Kas
20
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ilk defa resmi kutlama dışında CHP ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından Ankara Ulus’ta “Cumhuriyet yürüyüşü” adı altında kutlama kararı aldılar. Ankara valiliği milli bir bayram için yapılan başvuruyu kabul etmeyerek istihbaratlar bahanesiyle yürüyüşün yapılamayacağını bildirdi. Buna rağmen yasağı dikkate almayanlar CHP ileri gelenleri ve STK’lar “Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları için izin mi istenir?” diyerek yüz binleri “Cumhuriyet Yürüyüşü” dolayısıyla ellerinde Türk Bayrağı bulunduğu halde Ulus’ta toplandılar. Bunları engellemek için polis tarafından barikatlar kuruldu. Yürümek isteyenlerle polis arasında arbede yaşandı. CHP Genel Başkanı Kılıçtaroğlu biber gazına maruz kaldı. Korumalar Kılıçtaroğlu’nu oradan uzaklaştırdılar. Bu olayların sonucunda siyasi parti liderleri her zamanki gibi birbirlerini suçladılar. Bu suçlamalarda benim dikkatimi çeken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kılıçtaroğlu’na “Ulus’ta Türk bayrağı ile dolaşmak kolay, Hakkari’de neden Türk bayrağı ile dolaşamadın?” sözüdür. Allah aşkına bu ülkenin Başbakanı Kılıçtaroğlu mudur, yoksa Tayyip Erdoğan mıdır? Hakkari’de Türk Bayrağı ile dolaşabilmeyi sağlayacak olan siyasi hükumet değil midir? Böyle bir tartışmadan ne beklenmektedir.
Kas
19
A ğır ceza mahkemesinde bir dava görülmektedir. Dava konusu, köyün orta yerinde bulunan çeşmeden testisine su doldurmaya gitmiş bir kızın oradan kaçırılmasıdır. Sanık sorgusunda o kızı sevdiğini, evlenmek istediğini ve o amaçla kaçırdığını söyler. Sıra mağdurenin ifadesinin alınmasına gelir. Mahkeme başkanı ile kız arasında geçen konuşma şöyle olmuştur.:
-Kızım sen çeşme başındaydın değil mi?
-He, reis bey.
-Bak, bağırıp çağırmamışsın. Yardım isteseydin, bağırıp çağırsaydın, etraftan sana yardıma gelmezler miydi?
-He, reis bey.
-Bak, sen güçlü kuvvetli bir kızsın, ama direnmemişsin. Dirensen seni kaçıramazdı.
-He, reis bey.
-Peki kızım, o zaman neden yardım istemedin, neden hiç direnmedin?
-Benim canım yok mu, reis bey?
Kas
18
l2’nci asrın sonlarına doğru Miladi 1162 yılında Selçuklu Suriye Atabeyi Nureddin Zengi Aksungur Ortadoğu’ya akın etmiş Haçlı askerlerini küçücük ordusuyla püskürtüp, o günkü İslam dünyasını Haçlı tasallutundan uzun müddet koruyan büyük bir devlet adamıdır. Haçlılarla mücadele bayrağını kendinden sonra, Selahaddin Eyyubi’ye bırakarak Halep civarında ruhunu teslim etmiştir.
Nurettin Zengi Aksungur, bir gece, Halep’te Hazret-i Resulullah’ı rüyasında görür.
Kendisine tebessüm-ederek bakan Resül-i Ekrem Efendimiz, iki mübarek parmağıyla iki adamı işaret ederek:
– Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar! Der.
Heyecanla uykudan uyanan Nureddin Zengi, bir müddet düşüneceye dalar ve tekrar uyur; fakat aynı rüyayı, aynı gece üç defa görür. Her defasında Hazret-i Resulullah:
Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar! Diyerek, iki kır saçlı kimseyi göstermektedir. Sabah namazını kıldığı büyük Cami’deki Hoca Efendi’ye, bu rüyasını anlatır. Hoca efendi: Hazret-i Resulullah, bir tehlikeye maruzdur. Derhal gitmelisin! Diye rüyayı tabir eder.
Hemen bir askeri birlikle yola çıkan Nureddin Zengi, bir çok kıymetli hediyeleri de beraberine alarak, Medine’ye doğru ilerler.
Bir haftadan fazla süren bir yolculuktan sonra, nihayet Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye varır.
İlk iş olarak, Hazret-i Resulullah’rn kabrini ziyaret eder. Sonra bütün Medine halkını, getirdiği hediyeleri dağıtmak üzere oraya toplar.
– Sizler, Hazret-i Peygamberdin aziz komşularısınız, bu hediyelerimi lütfen kabul edin, diyerek herkese ayrı ayrı yardımda bulunan Nureddin Zengi; rüyasında kendisine gösterilen adamlara, gelenler içinde rastlayamaz. Bu defa tekrar sorar:
– Buraya gelmeyen kimse kaldı mı acaba?
-Evet, derler. İki sene evvel batıdan gelmiş iki kimse var ki, onlar hiçbir hediye almazlar,
son derece cömert kimseler, gece gündüz evlerine kapanıp ibadetle meşgul olurlar. İçimizde en salih kimseler olarak görünürler. İşte o iki zat burada yoklar. Evleri de Resulullah’ın kabr-i saadetinin yakınında, şurada …
Derhal bu iki şahsın yanına giden Nureddin Zengi, güç bela kapıyı açtırınca, bir de bakar ki, Hazreti Resulullah’ın rüyada gösterdiği kır saçlı iki adam bunlardır.
Evin ortasında büyükçe bir hasır serili, fakat başka hiç bir şey yok. Etrafı iyice tetkik eden Zengi’nin aklına bir ara şüphe gelir.
– Şu hasın kaldırın bakayım, der.
Kır saçlı adamlar hasırı kaldırınca, altında büyükçe bir merdivenin yerin altına doğru uzandığı görünür.
Bu merdivenden yerin derinliklerine doğru inen adamlar, buradan da Resulüllah’ın kabrine kadar bir mahzen açmışlardır. İşte o günlerde de, tam altına geldikleri Ravza-i Mutahhare’yi delip, Resülüllah’m mübarek vücudunu çalmaya hazırlanmışlardır. Daha sonra da ilk fırsatta mübarek naaşı Avrupa’ya kaçırmayı düşünmektedirler.
Hükümdar Nureddin Zengi’nin sıkıştırması üzerine her şeyi itiraf eden bu iki adam, kendilerinin Avrupa’dan geldiklerini, Resulüllah’ın mübarek vücudunu kaçırmak için torbalar dolusu altına pazarlık yaptıklarını apaçık söylerler.
Medine halkını hayretlere düşüren bu olay üzerine, suçlular gereken cezayı görürler.
Daha sonra da Ravza-i Mutahhare’nin etrafını kazdırarak kurşun duvar çektiren Nureddin Zengi, Resulullah’ın rüyadaki işaretiyle böyle gizemli bir olayı ortaya çıkaran kimse olur.”
*www.estanbul.com
Kas
17
Vatandaş Mehmet Efendi, hafta sonu tatilinin verdiği rahatlık ile mışıl mışıl uyurken, sevinç içerisinde odaya dalan Ayşe Teyze’nin haykırışları kulaklarında patladı:
– “Kalk herif kalk, artık zengin olduk.”
30 yıllık hayat arkadaşını hiç bu kadar neşeli görmeyen Mehmet Efendi, şaşkınlıkla yerinden doğruldu:
– “Delirdin mi hanım, ne zenginliği?”
Ayşe Teyze, adeta gözünün içine sokar gibi elindeki gazeteyi eşine doğru uzattı:
– “Aha işte, gazetede öyle yazıyor.”
“Milli gelir 10 bin 079 dolara yükseldi” başlıklı haberi görür görmez hemen gardıroba koşan Mehmet Efendi, pantolonunu askıdan koparır gibi çekip aldı, heyecanla ceplerini yokladı, sonra telaşla eşine çıkıştı:
– “Hanım, benim dolarlar yerinde yok.”
– “Valla benimki de yerinde değil.”
– “Eee, o zaman?”
***
Mehmet Efendi, kahvaltıdan sonra gazeteyi masaya yayıp, aynı haberi bir kaç kere okudu. Gerçek, her zaman ‘ayrıntılarda’ gizliydi.
2007 yılında ‘Avrupa Hesap Sistemi’ne uygun bir teknik ile ‘rakamlar üzerinde’ oynayarak, kişi başı milli geliri bir gecede 5 bin 400 dolardan, ‘7 bin 500 dolara’ çıkarmayı başaran hükümet, bu kez 2002 yılında ‘3.492 dolar’ olan milli gelirin, 2010 yılında ‘10.079 dolara’ yükseldiğini açıklıyordu.
Milyonlarca kişi, ceplerine ‘tek bir dolar’girmediği halde, bir kalemde ‘kağıt üzerinde’, 10 bin 079 dolarcığın sahibi oluyordu.
‘Şeytana’ pabucunu ters giydirecek bu sihirli tekniğe, ancak şapka çıkarmak gerekirdi.
İçinin daralmaya başladığını hisseden Mehmet Efendi, evdekilere tek kelime dahi söylemeden birdenbire kendisini sokağa attı.
***
Mehmet Efendi, yolda yürürken, kafasını hep aynı soru meşgul edip duruyordu:
– “Bir gecede zengin olabilir mi insan?”
Karşı kaldırıma geçerken, köşedeki altı katlı apartman ile burun buruna geldi.
– “Al sana bir gecelik zengin” diye geçirdi içinden.
Daha beş yıl önce mahallede küçük bir kırtasiye dükkanı işleten Hasan Bey, kısa sürede köşeyi dönmüş, aha işte buraya da kocaman bir apartman dikivermişti.
Otobüs durağına yaklaşırken, son model bir cip durdu önünde. Ayağında ‘yumurta topuklu’ ayakkabı, üzerinde ‘blucin’ bir pantolon, üzerinde kısa bir ‘pardösü’ olan, ‘makyajlı’, ‘güneş gözlüklü’, ‘eşarplı’ bir hanımefendi indi aşağıya.
– “Nah işte bir gecelik zengin daha” diye söylendi Mehmet Efendi.
‘Burslu’ öğrencilikten ‘gemicik’ sahipliğine kadar uzanan bir dizi imaj geçit resmi yapmaya başladı zihninde.
***
Mehmet Efendi, uzun süre sokakları arşınladıktan sonra bir ara kahveye uğrayıp latife olsun diye, 20 yıllık arkadaşına takıldı:
– “Hadi gene iyisin. 10 bin 079 doları atıverdin cebe, ısmarla bir çay da içelim.”
Ahmet Efendi, şaka kaldıracak halde değildi:
– “Zenginlik bedel ister. Bundan böyle aldığın havaya bile bir bedel koyacaklar. Sokaktaki ampulü bile bir tarafına dayayacaklar, haberin yok.”
Moral bozukluğu ile çayını yudumlayan Mehmet Efendi, uzattığı paranın garson tarafından geri çevrilmesi üzerine bir kez daha sarsıldı:
– “Kusura bakma abi, zam geldi.”
Mehmet Efendi, parayı ödeyip, dışarı çıkarken, Ahmet Efendi’ye doğru seslendi:
– “Ampulün büyüğü daha geride dostum. Seçimden sonra dolu gibi yağacak olan zamlara şimdiden hazırlıklı olursan iyi edersin.”
***
Mehmet Efendi, eve döndüğünde kapı arkasındaki üzerinde ‘ampul’resmi bulunan paketleri görünce, sinirlenip Ayşe Teyze’ye çıkıştı:
– “Bir daha bu paketleri alma sakın.”
– “Nedenmiş o, çocuklar ne yiyecekler?”
– “Bizi bu hale düşüren zaten onlar değil mi? Bu yardım paketleri ile bizleri kandırıp, sonunda baba yadigarı evlerimizi de elimizden alacaklar.”
Mehmet Efendi’nin, bir önceki seçimde kendisine hangi partiye oy vermesi gerektiği konusunda saatlerce dil döküp nutuklar çektiği anı gözlerinin önünde canlandıran Ayşe Teyze, bir anda kendini kaybederek avazı çıktığı kadar bağırdı:
– “Seni kör olasıca, suç kimde peki?”
Ardından “Küüüt” diye bir ses duyuldu.
Ne olduğunu anlayamayan Mehmet Efendi, bir anda “Yandım anam” diye yerde kıvranmaya başladı.
Kafaya oklavayı yemişti garibim.
*İsrafil K.Kumbasar Yeniçağ Gazetesi
Kas
16
Atatürk’ün Sözleri;
● “Öyle istiyorum ki, Türk Dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.”
● “Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.”
● “Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.”
● “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.”
● “Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini inceleme ile, gayret ve iman ile ve millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki, her şeye rağmen içimizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.”
Kas
15
Bilmem farkında mısınız? Öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ki her gün şaşırmamak mümkün değil. Yetkililerin medya yoluyla yaptıkları açıklamalarını insanları sakinleştirmek için “gaz almak” olarak algılayan vatandaşın sayısı gittikçe artmaktadır. Büyükşehir yasasının Türkiye’yi bölünmeye götüreceği iddiaları artarak devam ederken iddia sahiplerinin Van depremindeki yardımların terör örgütüne aktarılması ve bölgedeki birçok BDP’li belediyelerin terör örgütüne kaynak sağladığına dikkat çekmeleri kaygıları artırmaktadır.
Elinde 33 askerimizin kanı bulunan “PKK itirafçısı” “eski terörist!!!!” “Deniz” kod adlı Şemdin Sakık Ümraniye davasında tanık olarak görevlendiriliyor.
Bir “eski teröristin!!! Tanık olarak verdiği ifadeye de oldukça rağbet gösterilerek birçok askerimiz tutuklanıyor, TSK suçlanıyor… Yoksa akıbetimiz teröristlerin elinde mi?…
Bu “eski teröristin!!!” bir ara “Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan kardeşler, Yasemin Çongar, Öcalan’ın yanına gazetecilik için gelmediler” demesi ise hala yetkililerin umursamazlığına takılabiliyor.
Necip Türk Milleti bütün bunlara dayanma gücünüz varsa dayanın!
Şu anda hala seçimlerin bir ülke için ne kadar önemli olduğunu, “bir çuval kömür, bir kilo pirinç, bir paket makarna ve makam için vs.” oy verilemeyeceğini, bir oyun bir ülke için varlık sebebi olabileceğini anlamış olduğunuzu ümit ediyorum.
Her halde, her vatandaş sorumluluklarının bilincinde olmadıkça o ülkede huzur ve başarının olması mümkün değildir.
Pergamber Efendimizin Hadis-i Şerifi olduğu söylenen “Bir devlet Müslüman olsa dahi adaletle yönetilmezse o devlet yıkılır, bir devlet kafir olsa dahi adaletle yönetilirse yaşar” sözleri aklımızı başımıza almamızı sağlamalıdır.
Hiç düşündünüz mü? Biz ne kadar adiliz?…
Kas
15
Türk Milleti 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Haftasında Cumhuriyetle ilgili tartışmalarını seyretti. Tartışmaya gerek olmadığı kanaatimi kullanarak 1980’li yıllarda yapılan bir yeminden haberdar olmanızı istiyorum.
TAYYİP ERDOĞAN’IN, 1980’Lİ YILLARDA ARŞİVLENEN , KURAN KURSUNDA ETTİĞİ BİLİNEN VE TRABZON – ASKERİ ARŞİVİNDE MEVCUT BULUNAN ATATÜRK ALEYHİNDEKİ ÜNLÜ YEMİNİ: . . . .. .
Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allah’ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim.
Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarhan Taykut Yüce Türk Milletine şu soruları soruyor:
1. Bu yemin gerçek anlamıyla anayasa ihlali mi değil mi? Aksi ispat edilene kadar, bu şahıs hakkında T.C.Hukuk Devletinin gerekleri yapılacak mı yapılmayacak mı?
2. Sıradan bir T.C. vatandaşı bu tür yeminler ettiği ortaya çıksa hakkında açılacak davada kaç sene hapis ve kamu yararından hak masuniyeti istenir? Ve gereği yapılır?!
3. Böylesine ciddi ve T.C. Devletinin dinamiklerine tam anlamıyla karşı çıkması ile kalmayıp, yüz binlerce şehidin kanı pahasına kurulmuş olan Aziz TÜRK Devletini şer hükümleri adı altında yok edeceğini çok açık bir ifade ile belirten bir şahıs, kimliği ve makamı ne olursa olsun yargı önüne çıkmalı çıkmamalı mı?
4. Bu denli bir yemin KİMİN ADINA ve NEYİN KARŞILIĞINDA edilir?
5. Vatana ihanetin, sözlükteki anlamını açıklayacak bir hukukçu yok mu?
6. Vatana ihanetin, ANAYASA hukundaki yaptırımları nelerdir?
7. Bu konuya değinecek bir HUKUKÇU yok mu?
*www.zekirdek.com
Kas
14
Yazıklar olsun “terörle bir yere varılmaz” diyen yönetenler Türkiyte’yi ne hale getirdiklerini göstermek istemiyorlar ancak bu millet de bir türlü görmek istemiyor. Allah’ın verdiği aklı, vicdanı, gözü; makamdan, mevkiden, menfaatten, paradan başka bir şeyi görmüyor. Türkiye göz göre göre bölünüyor! Emanete ihanet edildiğinin farkında mıyız? (K.Ş.)
Teröristbaşı ve bebek katili Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan, İmralı’daki ağabeyinin seneye serbest bırakılacağını iddia etti: Türk Hükümeti, Kürt meselesinin çözümünün Öcalan’ın ellerinde olduğunu iyi biliyor. 2013 yılı içinde Kürt meselesi çözülecek ve Abdullah Öcalan serbest bırakılacak.
Kardeş Öcalan: Ağabeyim seneye serbest
PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın kardeşlerinden tartışma yaratacak açıklamalar geldi. Mehmet Öcalan, “PKK’daki bazıları ağabeyimin yerine geçmek istiyor” derken, Osman Öcalan, “Kürt meselesi gelecek yıl çözülecek, Abdullah Öcalan serbest bırakılacak” ifadesini kullandı. Ağabeyinin, “yeni gelişmeler olacak” dediğine dikkat çeken Osman Öcalan, 2013 yılında Kürt meselesinin çözüleceğini ve Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılacağını ileri sürdü. Osman Öcalan, “Türk Hükümeti, Kürt meselesinin çözümünün Öcalan’ın ellerinde olduğunu iyi biliyor” dedi. Osman Öcalan, Murat Karayılan’ın örgüt içinde gücünün kalmadığını ve kendisini akıllıca koruduğunu ileri sürdü.
*Yeniçağ Gazetesi
Kas
14
Ücretler fiyata her dem tuş oldu
Elimize geçen para kuş oldu
Geçim derdimiz de kara düş oldu
Bal gibi, ayvayı yedik bu sefer!
Ekmeği dört yerdik, üçe indirdik
Eti, vitrinlerde görüp sindirdik
Geçimi yıllardır borca bindirdik
Kapanmaz bütçede gedik bu sefer!
Yiyecek, içecek ve ev kirası
Almadan bitiyor maaş parası
Yokluk başımızda dede mirası
Ölüme merhaba dedik bu sefer!
Kas
13
( “Analar ağlamasın” demişlerdi. Artık analar ağlamıyor, çünkü göz yaşları kurudu! )
SON 8 ay içerisinde Sikorsky tipi 4 helikopter düştü ve toplam 35 asker şehit oldu. TSK’ya ait Sikorsky helikopterleri 1990’lı yıllardan bugüne kadar toplam 17 kaza geçirdi, 87 asker şehit oldu, 53 asker yaralandı. Afganistan’da helikopterin üzerine düştüğü evde 4 sivil Afgan yaşamını yitirdi. Sikorsky kazalarının bilançosu şöyle:
10 AĞUSTOS 1993: Tunceli’de Jandarma Genel Komutanlığı’na ait askeri helikopter yüksek gerilim hattına çarparak düştü, 3 asker şehit oldu.
14 EYLÜL 1994: Tunceli’de düşen helikopterde 3 asker şehit oldu, 2 asker yaralandı.
12 OCAK 1995: Diyarbakır’in Hani İlçesi Gaztepe bölgesindeki operasyona giden Jandarma Komutanlığı’na ait helikopter zorunlu iniş yapmaya çalışırken düştü. 6 asker şehit oldu.
15 ŞUBAT 1996: Marmaris Aksaz Deniz Üssü liman sahasında taarruz eğitimi yapan SAT komandolarını taşıyan helikopter denize düştü. 5 komando şehit oldu,
9 komando yaralandı.
14 EYLÜL 1997: Van’ın Gevaş İlçesi’nde yüksek gerilim hattına çarpan helikopter düştü. 10 asker şehit oldu.
27 KASIM 1998: Hakkari’de Sikorsky pilotu vuruldu ve helikopter sınır bölgesine düştü. 16 asker şehit oldu.
19 ŞUBAT 2004: Bingöl’ün Yedisu İlçesi yakınlarına düşen helikopterde 5 şehit.
23 TEMMUZ 2005: Çukurca’da arıza nedeniyle acil iniş yapan helikopterde 4 asker yaralandı.
15 EKİM 2008: Hakkari’nin Kavaklı bölgesindeki operasyon sırasında düşen helikopterde 1 şehit, 15 asker yaralı.
28 MART 2009: Kahramanmaraş’ta BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini arayan helikopter iniş sırasında düştü. 12 asker kurtuldu.
23 MART 2010: Afganistan Vardak’taki üsse inerken güç kaybı yaşayan helikopterde 4 asker yaralandı.
10 HAZİRAN 2010: Tokat Şehitler Köyü yakınlarındaki Topçam Dağı’na çarpan helikopterde 3 asker şehit oldu.
16 MART 2012: Afganistan’ın başkenti Kabil yakınlarında 12 asker şehit oldu,
4 sivil yaşamını yitirdi.
22 TEMMUZ 2012: Dağlıca yakınlarında düşen helikopterde 5 asker şehit oldu, 7 asker yaralandı
11 EKİM 2012: Diyarbakır Lice’de 1 asker şehit oldu, 7 asker yaralandı.
10 KASIM 2012: Siirt Pervari’de düşen helikopterde, 17 asker şehit oldu.
*Habertürk