
Suudi müftüden Suriyeli kadınlara fetva: ‘Cennete girmek için ÖSO militanlarının cinsel isteklerini giderin’
Suudi Arabistan’da Vahhabi müftü Muhammed El ArifiSuriyeli muhaliflerin uzun süredir savaştığı için cinsel ilişkiye giremediğini söyleyerek, militanların cinsel isteklerini karşılamanın cennete gitmek için yerine getirilmesi gereken bir görev olduğunu iddia etti.
Presstv’nin haberine göre, Vahhabi müftüMuhammed El Arifi Suriye ile ilgili verdiği fetvada insanlık dışı önerilerde bulundu. Suriye‘deki militanların iki yıldır savaştıklarını, bu yüzden uzun süredir cinsel ilişkiye giremediklerini söyleyen El Arifi, ÖSO militanlarının muta* nikahıyla Suriyeli kadınlarla kısa süreli evlilikler yapabileceğini söyledi.
Müftü El Arifi “mücahit” olarak nitelendirdiği yabancı militanların Suriyeli kadınlarla ilişkiye girerek cinsel arzularını tatmin edebileceğini, böylece militanların “Suriyelileri öldürmek için kararlılığının artacağını” savundu.
Cinsel ihtiyaçları gidermek için yapılacak evliliklerde dul, boşanmış ve 14 yaşından büyük kadınların tercih edilmesi gerektiğini söyleyen müftü, militanların cinsel isteklerini karşılamanın cennete gitmek için yerine getirilmesi gereken bir görev olduğunu iddia etti.
*habertürk
İşlenmeli dağa, bağa arkadaş
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Vuracaksan mührü çağa arkadaş
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Unutma ırkının coşkun çağını
Bu dille, kültürle gönül bağını
Her an gönderde tut dil bayrağını
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Çağlara hükmeden elin var senin
Her an açan Türkçe gülün var senin
Anne sütüne eş dilin var senin
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
İncinin, yakutun, zümrüdün mahı
Türkçe, bilim dili şahların şahı
Dillerin sultanı ve padişahı
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Bülbülün, sakanın diline benzer
Ceylana, kekliğe, sülüne benzer
Cenneti Âlânın gülüne benzer
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Başların üstünde tutulmak için
Kendini inkârdan kurtulmak için
İnsan sınıfına katılmak için
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Türkçeyi yaratmış seni yaratan
Türkçe, gözlerde fer, yüreklerde kan
Sana ait olmaz dilsiz bir vatan
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Türkçeye sahip çık, yaşat özünde
Bir başka değeri ilmin gözünde
Ben varım diyorsan bu yeryüzünde
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Aklın da, fikrin de, o’dur güneşi
Her çağda bilimin o, kan kardeşi
Yakmak için akıl denen ateşi
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Olmasın Türkçesiz asla bir anın
Varlık sebebidir dili insanın
Gereğini yap şu ulvî yasanın
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
Kültürden bir ışık, millî bir izdir
Yapacağın, başka dile perhizdir
Her çağda, çağlayan coşkun denizdir
Türkçe düşün, Türkçe söyle, Türkçe yaz!
*“Vatan dediğin toprak parçası, bunun için ölünür mü” Ahmet Altan
* Bir televizyonun canlı yayınında “Bana Atatürkçü denmesini hakaret sayarım” Mümtazer Türköne
*“Ne mutlu Türküm diyene, lafını tutup her yere yaza yaza Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” A.Gül
* “PKK ile pazarlık yaptığımızı söyleyen alçaktır, şerefsizdir” RTE
* “Biz gerekirse terörün siyasi kanadıyla müzakere, askeri kanadıyla mücadele yaparız” RTE
* ‘Hedefime ulaşmak için gerekirse papaz kıyafeti bile giyerim’ RTE
* “Türkler alt kimliklerden biri ve Türkiye Türklerindir demek yanlıştır” RTE
*“Ne mutlu Türküm diyene, lafını tutup her yere yaza yaza Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” A.Gül
Kasabanın hanına bırakılan kara ve boz renkli iki eşek, dertleşiyorlarmış. Söz, dönmüş dolaşmış sahiplerinden çektikleri eziyete gelmiş.
Kara eşek öfke ile dişlerini gıcırdatmış:
– “Yeter artık arkadaş. Aha buraya kadar geldi. Biz de can taşıyoruz. Eğer, sahibim bir daha beni eşek yerine koyarsa, üzerimden atıp çifteyi basacağım.”
Diğeri suskun, bir şey söyleyemiyor.
– “Yahu” demiş kara eşek, “Sen de bir şeyler söylesene, niye susuyorsun?”
Beriki iç geçirmiş:
– “Dediklerin benim de aklımdan geçmiyor değil, ama benim çok önemli bir
beklentim var.”
Meraklanmış, kara eşek:
– “Hayrola, beklentin ne ola ki?”
Boz eşek, keyifle kuyruğunu oynatmış:
– “Yıllar önce sahibimle eşi mutfakta yemek yiyorlardı. Bir ara kızıp, eşine tekme tokat girişen sahibim, ‘Bir daha dediklerimi yapmazsan eğer, vallahi de billahi de seni ahırdaki eşeğin yerine kor, eşeği eve alırım’ dedi. Kulaklarımla duydum. İşte o yüzden bunca eziyete katlanıyorum.”
İktidara yağcılıkta rekora koşan ‘liboş’, ‘entel-dantel’ ve ‘dönek’ takımının son günlerdeki haline bakınca ‘beklentinin’ insana neler yaptırdığı geliyor aklımıza.
*İsrafil K.KUMBASAR Yeniçağ
Fotograf Yeniçağ Gazetesi’nden alınmıştır.
Bu fotograf Ortadoğu Gazetesi’nden alınmıştır.
Devletin sağlamış olduğu her türlü imkânı kullanarak yaşayan kendini bilmezler “Dersimden özür dilerler,” “Ermenilerden özür dilerler.” Oldu olacak Kurtuluş Savaşı öncesinde Türkiye’yi işgal eden Fransa’dan, Yunanistan’dan, İtalya’dan, İngiltere’den de özür dileyelim. Hatta Mustafa Kemal Atatürk size karşı saygısızlık yapmış misafirperverlik gösterememiştir, cahilliğini bağışlayın diyerek özür dileyelim.
1984’ten bu yana ülkemizde kan döken, can alan cani örgütün elebaşının ayağına kadar gidilerek “sayın”dan neler istediği sorulmuştur. İstedikleri ve istemedikleri yerine getirilmiştir. Terör örgütünün azılı 3 kadınının “Kahraman” ilan edilmesine göz yumulmuş, cenazeleri Tunceli, Kahramanmaraş, Mersin’e değil de Diyarbakır’a getirilmiştir. Diyarbakır Hastanesi’ne örgüt paçavrası asılmış, tabutlara örgüt paçavraları örtülmüştür. Güvenliği sağlayacak olan polisler ortalıkta görünmemişlerdir. Bunun adına da “barış ve demokrasi “ denilmiştir. “Süper bir barış ve demokrasi “ için askeri de çeksek mi acaba!…
Öyle zannediyorum ki bu millet Aziz Nesi’nin dediği gibi “aptal” değildir.
Yüksek mevkilerde yer tutanların yerlerini koruma uğruna bütün bunları vatandaşlarına yutturmaya çalışmasının kendisine de faydası olmayacaktır. O şahıslara yüksek mevkileri sağlayan halk yok olursa kendileri için de herhangi bir mevki ve makam da kalmayacaktır
“Türkiye bütün kurumlarıyla teslim alınmıştır” diyenler haksız mıdırlar?

Fatih Rıfkı’nın anısından:
Mustafa Kemal 1934’te Atatürk soyadını almıştır. Hiçbir büyük Türk ondan önce “Türküm!” dememişti. Türk Osmanlıcada, kaba ve köylü demekti. Şehir efendisi alafranga ise Osmanlı, alaturka ise Müslümandı.
Atatürk Cumhuriyet’in onuncu yıldönümündeki kısa nutkunu şu sözlerle bitirmiştir: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
O bir milliyetçi idi. Fakat ırkçı değildi. Onun anlayışınca vatan Türkiye, Türk de Türkiyeli demekti. Bir gün kendisine:
-Ya öteki Türkler? diye sormaları üzerine:
-Hepsinin vatanı burası. Hepsi için yurdumuzda yer var, cevabını vermişti.
Atatürk iyi aile çocuğu idi. Babasını bilmez. Övey babası Ragıp Bey’i önceleri hiç sevmemişti. Fakat her türlü güçlükleri yenerek kendisini yetiştiren anasına aşk ile bağlı idi. Onu çocukluğundan bu devlet ve milletin en büyüğü olduğu güne kadar daima saymıştır. Her eve gidişinde anasının elini öpmek adeti idi. Subay, komutan, başkomutan ve devlet reisi, o anasının yanında daima eski “Mustafacık” tı.
Mütarekede anası İstanbul’da iken işgal kuvvetleri evini basmışlar, ona çok çile çektirmişlerdi. Bu ana, sevgili yavrusunun padişahın askerî mahkemesinde idama mahkûm edildiğini gazetelerde okuduğu gün ömründen belki yıllar kaybetmişti. İlk fırsatta kendisini Ankara’ya, Çankaya’daki evine getirdi. Buluştukları zaman Atatürk yine anasının elini öptü. Fakat anası oğlunu bağrına basacağı yerde eline sarıldı. Atatürk:
-Ne yapıyorsun Anne? diyerek elini çekmek istedi. Anası Zübeyde Hanım pek ciddileşerek:
-Ben senin ananım, dedi. Elimi öpmekle vazifeni yapıyorsun. Fakat devleti ve milleti kurtardın. Ben de bu millettenim. Elini öpmeliyim, dedi.
*Muhittin Nalbantoğlu Yeniçağ
Bilgi aklın ışığı, yabana atmayın hiç
Ey ! Yön veren akıllar, uykuya yatmayın hiç
Medeniyet denilen güneşler batmayın hiç
Asrın ihtişamından kamaşsın gözlerimiz
İradesi sönenler, söndürmesinler seni
Şaşırtıp kıblegâhın döndürmesinler seni
Birde mankurtlaştırıp bön dürmesinler seni
İnsanca yaşamaya dirensin özlerimiz
Şimşekten, yıldırımdan ateşlerden ün alsın
Sıcaklarda kar suyu, soğuklarda yün alsın
Söz olsun, asırlara denk gelecek gün alsın
En çetin savaşları kestirsin sözlerimiz
Doğrudan yana çalış, varsın o küçük olsun
Gönül şelalesinde sevgide gürlük olsun
Sırtında adaletten sevgiden bir yük olsun
Her zaman, mahşerde de ağarsın yüzlerimiz
Üçler, yediler, kırklar, gönül aynamız bizim
Hak ve hakikat için bunca kavgamız bizim
Ferhat’la dağı deler gerçek sevdamız bizim
Halı ve kilimlere işlensin hazlarımız
Bir görkemli yarışta dünya bile dururdu
Tarihte adlarımız şan alarak konurdu
Erkeklerin kızlarla yarışması onurdu
Haydi, er meydanına doluşsun kızlarımız
Bir tomurcuk güzelin can gibi bakışında
Kalplerin seven kalbe kıvılcım çakışında
Yayla pınarlarının sessizce akışında
Gönül ezgileriyle söyleşsin sazlarımız
Bilin, bugünden sonra değişecek yazgılar
Kırdaki çiçekleri andırmakta ezgiler
Yok, olsun ufkumuzdan şu kapkara bezgiler
Bir seher yeli gibi okşasın nazlarımız
Çocukları koruyun batmasınlar çirkefe
Mevcut senin soyunda yiğit, kahraman, efe
Bir ok gibi nesiller yönelmeli hedefe
Çağdaş bilimler ile buluşsun gezlerimiz

BU ‘LEŞLERİN’ ŞEHİTLERİN KANIYLA SULANMIŞ VATAN TOPRAĞINDA NE İŞİ VAR. BU KATİLLER ANCAK VATANI KİRLETİRLER .
Yeniçağ Gazetesi yazarı Servet Avcı’nın “Sürece katkı adına bir teklifi var… (Elçiye zeval olmaz düşüncesiyle paylaşmak istiyorum. K.Ş.)
Paris’te öldürülen üç teröristin cenazelerinin Türkiye’ye getirileceği söyleniyor… Bu durum kesinleşirse, cenazelerin havaalanından alınmasından defnedilmesine kadar protokol uygulansın… Kabine üç ekibe bölünsün, tabutları bu ekipler omuzlasın… Habur’a seyyar mahkeme tayin eden irade, üşenmesin çekinmesin, Ankara’dan Diyarbakır’a, cenaze marşını çaldı mı ciğerleri delen sıkı bir bando takımı götürsün…
Bu sürece katkının ‘olmazsa olmaz’ı ise tabii ki cenaze namazları… Cenazeler mümkünse Cuma namazından sonra kaldırılsın… Ama namaz devletin camilerinde değil, meydanda kılınsın; daha önce ‘alternatif imam’ öncülüğünde kılınan ‘alternatif Cuma namazı’ gibi… Ve mutlaka günün anlam ve önemine binaen ’alternatif imam’ Bülent Arınç olsun, cenaze namazlarını da o kıldırsın… Bir de otomatiğe bağladığı gözyaşlarını boca ederek, hüznünü, acısını, kederini musalla başında dualar eşliğinde sevenleriyle paylaşsın… Eğer tabutların üzerine üç renkli bez parçası atılırsa, ona da ilişilmesin, hatta kardeşliğimizin nişânesi sayılsın… Cenazeye katılmak isteyen Zerdüşt, merdüşt çıkarsa, en arka safa atılsın… Çelenk kabul edilmesin, bağış yapmak isteyenin yeterli nakti yoksa ‘yerli Gandi’den kredi kullansın… İktidar’ın üç B’si (Bülent, Bekir, Beşir) taziye bitene kadar oralardan ayrılmasın, raporlu sayılsın…