 ve ne de II. Meşrutiyet anayasasında böyle bir tanımlama yoktur. Kısaca “IRKÇI” denilen kavramlar yer almaz. Ancak, Kürtçü-bölücü isyanlar 1823’ten sonra başlamıştır. Cumhuriyet kurulmazdan bir asır önce başlayan faaliyetler daha Birinci Dünya Savaşına gelmeden devam etmiştir.

Bu dönemlerde padişah halife de Osmanlı Medreseleri de mahkemelerdeki kadı efendiler de tam kadro görevdedir.

Kısacası kimseye kimlik dayatılmamıştır.

İşin en ilginç tarafı, siyasal İslamcıların şikâyet ettiği Kemalist düzen olmadan da tarikatlar, cemaatler devlete karşı baş kaldırıp isyan etmiş, ayrılıkçı Kürt aşiretleri ve başlarındaki ulema taifesi de.

Merkezi hükümete başkaldıranların başında Ravanduz “hükümdarı” olarak bilinen Mir Mehmet, geliyor. 1834’te bağımsızlık hareketi değilse de Osmanlı Devleti’ne ve “Osmanlı” vatandaşlığına isyan etmiştir.

Sonrasında Bedirhanlar gelir.

Bu aşiret ve beyleri Kürtçü hareketin temellerinin atılmasında önemlidir. Bunun dışında tarikatların ortaya koydukları eylem ve stratejilerdir. Hemen hepsinin kendini “Seyyit” (peygamber soyu” olarak ilan ettiği Barzinciler, Barzaniler ve Nihrililer, isyanlarıyla dış güçlerle yazışmaları ve bağlantıları ile sürecin bugüne gelmesinde alt yapı oluşturmuşlardır.

Barzaniler, Irak’ın Kuzeyinde hedefine özerk bir Kürdistan kurarak ulaşmıştır. Nihrililer (Şemdinlililer) ise hem Osmanlı’ya taraf görünmüşler ve hem de bölgedeki isyanları

desteklemişlerdir. Başlarındaki Şeyh Ubeydullah, Tebriz’deki İngiliz konsolosu Wiliam Abbot’a hükümetine duyurulmak için yazdığı mektupta şunları söylemektedir.

“Kürtlerin etnik töre, hatta din bakımından apayrı bir halk olduklarını” belirterek; “Kürdistan’ın bütün hükümdar ve ağaları, artık işlerin böyle Osmanlı ve İran (Kaçar) hükümetleri altında devam edemeyeceği ve mutlaka bir şeyler yapılması gerekeceği, bu durumun bir şeyler yapmaları ve durumu tahkik etmeleri için Avrupa hükümetlerine duyurulması hususunda müttefiktirler.”

Bu mektuptaki isteklerini o sıralar bölgede görev yapan Amerikan misyonerleri, Dr. Joseph Plump ve Dr. Cochran’a da anlatıyor.

Bu adam, bir taraftan Rus savaşında Osmanlı’ya yardıma gelirken diğer taraftan da isyanları yönetmiştir.

İşte tam bu noktada Cumhuriyet karşıtlarını ve propagandalarını ters yüz eden iki olguyu saptayabiliriz. Birincisi, Siyasi İslamcılar her seferinde Cumhuriyetin halifeliği kaldırarak ümmeti başsız bıraktığı iddiasından hareketle devletin ve toplumun birlik beraberliğinin bozulduğunu söylüyorlardı. Halbuki tarihsel olaylardan sadece Şeyh Ubeydullah isyanları bize gösteriyor ki, gerçekler onların anlattıkları gibi değil, tam tersi.

İkincisi de yine aynı şekilde Kürtçüler, yıllardır kendilerinin zorla TÜRK yapıldığını, anayasadaki vatandaşlık tanımı olmasaydı, asla devletle bir sorun yaşanmayacağını propaganda ediyordu.

Ama tarih öyle demiyor.

Anayasada TÜRK’ten eser olmadığı yıllarda da hacısı, hocası, şeyhi ve müridiyle Kürtçülüğün 1820’lerden itibaren devletle sürtüştüğünü kan döktüğünü, devlete karşı silah kullandığını gösteriyor.

Osmanlı’dan başlayarak, Şeyh Ubeydullah’ın mektubundan da anlaşılacağı gibi, kimi zaman Ruslarla, kimi zaman Amerika ve İngilizlerle, bir ara Fransızlarla sürekli temas halinde olduklarını, ihaneti, dış güçlerle İngilizlerle, içinde yürüttüklerini gösteriyor.

Bu sebeple “Cumhuriyet bizi zorla TÜRK yaptı. Asimile ediyor” palavrası tarihsel gerçekle bağdaşmıyor. Tam tersine Cumhuriyet, TÜRK’ü, tüm öteki etnik gruplarla eşitlemiştir. Aynı şekilde kendi kurduğu devletin sahibi haline getirmiştir.

Kaynak: Ahmet Gürsoy

Posted in Gündem | TARİH ŞAHİTTİR için yorumlar kapalı
Haz 19

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

19 Haziran:

1867 – Meksika imparatoru I. Maximilian, Santiago de Querétaro’da kurşuna dizilerek infaz edildi.

1910 – Dünya Babalar Günü, ilk kez ABD’de kutlandı.

1961 – KuveytBirleşik Krallık‘tan bağımsızlığını ilan etti.

1978 – Garfield karikatürleri yayımlanmaya başladı.

1991 – Sovyetler Birliği’nin Macaristan’ı işgali sona erdi.

Blaise Pascal (D. 1623)

Anna Lindh (D. 1957)

William Golding (Ö. 1993)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Haz 19

“DÜNYADA NE KADAR YER KALACAK?”

“Dünyadan ne kadar yer kalacak?”

Tolstoy’un hikâyesinde, fakir bir köylü cömertliğiyle bilinen bir kraldan toprak ister.
Kral der ki:
“Sabah güneş doğarken yola çık. Akşama kadar yürüdüğün tüm arazi senin olacak. Ama bir şartla: Güneş batmadan başladığın yere dönmelisin. Dönemezsen hiçbir şey alamazsın.”

Köylü sevinçle kabul eder. Sabah yola koyulur. Sulak araziler, meyve bahçeleri, pınarlarla dolu verimli topraklar görür. “Ah Ya Rab, ne güzel yerler!” diyerek durmadan ilerler.
Fakat bir an döner ve güneşin batmak üzere olduğunu fark eder!
“Yetişemezsem hepsi boşa gider!” diyerek koşmaya başlar.
Koşar, koşar, tam başladığı yere ulaşır… ama oracıkta düşüp can verir.

Kral, onun için bir mezar kazdırır. Bir çubukla toprağı işaret eder ve der ki:
“İnsana dünyada kalan yer işte bu kadar.”

Posted in Hikayeler | “DÜNYADA NE KADAR YER KALACAK?” için yorumlar kapalı
Haz 18

TARİHTE BUGÜN

TARİHTE BUGÜN

18 Haziran:

618 – Li Yuan‘ın Çin imparatoru olması ile Tang Hanedanı dönemi başladı.

860 – Konstantinopolis Kuşatması: Yaklaşık 200 gemilik bir Rus deniz filosu Konstantinopolis‘i yağmalamaya başladı.

1633 – I. Charlesİskoçya kralı olarak taç giydi.

1815 – Napolyon BonapartWaterloo Muharebesi‘nde İngiliz ve Prusya ordularına yenildi.

1940 – Özgür Fransa‘nın lideri Charles de Gaulle, BBC radyosuna yaptığı bir konuşma ile direniş çağrısı yaptı.

Georgi Dimitrov (D. 1882)

Maksim Gorki (Ö. 1936)

Paul McCartney (D. 1942)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Haz 18

İLİM, İRFAN ORDUSUNA

İLİM, İRFAN ORDUSUNA

Türk milleti 1877’de Osmanlı Devleti olarak başladığı savaşlardan, 1922’de, Türkiye Devleti olarak çıkmıştır. Dile kolay, tam 45 yıl sürmüştür.

Son savaşını canhıraş verir. 19 Mayıs 1919’da başlayan mücadele 9 Eylül 1922’de sona erer. 3 yıl 3 ay 3 hafta da o sürer.

29 Ekim 1923, artık Lozan Antlaşmasıyla bütün dünyanın tanıdığı Türkiye Devleti, Cumhuriyeti ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.

Artık işgalcilerle savaşın yerini yoklukla, cehaletle savaş almıştır. İki yüz yıldır ıskaladıkları zamanın arkasından koşmaya başlayacaklardır.

Dünyayı dize getirmiş Türkler olmanın büyük özgüveni vardır.

Okul yoktur yaparlar. Yol yoktur açarlar. Basma yoktur, dokurlar. Ayaklarında ayakkabı yoktur, yaparlar. Fabrika yoktur, kurarlar. Hastalıklar kol geziyordur, mücadele ederler ve yenerler.

Bataklıkları kurutur, toprağı işler, su getirirler. Topraktan bereket fışkırtırlar.

Demir ağlarla örerler anayurdu dört baştan.

Bütün bunlar nasıl oldu diye bakıldığında ilk olarak, Başımızda bütün dünyanın saydığı başkumandan vardı cevabı gelir.

Sonra, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri! diyerek devam ederler.

Yokluğu yenmeye milletin azim ve kararı vardır.

Yedi düveli dize getirmiş bir millet, o millete çok büyük bir aşkla bağlı büyük kumandan ve o kumandan ölmeyi emrettiğinde düşünmeden itaat eden ülkü sahibi insanlar başarmışlardır.

Peki, bu ülküyü nasıl kazandılar dersiniz? Nasıl olduğunu aşağıdaki yazı mükemmel anlatmaktadır.

Bir döneme mührünü vuran ülkü sahibi büyük adamlardan merhum Necmettin Hacıeminoğlu’nun aşağıdaki yazısı başarıyı getiren duyguyu çok güzel anlatmaktadır. Bugün geçilmeye çalışılan dar geçitten bu yazıda anlatılan duyguların tekrar kazanılmasıyla çıkılacaktır.

Neşe Alten öğretmen ile Nurettin Yılmaz öğretmen Hacıeminoğlu Hoca’nın anlattığı ülkücülerden sadece ikisidir.

Işık Ordusuna Selam

Kalbinde vatan ufuklarına ışık saçmak için çalışan bir ideal adamının imanı, ruhunda kendine güvenen insanların azim ve iradesi, kafanda yarının mamur, müreffeh ve mes’ut Türkiye’sinin altın kapılarını açacak sihirli anahtar… Savaş meydanlarına atılan kahramanlar gibi Anadolu’ya gidiyorsun.

Çanakkale’de, Köprüköy’de, Pilevne’de şehit düşen Mehmetçiklere has bir gururla ilim, irfan ve ışığın ulaşamadığı uzak yurt köşelerine aydınlık götürüyorsun. Artık en sıcak yuvan okul, en sevgili çocuğun öğrenci, en vefalı dostun kitap ve en büyük yardımcın da kalbini dolduran hocalık aşkı, gönlünü saran yurt sevgisi olacaktır

Atıldığın bu hizmet ve fedakârlık yolunda, çetin güçlükler seni yıldırmasın. Önüne dikilecek engeller seni ürkütmesin. Maddî yoksulluklar, manevi sıkıntılar seni ideal yolundan döndürmesin.

Karanlıklara ışık saçmanın; geriliğe, cehalete, taassup ve bâtıl düşüncelere göğüs germenin kolay olmayacağını bilmelisin. Zira kavuşmak istediği hedefe iştiyakla koşan hangi ideal yolcusu bu çeşit güçlüklerle karşılaşmadı? Hangi ideal adamı, yeşil servilerin gölgelediği serin çimenlikler üzerinde yürüyerek gayesine ulaşmıştır? İdeal yolu elbet de dikenli olacaktır. İdeal yolu elbet de uzun ve zorlu, elbet de güçlük ve meşakkatlerle dolu olacaktır.

Ateşli kum çöllerinde, soğuk buz denizlerinde tehlikeli seyahatlere çıkmış ilim fedailerinin hayatını andıran senin yolculuğun, maddeye değil manaya; paraya değil ruha ve şerefe deer verenlerin harcıdır.

Bu yol aydınlık, ışık, hak ve hakikat yoludur. Bu yol, göğsü imanla, kalbi cesaretle ve gönlü aşkla dolu olanların yoludur. Bu yol fedakârlıklara katlanmasını, mahrumiyet ve ağırlıklara tahammül göstermesini, tehlikelere göğüs gerip güçlükleri yenmesini bilenlerin yoludur. Bu yol, ülküleri uğrunda gerekirse seve seve ölmesini bilenlerin yoludur.

Fedakâr Türk Öğretmeni!

Savaşların en hayırlısı, senin yurt ufuklarını saran karanlıklarla yaptığın mücadeledir. Başarıların en verimlisi; en uğurlusu senin bu meydanlarda kazandığın zaferlerdir.

Henüz derinliğince okunmamış bir masal, zenginliğince açılmamış bir hazine ve zarifliğince işlenmemiş bir mücevher olan Anadolu’yu senin nurlu gözlerin “okuyacak”, senin uğurlu ellerin “açacak” ve senin usta parmakların “işleyecek”tir. “Her taşı bir yakut olan bu vatan”, “can verme sırrına erenler”le beraber sizin, sizlerindir.

Hayatta paradan başka hiçbir şeyi sevemeyen, gösteriş ve şöhretten, maddî refah ve konfordan başka hiçbir üstün manevi değere inanmayan bedbahtlar elbet de Anadolu’ya gitmek istemezler. Ama daha dün tozlu yollarında neşeyle koşuştuğun, başı mavi dumanlı mor dağlarında çiğdem topladığın, güneşli tarlalarında ekin biçtiğin Anadolu seni bekliyor. Ona kollarını sen açacaksın. Onun yarasını sen saracaksın.

Sabahları ezan sesleri ile uyanacaksın. Eğlencelerin köy düğünleri; dansın efe zeybekleri, dadaş halayları; musikin Avşar türküleri olacak. Bingöl Çobanları’nın kaval seslerini duyacaksın. “Ovanın yeşili”ni “göğün mavisi”ni orada seyredeceksin. Orada, “geçmiş zamanın taşlarda gülen sihirli rüyası”nı yaşayacaksın. Orada “binlerce erin anlı menkıbesi”ni ve “sesi arşa çıkan hengâmeler”i “yad eden” “türbeler, câmiler” ve “eski bahçeler” göreceksin. “İhtiyar çınarlardan, yedi yüz yıl süren hikâyemiz”i dinleyeceksin.

Ey ideal yolcusu!

Gideceğin yerlerde çeşitli tiplerle karşılaşacaksın. Seni hor gören, sana “yukardan bakan” görgüsüz, şımarık ve maddeci bir zümre bulacaksın. Bunlar senin temiz duygularınla, dürüstlüğünle, iman ve idealinle belki de alay edeceklerdir. Mahrum oldukları bu güzel hasletlerin yalnız sende bulunmasına tahammül edemedikleri için yaptıkları çeitli hafifliklere aldırmayacaksın. Kendinden emin her ülkücü gibi, sen de onlara dudak büküp geçmelisin. Acımalısın onlara, kızmamalısın. Bu, kibirli “sonradan görmüş”ler karşısında sakın küçüklük duygusuna kapılma! Kendini, muhitine onlar gibi mevki veya para ile değil, manevi değer ve şahsiyetinle kabul ettirmelisin.

Sen, Tanrısından sonra en çok hocasını seven bir millî geleneğin evlâdısın. Sen, hocasını câmîde bile ayağa kalkarak selâmlayan Fatih’lerin “Ulemânın atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir şereftir.” diyen Yavuz’ların çocuğusun. Böylesine köklü bir gelenekten kuvvet alarak, hocalığı her yerde ve her zaman el üstünde tutulur, baş üstünde taşınır bir haysiyet ve liyakâtle temsil etmelisin.

Hayatta ve bilhassa hocalıkta başarının biricik sırrı olan meslek sevgisi ve vazife aşkını gönlünde birleştirmiş kimse olarak yola çıkıyorsun. Özü özüne, sözü tavır ve hareketlerine uyan; herkesin benzemeğe özendiği örnek insan sen olmalısın.

Vatanını riyâsız seven, milliyetçilik ve inkılâpçılığı iyi kavramış, milletine sözle değil, iş görerek, eser vererek hizmet eden, temiz ahlâklı, hür düşünceli; müsbet zihniyetli, hak, hukuk ve adalet kavramlarına bağlı, millî değer ve geleneklerine hürmetkâr, şahsiyet ve karakter sahibi bir nesil yetiştirmek ilk hedefiniz olmalıdır. Şairin;

“Enbiyâ yurdu bu toprak, şühedâ burcu bu yer;

Bir yıkık türbesinin üstünde Mevlâ titrer!

Dışı batan başa bir nesl-i kerîmin yâdı,

İçi boydan boya milyonla şehîd ecsâdı…

Öyle mebû-ı ehâdet ki bu öksüz toprak;

Oh, bir sıksa adam otları kan fışkıracak!”

Mısraları ile dile getirdiği bu vatanda her birinizin elle tutulur birer müsbet eseriniz bulunmalı.

Alıntı: Hakan Paksoy

Posted in Gündem | İLİM, İRFAN ORDUSUNA için yorumlar kapalı
Haz 17

TARİHTE BUGÜN

17 Haziranİzlanda Millî Günü

1397 – I. Margaret‘in yönetimi altında Kalmar Birliği kuruldu.

1462 – III. Vlad komutasındaki Eflak birlikleri tarafından II. Mehmed komutasındaki Osmanlı birliklerine karşı Târgovişte gece baskını düzenlendi.

1631 – Mümtaz Mahal doğum yaparken öldü. Eşi Şah Cihan, ertesi yıl başlattığı anıt mezar Tac Mahal‘i 20 yıl içinde tamamlattı.

1944 – İzlandaDanimarka‘dan ayrıldı ve cumhuriyet ilan etti.

1972 – Watergate skandalıABD Başkanı Richard Nixon‘un partisi ile bağlantılı 5 hırsız Watergate iş merkezindeki bir büroya gizli mikrofon yerleştirirken polis tarafından yakalanarak tutuklandı.

Adile Naşit (D. 1930)

Naveen Andrews (D. 1969)

Thomas Kuhn (Ö. 1996)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Haz 17

O BİR MAHLÛK!..

O BİR MAHLÛK!..

O bir cani mi desem?

O bir vahşi mi desem?

O bir yamyam mı desem?

O bir sırtlan mı desem?

Hayır, diyemem, diyemem!

Cani de vahşi de,

Yamyam da sırtlanda,

O’nun yanında hiç kalır!

Vahşi, cani, yamyam ve sırtlan

O’nun yanında,

Sütten çıkmış ak kaşık gibidir!

O bir Nemrut!

O bir Firavun!

O bir Ebu Cehil!

O bir Ebu Lehep!

O bir Yezid!

O bir insanlık düşmanı

O bir Hasan Sahbah!

O bir Yecüc-Mecüç’tür!

O bir Dabbe

O’na köpek desem;

Diyemem!

Köpekleri bile başköşeye koyarım!

O’na domuz desem;

Diyemem!

Bunu domuzlara bir hakaret sayarım!

O insan görünüşünde,

Adını henüz bilmediğimiz, bilemediğimiz

Bir MAHLÛKTUR!

EY DÜNYA, EY İTALYA CANİ BİL CANİ O’NU!

ALACAĞIZ, ALACAĞIZ, ALACAĞIZ ENİ-SONU!

ALDIK AMA ASAMADIK!!!

21.11.1998

Saat :18.45

Apo gibi bir megaloman katili göklere çıkaran, methiyeler düzen yazarlar var. Bunlar hangi ideolojik elbiseyi giymiş olurlarsa olsunlar gizli hedefleri Ulus içinde ulus inşa etmek, kardeşi kardeşten koparmaktır. Yoksa barışla Apo tapıcılığının ne alakası olabilir? Herkes görevini yapıyor ve tabi her milliyetçi veya İslamcı görünen milliyetçi veya İslamcı değildir. Maskelerle gerçekleri ayırt etmediğimiz müddetçe aldatılırız. Bu süreç bize artık şu gerçeği öğretmiş olmalıdır: Her bizden görünen bizden değildir.

Posted in Şiirlerim | O BİR MAHLÛK!.. için yorumlar kapalı