Eyl 12

TARİHTE BUGÜN

12 Eylül:

MÖ 490 – Atina ile Ahameniş ordusu arasında Maraton Muharebesi gerçekleşti.
1847 – Meksika-Amerika Savaşı’nın bir parçası olan Chapultepec Muharebesi başladı.
1959 – Sovyetler Birliği, Luna 2 roketini Ay’a fırlattı.
1980 – Türkiye’de silahlı kuvvetler yönetime el koydu ve tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi.
2005 – İsrail’in Gazze’den çekilmesi tamamlandı.
Sunay Akın (d. 1962)
Elina Svitolina (d. 1994)
Jean-Philippe Rameau (d. 1764)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Eyl 12

12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?..

Ülkedeki cinayetler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül sabahı yönetime el koymasıyla bıçak gibi kesildi…

Ordu yönetime el koydu ve 1982 Anayasası çıkarıldı ama “ihtilal“in sonuçları dehşet vericiydi;

7 bin kişi için idam cezası istenmiş, 517 kişiye idam cezası verilmişti…

650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 50 kişi idam edilmiş ve 171 kişi de işkenceden ölmüştü…

Bugün darbenin üzerinden tam 40 yıl geçti ancak 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sağ sol- çatışmasını ve sosyoekonomik karmaşayı bitirmek için uygulansa da, hem rejimin gidişatında hem de sosyo politik ortamda tahribatlar yaratmaktan öteye gidemedi…

Sağcının da solcunun da cezaevlerinde işkence gördüğü 12 Eylül sonrasında, devletin sözde anarşizmi bastırmak için uyguladığı yöntemler bir yandan ayrılıkçı terörü, diğer yandan dinci yapılanmaları da öne çıkartarak, Türkiye’yi 12 Eylül öncesinden çok daha karanlık bir döneme sürüklemekten öteye gitmedi…

Ne kadar tuhaf değil mi; DHKP-C gibi örgütlerin de ortaya çıktığı 12 Eylül sonrasında, PKK gibi onbinlerce insanın ölümüne yol açan ayrılıkçı şiddetin unsurları da palazlandı…

Apocular” adlı grubun 1970’lerin sonlarında başlattığı ayrılıkçı hareket askeri darbenin üzerinden 4 yıl geçmemişken tarihin en büyük terör grubunu ortaya çıkardı ve Türkiye 1984’ten bu yana geçen 41 yıldır sürede PKK terörünün sarsıntısından halen kurtulamadı…

Teröre karşı terör!..

Ne kadar ilginç değil mi, 12 Eylül’ün hemen öncesinde Suriye’ye kaçan Öcalan ve yandaşları PKK gibi tarihin en büyük terör örgütlerinden birini ortaya çıkartırken, bunun tam karşısında, yani örgütü enterne etmek için piyasaya sürülen dinci örgütler de devletin uyguladığı hatalı bir stratejinin ürünüydü…

Devletin PKK’ya karşı helikopterlerden Kur’an ayetleri atmaya başladığı dönemde, İran yanlısı Hizbullah’ın Mardin, Batman, Diyarbakır gibi kentlerde kitabevlerini kullanarak ortaya çıkarılması, bu örgütün en az 500 eylemine rağmen tek militanının yakalanmaması, dönemin MİT başkanı Teoman Koman’ın Hizbullahçıları neredeyse “iyi çocuklar” olarak nitelendirmesi, Türkiye’de laik rejimi hedef alan bir taarruzu da günümüze miras bıraktı…

İşte “İslami Hareket” adlı örgütün ardından palazlanan Hizbullah bir yandan kendi içindeki fraksiyonları temizlerken, diğer yandan da PKK’nın etkin olduğu Diyarbakır, Urfa, Mardin, Hakkâri gibi kentlerde Kürt gençlerini katlederken, yıllar sonra da 20 bin kişilik askeri güce ulaşarak Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile 5 polis memurunu şehit edince, 12 Eylül’ün bıraktığı mirasın ne kadar tehlikeli bir hal aldığı bir kez daha ortaya çıktı…

Ve PKK ile mücadele ettikleri iddiasıyla göz yumulan Hizbullah’ın; örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de öldürülmesiyle önemli ölçüde dağıtılması, buradan kaçan militanların önce El Kaide, sonra IŞİD içinde faaliyet göstermesi, bu grupların 15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’daki 4 intihar saldırısında 60’dan fazla yurttaşı öldürmesi ve örgütlerin eylemlerinde 20’den fazla güvenlik görevlisinin şehit olması da 12 Eylül’ün göz yumduğu sahte “Ilımlı İslam” projesinin şiddete dönüşmesinin vahim örnekleriydi…

Evet; 12 Eylül, sadece laik rejimi hedef alan dinci terörü miras bırakmadı… Ne yazık ki daha beteri de vardı…

İhtilal kimi besledi?..

Sağ- sol çatışmasını bitirme hedefi ile yapılan 12 Eylül darbesinin hataları sadece idamların, cezaevindeki işkencelerin ve faili meçhullerin acı sonuçlarını ortaya bırakmadı…

PKK’nın ayrılıkçı şiddeti neredeyse Türk-Kürt çatışması yaratmayı planlarken, dinci terör örgütlerine militan yetiştiren kaçak medreseler, dergahlar, tarikat-cemaat evleri de bir süre sonra laik rejimin önünde devasa bir tehdit haline geldi…

Ne yazık ki 12 Eylül ürünü ANAP’ın Nakşi yöneticilerinin tarikat ve cemaatlere göz yumması, Erbakan’ın iktidarı döneminde tarikat liderlerinin başbakanlık konutunda ağırlanması, diğer yandan da tüm bunlar içerisinde en tehlikeli yapı haline gelen Fethullah Gülen cemaatinin son 10 yıl içerisinde AKP eliyle palazlandırılması da, ihtilal sonrasının rejimin üzerine bir kaos olarak bıraktığı sinsi tezgahın sonuçlarıydı…

Evet; bugün 12 Eylül askeri darbesinin 40. yıl dönümü…

Darbeye gerekçe olan “kardeş kavgası“, yani sağ-sol çatışmasının önlenmesi iddiası ne kadar etkili oldu bilinmez ama askeri müdahale Türkiye’nin demokrasi tarihine sadece faili meçhuller, işkenceler ve idamlar bırakmadı, Atatürk’ün sağlam temeller üzerine kurduğu laik cumhuriyeti hedef alan gerici çetelerinin hegemonyasını da büyüttü…

Ne tuhaf ki, 12 Eylül sonrası palazlanan Fethullahçılar darbe ortamında göstermelik operasyonlarla enterne edilmeye çalışılırken, yıllar sonra kendilerini palazlandıran AKP’ye, yani devlete darbe yapacak kadar da büyütüldüler…

En acısı da, her fırsatta çeşitli kesimlerin laik cumhuriyeti korumasını bekledikleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse üçte birinin 12 Eylül sonrası palazlanan Fethullahçıların müritleri olduğunun ortaya çıkması…

Söyler misiniz; ihtilalden 40 yıl sonra aşağıdaki soru haksız mıydı?

12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?..

Yanıtını biz verelim; Laik cumhuriyete!..

Alıntı: Mehmet Faraç

Posted in Gündem | 12 Eylül aslında kime ve neye darbe yaptı?.. için yorumlar kapalı
Eyl 11

TARİHTE BUGÜN

11 EylülKatalonya Ulusal Günü

1947 – ABD KongresiMarshall planını onayladı.

1973 – Şili‘nin ilk sosyalist Başkanı Salvador AllendePinochet önderliğindeki ordu tarafından devrildi, darbe sırasında Allende öldürüldü.

1992 – TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) kuruldu.

2001 – ABD‘deki 11 Eylül saldırıları sonucunda 2.996 kişi öldü, 6.291 kişi yaralandı.

2012 – Kuzey Kore‘de Pyongyang Folklor Parkı açıldı.

Franz Beckenbauer (d. 1945)

Louise de Savoie (d. 1476)

Hristian Rakovski (ö. 1941)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Eyl 11

İÇ YALAKALIK VE DIŞ YALAKALIK!

(Eskiden Padişah soytarıları vardı. Şimdi medya soytarıları var. K.Ş.)

CNN Türk muhabiri, 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerini canlı yayında anlatırken Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra bir yıllık hazırlık yapıldığını belirtti ve “Cephedeki mühimmat seviyesi, asker seviyesi ideal bir noktaya taşındıktan sonra, Büyük Taarruz bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkomutanlığında başladı.” dedi!

Bu, bir canlı yayın kazası değil, şartlı refleksin sonucudur ama aslında bireysel bir durum da değildir, toplumsal bir davranış bozukluğunun küçük bir yansımasıdır!

***

Bütün bakanlar ve kamu yetkililerinin, söze “Cumhurbaşkanımızın emir ve talimatları ile” diye başladığı ülkede, bir muhabirin de 103 yıl önce devletin kurulmasını sağlayan Büyük Taarruz’un, şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından başlatıldığını söylemesine şaşırmamak gerekir. Bu, bellekte biriken ön kabullerin bir çıktısıdır. Yazıcıdan alınan çıkış gibi…

Bazı önyargılı kabuller, uzun süre kullanıldığında veya başkalarından etkilenerek içselleştirildiğinde, bir süre sonra dile dökülürken işte bu şekilde hatalara sebep olur…

İnsan beynine düşünmeden yüklenen her kayıt, bir süre sonra, saçmalamanıza sebep olabilir.

Medya mensupları, lideri övmekten başka bir yeteneği bulunmayan siyasilerin veya onlara akort edilmiş kendi yöneticilerinin yönlendirmesiyle bütün başarıların Cumhurbaşkanına mal edilmesine şartlanıyor. Sonuçta da böyle garip durumlar ortaya çıkıyor.

Bu şartlanma altında uzun süre bulunan herkes, düşünme yeteneğini yavaş yavaş kaybeder ve bir süre sonra algıların yönettiği bir insan haline gelir. İşte seçimler de insan beynindeki bu zaafı, acımasızca kullananlar tarafından kazanılır…

Tabii sonuçta insanı bu duruma düşüren, yani kendi beynini şartlandırmaya sevk eden de kendi kişisel ihtiyaçlarını en kolay yoldan sağlamak kurnazlığıdır.

Gerçeğin veya doğrunun peşinden gitmek ise zahmetli hatta sıkıntılı bir süreçtir. Gazeteciyseniz, başınız her zaman güç sahipleriyle dertte olur. En azından sık sık yargılanırsınız, tehditler alırsınız, hapse atılabilirsiniz.

Oysa güç sahiplerini överseniz, belli bir süreyle de olsa, para kazanır, mevki sahibi olursunuz.

***

Siyasette, devlet kadrolarında, medyada, iş dünyasında en iyi övenlerin, en iyi dalkavukluk yapanların öne çıkarıldığı bir kargaşa içinde, ülkeniz için doğru bir yol tutturmaya çalışıyorsanız her türlü iftirayla, kumpasla karşı karşıya kalabilirsiniz…

Türkiye böyle bir süreçten geçiyor. Uzun süredir insanların hayatı, vicdansızca karartılıyor. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davaları neydi? Sonunda siyasi iktidar bile Türk ordusuna kumpas kurulduğunu kabul etmek zorunda kaldı ama o dönemin uygulamaları aynen devam ediyor. Tarihin en büyük yolsuzluklarını yapanlar, şimdi en büyük siyasi rakiplerini yolsuzluk gerekçesiyle içeri attırıyor!

Gençler, ülkede hak, hukuk ve adalet olmadığı için yurt dışına kapağı atmaya çalışıyor. Çok çalışmanın, yetenekli olmanın değil yalakalığın ve düzenbazlığın prim yaptığı bir ülkede yaşamak istemiyorlar. Zaten nüfus artış hızı da bu umutsuzluk yüzünden düşüyor. Toplum kendi kendini yok etmeye doğru gidiyor…

Türk Milleti’nin kendini toparlaması için, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki gibi, yönetimi, dürüst liderlere ve idealist kadrolara teslim etmek gerektiğini görmesi gerekir…

***

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, son bir-iki ay içinde Türkiye’nin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda ayrıntılı konuşmalar yapan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye temsilcisi Tom Barrack hakkında, “Bir büyükelçi, aynı zamanda Suriye’de de görevli. Eyalet valisi gibi… Oralara kendi kendine planlar kuruyor. 100 yıl önce gerçekleştirmek isteyip gerçekleştiremediklerini şimdi orada gerçekleştirecek şekilde eyaletlerden bölünmüş ülkelerden, milli devletlerinin çok kötü olduğundan bahsederek adeta buralarda küçük küçük devletçikler olunması gerektiğini savunmaya başlıyor. ‘İsrail’in güvenliği için buralarda güçlü kuvvetli milli devletler zararlıdır’ diyor. Bin yıldır burayı kanlarını döküp bize yurt edenlerin, bu cumhuriyeti bize emanet eden Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmeye kararlıyız, böldürtmeyeceğiz. Bu emellere izin vermeyeceğiz ve saçma sapan tartışmalarla da işimiz yok. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi biz, doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.” diye bir mesaj yayınladı.

İşte mesele, iktidarda veya muhalefette bulunan herkesin bu kişiliği gösterebilmesindedir ama içerde başlayan yalakalık, aynı alışkanlıkla dış politikaya da yansıyor.

Alıntı: Arslan Bulut

Posted in Gündem | İÇ YALAKALIK VE DIŞ YALAKALIK! için yorumlar kapalı
Eyl 10

TARİHTE BUGÜN

10 Eylül:

1509 – Marmara Denizi‘nde Büyük İstanbul depremi meydana geldi, binlerce kişi hayatını kaybetti ve 6 metre boyunda tsunami oluştu.

1623 – IV. MuradOsmanlı tahtına çıktı ve on yedi yıllık saltanatı başladı.

1919 – I. Dünya Savaşı‘nın ardından Saint-Germain Antlaşması imzalandı.

1974 – Gine-Bissau‘nun bağımsızlık ilanı, Portekiz tarafından tanındı.

2002 – Geleneksel olarak tarafsız bir ülke olan İsviçreBirleşmiş Milletler’in tam üyesi oldu.

Pier Angeli (ö. 1971)

Arthur Compton (d. 1892)

Tezer Özlü (d. 1943)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Eyl 10

SADRAZAM HAMAMDA

SADRAZAM HAMAMDA
 Günlerden bir gün
 Hamama gideceği tuttu
Sadrazam hazretlerinin
Bir yanında birinci veziri
Bir yanında ikinci veziri
Bir yanında üçüncü veziri
Sonra efendime söyleyeyim
Peşkircibaşısı
Nalıncıbaşısı
Sabuncubaşısı
Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile
Peştemal takıp girdiler hamama
Geçtiler kurnaların başına
Üçer beşer
Sadrazam derseniz
Kuruldu göbek taşına
Yan gelip yattı
Memleketin en ünlü tellakları
Sardılar dört bir yanını
Kimi elini kaptı kimi bacağını
Bir keseleme, sürtme faslıdır başladı
Tamam on iki saat
On iki ünlü tellak
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu
Öylesine kir çıktı ki sormayın
Her biri nah parmağım gibi
Aman efendim bu ne kiri
Demeye kalmadı
Keselerin altında
Eriyip gitti
Koskoca sadrazam
Bütün maiyet erkanı yerinden fırladı
Nittünüz Devletliyi
Dediler tellaklara
Tellaklar cevap verdi:
Biz yıkadık keseledik
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik
Suç bizde değil
Neyleyelim
Kir bitti
Sadrazam elden gitti

Alıntı: Ümit Yaşar Oğuzcan

Posted in Fıkralar | SADRAZAM HAMAMDA için yorumlar kapalı
Eyl 09

TARİHTE BUGÜN

9 Eylül:

1493 – Osmanlı ile Macaristan Krallığı destekli Hırvatistan Krallığı birleşik ordusu arasında Krbava Muharebesi gerçekleşti.

1922 – Başkomutanlık Meydan Muharebesi‘nin kazanılmasının ardından Türk Ordusu, işgal altında bulunan İzmir’e girdi.

1923 – Mustafa Kemal Atatürk tarafından Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu.

1945 – İkinci Çin-Japon Savaşı ya da Direniş Savaşı sona erdi.

1991 – TacikistanSovyet Birliği‘nden bağımsızlığını ilan etti.

Aurelianus (d. 214)

Lev Tolstoy (d. 1828)

Kwon Ri-se (ö. 2014)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Eyl 09

SU

Bir gün, bir adam çölde kayboldu.
Yanına aldığı azıcık yiyecek ve su çoktan tükenmişti. İki gündür bir damla su bile bulamadan umutsuzca dolaşıyordu.
Biliyordu ki, çok yakında su bulamazsa, birkaç saat içinde hayatı sona erecekti.
Ama içinde hâlâ küçük bir umut kıvılcımı yanıyordu. Bu yüzden aramaya devam etti. Vazgeçmedi.
Belki bir yerde su bulabilirim diye düşünüyordu.
Tam o sırada, uzakta bir kulübe gördü.
Önce bunun bir serap olduğuna inandı. Zaten daha önce de çöl, gözünü aldatmıştı…
Ama bu kez inanmaktan başka seçeneği yoktu. Bu, onun son şansıydı.
Kalan son gücünü toplayarak kulübeye doğru yürüdü.
Yaklaştıkça, umudu büyüdü.
Ve nihayet… kulübe gerçekte oradaydı.
Ama yaklaştığında gördü ki, burası yıllardır terk edilmişti.
Yine de içeri girdi. Belki biraz su bulabilirim diyerek…
Ve işte o an, bir el pompası gördü.
İçini yepyeni bir enerji kapladı, koşarak pompanın başına gitti ve su çekmeye başladı.
Ama hiçbir şey çıkmadı. Pompa kupkuruydu, uzun zamandır kullanılmadığı belliydi.
Yıkılmıştı. Yere yığıldı.
Bu sondu, diye düşündü.
Tam o sırada, tavana bağlı bir şişe fark etti.
Zorlukla uzanıp aldı. Tam içecekti ki, şişenin üzerinde bir not olduğunu gördü.
Notta şunlar yazıyordu:
 “Bu suyu pompayı çalıştırmak için kullan.
Ve lütfen… sonra şişeyi tekrar doldur — senden sonra gelecek yolcu için.”
Bir anda korkunç bir tereddüt yaşadı.
Bu suyu içip canını mı kurtarmalıydı?
Yoksa tüm umudunu pompanın çalışacağına bağlayıp suyu içine mi dökmeliydi?
Aklından bin bir düşünce geçti.
Ya pompa işe yaramazsa?
Ya yeraltı suyu bitmişse?
Ya bu not doğru değilse?
Ama ya gerçekten çalışırsa ve bol su çıkarsa?
Uzun uzun düşündü.
Ve sonunda, notta yazana güvenmeye karar verdi.
Titreyen elleriyle suyu pompanın içine döktü…
Ve pompalamaya başladı. Tek gücü, içindeki umuttu.
Birkaç denemeden sonra su fışkırdı!
Soğuk, temiz, bolca!
Doyasıya içti. Bedeni canlandı, zihni açıldı, yüreği yeniden yaşamla doldu.
Sonra notta yazdığı gibi, şişeyi tekrar doldurdu ve tavana astı.
Tam çıkmak üzereyken, başka bir şişe fark etti — cam bir şişe.
İçinde bir kalem ve bir harita vardı.
Harita, çölden çıkışı gösteriyordu.
Yolu ezberledi, haritayı yerine koydu, mataralarını doldurdu ve yola koyulmak üzere kapıdan çıktı.
Ama birkaç adım sonra durdu.
Geri döndü. Düşündü.
Sonra kalemi aldı ve notun altına şunu yazdı:
 “İnan bana… bu pompa çalışıyor.”
Bu hikâye hayattan bahsediyor.
Bize şunu öğretiyor:
Ne kadar zor durumda olursak olalım, umudu asla kaybetmemeliyiz.
Ve bazen hayatta, büyük bir şeye ulaşabilmek için…
en kıymetli olanı feda etmemiz gerekir.
Tıpkı adamın, elindeki son suyu pompa için kullanması gibi.
Bu hikâyede su; bilgi, sevgi, para ya da inanç gibi en değerli şeyleri simgeliyor.
Ve bu şeyleri elde etmek için önce harekete geçmemiz, vermemiz, inanmamız gerekiyor.
Tıpkı hayatın pompasına su dökmek gibi.
Çoğu zaman, hayat bize verdiğimizden çok daha fazlasını geri verir.

Ayrıca şunu da hatırlatıyor:
İyilik bulaşıcıdır.
Basit bir not bile bir insanın hayatını kurtarabilir.
Ve o insan da bir başkasına umut olabilir.
Böylece, elden ele, kalpten kalbe, dünya biraz daha insanca bir yer olabilir.

Alıntı

Posted in Hikayeler | SU için yorumlar kapalı
Eyl 08

TARİHTE BUGÜN

8 Eylül:

1380 – Kulikovskaya Muharebesi ile Birleşik Rus orduları ilk kez Altın Orda Devleti‘ne karşı zafer kazandı.

1504 – Michelangelo’nun Davut HeykeliFloransa‘da açıldı.

1529 – Budin Kuşatması ile Kanuni Sultan Süleyman Budapeşte‘yi fethetti.

1954 – Güneydoğu Asya Antlaşması TeşkilatıFilipinler‘in başkenti Manila‘da imzalanan bir pakt ile oluşturuldu.

1966 – Güney Batı İngiltere ile Galler‘i birbirine bağlayan Severn Köprüsü açıldı.

Bolognalı Katerina (d. 1413)

Aziz Sancar (d. 1946)

Amy Robsart (ö. 1560)

Posted in Tarihte Bugün | TARİHTE BUGÜN için yorumlar kapalı
Eyl 08

MİLLÎ EĞİTİMDE İŞLENEN ANAYASA SUÇU!

Erozyon biraz zayıf kalır

Değerler erozyonunun yaşandığı bir gerçek. Ki artık değerlerin kaybı aşamasına geldi. Bu da toplumda bir kimlik krizine doğru yaklaşıyor.

Kimlik krizi çünkü AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra kimlik sorgulamasına başladı. “Ne Mutlu Türküm Diyene dediniz ne oldu? Hâlbuki Türk, Kürt, Laz, Çerkez… 26 etnik grup” diyordu. Bugünlerde bunu “Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi” beşli ayrımına getirdi.

Türk kimliğini güçlendiren en güçlü değer din idi. Din, kimlik oluşurken bireyin vicdanı üzerindeki en büyük etkendi. Hani “herkesin polisi kendi vicdanıdır” ya, işte toplum bu ölçüyü yitirdi.

İlk yazıyı cumhuriyetin kuruluşunda, “dini grupların hepsi de ortadan kaldırıldı. İnsanlar dinlerini, rahatça ve kendileri olarak yaşamaya başladılar. Ve en önemlisi de din egemenlik sahasından ve iktidar yarışından çıkarıldı. Din kazanmıştı.” diye bitirmiştim. 

Din vicdanları besleyen kaynak iken tekrar iktidar olmak ve iktidarı devam ettirmek için araç hâline getirildi. İktidar da bir anlamda zenginleşme kaynağıydı. Dolayısıyla din aynı zamanda zenginleşme aleti oldu. Yani bu sefer, dine kazandıkları kaybettirildi. 

En acısı da, iktidar itirazları devlet gücünü kullanarak bastırınca, insanlar iktidar yerine dinden uzaklaşmaya başladı.

Vuruşarak çekilmek

Anayasa Madde 174 “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:” der.

‘Aşağıda gösterilen kanunların’ ilk sırasındaki de “3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”dur.

Tevhidi Tedrisat değişsin veya kalksın demek düşünce özgürlüğüdür. Ancak Tevhidi Tedrisatı fiilen kaldırmak anayasa suçudur. Cezası da kanunlarda bellidir.

Anayasa’nın 42’nci maddesi de, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, … Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. (3’üncü fıkra) ve “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. (9’uncu fıkra)” demektedir.

Ayrıca, son iki ayda Cumhurbaşkanı, AKP Sözcüsü Ömer Çelik ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum ilk dört madde üzerinde tartışmalardan vazgeçmiş gibi görünmeleri dikkat çekicidir.

Burada, ilk dört maddeye dokunmadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “milletin çeşitliliği ve zenginliğini yansıtan bir anayasa hedefliyoruz” sözü nasıl gerçekleşir sorusu akla gelecektir. 66’ncı maddedeki vatandaşlık tanımı üzerinde oynamalar ile Millî Eğitimdeki paralel yapılanma ve sığınmacılar üzerinden oluşan fiilî durumlar öne çıkarılabilir. Bu şekilde 42’nci maddeye, Türkiye’deki İngilizce, Fransızca vd diller de örnek gösterilerek Arapça ve Kürtçe eklenebilir. Bu da çok dilli bir devlet demektir. Çok dillilik de egemenliğin paylaşılması anlamına gelir.
Bunların önüne bir de “savaş baskısı altındaki Türkiye” perdesi çekilecektir. İşte o zaman kırk katır mı, kırk satır mı istiyorsunuz sorusu halkın tercihini baskı altına alacaktır.
Bütün bunlar Türk egemenliğine büyük tehditlerdir.

Sonuç olarak

Büyük ideolojik sarsıntı ve çöküşler yaşayan siyasi İslamcı ideoloji bir iktidar kaybı tehdidi altındadır. Yeni anayasa tartışmalarına bu açıdan bakmakta fayda vardır.

Bu yazı serisi şimdilik bitti. Ancak Türk millî egemenliğine, bırakın değişmeyi, gölge düşürmeye çalışacak her davranış karşısında, her an, devam edecektir.

Atatürk’ün dediği gibi, “Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez.” Egemenlik kılıç hakkıdır.

Alıntı: MDM Hakan Paksoy

Posted in Gündem | MİLLÎ EĞİTİMDE İŞLENEN ANAYASA SUÇU! için yorumlar kapalı