Kas 07

Düşman 100 yıldır belli! (1)

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gazeteci Banu Avar’ın son yazısı, Türkiye’nin içine düştüğü terör tuzağına bambaşka bir perspektif çiziyor. Avar yazısında; “Düşman belli… Hem de 100 yıldan beri hiç değişmedi” dedi.
GAZETE5- Gazeteci Banu Avar, “Bu gidişin başı var, bir de sonu” başlıklı yazısında, Türkiye’nin bugün içine düştüğü durumu yorumladı. İşte Banu Avar’ın son yazısı:
“Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson… Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:
‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’ Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…
Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…
O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…
Türkler inanılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..
Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar , Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar… Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.
Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. … Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.
Batıya hayran ayran budalaları! 1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı… Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi… Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında, Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!
 
*21 Haziran 2010 Banu AVAR
Posted in Yazılarım | Düşman 100 yıldır belli! (1) için yorumlar kapalı
Kas 06

Bayramınız kutlu olsun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 
YÜCE TÜRK MİLLETİNİN KURBAN BAYRAMINI KUTLAR HAYIRLARA VESİLE OLMASINI DİLERİM. ALLAH  KURBAN İBADETLERİMİZİ KABUL ETSİN.BAYRAMLARIMIZI BAYRAM OLARAK KUTLAMAYI NASİP ETSİN.

Posted in Yazılarım | Bayramınız kutlu olsun. için yorumlar kapalı
Kas 05

Padişahın dalkavuğu

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Padişahla dalkavuğu yemek yerken padişahın tepesi atmış, aşçıbaşına kızmış: “Söyleyin bir daha patlıcan pişirmesin, istemem!”
Patlıcansız yemek olur mu?
Musakkası var. Karnıyarığı var, oturtması var, silkmesi var, tavası, dolması var…
Dalkavuk hemen padişahtan öteye geçmiş:
“Haklısınız efendim, bu patlıcan kadar berbat bir yemek yoktur.”
Aradan birkaç ay geçmiş, padişahın canı patlıcan istemiş.“Söyleyin aşçıya, bir güzel patlıcandan karnıyarık yapsın!”
Dalkavuk hemen atlamış: “Aman efendim, patlıcan gibisi var mı?”
Başlamış patlıcanın meziyetlerini saymaya…

 

***

 

PADİŞAH dayanamamış: “Geçen sefer ne demiştin, şimdi ne diyorsun?”
Dalkavuk boynunu bükmüş: “Padişahım ben patlıcanın değil, sultanımızın dalkavuğuyum!”
Posted in Hikayeler | Padişahın dalkavuğu için yorumlar kapalı
Kas 05

Dünya’nın en büyük insanı kim biliyor musunuz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
Atatürk bir akşam, Çankaya’da arkadaşlarına sordu
– Dünyanın en büyük insanı kimdir?
– Timur’dur Paşam!
– Değil.
– Fatih’tir.
– Değil.
– Yavuz Sultan Selim.
– Değil.
– Alpaslan.
– Değil.
– Napolyon.
– İskender.
– Değil.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk “değil” diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı:
– Sizsiniz Paşam., dedi.
Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:
– Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed’dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. Muhammed’dir..
Ata’mıza dinsiz diyenlere utansın.
Posted in Hikayeler | Dünya’nın en büyük insanı kim biliyor musunuz? için yorumlar kapalı
Kas 04

AKP tarihimizi de satıyor

 

 

Satılmadık bir şey bırakmayan AKP hükümeti şimdi de gözünü tarihi yapılara çevirdi. Hükümet imar planı yetkisi alarak Kuleli Askeri Lisesi, Haydarpaşa ve Sirkeci Garı, Sirkeci Postanesi ve Selimiye Kışlası gibi paha biçilemeyecek birçok yapıyı peşkeşe hazırlanıyor.

 

AKP Hükümeti, kamuya ait, atıl arsaları ve tarihi binaları ekonomiye kazandırmak bahanesiyle yeni bir proje başlatıyor. Proje ile İstanbul’da Boğaz’a nazır birçok kamuya ait tarihi binalar kiralama ve satış yöntemi ile elden çıkarılacak. Binaların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otele dönüştürülecek ya da restore edilerek turizm amaçlı kullanılabilecek.

 

UYGULAMA başladığında bakanlık hastanelerden okullara, üniversitelerden tersanelere kadar birçok binayı satabilecek. Satışa çıkması muhtemel tarihi binalar arasında Kuleli Askeri Lisesi, Haydarpaşa ve Sirkeci Garı, Sirkeci Postanesi gibi paha biçilemeyecek yapılar da var. Uygulama planı yapma yetkisi ise Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a verilecek.

 

*Oradoğu Gazetesi

Posted in Gündem | AKP tarihimizi de satıyor için yorumlar kapalı
Kas 04

En Büyük Yar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alzaymıra yakalanmış nesiller
Adana’da, Erzurum’da bar vardı

 

İnsanlar zulümden bunaldığında
Gönül dağlarında beyaz kar vardı

 

Dondursa sevgiyi kutup soğuğu
Sımsıcak kalplerde sevgi, har vardı

 

Şendi gönüllerde bütün bülbüller
Bülbülün gülünde ahu zar vardı

 

Çağlayandı sevgi dolu günleri
Yüreklerde tükenmeyen nar vardı

 

Kuldan utanırdı, korkardı Hak’tan
Gönüllerde perde perde zar vardı

 

Allah (cc) gönüllere en büyük yardı
Edep vardı, hayâ vardı, ar vardı

 

10.08.2006
Posted in Şiirlerim | En Büyük Yar için yorumlar kapalı
Kas 04

Bizim Gibi Toplumlara Ne Denir?

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bizim gibi topluma ne deniyordu; unuttum
Elektrik fiyatlarına konutlarda yüzde 9,57, sanayide ise yüzde 9,26 zam yapıldı.
Dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyoruz…
En pahalı internet bizde…
Telefonun dakika ücretine en yüksek bedeli ödeyen ülkeler sıralamasında yine en önlerdeyiz…
Doğalgaz derseniz… Halimiz içler acısı! Ve yaşamak, hayatta kalmak için kullanmak zorunda olduğumuz bu hizmetlerin hepsinde muhatabımız “devlet…”
Yani ne kullanmamak, ne de ödememek gibi bir şansımız var!
Peki; biz neden bu ürün ve hizmetlere, bizden çok daha zengin ülkelerin vatandaşlarından daha yüksek bir bedelle sahip oluyoruz?
İşte bu sorunun yanıtı ürkütücü:
Çünkü devlet, bu hizmetlere ve ürünlere ödeyeceğimiz bedeli belirlerken, “kafasına göre” takılıyor…
Anayasamızı hatırlayın:
Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik, sosyal, demokrat bir hukuk devleti” olduğu yazılı…
Peki; halkın en doğal gereksinimleri olan bu hizmet ve ürünleri, halkına satarken “kazık atan” bir devlet, anayasanın “sosyal devlet” olma emrine ihanet etmiş sayılmaz mı?
Ve hatta biraz da zorlarsak…
Bu devleti yöneten hükümeti oluşturan siyasi parti hakkında, “sosyal devlet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olmak” tan kapatma davası açılması gerekmez mi?
***
Ayedaş isimli şirketin zamdan önce bizim eve gönderdiği son elektrik faturası önümde:
Ödemek zorunda olduğum bedel, 72 lira 90 kuruş…
Kullandığım elektriğin bedeli ise sadece 40 lira 20 kuruş…
Peki; 32 lira 70 kuruşu neden ödüyorum?
Fatura detayları, bunu gizli kapaklı da olsa açıklıyor:
K/K bedeli: 6 lira 29 kuruş…
Ne olduğunu anlamadınız değil mi? Kayıp kaçak bedeli ya da kaçak kullanım bedeli…
Peki; ben mi kaçak elektrik kullanıyorum ya da enerji kaybına ben mi neden oluyorum ki; bu yüzden her ay ortalama 6 lira vermek zorunda kalıyorum?
Elbette değil… Özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde hiç ödemeyenlerin oranı yüzde 50’leri geçiyor… Yani biz kış aylarında “fatura fazla gelmesin” kaygısıyla soğukta otururken, bir kuruş bile vermeden evlerini elektrikli sobalarla ısıtanların kullandığı enerjinin parasını ödüyoruz…
Devlet, özelleştirdiği dağıtım şirketlerinin hırsızdan alamadığı parayı, bizim gibi kümesteki namuslu “kaz”lardan almasına seyirci kalıyor!
***
TRT payı: 82 kuruş…
Ülkemizde yaklaşık 35 milyon elektrik abonesi var… Çarpın 82 kuruşu bu sayıyla; ayda 28,7 milyon lira eder… Yani yılda yaklaşık 345 milyon lira… İşte biz, elektrikle hiçbir ilişkisi olmayan TRT’ye, sırf “bankamatik memurları”na maaş verebilsin ve yandaş gazetecilere yüksek ücretlerle program yaptırabilsin diye bu kadar para aktarıyoruz!
***
Enerji Fonu: 42 kuruş…
Otuz beş milyon aboneden kesilen bu para ayda 14,7, yılda ise 176 milyon lirayı buluyor ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’na aktarılıyor!
***
Dağıtım bedeli: 8 lira 78 kuruş… İletim sistemi kullanım bedeli: 1 lira 96 kuruş…
Elektrik Tüketim Vergisi: 2 lira, KDV: 11 lira 12 kuruş…
Bir sosyal devlette, elektrikten Tüketim Vergisi almak zaten gaflettir ama… Bu zorunlu tüketim maddesine, “lüks” muamelesi yapıp yüzde 18 Katma Değer Vergisi almak soygundur!
***
İşte; benden sırf elektrik kullandığım için boş yere alınan 32,7 liranın 31,39 lirasının gittiği yerler bunlar…
40 liralık elektrik kullanmışım, 72 lira ödeyeceğim… Ve bunu her ay tekrarlayacağım!
Tamam; tepkisiziz, kuzuyuz, sessiziz; falan da… Cebindeki paranın, hem de kendilerini yöneten siyasetçiler tarafından düzenli olarak elektrik, benzin, doğalgaz, telefon faturalarıyla tırtıklanmasına göz yuman toplumun başka bir adı daha olmalı!
Neydi? Çıkaramıyorum!
 
 
 
*Mustafa Mutlu / Vatan
Posted in Gündem | Bizim Gibi Toplumlara Ne Denir? için yorumlar kapalı
Kas 03

Türkçem

 

 

 

 

 

 

Bülbüllerin bülbülü
Sözlüklerin sümbülü
Zihinde şakayık gülü
Dillerin ünlüsü Türkçem

 

Dalgaların hışırtısı
Pınarların şırıltısı
Raks eden su pırıltısı
Çiçekler tatlısı Türkçem

 

Kaynaklarda dupduru su
Miski amber kokusu
Bebeklerin uykusu
Beyinlerin usu Türkçem

 

Cıvıl cıvıl kuş ötüşü
Minik çocuğun gülüşü
İpek sırma dökülüşü
Ceylan süzülüşü Türkçem

 

Sözlüklerin ebesi
Ve ahenkli kadın sesi
Yüreklerin busesi
Gönüller nağmesi Türkçem

 

16.02.1992
Posted in Şiirlerim | Türkçem için yorumlar kapalı
Kas 03

Acı ama Gerçek

 

 

 

 

 

 

 

 

1860’da Osmanlı Ülkesine Japonya’dan bir ekip inceleme yaparak bir rapor yazmış. Raporda “Bunlar aralarında Fransızca konuşuyorlar, bu devlet dağılır diye raporlarına not düşerler. Şimdi gelen Japonlar da şu anda da İngilizceden dolayı dağılır diyorlar.”

 

Amerika’daki Türk dernekleri bültenlerini Türkçe olarak yayınlardı. Bu derneklerin birleşerek bir federasyon olmaları sağlandı. Bir zaman sonra Amerika’daki Türk Büyük Elçiliği bu federasyona bundan sonra yazışmalarınızı İngilizce emri verir. Artık toplantılar, konuşmalar, yazışmalar, bültenler İngilizce yapılır.

 

Yine Almanya’da Nasrettin Hoca Haftası dolayısıyla bir kutlama yapılır. O.D.T.Ü’ den bir, iki genç profesör ile Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, T.C. Konsolosu, Türk katılımcılar, dinleyiciler ve bir de Japon Türkiyatçı bir kadın bulunmaktadır. Japon Türkiyatçı kürsüde Nasrettin Hoca’yı Türkçe anlatmaktadır. Öndeki Baş Konsolos mosmor olur ve kadının yanına yaklaşır, “ İngilizce anlatınız” der. Kadın afallar, şaşırır. Gel de, Türk dinleyicilere Nasrettin Hoca’yı İngilizce anlat, hem de Almanya’da diye düşünür. Kadın isteksiz ve tereddütlü İngilizce konuşmaya başlar. Nasrettin Hoca’nın hikâyesini anlatmayı sıra gelince Japon nezaketine rağmen kızarak “Yahu Nasrettin Hoca hikâyesi İngilizce anlatılır mı? Diyerek Türkçe olarak anlatmaya devam eder. Baş Konsolos kahrolur. O.D.T.Ü’den gelenler ise İngilizce konuşma yaparlar.
*Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’ndan
Posted in Hikayeler | Acı ama Gerçek için yorumlar kapalı
Kas 03

4 Soru 4 Mükemmel Cevap

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir adam Hz. Ali’ye (r.a.) geldi ve:
“Sana sormak istediğim dört sorum var” dedi….
Hz.Ali:
“Buyur, sor!” dedi.

 

Adam sordu:
“Vacip nedir? Vacipten evvel vacip nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:
“Tövbe etmek vaciptir; günahları terk ise ondan önce vaciptir.”

 

Adam sordu:
“Yakın nedir? Yakından yakın nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:
“Kıyamet yakındır; ölüm ondan daha yakındır.”

 

Adam sordu:
“Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:
“Dünya acayiptir; dünyayı sevmek ise ondan daha acayiptir.”

 

Ve adam son olarak, şu soruyu sordu:
“Zor nedir? Zordan daha zor nedir?”
Ve Hz. Ali, bu son soruya da, şöyle cevap verdi:
“Kabir zordur; azıksız, amelsiz kabre girmek ondan daha zordur.”
Posted in Hikayeler | 4 Soru 4 Mükemmel Cevap için yorumlar kapalı